KÂF

(ك)

Arap alfabesinin yirmi ikinci harfi.

Arap alfabesinin yirmi ikinci, Osmanlı alfabesinin yirmi beşinci ve ebced tertibinin on birinci harfi olan kâfın sayı değeri yirmidir. Mahreci Sîbeveyhi’ye göre “kāf”ın mahrecinin az önü, yani ağzın en arka yeridir; dolayısıyla bir artdamaksıl (postpalatale / vélaire) ünsüzdür. Halîl b. Ahmed kâfı da kāf gibi küçük dil harfi (hurûf-ı leheviyye) saymaktadır. Arap dil bilgisi geleneğinde kâf hem şiddet hem de hems sıfatlarına sahip (şedîde mehmûse) bir ünsüz olarak nitelenir. Çelişkili gibi görünen bu durumun sebebi harfin telaffuzunun şiddetli, süreksiz, patlayıcı, sadasız (occlusive, explosive, sourde) bir şekilde başlayıp tedrîcen zayıflayarak yumuşak ve sızıcı (aspirée) bir şekilde bitmesidir. Kâf, k sesinin çıkarılışı sırasında dilin ortasının yukarıya doğru kalkmasına rağmen kökünün aşağıda kalmasından dolayı ince ünsüzlerdendir.

Bugünkü edebî Arapça’da kâf harfinin artdamaksıl ünsüz olarak k sesini muhafaza etmesine karşılık çeşitli halk ağızlarında bunun yanı sıra başka seslere dönüştüğü de görülür. Meselâ merkezî Arabistan ve Irak’ta k → ç, c, ts, ks, kş; Suriye ve Fas’ta sınırlı ölçüde k → hemze; Şarkî Tunus bedevîlerinde, Kuzey Afrika’nın diğer bazı yerlerinde ve Kudüs civarında ise ķ → k telaffuzu yaygındır. Benî Temîm ve Benî Rebîa gibi bazı kabilelerde dişil ikinci şahıs zamiri olan kâf (-ki) ş şeklinde söyleniyordu; meselâ dârek → dâreş, ġulâmek → ġulâmeş. Buna “keşkeşe” adı verilir. Ebü’t-Tayyib el-Lugavî ile İbn Cinnî, kâfın b, t, ŝ, c, ĥ, ħ, d, r, z, s, ş, ž, ŧ, f, ķ, l, n, h, y harfleriyle yaptığı dönüşümler için birçok örnek kaydetmiştir; meselâ ķahr → kehr, betr → betk, nets → netk, laŧĥ → lekĥ, sefĥ → sefk, ħabene → kebene, betl → betk.

Kıraat geleneğinde, tenvin veya sâkin nûndan sonra gelen kâfın telaffuzunda sağır kâf sesi veren hatalı bir okuyuşun ortaya çıktığı görülür. Bundan kurtulmanın çaresi, k sesini dil ortası ile ucunu üst damağa yapıştırmadan ağız ortasında boşlukta tutarak çıkarmaktır. Ebû Şâme el-Makdisî kâfı kalkale harflerinden sayarken diğer kıraat âlimleri telaffuzunda nefes hapsolunmadığı için bunu kabul etmemişlerdir. Kāf ile kâf mahrec itibariyle yakın ve şiddet, infitâh, zuhûr, ısmât sıfatlarında ortak olduklarından birbirlerini izlemeleri halinde ilk gelenin ikinciye dönüştürülüp katılarak (idgam) okunması câiz görülmüştür: “Elem naħluķküm → elem naħlükküm” (el-Mürselât 77/20), “Ve terekûke kāimâ → ve terekûķķāimâ” (el-Cum‘a 62/11) gibi.

Bugünkü Türk alfabesinde bir tek k harfi bulunmakta ve kalın ünlülerle kullanıldığında “kāf”a, ince ünlülerle kullanıldığında “kâf”a tekabül etmektedir; meselâ kapı, kafa, koç; keskin, ekmek, küçük. Arapça’dan Türkçe’ye geçmiş kelimelerdeki ķ sesi ince ünlülerle birlikte k şeklinde telaffuz edilir; meselâ iķbâl → ikbâl,


ĥaķīķī → hakîkî, bâķī → bâkî. Arapça ve Farsça kökenli kelimelerde kalın ünlü önüne gelen k sesinin bu değerini koruduğunu belirtmek üzere ünlünün üzerine “έ” işareti konur; meselâ kâmil, dükkân, kâtip. Fakat “έ” işareti aynı zamanda uzatma işareti olduğu için aslında “kāf”la yazılan bazı kelimelerin yanlış yazılıp söylemesine yol açmıştır; meselâ Zülfikâr, hankâh, ikâmetgâh. Yine Farsça’dan geçme kelimelerin başındaki “g”ler de “k”ye dönüşmektedir; meselâ gil → kil, gâh → kâh. Aynı şekilde Eski Türkçe’nin Oğuz lehçesi, Özbekçe, Kırgızca gibi Doğu Türk lehçelerindeki kelime başlarında bulunan “k”ler de Batı Türkçesi’nde (Türkiye Türkçesi) “g”ye dönüşmüştür; meselâ köz → göz, kelin → gelin, köç → göç. Doğu Türkçesi’nde ve Batı Türkçesi’nin bazı ağızlarında seyrek olarak kelime başındaki “k”ler “ç” şeklinde söylenir; meselâ kim? → çim? İki ve daha fazla heceli isimlerin sonundaki “k”ler -e ve -i hallerinde “ğ”ye dönüşür; meselâ çelik → çeliğe / çeliği, delik → deliğe / deliği gibi. Bu türden tek heceli isimlerde ise durum karışıktır; meselâ gök → göğü / göğe, yük → yüke / yükü.

BİBLİYOGRAFYA:

Sîbeveyhi, Kitâbü Sîbeveyhi (nşr. H. Derenbourg), Paris 1889, II, 452-453; Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, Kitâbü’l-İbdâl (nşr. İzzeddin et-Tenûhî), Dımaşk 1379/1960, I, 32-34, 139-144; II, 230, 354-364, 376; ayrıca bk. tür.yer.; İbn Cinnî, Śırru śınâǾati’l-iǾrâb (nşr. Hasan Hindâvî), Dımaşk 1405/1985, I, 279-285; II, 763; Zemahşerî, el-Mufaśśal fî Ǿilmi’l-luġa (nşr. M. İzzeddin es-Saîdî), Beyrut 1410/1990, s. 464-465, 469; Goerg Kampffmeyer, “Arabistan (dil)”, İA, I, 516; G. Levi Della Vida, “Temîm”, a.e., XII/1, s. 155; H. Fleisch, “Kāf”, EI² (Fr.), IV, 416-417.

Mehmet Ali Sarı