İSTİKRÂ

(الاستقراء)

Tikel önermelerden tümel bir sonuca ulaşılmasını sağlayan akıl yürütme yöntemi.

Sözlükte “bir şeyin durumunu ve özelliklerini öğrenmek için araştırma yapma, çaba harcama” anlamına gelen istiķrâ mantıkta tikelden (cüz’î) tümele (küllî), özelden genele, tek tek olguların bilgisinden bu olguların dayandığı kanunların bilgisine götüren zihinsel işlem için kullanılan bir terimdir. İstikrâyı Hârizmî “bir tümeli bütün tikelleri vasıtasıyla tanıma”, İbn Sînâ, “bir tümelin tikellerine ait hükme dayanarak o tümel hakkında bir hüküm verme”, Gazzâlî, “tümel bir kavram altındaki birçok tikeli gözden geçirerek sonunda bu tikellerde ortak bir hüküm bulmak suretiyle söz konusu tümel hakkında aynı yargıda bulunma” (MiǾyârü’l-Ǿilm, s. 115) şeklinde tanımlamışlardır. Mantık açısından dolaylı istidlâl yollarından biri olan istikrâda öncüller araştırma ve inceleme yoluyla elde edildiği için yönteme bu ad verilmiştir. İstikrâ karşılığında Batı dillerinde induction, Türkçe’de tümevarım terimleri kullanılmaktadır.

İstikrâ işlemiyle zihin, tikel varlık ve olayları incelemek suretiyle genel bir hükmün (kanun) ortaya konması doğrultusunda çaba gösterir. Bir kanun en azından önceden farzolunan bir genelliğin ifadesi, bir olgunun başka bir olguyu takip etmesi ve mutlak surette onunla birlikte bulunması demektir. Dolayısıyla olgulardan kanunları, genel hükümleri çıkarmak sadece tikel olandan tümeli çıkarmak değil aynı zamanda olağan olandan zorunlu olanı çıkarmak anlamına gelir. Şu halde istikrâ, bütünü kapsayan genel bir hükme ulaşabilmek için tikellerin tamamını veya bazısını araştırmak suretiyle işleyen bir yöntem, diğer bir ifadeyle zihnin tikellere dair hükümlerden altında bu tikellerin bulunduğu tümel hakkında bir yargıya geçişidir. Meselâ bakır, demir, altın ve gümüşten her birinin ısı etkisiyle genleştiğini ve bunların hepsinin maden olduğunu bildikten sonra, “Bütün madenler ısıtılınca genleşir” hükmüne varmak; aynı şekilde gramerde kelime kavramının isim, fiil ve edatlardan oluştuğunu, isim, fiil ve edatın da anlamlı sözcükler olduğunu bildikten sonra bütün kelimelerin anlamlı sözcükler olduğu hükmüne varmak birer istikrâdır.

İstikrânın hem duyum hem düşünmeyle (zihin) ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim madenlerin ısıdan nasıl etkilendiğini bilmek istediğimizde önce madenleri teker teker ısıtmak suretiyle deneyden geçiririz. Bundan sonra sıra zihnî safhaya gelir. Akıl yürütme, yani elde edilen veriler üzerinde hüküm verme sürecinin işlediği bu safhada tikeller arasındaki ortaklığın neden kaynaklandığını (sebep) keşfetmek suretiyle sebep-sonuç (illet-ma‘lûl) ilişkisinin kuralları çerçevesinde genel bir hükme ulaşılır. Bu ilmî istikrâdan başka avamın bazı sıradan tecrübelerden, aynı türden tek tek tecrübeler arasındaki ortak noktalardan hareketle bunların bütünü hakkında hüküm vermesine de istikrâ denmektedir. Meselâ tek tek cisimlerin hareket halindeyken durduklarının görülmesinden sonra bu gözlemlere dayanarak, “Hareket halindeki her cisim sonunda duracaktır” şeklinde genel bir hükme varmak böyledir. Buna karşılık bilim adamı, hareket halindeyken duran cisimlerin sürtünme sebebiyle durduğunu bildiği için yukarıdaki hükmü onaylamaz ve kendi hükmünü, “Hareket halindeki bütün cisimler herhangi bir sebep tarafından engellenmedikçe hareketine devam eder” şeklinde ortaya koyar. Bu örneklerde görüldüğü gibi ilmî istikrâ avamî istikrayı çürütebilmektedir.

Mantıkçılar istikrâyı tam ve eksik (nâkıs) diye ikiye ayırırlar. Tam istikrâ bir bütünün parçalarının tamamını, bir tümelin kapsamındaki tikellerin hepsini inceleyerek o bütün ve tümel hakkında genel bir hükme varmak şeklindeki akıl yürütme olup kesin bilgi ifade eder. Meselâ, “Bitkiler, hayvanlar ve insanlar teneffüs ederler; bilinen bütün canlı varlıklar bitkiler, hayvanlar ve insanlardan ibarettir; şu halde bütün canlı varlıklar teneffüs ederler” şeklindeki akıl yürütme tam istikrâdır. Aristo’ya göre kıyasta orta terim vasıtasıyla büyük terimle küçük terim, istikrâda ise küçük terim vasıtasıyla büyük terimle orta terim karşılaştırılarak sonuca ulaşılır. Onun verdiği örnekle, “İnsan, at ve katır uzun ömürlüdür; insan, at ve katır safrasız hayvanların tamamıdır; o halde bütün safrasız hayvanlar uzun ömürlüdür” şeklindeki ifade istikrâ olduğu halde, “Safrasız hayvanlar uzun ömürlüdür; insan, at ve katır safrasız hayvanlardır; şu halde insan, at ve katır uzun ömürlüdür” ifadesi -aynı terimlerden oluşmasına rağmen- kıyastır. Tam istikrâya “kıyâs-ı mukassim, kıyâs-ı burhânî, istikrâ-i hakīkī, istikrâ-i müstevî” gibi adlar da verilmektedir.

Eksik istikrâ bir tümelin kapsamındaki tikellerin bir kısmını inceleyerek örnekleme yöntemiyle o tümel hakkında genel bir hükme varmak şeklindeki akıl yürütmedir. Meselâ bazı hayvanların besinlerini çiğnerken alt çenelerini hareket ettirdikleri gözlemine dayanarak her hayvanın besinlerini alt çenesini hareket ettirerek çiğnediği şeklinde bir sonuca varmak eksik istikrâdır. Bu tür bir istikrâ sadece zan ifade eder, bu yöntemle ulaşılan sonuç kesin değil ihtimallidir (a.g.e., s. 118). Nitekim timsah besinlerini çiğnerken üst çenesini hareket ettirir. Eksik istikrâya “büyültücü tümevarım” veya “bilimsel istikrâ” da denmektedir. Tabiat kanunlarına genellikle eksik istikrâ ile varılmaktadır. İbn Sînâ da bunun yaygın istikrâ türü olduğunu söyler (en-Necât, s. 106).


İstikrâ, İslâm kültür dünyasında zaman zaman çeşitli disiplinlerde kullanılmış olmakla birlikte tam istikrâ tatbik imkânı sınırlı bulunduğu, eksik istikrâ da yeterince güvenilir olmadığı için tayin edici bir istidlâl şekli olarak itibar edilmemiştir. Batı’da ise özellikle Rönesans’tan itibaren deneysel bilimlerin gelişmesiyle birlikte giderek kıyastan daha önemli bir bilgi ve düşünme yöntemi haline gelmiştir. Pozitivizmin gücünü ve etkisini kaybetmesine paralel olarak istikrâ da esaslı tenkitlere konu olmuştur.

BİBLİYOGRAFYA:

et-TaǾrîfât, “el-istiķrâǿ” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 1229-1230; İsmail Fennî, Lügatçe-i Felsefe, İstanbul 1341, s. 353-355; Muhammed b. Ahmed el-Hârizmî, Mefâtîĥu’l-Ǿulûm, Kahire 1342/1923, s. 91; İbn Sînâ, en-Necât (nşr. M. Takī Dânişpejûh), Tahran 1364 hş./1985, s. 106-107; Gazzâlî, MiǾyârü’l-Ǿilm (nşr. Süleyman Dünyâ), Kahire 1960 → Beyrut, ts. (Dârü’l-Endelüs), s. 115, 118; K. R. Popper, Objektive Erkenntnis, Hamburg 1973, s. 13-43; Necati Öner, Klasik Mantık, Ankara 1974, s. 174-180; J. Losee, A Historical Introduction to the Philosophy of Science, Oxford 1980, s. 173-202; R. Keat - J. Urry, Bilim Olarak Sosyal Teori (trc. Nilgün Çelebi), İstanbul 1994, s. 14-33; A. Chalmers, Bilim Dedikleri (trc. Hüsamettin Arslan), Ankara 1997, s. 29-58.

Abdülkuddüs Bingöl