İRSÂL-i MESEL

(إرسال المثل)

Açıklama ve pekiştirme amacıyla söz arasında mesel ve vecize söyleme anlamında edebî sanat.

Bedî‘ ilminde anlama güzellik katan edebî sanatlardan olan irsâl-i mesel şiirde veya nesirde bir fikri, bir görüşü ispat etmek, açıklamak, söze kuvvet ve güzellik katmak amacıyla söz arasında atasözü, vecize, hikmetli sözler, deliller ve misaller getirmektir. Buna îrâd-ı mesel de denir. İrsâl-i mesel terimini ilk olarak kullanan Ebû Mansûr es-Seâlibî (ö. 429/1038), tanım vermeden Mütenebbî’nin şiirlerinden seçtiği çok sayıda örnek zikretmiştir. Râdûyânî, Tercümânü’l-belâġa’sında şiire has bir edebî sanat olarak kaydettiği irsâl-i meseli, “şairin bir beyit içinde mesel ve atasözü konumunda hikmetli söz söylemesi” şeklinde tanımlayarak Arapça ve Farsça örneklere yer vermiştir. İbn Ebü’l-İsba‘ bu sanatı, irsâl-i mesel tabirini kullanmadan, “Söz sahibinin söz içinde atasözü, hikmet, vecize konumunda bir söz söylemesidir” şeklinde tarif etmiş, âyet ve hadislerden, özellikle de Mütenebbî ile Ebû Temmâm’ın şiirlerinden seçtiği örnekleri sıralamıştır. İbn Ebü’l-İsba‘, Ebû Temmâm ile Mütenebbî’nin şiirlerinde geçen mesel, hikmet ve vecize türü sözleri topladığını söyler. Bedîiyyât sahipleri arasında irsâl-i mesele ilk yer veren Safiyyüddin el-Hillî, onu “şairin bir beytin bir kısmında mesel-i sâir konumunda temsil, hikmet, na‘t, vecize vb. söz söylemesi” şeklinde tanımladıktan sonra Mütenebbî’den seçtiği bir örneği zikretmiştir. İbn Hicce, Ħizânetü’l-edeb’inde latif bir bedî‘ nevi saydığı irsâl-i mesele dair İbn Ebü’l-İsba‘ın kaydettiği âyet ve hadis örneklerine birkaç ilâvede bulunmuş, ardından başta Mütenebbî’nin şiirleriyle İbnü’l-Hebbâriyye’nin “es-Sâdık ve’l-bagım” adlı manzumesi olmak üzere Arap şiirinden seçtiği çok sayıda örneğe yer vermiştir.

“Şairin bir beyitte iki hikmetli söz söylemesi” demek olan “irsâlü’l-meseleyn” kaynaklarda ayrı başlık altında ele alınmıştır. Ebû Mansûr es-Seâlibî, edebî bir terim olarak ilk defa kullandığı irsâlü’l-meseleyni, “Şairin bir beyit içinde her mısrada bir hikmetli söz olmak üzere iki vecize söylemesidir” şeklinde tanımlamış ve Mütenebbî’nin şiirlerinden seçtiği birçok örnek zikretmiştir. Bu örneklerden biri şudur: من يهن يسهل الهوان عليه، ما لجرح بميت إيلام(Alçağa alçaklık vız gelir, hiç ölüye yara acı mı verir!). Râdûyânî, “irsâlü’l-meseleyn fi’l-beyt” adını verdiği türü, “Şairin bir mısra içinde veya bir beyitte iki hikmetli söz söylemesidir” şeklinde tarif etmiştir. İbnü’l-Esîr el-Halebî şairlerin şiirlerinde söyledikleri hikmet, vecize türü sözleri bir beyitte bir adet ve birden çok olmak üzere iki kategoriye ayırmış ve her biriyle ilgili birçok örnek kaydetmiş, bir beyitte iki, üç ve dört hikmetli söz söyleyen şairlerden misallere de yer vermiştir.

كل نفس ذائقة الموت (Her can ölümü tadacaktır; Âl-i İmrân 3/185; el-Enbiyâ 21/35; el-Ankebût 29/57); وفوق كلّ ذي علم عليم (Her ilim sahibi üstünde bir bilen vardır; Yûsuf 12/76); كلّ من عليها فان (Yeryüzündeki her şey fânidir; er-Rahmân 55/26) âyetlerinde olduğu gibi Kur’an’da irsâl-i mesel niteliğinde birçok örnek bulmak mümkündür.


Hz. Peygamber’in “cevâmiu’l-kelim” adı verilen pek çok hikmetli sözü mevcuttur. Muhammed b. Ali el-Kaffâl bunları aynı adı taşıyan bir eserde toplamıştır. Resûl-i Ekrem’in bu tür sözleri arasında şu hadisler zikredilir: “Kişi sevdiğiyle beraberdir”; “İşlerin hayırlısı orta halli olanlarıdır”; “Mümin bir delikten iki defa ısırılmaz”; “Dünyada iki yüzü olanın âhirette Allah’ın katında yüzü olmaz.” Hz. Ali’ye nisbet edilen hikmet ve vecizeler, Şerîf el-Murtazâ’nın Nehcü’l-belâġa’sı ile Şehâbeddin el-Mercânî’nin CevâmiǾu’l-ĥikem ve źerâǿiǾu’n-niǾam adlı eserlerinde bir araya getirilmiştir. Arap şairleri arasında başta Mütenebbî ile Ebû Temmâm olmak üzere Züheyr b. Ebû Sülmâ, Lebîd, Ebü’l-Alâ el-Maarrî, Ebü’l-Atâhiye, Ebû Firâs el-Hamdânî, İbn Nübâte es-Sa‘dî gibi şairlerin şiirlerinde çok miktarda irsâl-i mesel örneği bulunmaktadır.

İrsâl-i meselde başarı anılan iki fikir arasındaki benzerliğin kuvvetine bağlıdır. Benzerlik ne derece güçlü ise irsâl-i meselin edebî değeri o nisbette büyük olur. Hatta genel kabul görmesi halinde atasözü olarak yayılabilir.

İrsâl-i mesel örneklerini şerheden birçok eser arasında Hasan b. Abdullah el-Askerî’nin el-Ĥikem ve’l-emŝâl’i ile Zemahşerî’nin Nevâbiġu’l-kelim’i, İbn Atâullah el-İskenderî’nin el-Ĥikemü’l-ǾAŧâǿiyye’si, Müttakī el-Hindî’nin CevâmiǾu’l-kelim’i sayılabilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Râdûyânî, Tercümânü’l-belâġa (nşr. Ahmed Ateş), İstanbul 1949, s. 83-84; Reşîdüddin Vatvât, Ĥadâǿiķu’s-siĥr fî deķāǿiķi’ş-şiǾr (nşr. Abbas İkbâl), Tahran 1362 hş., s. 55-57; Fahreddin er-Râzî, Nihâyetü’l-îcâz fî dirâyeti’l-iǾcâz (nşr. Bekrî Şeyh Emîn), Beyrut 1985, s. 289; İbn Ebü’l-İsba‘, Taĥrîrü’t-Taĥbîr (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1383, s. 217-220; Şehâbeddin Mahmûd el-Halebî, Ĥüsnü’t-tevessül ilâ śınâǾati’t-teressül (nşr. Ekrem Osman Yûsuf), Bağdad 1400/1980, s. 242-243; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, Kahire, ts. (Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye), VII, 127-128; İbnü’l-Esîr el-Halebî, Cevherü’l-Kenz: Telħîśu Kenzi’l-berâǾa fî edevâti źevi’l-yerâǾa (nşr. M. Zağlûl Sellâm), İskenderiye 1977, s. 567-586; Bahâeddin es-Sübkî, ǾArûsü’l-efrâĥ (Şürûĥu’t-Telħîś içinde), Beyrut, ts. (Dârü’s-sürûr), IV, 473; İbn Hicce, Ħizânetü’l-edeb, Kahire 1304, s. 83-97; İbn Ma‘sûm, Envârü’r-rebîǾ (nşr. Şâkir Hâdî Şükr), Necef 1388/1968, II, 59; Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügatı (nşr. Kemal Edib Kürkçüoğlu), İstanbul 1973, s. 70.

İsmail Durmuş




TÜRK EDEBİYATI. Îrâd-ı mesel diye de adlandırılan bu sanat söz arasında bir ibareyi kullanmak bakımından iktibasa, kullanılan sözle asıl anlatımdaki benzerlik dolayısıyla teşbihe ve anlatımla örnek gösterilen öğelerin denkliği yönünden leff ü neşre benzer. İrsâl-i meselde asıl düşünce bir taraf, düşüncenin pekiştirilmesi için örnek verilen söz (mesel) ikinci taraftır. Böylece örnek sözü işiten muhatap, heyecanın meydana getirdiği çağrışım ve temsil yoluyla asıl fikri iyice anlamış olur. Ziyâ Paşa’nın, “Bedasla necâbet mi verir hîç üniforma / Zerdûz palan vursan eşek yine eşektir” beytinde giyim kuşamın mayası bozuk insanlara asalet sağlayamayacağı fikri, altın palan da vurulsa eşeğin eşeklikten kurtulamayacağı gerçeğinin ifadesiyle örneklendirilmiştir. Bu sanatta örnek gösterilen sözün en belirgin özelliği, herkes tarafından kabul edilen bir gerçeği tam anlamıyla ifade etmesidir. Bunlar atasözü, vecize, kelâmıkibar yahut çeşitli dillerden iktibas yoluyla alınmış sözler olabilir. Meselâ, “Serv-i kaddindir çenârı eyleyen gülşende pest / Bu mesel meşhûrdur kim dest ber bâlâ-yı dest” (Hayâlî) beytinin son ibaresi Farsça olup Türkçe’deki “el elden üstündür” atasözünün karşılığıdır.

Daha çok beyit nazım birimiyle yazılan manzumelerde ve beytin ikinci mısraında kullanılan irsâl-i meselde ilk mısrada ortaya konan fikir ikincisinde ya daha kuvvetli bir gerçekle ya da bir atasözüyle pekiştirilir. İkinci durumda atasözünün vezne uydurulup mısraa yerleştirilmesi için küçük değişiklikler yapılabilir, hatta ibarenin atasözü olduğuna dair “meşhurdur, meseldir, zira, elbette, nitekim” gibi kelimeler de kullanılabilir. “Makālî ta’n-ı câhilden ne gam erbâb-ı irfâna / Atarlar taşı elbette dıraht-ı meyvedâr üzre” (Makālî) beytinde âlim ve âriflerin cahiller tarafından yerilmesinin ikinci mısrada, “Meyveli ağacı taşlarlar” atasözünün vezne uygun söyleyişiyle örneklendirilmesi ve “elbette” zarfıyla da sanata dikkat çekilmesi bu türdendir.

İrsâl-i mesel, parlak bir üslûpla yapıldığı ve zekice kullanıldığı vakit sözün kuvvetini arttırıp muhatabı ikna eder. İki fikir arasındaki benzerlik ne derece güçlü olursa örnek gösterme o kadar başarılı sayılır. Şair herkesçe bilinen bir gerçeği örnek verirse buna “îrâd-ı mesel” denir. İrsâl-i mesel belâgat açısından daha değerli olup mısra-ı berceste gibi kolayca hâfızada kalır. Bu türde söylenmiş pek çok örnek halkın diline de geçmiş ve giderek söyleyeni unutulup atasözleri arasına karışmıştır. Vezne uygun atasözlerinin bir kısmı ilk mısraları unutulmuş irsâl-i mesel örnekleridir. Koca Râgıb Paşa’nın, “Miyân-ı güft ü gûda bedmeniş îhâm eder kubhun / Şecâat arzederken merd-i kıbtî sirkatin söyler” beytiyle Nev‘î’nin, “Geldimse ne var ben şuarâ bezmine âhir / Âdet budur âhirde gelir bezme ekâbir” beytinin ikinci mısraları bunlar arasında sayılır. Yine araştırıldığı takdirde söyleyenleri bulunabilecek bazı mısralar da (“Pâdişâh olsan da derler er kişi niyyetine”; “Gülü târife ne hâcet ne çiçektir biliriz”; “Geçme nâdan köprüsünden ko aparsın su seni”; “Tahsîl-i kemâlât kem âlât ile olmaz” vb.) “lâedrî” kaydıyla halk arasında atasözü gibi kullanılmaktadır. Özellikle hikemî söyleyişe itibar eden divan şairleri bu sebeple irsâl-i meseli îrâd-ı mesele tercih etmişlerdir. Nâbî’nin, “Sözde darbü’l-mesel îrâdına söz yok ammâ / Söz odur âleme senden kala bir darbımesel” beyti bunu ifade eder.

Örnekleri divanlarda ve mesnevilerde bol miktarda bulunabilen îrâd-ı mesel ve irsâl-i mesel kullanımı XV. yüzyılda oldukça yaygınlaşmıştır. Bu yüzyılda îrâd-ı mesele itibar eden ilk şair Sâfî’dir. Necâtî Bey de divanında pek çok atasözünü bir vesile ile kullanmıştır. Sonraki devirlerde Tâliî, Sadrî, Emrullah Emrî, Riyâzî, Güvâhî, Nev‘îzâde Atâî, Nâbî, Sâbit, Râgıb Paşa, Sürûrî, Seyyid Osman, Enderunlu Fâzıl, Keçecizâde İzzet Molla, Şinâsî, Ziyâ Paşa ve Abdülhak Hâmid gibi şairler de bu sanata yer vermişlerdir. Îrâd-ı mesel tarzında beyitlerin bulunduğu eserler arasında Güvâhî’nin (XV. yüzyıl) Pendnâme-i Güvâhî’si, Defterdarzâde Cemâlî Ahmed’in (ö. 1583) Metâli-i Cemâlî’si, meçhul bir müellifin Manzum ve Musavver Durûb-ı Emsâl’i, Edirneli Hıfzî’nin (XVII. yüzyıl) Manzûme-i Durûb-ı Emsâl’i (İstanbul 1262), derleyeni belli olmayan Darb-ı Meseller Mecmuası (yazılışı 1825; İÜ Ktp., TY, nr. 3510), Şinâsî’nin Durûb-ı Emsâl-i Osmâniyye’si (İstanbul 1302), Ahmed Bâdî’nin Armağan’ı (yazılışı 1875) ve Ali Emîrî Efendi’nin üç defter halinde derlediği Durûb-ı Emsâl’i (genişleterek nşr. E. Kemal Eyüboğlu, bk. bibl.) zikredilebilir. Bu eserlerin ortak özelliği, Türk atasözlerinden birçoğunun îrâd-ı mesel halinde beyitleştirilmiş şekline yer vermiş olmalarıdır.

BİBLİYOGRAFYA:

Güvâhî, Pendnâme: Öğütler ve Atasözleri (haz. Mehmet Hengirmen), Ankara 1983, s. 7-27; Ali Nihad [Tarlan], Edebî Sanatlara Dâir, İstanbul 1933, s. 45-46; Mustafa Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkid Sözlüğü, İstanbul 1954, s. 138; Zehrâ-yi Hânlerî [Kiyâ], Ferheng-i Edebiyyât-ı Fârsî-yi Derî, Tahran 1348 hş., s. 44;


Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügatı (nşr. Kemal Edib Kürkçüoğlu), İstanbul 1973, s. 70; E. Kemal Eyüboğlu, On Üçüncü Yüzyıldan Günümüze Kadar Şiirde ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimler, İstanbul 1973, I, s. XVIII-XIX; Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 464-465; Günay Kut, “Atasözleri ve Deyimlere Ait Manzum ve Minyatürlü Yazma Bir Eser”, Topkapı Sarayı Müzesi: Yıllık-1, İstanbul 1986, s. 73-112; M. Orhan Soysal, Edebî Sanatlar ve Tanınması, İstanbul 1992, s. 46; İsa Kocakaplan, Açıklamalı Edebî Sanatlar, İstanbul 1992, s. 61-62; İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Ankara 1995, s. 284-285; Numan Külekçi, Açıklamalar ve Örneklerle Edebî Sanatlar, Ankara 1995, s. 46-52; M. Ali Tanyeri, Örnekleriyle Divan Şiirinde Deyimler, Ankara 1999, tür.yer.; M. A. Yekta Saraç, Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat, İstanbul 2000, s. 243-245; Süreyya Beyzadeoğlu, “Atasözlerinin, Deyimlerin Dîvân Şiirimize Yansıması ve Bilinmeyen Bir Osmanlı Yâdigârı: Armağan”, Türk Edebiyatı, sy. 310, İstanbul 1999, s. 30-33.

İskender Pala