İMKÂN

(الإمكان)

Olabilirlik anlamında mantık ve felsefe terimi.

Sözlükte imkân “bir işin kolayca yapılabilir olması, bir fiilin gerçekleşmesinde herhangi bir engel bulunmaması, güç yetirilebilir türden olması” anlamına gelmektedir. Zorunluluğun karşıtı olan imkân, varlık ve birlik gibi tümel bir kavram olmakla birlikte cins teşkil etmez; daha çok nitelik, nicelik ve diğer kategorilere ilişkin olarak söz konusu edilir. Bu bakımdan cevherin aksine imkânın bizâtihî var olması düşünülemez (Gazzâlî, Maķāśıdü’l-felâsife, s. 201, 276). İmkân bir potansiyeli ifade ettiği için bazan güçle (kuvve) aynı anlamda kullanılır; fakat çoğunlukla güç özneyi, imkân ise mahalli çağrıştırır. Bununla birlikte hem öznenin hem fiilin hem de kabul anlamında edilgenin (münfail) imkânından söz edilir (İbn Rüşd, s. 28).

İmkân terimi farklı anlam ve kapsamda kullanılmaktadır. Zihnî imkân. Bir şeyin aklen mümkün bulunduğunu düşünerek gerçekleşmesinin imkân dahilinde olup olmadığını hesaba katmadan onu mümkün saymaktır. Dış imkân. Bir şeyin kendisinin veya benzerinin yahut var oluş bakımından o şeyden daha uzak bir ihtimal taşıyanın varlığını hesaba katarak o şeyin dış dünyadaki varlığını imkân dahilinde görmektir. Özel imkân. Her iki taraftan da zorunluluğun kaldırılmasından ibarettir. Meselâ, “Her insan yazıcıdır” önermesinde yazmak ve yazmamak insan için zorunlu birer vasıf değildir. Genel imkân. İki tarafın birinden zorunluluğun kaldırılması anlamına gelmektedir. Zâtî imkân. Bir şeyi var veya yok saymanın akla aykırı olmaması durumudur (MevsûǾatü muśŧalaĥâti Ǿilmi’l-manŧıķ, s. 111-112; Cirâr Cihâmî, s. 112-113).

Mantık ve felsefede bir şeyin vücûb, imkân ve imtinâ‘ olmak üzere üç halinden söz edildiği gibi bir önermede hüküm kesinlikle bu üç nitelikten birini ifade eder (bk. HÜKÜM). Vücûb zorunlu var olmayı, imtinâ‘ zorunlu yok olmayı belirtirken imkân bu iki zorunluluk arasında tam ortadadır; yani bir şeyin olması ve olmamasının eşit düzeyde bulunduğunu ifade etmektedir. Bir başka söyleyişle imkân, olumlu ve olumsuzluk açısından zorunluluğun bulunmaması veya zorunsuzluk anlamına gelmektedir (İbn Sînâ, el-İşârât, I, 317). Buna göre bir önermenin nitelik (olumlu-olumsuz) ve niceliği (tümel-tikel) dikkate alınmaksızın sırf mantık açısından bakıldığında yüklemi konuya (özne) bağlayan bağın vâcip (zorunlu), mümkin ve mümteni‘ (imkânsız) olabileceği görülür. Bu husus dille ifade edildiğinde bağın durumunu belirleyen bu söze önermenin kipi (cihet) denilir. Mantığı ilgilendiren de önermenin kipidir. Böylece mantıkî yargılarda imkân teriminin belirleyiciliği ortaya çıkmış oluyor.

Filozoflar mantıkî imkânla ontolojik imkân arasındaki farka dikkat çekerler. Buna göre mantıkî imkân, bir şeyin iç çelişkiden arınmış olması yani akla uygun bulunmasıdır. Bu durumda varlığı çelişki içermeyen her şey mümkin kategorisine girmektedir. Ontolojik imkâna gelince, mantıkî imkânın yanında bir şeyin tasavvurdan varlık alanına çıkma şartlarını ifade eder. Meselâ akla göre mümkün olan iki şey veya olayın birlikte gerçekleşmesi mümkün olmayabilir; çünkü bunlardan birinin gerçekleştirilmesi ötekinin gerçekleşmesine engel teşkil edebilir. Buradan


hareketle, “Ontolojik açıdan mümkün olan her şey mantık bakımından da mümkündür; fakat akla göre mümkün olan her şey ontolojik anlamda mümkün değildir” genellemesi yapılmaktadır (Cemîl Salîbâ, I, 136).

İmkân kavramına ilişkin olarak özellikle İslâm felsefesinde imkânın ezelî olup olmayacağı tartışılmıştır. Şöyle ki: Âlem var olmadan önce mutlak bir yokluk hüküm sürüp imkândan söz edilmeyecek olsa bu durumda âlemin varlık alanına çıkması muhal olurdu. Şu halde bir ezelî imkânın varlığını kabul etmek gerekir (Gazzâlî, Tehâfütü’l-felâsife, s. 116). İmkânın ezelîliğini kabul etmenin dinî açıdan bir sakınca içerip içermediği de tartışmalı bir konudur. Alâeddin et-Tûsî’ye göre imkânın ezelî olması ile ezelînin imkânı farklı şeylerdir; diğer bir ifadeyle imkânın ezelîliği ezelînin (Allah) imkânını gerekli kılmaz. Bu anlamda ezel imkânın zarfı, o da onun mazrufu olmuş olur. Şu halde mâziye doğru kendinden önce hiçbir yokluğun bulunmadığı sürekli bir imkân halinden söz edilebilir (Tehâfütü’l-felâsife, s. 111). Ancak bu telakki ezelî olanın çokluğuna (teaddüdü’l-kudemâ), dolayısıyla Allah’ın mutlak birliği akîdesine aykırı düşer mi sorusunu hatıra getirse de imkânın gerçek değil izâfî bir kavram oluşu böyle bir endişenin gereksizliğini göstermeye kâfidir.

Öte yandan Meşşâî felsefede ay altı âlemindeki nesnelerin ilkesi sayılan ilk heyûlâ da imkân halinden başka bir şey değildir. Kâinatın sınırlı sonlu bir nicelik olduğunu savunan Meşşâîler’e göre bilfiil değilse de imkân olarak âlemin bir sınırı yoktur. Bu konuda Kindî şöyle der: “Bilkuvve varlık bir imkândan başka bir şey olmadığına göre âlem bilkuvve sonsuzdur; ancak bir şeyin bilfiil sonsuz olması imkânsızdır” (Felsefî Risâleler, s. 89).

Tasavvufta vücûb ve imkân mertebelerinin (hazret) en yükseğine “mir’âtü’l-hazreteyn” denildiği gibi (DİA, IV, 262) iki mitolojik şehir olan Câbelkā ve Câbelsâ’dan ilki bazılarına göre vücûb ve imkân dairesini içine alan ulûhiyyet mertebesini ifade etmektedir (a.g.e., VI, 525).

BİBLİYOGRAFYA:

Kindî, Felsefî Risâleler (trc. Mahmut Kaya), İstanbul 1994, s. 89; Fârâbî, Kitâbü’l-Ĥurûf (nşr. Muhsin Mehdî), Beyrut 1970, s. 119; İbn Sînâ, el-İşârât, I, 317; a.mlf., Mantıķu’l-meşriķıyyîn, Kahire 1910, s. 168; Gazzâlî, Maķāśıdü’l-felâsife (nşr. Süleyman Dünyâ), Kahire 1961, s. 201, 276; a.mlf., Tehâfütü’l-felâsife (nşr. Süleyman Dünyâ), Kahire 1972, s. 116; İbn Rüşd, Tehâfütü’t-Tehâfüt, Beyrut 1993, s. 28, 72, 74, 76, 77; İbn Teymiyye, er-Red Ǿale’l-manŧıķıyyîn (nşr. Refîk el-Acem), Beyrut 1993, II, 68; Alâeddin et-Tûsî, Tehâfütü’l-felâsife (nşr. Rızâ Saâde), Beyrut 1990, s. 111; Cemîl Salîbâ, el-MuǾcemü’l-felsefî, Beyrut 1982, I, 134-137; Ferid Cebr v.dğr., MevsûǾatü muśŧalaĥâti Ǿilmi’l-manŧıķ Ǿinde’l-ǾArab, Beyrut 1996, s. 110-113; Cîrâr Cihâmî, MevsûǾatü muśŧalaĥâti’l-felsefe Ǿinde’l-ǾArab, Beyrut 1998, s. 108-114; Süleyman Uludağ, “Ayna”, DİA, IV, 262; a.mlf., “Câbelkā-Câbelsâ”, a.e., VI, 525.

Mahmut Kaya