İMAMZÂDE

(إمام زاده)

İmâmiyye Şîası mensuplarınca imamların oğulları ve torunlarının türbeleri için kullanılan bir terim.

Şîa geleneğinde imamzâde, genel olarak imamların oğulları ve torunlarını ifade etmekle birlikte zaman içinde onların mezarları da bu isimle anılmaya başlanmış, özellikle İran, Pakistan ve Hindistan’da onların türbeleri için kullanılmıştır. Kelime imamların kızlarını ve kız torunlarını da kapsamamaktadır.

İmamların neslinden gelen şahısların Hicaz ve Irak bölgelerinden doğuya göçleri, Emevîler devrine ve bilhassa Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî zamanına rastlamaktadır. Bu dönemde İran’a göç eden imamzâdelerin hicret sebebi daha güvenli bir ortamda yaşamaktı. Bunların ilk yerleşim yerlerinin Kum, Âbe ve Kâşân olması kuvvetle muhtemeldir. Emevîler’in son zamanlarında ve Abbâsîler’in ilk yıllarında Hz. Hasan ve Hüseyin neslinden birçok kişinin İran’a gitmesi, daha çok adı geçen devletlere karşı isyan etmesi yahut isyanlara karışmış olmasından dolayı idi. Abbâsî Halifesi Me’mûn’un Ali er-Rızâ’yı veliaht tayin etmesinin ardından başta bu imamın kardeşleri olmak üzere İran’a gidip yerleşen çok sayıdaki imamzâde onun ölümü üzerine çevreye dağıldı. Taberistan’da Zeydî devletlerin kurulduğu III. (IX.) yüzyıl ortalarında pek çok seyyidin İran’a geçip devlet hizmetinde bulunma fırsatı elde ettiği görülür. İran’a giden imamzâdelerin çoğunun burada iyi bir ortam bulmalarına karşı bazıları da kendilerine muhalif bir çevrede yaşamıştır. Ölümlerinden sonra özellikle Necef, Kerbelâ ve Meşhed gibi yerlerde imamların çevresinde gömülenlerin dışında kalan


imamzâdeler bulundukları yerde defnedilmiştir. Bu sebeple İran’ın hemen her yerinde imamzâde diye anılan ve imamların nesline nisbet edilen çok sayıda türbe vardır.

İmamzâdelerde medfun olan kişilerin bir kısmının biyografisi biliniyorsa da birçoğunun hayatı karmaşık ve meçhuldür. Bu bakımdan türbeleri ziyaret edilen bazı kişilerin gerçekten imamzâde olup olmadığı bilinmemektedir. Mahallî ilgi odağı teşkil eden imamzâdelerden bir kısmının aslında nesep itibariyle imamlarla alâkası bulunmayıp velî zannedilen bir kişinin türbesi olduğu ve halkın buraları imamzâde diye ziyaret ettiği görülür. Nitekim Kazvin’de Şeyh Ahmed el-Gazzâlî’nin türbesi imamzâde olarak ziyaret edilir.

İmamların kabirlerinin ziyaret edilmesi esnasında gösterilen saygının imamzâdelerin ziyaretinde de gösterilmesi Şîa arasında ilk devirlerden itibaren sürdürülen bir gelenektir. Türbelerinin ziyareti müstehap kabul edilmiş ve bunun için bazı ziyaret kuralları da konulmuştur. İmamzâdelerin özel ziyaretnâmeleri de vardır. Bu ziyaretler genellikle yılın her günü yapılabildiği gibi bazı imamzâdeler belirli mevsimlerde ziyaret edilir. Birçok imamzâdede medfun olan kişilerin zatî eşyaları kutsal emanet olarak muhafaza edilmektedir.

Kendilerine hârikulâde olaylar nisbet edilen imamzâdelerin türbeleri İran’daki bazı mescidler gibi bir sığınma yeri olarak da kullanılmıştır. Tahran yakınlarındaki Şah Abdülazîm İmamzâdesi, XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyıl başlarında Kaçar idaresinin tasarruflarını protesto edenlerin sığınağı haline gelmiştir. 1891 yılında buraya sığınıp yedi ay kalan Cemâleddîn-i Efgānî daha sonra devlet güçleri tarafından İran dışına sürülmüştür.

Sayıları İran evkaf yetkililerince 1059 olarak tesbit edilen İran’daki imamzâdelerin tamir ve giderlerini karşılamak için çeşitli vakıflar kurulmuştur. Bu vakıfların çoğunun geliri ziyaretçilerin yardım ve bağışlarından sağlanmakta, vakıf yöneticiliği ise kuvvetli bir gelenekle devam etmektedir (ayrıca bk. ATEBÂT).

BİBLİYOGRAFYA:

Hasan b. Muhammed Kummî, Târîħ-i Ķum (trc. Hasan b. Ali Kummî, nşr. Seyyid Celâleddin Tahrânî), Tahran 1361, s. 191-193; Şihâbî, Târîħçe-i Vaķf der İslâm, Tahran 1324 hş., s. 63, 81-135; J. N. Hollister, The Shi‘a of India, New Delhi 1979, s. 50, 190; A. K. S. Lambton, “Imāmzāda”, EI² (İng.), III, 1169-1170; Dihhudâ, Luġatnâme, V, 139; “İmâmzâde”, DMF, I, 235; “İmâmzâde”, DMT, II, 392-396.

Mustafa Öz