İHTİSAR

(الإختصار)

Bir hadisi kısaltmak anlamında terim.

Sözlükte “kısaltma, sadeleştirme, basitleştirme, gereksiz ayrıntılardan arındırma” gibi anlamlara gelen ihtisâr, terim olarak “bir hadisi ihtiva ettiği mânaları daha az kelimelerle ifade edecek şekilde kısaltmak, özetlemek” demektir. “Hadisin gerekli görülen bir bölümünün rivayet edilmesi demek olan iktisâr da bu kelime ile ifade edilmektedir.

Hadislerin mânen rivayet edilmesini de ifade eden ihtisarın câiz olup olmadığı konusunda üç görüş ortaya konulmuştur. 1. Hiçbir sınırlamaya gerek olmaksızın ihtisar yapmak câizdir. Mücâhid b. Cebr, Yahyâ b. Maîn ve Müslim b. Haccâc’ın benimsediği bu görüşe göre ihtisar yaparken mânanın bozulmaması esastır. 2. Hadisin bir kısmını hazfederken bazan yanlış anlamalara yol açacak şekilde mâna


bozulacağı için ihtisar câiz değildir. Nitekim Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde yer alan, “Ümmetimden ya da yahudi veya hıristiyanlardan kim beni duyar da bana iman etmezse cennete giremez” (IV, 396) meâlindeki hadis, “Yahudi veya hıristiyan kim duyarsa cehenneme girer” anlamına gelecek şekilde kısaltılmış, ancak Arapça metnin verdiği imkân sebebiyle İbn Hibbân gibi önde gelen bir muhaddis tarafından “سمع” (işitti) kelimesi “سمّع” (işittirdi) şeklinde okunarak hadis, “Yahudi ve hıristiyana kim işittirirse cehenneme girer” mânasını kazanmıştır. İbn Hibbân ayrıca bu hatalı okuyuşa dayanarak kitabında “Ehl-i kitaba hoşlanmayacakları şeyleri duyuranların cehenneme girmelerinin vücûbu” şeklinde açtığı başlık altında bu rivayete yer vermiş ve zimmînin gıybetini yapmanın haram olduğuna delil olarak kullanmıştır (İbn Balabân, XI, 238). İmam Mâlik, Abdülmelik b. Umeyr el-Kıbtî ve Halîl b. Ahmed bu tür hatalara sebep olacağı endişesiyle ihtisarı uygun görmemişlerdir. 3. İhtisar bazı şartlarla câizdir. Buna göre ihtisarı, mânayı neyin bozup neyin bozmayacağını bilecek seviyedeki âlimlerin yapması, ihtisar ederken metinde bulunması gereken unsurlardan herhangi birinin atılmaması gerekir. Âlimlerin çoğunluğunun benimsediği bu görüş yanında şu şartlar da ileri sürülmüştür: İmam Mâlik ve İbn Uleyye’nin yaptığı gibi rivayetinde şüpheye düşülen yerler hadis metninden çıkarılabilir, ancak çıkarılan yerin kalan metinle cümle yapısı itibariyle ve mâna bütünlüğü açısından ilgisi bulunmamalıdır. İhtisar edilecek hadis, daha önce aynı râvi veya bir başkası tarafından tam olarak rivayet edilmişse ihtisar câiz, aksi halde bir hüküm veya sünnet zayi olacağı için câiz değildir. Ayrıca bu durumda, daha önce hadisi tam olarak rivayet eden kimsenin onu ihtisar ettiğinde “ilâve yapmış” veya “unutmuş” gibi ithamlara mâruz kalması muhtemelse ihtisardan kaçınmalıdır. Hadisi ilk rivayeti sırasında ihtisar eden râvi için benzer ithamlar hatıra geliyorsa aynı hadisi daha sonra tam olarak rivayet etmemesi gerektiği görüşü de ileri sürülmüştür. Dolayısıyla râvi bu durumu dikkate alarak hadisi önce ihtisar etmeksizin nakletmelidir. Temel hadis kitapları da dahil pek çok kaynakta bu şartlara uyularak ihtisar yapıldığı görülmektedir.

Kitap ihtisarıyla ilgili ilk örneği, başlangıçta 10.000 hadis ihtiva ettiği rivayet edilen el-Muvaŧŧaǿını özetleyerek bugünkü haline getiren İmam Mâlik vermiştir. Nesâî de hacimli bir kitap olan es-Sünenü’l-kübrâ’sını zayıf bazı hadisleri çıkararak el-Müctebâ adıyla ihtisar etmiştir. Daha sonraki dönemlerde bilhassa VII. (XIII.) yüzyıldan itibaren hemen bütün usul ve rivayet kitapları ihtisar edilmiş, bunlardan bazıları üzerinde birden çok ihtisar çalışması yapılmıştır. Hadis usulü kitaplarından İbnü’s-Salâh’ın ǾUlûmü’l-ĥadîŝ’ini Nevevî et-Taķrîb ve’t-teysîr li-maǾrifeti süneni’l-beşîri’n-neźîr, İbn Kesîr de İħtiśâru ǾUlûmi’l-ĥadîŝ adıyla özetlemiştir. Rivâyetü’l-hadîs türü kitapların ihtisarları arasında Ahmed b. Ahmed ez-Zebîdî’nin Buhârî’nin el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’ini ihtisar ettiği et-Tecrîdü’ś-śarîĥ’i ile İbnü’d-Deyba‘ın Mecdüddin İbnü’l-Esîr’e ait CâmiǾu’l-uśûl adlı eseri ihtisar ettiği Teysîrü’l-vüśûl ilâ CâmiǾi’l-uśûl’ü Türkçe’ye de çevrilmiş önemli muhtasarlardır (bk. MUHTASAR).

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, IV, 396; Müslim, el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ (nşr. Muhammed Fuâd Abdülbâkī), Kahire 1955, I, 4-5; Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye (nşr. Muhammed el-Hâfız et-Tîcânî), Kahire 1972, s. 289-293; Kādî İyâz, el-İlmâǾ (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Kahire 1389/1970, s. 180-182; İbnü’s-Salâh, ǾUlûmü’l-ĥadîŝ, s. 215-217; İbn Balabân, el-İĥsân fî taķrîbi Śaĥîĥi İbn Ĥibbân (nşr. Şuayb el-Arnaût), Beyrut 1412/1991, XI, 238; İbn Kesîr, İħ-tiśâru ǾUlûmi’l-ĥadîŝ (nşr. Salâh Muhammed Muhammed Uveyza), Beyrut 1409/1989, s. 92; Zeynüddin el-Irâkī, el-Elfiyye, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), II, 171-173; Şemseddin es-Sehâvî, Fetĥu’l-muġīŝ, Beyrut 1403/1983, II, 251-256; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Kahire 1379/1959, s. 315-316; Zekeriyyâ el-Ensârî, Fetĥu’l-bâķī Ǿalâ Elfiyyeti’l-ǾIrâķī (Zeynüddin el-Irâkī, el-Elfiyye içinde), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), II, 171-173; Ali el-Kārî, Şerĥu Şerĥi Nuħbeti’l-fiker (nşr. Muhammed Nizâr Temîm - Heysem Nizâr Temîm), Beyrut, ts. (Dârü’l-Erkām), s. 494-497; Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü’n-nažar (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1416/1995, II, 703-706; Ahmed Muhammed Şâkir, el-BâǾiŝü’l-ĥaŝîŝ, Kahire 1377/1958, s. 144; Tecrid Tercemesi, I, 469-470.

Abdullah Aydınlı