İHBÂR

(الإخبار)

Muhatabı bilgilendirme amacı taşıyan söz çeşidi anlamında meânî terimi.

Sözlükte “bilmek” anlamındaki haber kökünden masdar olan ve “bildirmek, haber vermek” mânasına gelen ihbâr kelimesi meânîde bir söz (cümle) türünü ifade etmek için kullanılır. Meânî ilminde söz ihbârî ve inşâî olmak üzere ikiye ayrılır. Sözü söyleyenin doğru veya yalan söylemekle nitelenmesi mümkün olmayan, diğer bir ifadeyle istek bildiren sözler inşâî, bilgi verme amacı taşıdığından sözü söyleyenin doğrulanma veya yalanlanma ihtimali bulunan, dolayısıyla doğru yahut yalan olması muhtemel olan sözler ihbârîdir. Söz sahibinin verdiği haberin içerdiği hükmü muhataba bildirmek veya haber verenin onun içeriğini bildiğini muhataba açıklamak amacıyla haber verilir. Bu amaçlardan ilkine “haberin sağladığı fayda”, diğerine de “faydanın lâzımı” denir (Teftâzânî, s. 43-45). Haber zihnin dışında realitesi bulunan bir sözdür; doğru veya yalan olması da taşıdığı hükmün bu realiteye uyup uymamasına göredir. Bundan dolayı haber, “haberi veren kimse hakkında doğru veya yalan söylediği şeklinde hüküm verilebilen söz” olarak da tanımlanmıştır. Nazzâm’a ve onun takipçilerine göre haberin doğru veya yalan olması vâkıaya göre değil onu verenin inancına uygun olup olmamasına göre belirlenir (a.g.e., s. 39). Genellikle haber için doğru ve yalan şeklinde iki kategori bulunursa da Câhiz buna “ne doğru ne de yalan” dediği üçüncü bir kategori eklemiştir (a.g.e., s. 43-44). Sîbeveyhi ile Ferrâ haberi, inşânın değil onun yaygın türü durumundaki istifhamın karşıtı olarak görürler (Kitâbü Sîbeveyhi, I, 119, 134, 135; MeǾâni’l-Ķurǿân, I, 335; II, 84-85, 354). Müberred, meânî terminolojisi içerisinde bugün de geçerliliğini koruyan bir tanımla haberi “söyleyenin doğrulanması ve yalanlanması mümkün olan söz”


şeklinde tarif etmiştir (el-Muķteđab, I, 12, 41; III, 89).

Haber için muhatabın konumuna göre belirlenmiş üç derece vardır. 1. İbtidâî haber. Haberin içerdiği hüküm hakkında ön bilgisi olmayan muhataba verilen haber olup yalın ve düz bir ihbardır. 2. Talebî haber. Haberin içerdiği hükmün doğruluk derecesini bilmeyen ve bu yüzden o konuda tereddüt içerisinde bulunan muhataba verilen haberdir. Muhatabı tereddütten kurtarmak için bu tür haberin pekiştirilmesi tavsiye edilmiştir. 3. İnkârî haber. Haberin içerdiği hükmü inkâr edip benimsemeyen muhataba verilen haber olup bunun birden fazla tekit unsuru ile pekiştirilmesi gerekli görülmüştür (Teftâzânî, s. 47-49). Muhatabın durumunu belirleyip sözünü ona göre ayarlayacak olan söz sahibinin kendisidir. Şu âyetler talebî ve inkârî haberlere örnek teşkil eder: ” وأضرب لهم مثلا أصحاب القرية إذ جاءها المرسلون، إذ أرسلنا إليهم اثنين فكذّبوهما فعزّزنا بثالث فقالوا إنّا إليكم مرسلون. قالوا ما أنتم إلّا بشر مثلنا وما أنزل الرحمن من شيىء، إن أنتم إلّا تكذبون، قالوا ربّنا يعلم إنّا إليكم لمرسلون“ (Onlara, elçilerin geldiği şehrin halkını anlat. O şehre iki elçi göndermiştik; bunları yalanladıkları için üçüncü bir kişiyle desteklemiştik. Onlar, “muhakkak ki biz size gönderilmiş elçileriz” deyince kasabalılar, “Siz de ancak bizim gibi birer insansınız; ayrıca rahmân da herhangi bir vahiy göndermiş değildir, siz sadece yalan söylüyorsunuz” diye karşılık vermişlerdi. Elçiler, “Doğrusu rabbimiz biliyor, şüphesiz ki biz size gerçekten gönderilmiş elçileriz” demişlerdi; Yâsîn 36/13-16). Bu âyetlerde ilk önce elçiler kasaba halkını, kendilerine inanıp inanmamaları konusunda tereddüt içinde bulunan, gerçeği öğrenme talebinde olan kimseler kabul edip sözlerini talep haberi formunda sadece “inne” ile pekiştirmeli olarak, onların inkâr ettiğini görünce inkâr haberi şeklindeki ikinci haberde “inne” ve “lâm” ile tekit edilmiş olarak söylediler (Kazvînî, I, 92-93). Ayrıca burada “rabbimiz biliyor” ifadesi de yemin yerine geçtiği için bir pekiştirme unsurudur. Haberde inne, enne, keenne, lâkinne, ibtidâ lâmı, fasıl zamiri, şan ve kıssa zamiri, emmâ, kad, sîn, sevfe, kasem, tekit nûnları, len, zâid harfler, tenbih harfleri gibi birçok öğe pekiştirme unsuru olarak kullanılır.

Gerçek anlamda haber muhatabı bilgilendirmek, bir hükmün içeriğini ona aktarmaktır. Ancak birçok konuda haber bilgi aktarmanın ötesinde mecâzî ve inşâî mânalar için de verilir. Muhatabı bilgilendirme görüntüsü altında verilen haberin asıl amacı değişik şeyler olabilir. Bunlar da genellikle haberin içeriğini bileni bilmiyormuş, soru sormayanı sormuş, -üzerinde inkâr alâmetleri görülmesi sebebiyle- inkâr etmeyeni etmiş ya da -açık kanıtlar bulunduğu için veya düşündüğü takdirde inkârından dönebileceği için- inkâr edeni etmiyormuş kabul ederek verilmiş olan haberlerde görülür (a.g.e., I, 94-95). Bu sebeple ibtidâ haberi, talep haberi veya inkâr haberi formlarında inkâr haberi, ibtidâ haberi şeklinde verilir. Bu tür anlatımlara “haberin mecâzî anlamları” veya “haberin inşâî bir amaç için kullanılması” denir. Belâgat âlimlerinin tesbit ettiği haberin mecâzî anlamlarının başlıcaları şunlardır: Merhamet dileme, özlem belirtme, zayıflığını bildirme, reddetme, sakındırma, teşvik etme, saygı bildirme, temenni, kınama, tehdit, dua, övme, övünme, menetme, vaad etme.

Hilâfet iddiasında bulunan İbrâhim b. Mehdî’nin Me’mûn’a hitaben söylediği şu sözlerin amacı bilgi aktarımı (ihbâr) değil ondan merhamet talep etmektir (inşâ): “Çirkin bir suç işledim, affetmek sana yakışır. Bağışlarsan ihsanın, öldürürsün adaletin olur.” “Allah’ın en çok buğzunu çeken helâl kadın boşamaktır” meâlindeki hadis bilgilendirmenin ötesinde sakındırma anlamı içermektedir. “İhsan sahipleri için cennet ve daha fazlası vardır” (Yûnus 10/26) âyeti teşvik amacı taşımaktadır. Şu âyet ise Allah’a bilgi vermek değil ondan istekte bulunmak anlamı içermektedir: “Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım isteriz” (Fâtiha 1/5). Amr b. Külsûm’ün, “Bizde bir çocuk sütten kesilme yaşına gelince cebbarlar (krallar) onun huzurunda secdeye kapanır” mısraı bir övünme ifadesidir. Nâbiga ez-Zübyânî’nin, “Sen bir güneş, diğer krallar ise yıldızdır. Güneş doğunca bütün yıldızların batması haktır” beytinde övgü vardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ħbr”, md.; Tehânevî, Keşşâf, I, 413-414; Sîbeveyhi, Kitâbü Sîbeveyhi (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1977, I, 119, 134, 135; Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, MeǾâni’l-Ķurǿân (nşr. Ahmed Yûsuf Necâtî - M. Ali en-Neccâr), Beyrut 1403/1983, I, 335; II, 84-85, 354; Müberred, el-Muķteđab (nşr. Muhammed Abdülhâlik Uzeyme), Beyrut, ts. (Âlemü’l-kütüb), I, 12, 41; III, 89; Kazvînî, el-Îżâĥ fî Ǿulûmi’l-belâġa (nşr. M. Abdülmün‘im el-Hafâcî), Kahire 1400/1980, I, 85-96; Zerkeşî, el-Burhân, II, 317-326; Teftâzânî, el-Muŧavvel Ǿale’t-Telħîś, İstanbul 1309, s. 37-53; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ĥâşiye Ǿalâ Muħtaśari’l-meǾânî, İstanbul 1307, s. 195, 227; Seyyid Ahmed el-Hâşimî, Cevâhirü’l-belâġa, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 53.

İsmail Durmuş