İFFET

(العفّة)

İnsanın bedenî ve maddî hazlara aşırı düşkünlükten korunmasını sağlayan erdem için kullanılan ahlâk terimi.

Sözlükte “haramdan uzak durmak, helâl ve güzel olmayan söz ve davranışlardan sakınmak” anlamında masdar olan iffet kelimesi, daha çok felsefî mahiyetteki ahlâk kitaplarında ve bunların etkisinde kalan diğer eserlerde insandaki arzu (şehvet) gücünün ılımlı işleyişinden hâsıl olan erdemi ifade etmek üzere kullanılmış ve başta gelen erdemlerden biri kabul edilmiştir. Bu kaynaklardaki iffet tanımlarını “yeme içme ve cinsî arzu konusunda ölçülü olmak, aşırı istekleri bastırıp dinin ve aklın buyruğu altına sokmak suretiyle kazanılan erdem” şeklinde özetlemek mümkündür (meselâ bk. İbn Sînâ, s. 108; Gazzâlî, Mîzânü’l-Ǿamel, s. 79; TaǾrîfât, “Ǿİffet” md.). İffetli kimseye afîf denir.

Kur’ân-ı Kerîm’de iffet kelimesi geçmemekle birlikte dört âyette aynı kökten isim ve fiiller yer almıştır. Bakara sûresinde (2/273) mal yardımı yapılmasına en çok lâyık olan yoksulların özellikleri belirtilirken, “Durumları hakkında bilgisi olmayanlar iffetli davranışları sebebiyle onları zengin zanneder” denilmekte ve bu insanların muhtaç olmalarına rağmen yüz suyu dökerek dilenmedikleri bildirilmektedir. Nûr sûresinde (24/32-33), bekâr olup da evlenme vakti gelmiş olanları evlendirmeyi öğütleyen âyetin ardından, “Evlenme imkânı bulamayanlar ise Allah lutfu ile kendilerini yeterli imkâna kavuşturuncaya kadar iffetlerini korusunlar” buyurulmuştur. İffetle ilgili âyetlerin ikisi (el-Bakara 2/273; en-Nisâ 4/6) mal mülk, yeme içme konularında ölçülü ve kanaatkâr olmayı, ikisi de (en-Nûr 24/33, 60) cinsel istekler hususunda ölçülü ve edepli davranmayı ifade etmektedir. Hadislerde hem iffet kelimesine hem de aynı kökten başka kelimelere yer verilerek konu her iki açıdan ele alınmıştır. Meselâ, “Yâ rabbi! Senden hidayet, takvâ ve iffet diliyorum” (Müsned, I, 389, 439) şeklinde dua eden Hz. Peygamber, Bakara sûresinin 273. âyetini delil göstererek yardıma en lâyık olan kimselerin iffetlerini korumaya çalışan yoksullar olduğunu bildirmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 2/48; Müslim, “Zekât”, 2). Diğer bir hadiste, “Allah, yoksul olmasına rağmen iffetini korumaya çalışan mümin kulunu sever” denilmiştir (İbn Mâce, “Zühd”, 5). Bir hadiste Hz. Mûsâ’nın, Şuayb’ın yanında ücretli çalıştığı sekiz on yıl boyunca cinsî iffetini koruduğundan övgüyle söz edilir (İbn Mâce, “Rühûn”, 5). Hz. Osman Câhiliye devrinde tiksindiği için, İslâm döneminde de iffetinden dolayı zina etmediğini belirtmiştir (Müsned, I, 163).

Grek felsefesinin İslâm dünyasına girmesi sonucunda geliştirilen ahlâk felsefesinde nefsin nutuk (düşünme), gazap ve şehvet (arzu) olarak sıralanan üç temel psikolojik kapasite ve yeteneğinin itidal ölçüsünde işleyişinden üç fazilet, bunların ve bunlara bağlı diğer faziletlerin uyumlu birliği ve etkinliğinden dördüncü bir fazilet doğduğu kabul edilerek bu dört fazilet çoğunlukla hikmet, şecaat, iffet, adalet şeklinde sıralanır. İlk defa Ya‘kūb b. İshak el-Kindî’nin, Risâle fî ĥudûdi’l-eşyâǿ ve rüsûmihâ adlı felsefe sözlüğünde (Resâǿil, I, 177-179) “insanî erdemler” başlığı altında ele aldığı faziletler bahsi daha sonra filozofların yanında kelâmcı, fıkıhçı, hatta Gazzâlî gibi mutasavvıfların da katkısıyla gelişen ahlâk ilminin en önemli ve geniş kapsamlı konusu haline gelmiştir. Kindî, iffetin hangi psikolojik güç ve yetenekten kaynaklandığını belirtmemişse de “bedenin korunup geliştirilmesi için gerekli olan şeyleri almak, kullanmak ve gerekli olmayanlardan uzak durmak” şeklinde özetlenebilecek olan tarifinden anlaşıldığına göre diğer düşünürler gibi o da iffeti şehvet gücünün dengeli işleyişiyle gerçekleşen bir erdem olarak düşünmüştür. Ahlâk kitaplarında “nefsânî arzulara aşırı düşkünlük” anlamındaki şehvet gücünün ifratına şereh, Fârâbî’nin “lezzet duyarsızlığı” dediği (Fuśûl müntezeǾa, s. 36) tefritine humûd, dengeli ve ılımlı işleyişine de iffet denilmiştir. Kindî, iffetle ilgili itidalsizliğin ifrat derecesini hırs terimiyle ifade ederek bunun oburluk, cinsel arzulara aşırı düşkünlük ve kıskançlığa, çekişmeye götürecek derecede menfaat düşkünlüğü şeklinde üç çeşidinin olduğunu belirtir (Resâǿil, I, 178-179).

Erdemli insanla nefsine baskı yaparak kendini erdemli davranmaya zorlayan kişi arasında farklılık bulunduğunu düşünen Fârâbî’ye göre iffetli kişi, yeme içme ve cinsel konularda yasanın (sünnet) gerektirdiği kadarıyla yetinip bundan fazlasına istek duymazken nefsine baskı yapan kimse, uygulamada yasanın gerektirdiğiyle yetinmekle birlikte içinde daima daha fazlasına istek duyar (Fuśûl müntezeǾa,


s. 34-35). İffeti, “nefiste yerleşen ve şehvetin insana galebe çalmasını önleyen nitelik” şeklinde tanımlayan Râgıb el-İsfahânî de -muhtemelen Fârâbî’nin yaptığı ayırımdan ilham alarak- âyetlerde geçen “isti‘fâf” kavramını “iffetli olmayı isteme, bir çeşit mümâresede bulunarak, kendine disiplin uygulayarak ruhunda bu erdemi geliştirmeye çalışma” şeklinde açıklamaktadır (el-Müfredât, “Ǿaff” md.). Râgıb el-İsfahânî iffetin şehvet gücüyle, bu gücün de hayvanî zevklerle ilgili olduğuna dikkat çekerek iffet erdemine ancak bu tür zevkler karşısında nefsin dizginlenmesiyle ulaşılabileceğini söyler.

İslâm ahlâkçıları, insanın aşırı zevklerden uzak durmasının iffet ve erdem sayılabilmesi için bu tutumun bizzat kendi bilinçli tercihine dayanması ve güçlü bir iradî çaba ile gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtirler. Psikolojik veya bedensel bir zafiyetten, âcizlik, korkaklık ve bilgisizlikten yahut başka bir engelden dolayı zevklerini terkeden kişi erdemli sayılmaz. Aynı şekilde ileride daha fazlasını elde etmek için mevcut bir zevkten feragat etmek de erdem değildir (Fârâbî, s. 83; Ebü’l-Hasan el-Âmirî, s. 97; Râgıb el-İsfahânî, ez-ZerîǾa, s. 319; Gazzâlî, İĥyâǿ, III, 105). Özellikle Mâverdî, iffet erdemini kişinin onuru ve saygınlığı bakımından da ele alarak iffetli olmayı, nefsi aşağı sıfatlardan arındırma-yı ve insanlara muhtaç konuma düşüp onların yardımıyla yaşama zilletinden korunmayı insanın kendi kişiliğine karşı ahlâkî görevleri olarak göstermiştir (Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, s. 309-321).

Ahlâk kitaplarında diğer temel erdemler gibi iffetten doğan tâli derecedeki er-demler de kaydedilmiştir. Meselâ Gazzâlî’nin Mîzânü’l-Ǿamel’inde (s. 87; krş. İbn Miskeveyh, s. 41) bu tâli faziletler şöyle sıralanmıştır: Hayâ, mahcubiyet, müsamaha, sabır, cömertlik, işleri güzellikle ölçüp tartma, güler yüzlü ve tatlı dilli olma, kolaylaştırıcı olma, düzenlilik, güzel görünüş, kanaat, ağır başlılık, günahtan çekinme, yardımlaşma, kibarlık. Gazzâlî İĥyâǿü Ǿulûmi’d-dîn’de (III, 55) daha kısa ve farklı bir liste de vermiştir.

Başta Kur’ân-ı Kerîm ve hadisler olmak üzere İslâmî kaynaklarda olgun müslüman sayılmak için sadece iman edip dinin bazı formel kurallarını yerine getirmek yeterli görülmemiş; insanın iffet, hayâ, edep, zühd, kanaat gibi faziletlerle donanması ve genellikle din bakımından günah sayılan, aklıselim sahibi insanlarca da ayıp ve kötü kabul edilen tutum ve davranışlardan uzak durmasının gerekliliği de vurgulanmıştır. Fahreddin er-Râzî’nin, “Günahın gizlisinden de açığından da uzak durun” (el-En‘âm 6/120) meâlindeki âyeti açıklarken yer verdiği görüşler (Mefâtîĥu’l-ġayb, XIII, 167-168), İslâm âlimlerinin günahın her türlüsünden kaçınmayı dinde ve ahlâkta kemale ulaşmanın şartı olarak gördüklerine işaret eder. Hz. Peygamber’in, “Her kim ağzına ve cinsel arzularına hâkim olacağına dair bana söz verirse ben de onun cennete girmesine kefil olurum” hadisi (Buhârî, “Ĥudûd”, 19, “Riķāķ”, 23; Tirmizî, “Zühd”, 61), iffet er-deminin kapsamını ve İslâm ahlâkındaki önemini ortaya koymaktadır. “Her dinin bir ahlâkı vardır, İslâm’ın ahlâkı da hayâdır” meâlindeki hadis de (İbn Mâce, “Zühd”, 17; el-Muvaŧŧaǿ, “Ĥüsnü’l-ħuluķ”, 9) aynı gerçeği bildirir.

İslâm ahlâkçıları, diğer erdemler gibi iffetin de öncelikle ruhî bir meleke haline getirilmesi gerektiğini kabul ettikleri için insanın yeme içme ve cinsî arzularını disiplin altına alarak ruhunu bu yönde terbiye etmesinin zorunluluğu üzerinde önemle dururlar. Gazzâlî, İĥyâǿü Ǿulûmi’d-dîn’in kırk ana konusundan birini (III, 79-107) insanın mânevî ve ahlâkî hayatını yıkıma götüren tehlikelerin en büyüğü olarak gördüğü “mide şehveti” ile “cinsî şehvet”e ayırmıştır. Aynı şekilde iffeti “nefsi hayvanî zevklerden korumak” diye açıklayan Râgıb el-İsfahânî bu er-demi kanaat, zühd, gönül zenginliği, cömertlik gibi erdemlerin esası olarak görür ve iffetten yoksun olmanın bütün güzelliklerden mahrum kalmak demek olduğunu belirtir (ez-ZerîǾa, s. 318). İffet, öncelikle bedenî hazlara ve nefsânî aşırılıklara ilgi duymaktan kurtarılmış bir ruhî yapıya sahip olmaktır; buna “kalbin iffeti” denir. Bundan sonra tam iffete ulaşmak için eli, dili, gözü, kulağı ve genel olarak bütün bedeni ahlâka aykırı davranışlardan uzak tutmak gelir.

Ahlâk kitaplarında iffetin bir tür özgürlük kaynağı olduğu belirtilir. Çünkü özgür olmak isteyen kişinin öncelikle tutkularının baskısından kurtulması gerekir. Râgıb el-İsfahânî, “En alçaltıcı kölelik şehvet köleliğidir” derken (a.g.e., s. 319) İbn Miskeveyh, iffet erdemini kazanmış insanın tutkularına kul olmaktan kurtulup özgürleşeceğini belirtir (Tehźîbü’l-aħlâķ, s. 40). Gazzâlî de insandaki mevki tutkusu üzerine yaptığı tahlilleri sırasında aynı görüşü daha ayrıntılı olarak ifade eder (İĥyâǿ, III, 284).

BİBLİYOGRAFYA:

Cevherî, eś-Śıĥâĥ, “Ǿaff” md.; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “Ǿaff” md.; a.mlf., ez-ZerîǾa ilâ mekârimi’ş-şerîǾa (nşr. Ebü’l-Yezîd el-Acemî), Kahire 1405/1985, s. 312, 318-319; Lisânü’l-ǾArab, “Ǿaff” md.; et-TaǾrîfât, “Ǿİffet” md.; Fîrûzâbâdî, el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ, “Ǿaff” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 1010; Tâcü’l-Ǿarûs, “Ǿaff” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “Ǿaff” md.; el-Muvaŧŧaǿ, “Ĥüsnü’l-ħuluķ”, 9; Müsned, I, 163, 389, 439; III, 4; Buhârî, “Riķāķ”, 20, 23, “Zekât”, 18, 50, “Tefsîr”, 2/48, “Ĥudûd”, 19; Müslim, “Zekât”, 2, 124; Tirmizî, “Zühd”, 61; İbn Mâce, “Zühd”, 5, 17, “Rühûn”, 5; Kindî, Resâǿil, s. 177-179; Fârâbî, Fuśûl müntezeǾa fî Ǿilmi’l-aħlâķ (nşr., Fevzî Mitrî Neccâr), Beyrut 1986, s. 34-36, 83; Ebü’l-Hasan el-Âmirî, el-Emed Ǿale’l-ebed (nşr. E. K. Rowson), Beyrut 1979, s. 97; İbn Miskeveyh, Tehźîbü’l-aħlâķ (nşr. İbnü’l-Hatîb), Kahire 1398, s. 37-42, 47; İbn Sînâ, TisǾu resâǿil, İstanbul 1298, s. 106-110; Mâverdî, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, Beyrut 1978, s. 309-321; Gazzâlî, Mîzânü’l-Ǿamel (nşr. M. Mustafa Ebü’l-Alâ), Kahire, ts. (Mektebetü’l-Cündî), s. 79-81, 87; a.mlf., İĥyâǿ, III, 54-55, 79-107, 284; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XIII, 167-168; Abdurrahman Bedevî, el-Aħlâķu’n-nažariyye, Küveyt 1976, s. 181-183; Abdurrahman Hasan Hebenneka el-Meydânî, el-Aħlâķu’l-İslâmiyye ve üsesühâ, Beyrut 1399/1979, II, 561-565.

Mustafa Çağrıcı