İBRÂHİM

(إبراهيم)

İbrâhîm b. Muhammed (ö. 10/632 [?])

Hz. Peygamber’in küçük yaşta ölen oğlu.

Zilhicce 8’de (Mart 630), sonraları Meşrebetü İbrâhim diye anılacak olan Medine yakınlarındaki Kuf bölgesinde doğdu. Resûl-i Ekrem’in câriyesi Mâriye’den olma çocuğudur. İbrâhim’in ebeliğini yapan ensardan Ümmü Râfi‘in kocası


Ebû Râfi‘ doğumu Hz. Peygamber’e müjdeledi. Bu habere çok sevinen Resûlullah ona bir köle hediye etti, İbrâhim’in annesini hürriyetine kavuşturduğunu söyledi ve yanındakilere, “Bu gece bir oğlum oldu, ona atam İbrâhim’in adını verdim” dedi (Müslim, “Feżâǿil”, 62). Bu ismin, Cebrâil’in Hz. Peygamber’i “İbrâhim’in babası” diye selâmlamasından dolayı (İbn Sa‘d, I, 135) doğumun yedinci gününde verildiği, aynı gün İbrâhim için akīka kurbanı kesildiği, bebeğin saçları Ebû Hind tarafından kesildikten sonra tartılarak ağırlığı kadar gümüşün sadaka olarak dağıtıldığı rivayet edilmiştir. Geleneğe uyularak İbrâhim, çok sayıdaki isteklinin arasından tercih edilen sütanne Ümmü Bürde Havle bint Münzir’e verildi ve kendisine bir hurmalıkla Resûl-i Ekrem’e ait bir miktar koyun ve devenin sütleri tahsis edildi. Hz. Peygamber’in bir câriyeden çocuğu olmasının ve bebeğe gösterdiği büyük ilginin diğer hanımları arasında kıskançlığa yol açtığı belirtilmiştir (Belâzürî, II, 87). On yedi veya on sekiz aylıkken İbrâhim’in hastalanması üzerine Resûlullah, Abdurrahman b. Avf ile birlikte Ümmü Bürde’nin evine gitti ve çocuğu kucağına aldı, bir müddet sonra da İbrâhim öldü. Aynı gün güneş tutulmuş, bu olayla oğlunun ölümü arasında irtibat kuranlar olduğunu gören Resûl-i Ekrem güneşle ayın bir kişinin ölümü için tutulmayacağını belirtmiştir (Buhârî, “Küsûf”, 1, 15, 17; Müslim, “Küsûf”, 10, 23, 29). Kaynaklarda, İbrâhim’in 10. yılın Rebîülevvelinde (Haziran 631) veya Ramazan ayında (Aralık 631) vefat ettiği kaydedilmekle birlikte, Hz. Peygamber hayatta iken meydana gelen ve Medine’den gözlenebilen iki güneş tutulmasından bu yıl içinde gerçekleşenin tarihi 29 Şevval 10 (28 Ocak 632) olarak hesaplandığına göre (Apaydın, s. 96) İbrâhim bu tarihte ölmüş olmalıdır. Caetani ise o tarihte Medine’den gözlenebilecek bir güneş tutulması olmadığını, yedi ay sonra meydana gelen tutulma ile İbrâhim’in ölümü arasında sonraları ilişki kurulduğunu ileri sürmüştür (İslâm Tarihi, VII, 10). Bu husustaki görüşleri değerlendiren Babanzâde Ahmed Naim de İbrâhim’in doğumu, ölümü ve ne kadar yaşadığı konusundaki rivayetlerin ihtilâflı olduğunu söylemektedir (Tecrid Tercemesi, III, 328).

İbrâhim’in ölümü vesilesiyle Resûlullah üzüntülerini belirten bir konuşma yaptı (Buhârî, “Cenâǿiz”, 44; Müslim, “Feżâǿil”, 62); ardından Fazl b. Abbas b. Abdülmuttalib cenazeyi yıkadı ve Üsâme b. Zeyd ile birlikte kabre indirdi. Cenazeyi Ümmü Bürde’nin yıkadığı da rivayet edilmiştir (Belâzürî, II, 88; İbn Abdülber, I, 46). Cenaze namazı kılınıp kılınmadığı hususunda ihtilâf bulunmakla beraber İbn Abdülber kılınmadığı yönündeki rivayetin sahih olmadığını belirtmiş (a.g.e., I, 45), Nevevî de ulemânın çoğunluğunun cenaze namazını Hz. Peygamber’in kıldırdığı görüşünde olduğunu kaydetmiştir (Tehźîb, I, 103). Cennetü’l-bakī‘a defnedilen İbrâhim kabre konulurken mezarın kenarına oturan Resûl-i Ekrem su isteyerek kabrin üzerine serpmiş ve yakınında duran bir taşı da baş ucuna dikmiştir (Belâzürî, II, 88). İbrâhim’in küçükken vefat etmesini Resûlullah’ın son peygamber olduğuna işaret sayanlar ve eğer yaşasaydı onun da risâletle görevlendirilmesi gerekeceğini ileri sürenler olmuşsa da İbn Hacer, bu var sayımları Câhiliye dönemi inançlarını yansıtan değerlendirmeler olarak nitelendirmiştir (el-İśâbe, I, 94).

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî, “Bedǿü’l-ħalķ”, 8, “Küsûf”, 1, 15, 17, “Cenâǿiz”, 44, 92; Müslim, “Küsûf”, 10, 23, 29, “Feżâǿil”, 62, 63; İbn İshak, es-Sîre, s. 251-252; İbn Hişâm, es-Sîre2, I, 191, 192; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, I, 135-144; VIII, 212, 214-215; İbn Habîb, el-Muĥabber, s. 53, 76, 98, 429; Belâzürî, Ensâb (Zekkâr), II, 85-90; Ya‘kūbî, Târîħ, II, 87; İbn Abdülber, el-İstîǾâb, I, 38, 41-46; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, I, 38-40; Nevevî, Tehźîb, I, 102-103; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XVIII, 208-211; İbn Seyyidünnâs, ǾUyûnü’l-eŝer (nşr. Muhammed el-Îdü’l-Hatrâvî -Muhyiddin Müstû), Medine 1413/1992, II, 291; Safedî, el-Vâfî, I, 81; İbn Kesîr, el-Bidâye, IV, 374-375; V, 303-305; İbn Hacer, el-İśâbe, I, 93-95; Tecrid Tercemesi, III, 328-329; IV, 430-433; Diyarbekrî, Târîħu’l-ħamîs, Kahire 1283, I, 271-272; II, 3; Nûreddin el-Halebî, İnsânü’l-Ǿuyûn, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), III, 393-399; Zürkānî, Şerĥu’l-Mevâhib, Beyrut 1393/1973, III, 210-216; Şiblî Nu‘mânî, İslâm Tarihi: Asr-ı Saâdet (trc. Ömer Rıza [Doğrul]), İstanbul 1928, II, 1052-1053; L. Caetani, İslâm Tarihi (trc. Hüseyin Cahid), İstanbul 1925, VI, 136-137; VII, 7-10; Köksal, İslâm Tarihi (Medine), VIII, 565-568; X, 16-19; Wensinck, el-MuǾcem, VIII, 2-3; Mehmet Apaydın, Resûlullah’ın Günlüğü, İstanbul 1995, s. 96.

Asri Çubukçu