İBNÜ’d-DÜGUNNE

(ابن الدغنّة)

Bu lakapla tanınan üç sahâbî.

Muhtemelen annelerinin aşırı esmer veya zenci olmasından dolayı İbnü’d-Dügunne (kara kadının oğlu) lakabıyla tanınmışlardır.


Hâris b. Yezîd. Adı Vâkıdî’den naklen Belâzürî’den öğrenilmektedir (Enśâb, I, 205-206). Lakabının babaannesinden veya hayvanından geldiği de söylenir. Okçuluğu ile meşhur Benî Hevn’den Kāre kabilesinin büyüklerindendi. Ehâbîş*ten olan kabilesi müttefiki Kureyş’in birtakım karar ve uygulamalarına karşı çıkmıştır. İbnü’d-Dügunne, bi‘setin 5. yılında (615-16) bir gün Mekke ile Yemen arasındaki Berkülgımâd mevkiinde, Habeşistan’a hicret amacıyla müşriklerin zulmünden kaçan eski dostu Hz. Ebû Bekir’e rastladı. Ebû Bekir’in doğup büyüdüğü şehri terketmek zorunda bırakılmasına çok üzülen İbnü’d-Dügunne, ilk vahiyden sonra Resûl-i Ekrem’in heyecanını yatıştıran Hz. Hatice’nin sözlerini (DİA, XVI, 465) hatırlatan bir konuşmayla onu geri dönmeye ikna etti. Mekke’ye vardıklarında Kureyş’in ileri gelenleriyle görüşerek kabilelerinin en asil ailelerinden birine mensup olan onun gibi faziletli bir insanın inancı yüzünden eziyet çekmesini doğru bulmadığını ve kendisini himayesi altına almak istediğini söyledi. Hz. Ebû Bekir’in ibadetleriyle kadın ve çocuklarını etkilemesinden korkan Kureyş liderleri, onun açıktan namaz kılmaması ve Kur’an okumaması şartıyla bu himayeyi kabul etti. Fakat kısa bir süre sonra Hz. Ebû Bekir, evinin bahçesine yaptırdığı küçük bir mescidde alenî ibadete, özellikle de Allah’ın kelâmını insanlara duyurmak için sesini yükselterek Kur’an okumaya başladı. Bunun üzerine müşrikler İbnü’d-Dügunne’den verdiği emanı geri almasını istediler. O da Hz. Ebû Bekir’e himaye şartlarını hatırlatarak tutumundan vazgeçmesini, aksi halde, Araplar’ın nazarında ahdini bozan bir kimse durumuna düşmemek için mecburen onların isteklerini yerine getireceğini söyledi; Hz. Ebû Bekir de kendisine Allah’ın himayesinin yeteceğini belirterek emanını iade etti (Buhârî, “Kefâlet”, 4; “Menâķıbü’l-enśâr”, 45). Kaynaklarda sadece bu olay dolayısıyla anılan İbnü’d-Dügunne’nin Mekke’nin fethinden sonra kabilesiyle birlikte İslâmiyet’i kabul ettiği sanılmaktadır. Eğer bu tahmin isabetli ise onun bilhassa Hz. Ebû Bekir aracılığıyla Resûl-i Ekrem’i şahsen tanımış olduğu düşünülebilir.

Rebîa b. Rufey‘ b. Sa‘lebe es-Sülemî. 8 (629) yılında Temîm heyetiyle birlikte Medine’ye gelerek İslâm’a girmiştir (İbn Abdülber, II, 491). Evtâs Savaşı’nda (bk. HUNEYN GAZVESİ) müşriklerin ünlü şaircengâveri Düreyd b. Sımme’yi öldürmek suretiyle düşmanın moralinin bozulmasına ve müslümanların zafer kazanmasına katkıda bulunduğu bilinmektedir (İbn İshak, s. 218-219; İbn Hişâm, II, 453-454). Bazı kaynaklarda Hâris b. Yezîd ile karıştırıldığı görülür. Meselâ Kirmânî, İbn İshak’ın Hz. Ebû Bekir’in hâmisi İbnü’d-Dügunne’nin adını Rebîa b. Rufey‘ şeklinde verdiğini (Şerĥu’l-Buħârî, X, 126), Diyarbekrî de Kāre kabilesi reisinin adının Rebîa olduğunu (Târîħu’l-ħamîs, I, 319-320) söylemiş, Mehmed Zihni Efendi ise Huneyn Gazvesi’nde bulunan ve Evtâs’ta Düreyd b. Sımme’yi öldüren İbnü’d-Dügunne ile Mekke’de Hz. Ebû Bekir’i himaye eden İbnü’d-Dügunne’nin aynı kişi olduğu sonucuna varmıştır (el-Hakāik, I, 16). İbn Hacer, İbnü’d-Dügunne lakabıyla tanınan Rebîa b. Rufey‘ b. Sa‘lebe’nin Sülemî olduğunu belirterek İbn İshak’ın Hz. Ebû Bekir’in hicret kıssası arasında ilişki kurduğu kişinin o olmadığını söylemektedir (Fetĥu’l-bârî, VII, 274). Gerçekten de İbn İshak’ın Muhammed Hamîdullah tarafından yapılan neşrinde böyle bir kayıt yoktur (İslâm Peygamberi, I, 218-219). Ayrıca İbn Hacer el-İśâbe’sinde de sahâbe olarak tanıttığı Rebîa’nın Hz. Ebû Bekir’i himaye edenden farklı bir kişi olduğunu belirtmektedir. O, Düreyd b. Sımme’yi öldürmesiyle ün kazanmıştır (I, 507).

Hâbis. Benî Kelb kabilesine mensuptur. Hakkında, adını sahâbe arasında sayan İbn Hacer’in kaydettiği İslâm’a girişiyle ilgili rivayetten başka bilgi yoktur. Bu rivayete göre Hâbis yanında çalıştığı Adî b. Hâtim’e, gözüne iki defa eski dinlerinin Hz. Muhammed’in diniyle kaldırıldığına dair şiirler söyleyen bir cinin göründüğünü ve kendisinin de bunun üzerine İslâmiyet’i kabul ettiğini söylemiştir (el-İśâbe, I, 284-285; Fetĥu’l-bârî, VII, 274).

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, VI, 198; Buhârî, “Menâķıbü’l-enśâr”, 45; “Kefâlet”, 4; Müslim, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 165; İbn İshak, es-Sîre, s. 218-219; İbn Hişâm, es-Sîre2, I, 372-374; II, 453-454; Belâzürî, Enśâb, I, 205-206; İbn Abdülber, el-İstîǾâb, II, 491; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, VII, 177; Kirmânî, Şerĥu’l-Buħârî (Buhârî, eś-Śaĥîĥ içinde), Beyrut 1401/1981, X, 126; İbn Hacer, Fetĥu’l-bârî (Hatîb), VII, 274; a.mlf., el-İśâbe, I, 284-285, 507; Aynî, ǾUmdetü’l-ķārî, Kahire 1392/1972, X, 120; Tecrid Tercemesi, VII, 412; X, 94-96; Diyârbekrî, Târîħu’l-ħamîs, Kahire 1283, I, 319-320; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, II, 539-542; Mehmed Zihni Efendi, el-Hakāik, İstanbul 1310, I, 16; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 119-120, 218-219, 308; II, 899; Kehhâle, MuǾcemü ķabaǿili’l-ǾArab, Beyrut 1402/1982, III, 935; Levent Öztürk, Hz. Muhammed’in Habeşistan’la Münasebetleri (yüksek lisans tezi, 1988), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 97-98; Mustafa Fayda, “Ebû Bekir”, DİA, X, 102; M. Yaşar Kandemir, “Hatice”, a.e., XVI, 465.

Nebi Bozkurt