İBN SA‘D

(ابن سعد)

Ebû Abdillâh Muhammed b. Sa‘d b. Menî‘ el-Kâtib el-Hâşimî el-Basrî el-Bağdâdî (ö. 230/845)

Tabakat kitabıyla tanınan hadis, siyer, tarih ve ensâb âlimi.

160 (777) yılında Basra’da doğdu (Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, X, 664). Babası veya dedesi Hz. Abbas ailesinin âzatlısı olduğu için Mevlâ Benî Hâşim diye veya Kureşî nisbesiyle tanınıyordu. Bazı kaynaklarda Kureyş’in Benî Zühre koluna mensubiyetinden dolayı Zührî de denilmekte (İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt [nşr. Muhammed b. Sâmil es-Sülemî], neşredenin girişi, I, 23; İbn Hallikân, III, 473; Horovitz, s. 126-132), ancak böyle bir nisbetin özellikle ailesinin Benî Hâşim’in mevlâsı olduğunun belirtilmesinden sonra zikredilmesi doğruluğunu şüpheye düşürmektedir.

İbn Sa‘d, ilk yıllarını geçirdiği Basra’da çoğu tâbiîn ve tebeu’t-tâbiînden olan Hüşeym b. Beşîr, Vekî‘ b. Cerrâh, Ebû Âsım en-Nebîl, Ârim b. Fazl, İsmâil b. Uleyye, Affân b. Müslim ve Ebü’l-Velîd et-Tayâlisî gibi âlimlerden dinî ilimlerle birlikte Arap dili ve edebiyatı okudu ve onlardan hadis aldı. Daha sonra hadis ve ahbâr öğrenmek üzere Kûfe, Medine ve Mekke’ye gitti. Onun bu seyahatlerine çok erken yaşta başladığı, henüz yirmi yaşında iken Medine’de Hz. Osman ailesinin âzatlısı Ebû Alkame el-Ferevî ile buluştuğunu bizzat haber vermesinden anlaşılmaktadır (eŧ-Ŧabaķāt, V, 424). Medine ve Mekke’deki ikameti sırasında Hz. Peygamber’in gazve ve seriyyelerinin geçtiği yerleri de inceleyen İbn Sa‘d Medine’den sonra Rakka’ya ve Dımaşk’a, ardından Bağdat’a giderek ölünceye kadar orada kaldı. Onun eŧ-Ŧabaķātü’l-kübrâ’sı incelendiğinde rivayette bulunduğu şahsiyetlerin hadis, ricâl, cerh ve ta‘dîl, fıkıh, kıraat ve diğer Kur’an ilimleri, siyer, megāzî, ahbâr, fütûh, şiir ve ensâb sahalarında değerli âlimler olduğu, kendisinin de geniş bir kültüre ve çeşitli ilim dallarında derin bir vukufa sahip bulunduğu göze çarpar. Öğrencilerinden ve eŧ-Ŧabaķāt’ın râvilerinden Hüseyin b. Fehüm (Fehm) esere ilâve ettiği hal tercümesinde onu ilmi zengin, çok hadis ve haber sahibi, hadisle garîbü’l-hadîs ve fıkıh alanlarında çok kitap yazan bir şahsiyet olarak tanımlamıştır (VII, 364).

İbn Sa‘d’ın 200 (815) yılı civarında geldiği Bağdat, o sıralarda ilmî faaliyetlerin çok yoğun olduğu bir dönem yaşıyordu. İbn Sa‘d burada hocası Vâkıdî’nin kâtipliğini yaptı ve onunla “kâtibü’l-Vâkıdî, sâhibü’l-Vâkıdî, gulâmü’l-Vâkıdî” gibi lakaplarla anılmasına yol açan yakın bir dostluk kurup ölümüne kadar (207/823) yanından hiç ayrılmadı. Bu arada hem kendisinden hem kütüphanesinden faydalandı ve bu hususu eŧ-Ŧabaķāt’ın çeşitli yerlerinde zikretti (meselâ bk. II, 5; III, 5). Onun Vâkıdî dışında Ruveym b. Yezîd el-Mukrî, Muhammed b. Sa‘dân ed-Darîr el-Kûfî, Ebû Zeyd el-Ensârî, Medâinî, İbnü’l-Kelbî ve Mus‘ab b. Abdullah ez-Zübeyrî’den kıraat, dil, ensâb ve tarih gibi alanlarda faydalandığı bilinmektedir. İbn Sa‘d’ın Süfyân b. Uyeyne, Vekî‘ b. Cerrâh, Ebû Nuaym Fazl b. Dükeyn, Hüşeym b. Beşîr, Velîd b. Müslim, Ma‘n b. Îsâ ve Süleyman b. Harb gibi cerh ve ta‘dîl üstatlarınca sika kabul edilen âlim ve muhaddislerden hadis alması, çağdaşları kadar kendisinden sonra gelenler tarafından da takdirle anılmasına sebep olmuştur. Belâzürî, İbn Ebü’d-Dünyâ, Hâris b. Ebû Üsâme ve Ebü’l-Kāsım el-Begavî gibi âlimler de kendisinden rivayette bulunmuşlardır.

Abbâsî Halifesi Me’mûn, 218 (833) yılında Bağdat Valisi İshak b. İbrâhim’e bir yazı göndererek Vâkıdî’nin ölümünden sonra şöhreti artan İbn Sa‘d başta olmak üzere şehrin ileri gelen yedi fakih ve muhaddisini halku’l-Kur’ân konusunda sorguya çekmesini ve Kur’an’ın mahlûk olduğuna inanmayanların hukukî ehliyetlerini iptal etmesini istedi. Vali onları Rakka’da Halife Me’mûn’un huzuruna çıkardı ve kendilerine bu konuda ne düşündüklerini sordu. İbn Sa‘d dahil âlimlerin hepsi Me’mûn’un istediği gibi cevap verdi ve serbest bırakıldı. Bu davranış İbn Sa‘d’ın Mu‘tezilî olduğuna delil sayılarak haksız yere tenkit edilmesine sebep olmuştur (İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt [nşr. Muhammed b. Sâmil es-Sülemî], neşredenin girişi, I, 27-28; Taberî, III, 1116-1117). Nitekim Me’mûn’un istediği cevabı vermeyen ve bundan dolayı işkenceye mâruz kalan Ahmed b. Hanbel de İbn Sa‘d’ın bu şekildeki davranışını mâkul karşıladığı gibi yeğeni Hanbel b. İshak’ı her cuma günü kendisine gönderip Vâkıdî’nin hadis cüzlerinden iki tanesini aldırmak suretiyle onunla ilmî yardımlaşmaya devam edilebileceğini göstermiştir. Ayrıca cerh ve ta‘dîl âlimleri, halku’l-Kur’ân konusundaki davranışından dolayı İbn Sa‘d’a herhangi bir eleştiride bulunmamıştır.

İbn Sa‘d 4 Cemâziyelâhir 230’da (16 Şubat 845) Bağdat’ta vefat etti ve Bâbüşşâm Kabristanı’na gömüldü. Bazı kaynaklarda ölüm tarihi 222 (837) veya 236 (850) olarak kaydedilirse de doğru değildir. Öte yandan 230 yılından sonra ölen bazı kimselerin biyografilerinin eŧ-Ŧaba-ķāt’ta yer alması (meselâ bk. VI, 413; VII, 346, 350, 351) kitabın İbn Sa‘d’a aidiyeti hususunda tartışmalara yol açmıştır. Ancak bunların esere İbn Sa‘d’ınkiyle birlikte öğrencisi Hüseyin b. Fehüm veya bir başkası tarafından eklenmiş olduğu şüphesizdir (İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt: el-Mütemmim, neşredenin girişi, s. 58-61).


Cerh ve ta‘dîl âlimleri İbn Sa‘d’ı şerefli, faziletli, doğru sözlü ve genellikle sika bir şahsiyet olarak kabul ederler. Ebû Hâtim er-Râzî onun hakkında babasının, “İbn Sa‘d doğruyu söyler; muhaddis Kavârîrî’ye gelip ondan hadis sormuştur” dediğini nakletmektedir (Zehebî, Teźkiretü’l-ĥuffâž, I, 425). Hatîb el-Bağdâdî, Mus‘ab b. Abdullah ez-Zübeyrî’nin sorduğu bir hadis üzerine Yahyâ b. Maîn’in İbn Sa‘d hakkında “yalancıdır” dediğine dair Hüseyin b. Fehüm’den gelen bir rivayet üzerine şunları söylemiştir: “İbn Sa‘d ilim, fazilet ve adalet ehlidir. Kitabına aldığı hadisleri çoğunlukla inceledikten sonra yazması kendisinin doğruluğunu gösterir. Belki de Mus‘ab ez-Zübeyrî, Vâkıdî’nin rivayet ettiği münker bir hadisi Yahyâ b. Maîn’e sormuş, o da yalancı sıfatını Vâkıdî için kullanmıştır” (Târîħu Baġdâd, V, 321). Yine aynı haberi eserine alan Zehebî ise Yahyâ b. Maîn’in yalancı sıfatıyla İbn Sa‘d’ı kastetmiş olabileceğini, ancak İbn Sa‘d’ın kendisine göre sadûk olduğunu, dolayısıyla Yahyâ b. Maîn’in görüşüne katılmadığını ifade etmiştir (Mîzânü’l-iǾtidâl, III, 560). Bazıları onun hakkında, “Hocası zayıf ancak kendisi sikadır” derken (Sehâvî, s. 601) İbnü’n-Nedîm, “Hâli mestûr bir sika, sahâbî ve tâbiîn ahbârında âlimdir” diyerek onun zâhiren adaletine hükmedilmesine karşılık gerçekte ne olduğunun bilinemeyeceğini anlatmak istemiştir (el-Fihrist, s. 151). Bir kısım muhaddisler İbn Sa‘d’ın sika olduğunu kabul etmekle birlikte eserine Vâkıdî, İbnü’l-Kelbî ve el-Meġāzî sahibi Ebû Ma‘şer es-Sindî gibi kimselerden rivayet aldığı için onu ayıplamışlardır (İbnü’s-Salâh, s. 357). Ancak cerh ve ta‘dîl âlimleri hadis rivayeti konusunda eleştirdikleri bu şahsiyetleri, özellikle de Vâkıdî ile Ebû Ma‘şer’i siyer ve megāzî sahasında güvenilir saymışlardır. Bizzat İbn Sa‘d da meselâ Ebû Ma‘şer’i, “Çok hadis rivayet eden zayıf bir kimse idi” şeklinde değerlendirmekten çekinmemiştir (eŧ-Ŧabaķāt, V, 418). Zehebî ve İbn Hacer gibi mûtedil cerh ve ta‘dîl âlimleri ise onu doğrudan güvenilir bir şahsiyet olarak kabul etmişlerdir (AǾlâmü’n-nübelâǿ, X, 664-667; Tehźîbü’t-Tehźîb, V, 118-119).

Eserleri. İbn Sa‘d’ın en meşhur eseri Kitâbü’ŧ-Ŧabaķāti’l-kebîr’dir (eŧ-Ŧabaķātü’l-kübrâ). Kaynaklarda eŧ-Ŧabaķātü’l-kebîr adıyla da anılan (Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, X, 664; Teźkiretü’l-ĥuffâž, I, 425) eserin ilk neşri bu adla (Leiden 1904-1940), Arap ve İslâm dünyasında yaygın bir şekilde kullanılan İhsan Abbas neşri ise eŧ-Ŧabaķātü’l-kübrâ adıyla yapılmıştır (Beyrut 1957-1968). İbn Sa‘d’ın, tabakat kitaplarının ilki ve zamanımıza intikal edenlerin en eskisi olan bu eseri, esas itibariyle siyer-megāzî ve tabakat ana bölümlerinden meydana gelmektedir. İki cilt halinde basılan siyer-megāzî bölümü (Kahire 1989), İbn İshak’ın İbn Hişâm yoluyla günümüze ulaşan es-Sîretü’n-nebeviyye’siyle Vâkıdî’nin Kitâbü’l-Meġāzî’sinden sonra Hz. Peygamber’in hayatı ve şahsiyeti üzerine kaleme alınmış elde mevcut eserlerin üçüncüsüdür. İbn Sa‘d bu kısmı yazarken İbn İshak, Ebû Ma‘şer es-Sindî, Mûsâ b. Ukbe ve hocası Vâkıdî’nin eserleri gibi daha önceki siyer ve megāzîlerden faydalanmıştır. Kitap, Resûlullah’ı diğer peygamberlerle irtibatlandıran kısa bir risâlet tarihinden (I, 20-54) sonra onun anne ve babasının soyuna yer vererek bi‘set öncesi ve sonrası Mekke dönemi hayatını anlatır (I, 55-238). İbn Sa‘d, Hz. Peygamber’in hicretten sonraki faaliyetlerinin ele alındığı Medine döneminin yazılmasında İbn İshak’tan farklı bir metot uygulamış ve onun gelişmeleri kronolojik sırayla yazmasına karşılık aynı konuları bir arada inceleyerek ilk örneğini, Resûl-i Ekrem’in devlet başkanlarına ve kabile reislerine göndermiş olduğu, sayıları doksan beşi bulan İslâm’a davet mektuplarıyla verip (I, 258-291) bunu yetmiş iki kabile heyetinin Medine’ye gelmesiyle sürdürmüştür (I, 291-359). eŧ-Ŧabaķāt’ın daha önceki eserlerden en önemli farkı, Hz. Peygamber’in Tevrat ve İncil’deki sıfatlarıyla başlayıp arkasından onun ahlâkî ve şahsî özellikleri, konuşma, yürüme, giyinme, yeme içme gibi daha sonraki dönemlerde delâilü’n-nübüvve, alâmâtü’n-nübüvve ve şemâil kitaplarında işlenecek olan konulara yer vermesidir (I, 360-506; İbn Sa‘d’ın şemâile katkıları ve özellikle bu konudaki ilk kitabın yazarı olan Tirmizî’yi etkileyen yönleri için bk. Yardım, İndeks).

II. cilt Hz. Peygamber’in gazve ve seriyyeleriyle başlar (s. 5-192). Eserde Resûl-i Ekrem’in Vedâ haccından sonraki hayatı ile vefatına geniş yer ayrılmıştır. Bu konunun ele alındığı kısmı (s. 319-333) onun vefatı üzerine söylenen mersiyeler takip eder. Bu cildin sonunda, tabakat kısmına hazırlık olmak üzere yazıldığı düşünülebilecek bazı konulara yer verildiği görülmektedir. Bunlar Hz. Peygamber hayatta iken Medine’de fetva verenler, Kur’ân-ı Kerîm’i toplayanlar ve ashaptan sonra onların çocuklarıyla başkalarından Medine’de fetva verenlerdir (s. 334-389). Eserin ikinci bölümü ashap, tâbiîn, tebeu’t-tâbiîn ve müellifin vefat tarihi olan 230 (845) yılına kadarki râvilerin hal tercümelerini içeren tabakattır. III. cilt ashabın hayatıyla başlayıp tâbiîn ve diğerlerininkiyle devam eder. İbn Sa‘d, Hz. Ömer’in fey gelirlerini dağıtmak üzere düzenlediği divan defterlerindeki anlayışa uygun olarak ashabı beş tabakada incelemiştir. Tamamının Medine’de yaşadığı anlaşılan ashabın ilk tabakasını Bedir Gazvesi’ne katılan muhacirlerle ensar (III, 5-627), ikinci tabakasını Bedir Gazvesi’nde bulunamamış Habeşistan muhacirleri gibi ilk müslümanlardan olan kişilerle Uhud Gazvesi’ne katılanlar (IV, 5-251), üçüncü tabakasını Hendek ve sonrasındaki gazvelere katılanlarla Mekke’nin fethinden önce ihtidâ edenler (IV, 252-385), dördüncü tabakasını Mekke’nin fethi sırasında ve daha sonra müslüman olanlar (nşr. Abdülazîz Abdullah es-Selûmî, I-II, Tâif 1416/1995), beşinci tabakasını da Hz. Peygamber’i çocukluğunda görenler (nşr. Muhammed b. Sâmil es-Sülemî, I-II, Tâif 1414/1993) teşkil eder. Bu bölümü planlarken İslâmiyet’e giriş tarihlerini ve katıldıkları gazveleri göz önüne alarak ashabı zaman unsuruna göre beş tabakaya ayıran İbn Sa‘d, Medine’de yaşamış olanlara öncelik tanımak suretiyle mekân unsuruna da yer vermiş ve arkasından sahâbîleri gittikleri yerlere göre yeniden tabakalara ayırmıştır. Bu tabakalar Mekke’den başlamak üzere sırasıyla Tâif, Yemen, Yemâme ve Bahreyn (V, 443, 503, 523, 549, 557), Kûfe (VI, 5-65), Basra (VII, 5-90), Medâin (VII, 317-319), Horasan (VII, 365-367), Şam (VII, 384-439), el-Cezîre (VII, 476-477) ve Mısır’a (VII, 493-509) yerleşmiş olanlardır. İbn Sa‘d’ın yaptığı bu tasnif bazı sahâbîlerin mükerreren zikredilmesi sonucunu doğurmuştur. Meselâ Hz. Ali önce Medine’de fetva verenler (II, 337-340), ardından Bedir Gazvesi’ne katılanlar (III, 19-40), daha sonra da Kûfe’ye gidenler (VI, 12) arasında yer alır; ancak onun hakkında yalnızca Bedir ehline ait olan kısımda geniş bilgi verilmiştir. Medine, Kûfe ve Medâin’de yaşayan sa-hâbî Selmân-ı Fârisî’nin de durumu aynıdır (IV, 75; VI, 216; VII, 318). Diğer taraftan sahâbîler ele alınırken önce muhacirlerden ve onların mevlâlarından başlanmış, daha sonra ensar sıralanmıştır. Muhacirlerin sıralanmasında da Hz. Ömer’in divan defterlerini düzenlerken yaptığı gibi önce Resûl-i Ekrem’in mensup olduğu Kureyş’in Benî Hâşim koluna, arkasından ona olan yakınlıklarına göre Benî Ümeyye’ye ve diğer kollara yer verilmiştir. Ensarda ise Sa‘d b. Muâz’ın kabilesi Evs’in


Benî Eşhel kolu başa alınmış ve bu düzen diğer tabakalarda da sürdürülmüştür. İbn Sa‘d, tâbiîn neslini genellikle yirmi ile on yıllık yaş farklarına ve yaşadıkları şehirlere göre tabakalara ayırmış, ardından tebeu’t-tâbiîn ile ondan sonra gelenleri sıralamıştır. Yedi tabaka halinde tasnif edilen ilk tâbiîn zümresi Medine’de yaşayanlardır (1. tabaka: V, 5-177; 2. tabaka: 178-311; 3. tabaka: 312-408 [4 ve 5. tabakalar atlanmıştır; aş. bk.], 6. tabaka: 409-423, 7. tabaka: 424-442). Diğer şehirlerde yaşayanlar ise önce -varsa- buralara yerleşen sahâbîler zikredildikten sonra tâbiîn, tebeu’t-tâbiîn ve daha sonra gelenler olmak üzere sınıflandırılmıştır.

Son cilt kadın sahâbîlere ayrılmıştır. Esere erkeklerden sahâbî, tâbiîn ve diğer nesillerin alınmasına karşılık kadınlardan yalnızca sahâbî ve bazı tâbiînin dahil edildiği görülür. Bu cilde Hz. Peygamber’in kadınlarla nasıl biatlaştığı konusu ile başlayan müellif önce Resûl-i Ekrem’in zevcelerini, ardından sırasıyla onun kızları, amca ve hala kızları, Benî Hâşim mensupları başta olmak üzere Kureyşli ve Medineli kadın sahâbîleri, sonunda da tâbiînden bazı hanımları bir tabaka halinde ele almış, haklarında bilgi verirken de ilimle ilgilenmelerini, sosyal hizmet sahasında rol almış olmalarını ve özellikle savaşlarda yaralılara sağlık hizmeti sunmalarını, silâh taşıyıp fiilen savaşa katılmalarını göz önünde tutmuştur.

İbn Sa‘d’ın, başta hocası Vâkıdî’nin kitapları ve rivayetleri olmak üzere kendinden önceki eserlerden ve çağdaşlarından şifahen topladığı hadislerle ahbâr ve ensâba ait bilgilerden faydalanarak yazdığı eŧ-Ŧabaķāt, öğrencilerinden Hâris b. Seleme, Hüseyin b. Fehüm, Ahmed b. Ubeyd, İbn Ebü’d-Dünyâ ve başka râviler yoluyla günümüze ulaşmıştır. İndeksleri hariç bugün on üç cilt halinde elde bulunan eser, öncelikle sünnete hizmet etmek için kaleme alınmıştır. İbn Sa‘d, gerek siyer ve gerek tabakat bölümlerinde muhaddislerin usulüne uygun şekilde isnad kullanmıştır. Şahısların nesebini verirken hemen hiç kaynak zikretmemiş, genellikle İbnü’l-Kelbî’nin ensâb bilgisine dayanmış, ensara ait nesep bilgilerini de İbn Umâre el-Ensârî’nin Kitâbü Nesebi’l-enśâr’ından almıştır. Öte yandan ashabın hepsini sika kabul ettiği için cerh ve ta‘dîl hususunda onlarla ilgili görüş belirtmemiş, buna karşılık tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîne mensup şahsiyetlerin çoğunlukla hadis rivayetlerindeki durumlarını ve sika olup olmadıklarını kısa ifadelerle değerlendirme yoluna gitmiştir. Ele aldığı şahsın önce künye ve lakabını, adını, mensup olduğu kabileyi göstermek üzere babasından başlayarak nesebini, sonra da annesinin adını ve nesebini verir; arkasından erkek ve kız çocuklarını, eğer şahıs kadın ise kocasını tanıtır. Daha sonra mesleğini, ahlâkî ve şahsî özelliklerini, yaşadığı yerleri, seyahatlerini, hocalarını ve öğrencilerini, siyasî ve ilmî kişiliğini, fazileti hakkında söylenenleri anlatır ve vefat tarihini bildirir. Sahâbeden başta Hulefâ-yi Râşidîn olmak üzere aşere-i mübeşşere, Hz. Hasan ve Hüseyin, Ömer b. Abdülazîz gibi bazı şahsiyetlere ise çok geniş yer vermiştir. Özellikle halifelerin dönemlerindeki iktisadî ve içtimaî olayların, çeşitli devlet kurumlarının ve diğer faaliyetlerin üzerinde genişçe durduğu görülür. İbn Sa‘d’ın eŧ-Ŧabaķāt’ının, İslâm’ın yayılış tarihini göstermesi yanında ilmî ve dinî gelişmeleri şehirlere göre aksettirmesi bakımından ayrı bir yeri bulunmakta, çağdaşı Halîfe b. Hayyât’ın eŧ-Ŧabaķāt’ı ile karşılaştırıldığında kültür seviyesi ve zamanımıza intikal ettirmiş olduğu belgelerin zenginliği hemen göze çarpmaktadır. eŧ-Ŧabaķāt daha sonra gelen birçok müellifin eserine örnek ve kaynak olmuştur. Belâzürî Fütûĥu’l-büldân ve özellikle Ensâbü’l-eşrâf’ı yazarken ondan çok faydalanmış, Ebû Nuaym ve Beyhakī Delâǿilü’n-nübüvve adlı eserlerinde, Ebû Nuaym Ĥilyetü’l-evliyâǿda, İbn Mende eŧ-Ŧabaķāt’ta, Taberî Târîħ’te, Vekî‘ b. Hayyâm Aĥbârü’l-ķuđât’ta, Hatîb el-Bağdâdî Târîħu Baġdâd’da, İbn Asâkir Târîħu medîneti Dımaşķ’ta, Zehebî Siyerü AǾlâmi’n-nübelâǿda, İbn Hacer el-İśâbe’de ve İbnü’l-Cevzî el-Muntažam ile Śıfatü’ś-śafve’de kaynak ve metot bakımından onun etkisi altında kalmıştır.

Erken bir dönemde şarkiyatçılar tarafından ilim âlemine tanıtılmış olmasına rağmen eŧ-Ŧabaķāt’ın günümüze kadar hâlâ tam ve güzel bir neşri yapılmamıştır. Otto Loth’un, Das Classenbuch des Ibn SaǾd adlı doktora teziyle (Leipzig 1869) kitabın ve müellifinin İslâm tarihi için taşıdığı önemi göstermesinden sonra eser Edvard Sachau başkanlığında bir heyet tarafından notlar ilâvesi ve kısmen Almanca tercümesiyle birlikte sonuncusu indeks olmak üzere dokuz cilt halinde Kitâbü’ŧ-Ŧabaķāti’l-kebîr adıyla yayımlanmış (Leiden 1904-1940), bu yayın, notları çıkarılmak suretiyle Arap dünyasında Hicâzî Muhammed Halîl tarafından dört cilt (Kahire 1358/1939) ve İhsan Abbas tarafından dokuz cilt (sonuncusu indeks) (Beyrut 1376-1377/1957-1958, 1388/1968) olarak eŧ-Ŧabaķātü’l-kübrâ adıyla


tekrarlanmıştır. Daha sonra Muhammed Abdülkādir Atâ, Ziyâd Muhammed Mansûr’un neşrettiği Medineli tâbiîne ait dördüncü ve beşinci tabakaları da ekleyip kendisinin bulduğunu söylediği bazı yazmaları göstermek suretiyle eseri sekiz cilt halinde yayımlamıştır (Beyrut 1410/1990). Ayrıca bu neşirlerin hiçbirinde yer almayan Medineli ashabın dördüncü tabakasını Abdülazîz Abdullah es-Selûmî (I-II, Tâif 1416/1995) ve beşinci tabakasını Muhammed b. Sâmil es-Sülemî (I-II, Tâif 1414/1993), Medineli tâbiînin dördüncü ve beşinci tabakalarını ise üçüncü ve altıncı tabakalardaki eksiklikleri de tamamlayan kısımlarla birlikte Ziyâd Muhammed Mansûr (Medine 1403/1983) neşretmiştir. Muhammed Ali İdlikî ve Muhammed Avâme de eserin Leiden ve Beyrut baskıları ile Ziyâd Muhammed Mansûr’un Medineli tâbiîn tabakasına ait tamamlayıcı kısmı için olmak üzere bir indeks yapmışlardır (Fihrisü’l-aǾlâmi’l-mütercemîn fi’ŧ-Ŧabaķāti’l-kübrâ li’bn SaǾd, Beyrut 1406/1986). Kitabın başında yer alan iki ciltlik siyer bölümü es-Sîretü’n-nebeviyye mine’ŧ-Ŧabaķāti’l-kübrâ (I-II, Kahire 1409/1989), Hz. Hasan’a ait kısmı Tercemetü’l-İmâm el-Ĥasan (nşr. Seyyid Abdülazîz Tabâtabâî, Kum 1416/1995), Hz. Hüseyin’e ait kısmı Tercemetü’l-İmâm el-Ĥüseyin ve maķtelühû (nşr. Seyyid Abdülazîz Tabâtabâî, Beyrut 1416/1995), ihtiva ettiği hadisler konularına göre sıralanarak Sünenü’n-nebî śallallāhü Ǿaleyhi ve sellem ve eyyâmüh (nşr. Abdüsselâm b. Muhammed b. Ömer Alûş, I-II, Beyrut 1416/1995) ve aşere-i mübeşşerenin hayatına ait bölümler birleştirilerek el-ǾAşeretü’l-mübeşşere bi’l-cenne (Kahire, ts.) adları altında ayrıca yayımlanmıştır. Eserin siyer bölümü Muhammed Abdülhamîd (Agra 1891) ve Mahmûd Mehdevî Dâmgānî (Tahran 1369 hş.) tarafından Farsça’ya, S. Moinul Haq - H. K. Ghaazanfar tarafından İngilizce’ye (I-II, New Delhi, ts.) çevrilmiştir.

İbn Sa‘d’ın diğer eserleri de şunlardır: 1. Kitâbü’ŧ-Ŧabaķāti’ś-śaġīr. eŧ-Ŧabaķātü’l-kübrâ’dan önce ve onun planı mahiyetinde kaleme alınmış olduğu anlaşılmaktadır. İstanbul Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi’nde (nr. 435) bulunan nüshası 139 varaktır ve eŧ-Ŧabaķāt’taki şahısların isimleriyle hayatları hakkında çok kısa bilgiler içermektedir. 2. et-Târîħ. Zehebî, İbn Sa‘d’ın bu adla bir kitap yazdığını söylüyorsa da (AǾlâmü’n-nübelâǿ, X, 664; Teźkiretü’l-ĥuffâž, I, 425) diğer kaynaklarda böyle bir esere rastlanmamaktadır. 3. Aħbârü’n-nebî. Yalnız İbnü’n-Nedîm’in el-Fihrist’inde geçer (s. 151). Bununla ve yukarıdaki et-Târîħ’le, eŧ-Ŧabaķāt’ın başında yer alan siyer bölümünün kastedildiği sanılmaktadır. 4. el-Ķaśîdetü’l-ĥulvâniyye fi’ftiħâri’l-Ķaĥŧâniyyîn Ǿale’l-ǾAdnâniyyîn. Fuat Sezgin, İbn Sa‘d’a nisbet edilen bu kasideye Gāzî b. Yûsuf adlı bir kişinin şerh yazdığını ve Kahire’de bir yazma nüshasının bulunduğunu söylemektedir (GAS, I/2, s. 113). İbn Sa‘d’a, Hasan-ı Basrî’nin hayatına dair ez-Züĥrufü’l-ķaśrî fî tercemeti Ebî SaǾîd el-Baśrî gibi başka eserler de nisbet edilmekte, ancak haklarında herhangi bir bilgi verilmemektedir (Hediyyetü’l-Ǿârifîn, II, 11).

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1388/1968, II, 5; III, 5; V, 418, 424; VI, 413; VII, 346, 350, 351, 364; ayrıca bk. neşredenin girişi, I, 5-17; a.mlf., a.e. (nşr. Muhammed b. Sâmil es-Sülemî), Tâif 1414/1993, neşredenin girişi, I, 7-108; a.mlf., a.e. (nşr. Abdülazîz Abdullah es-Sellûmî), Tâif 1416/1995, neşredenin girişi, I, 7-62; a.mlf., a.e.: el-Mütemmim (nşr. Ziyâd M. Mansûr), Medine 1403/1983, neşredenin girişi, s. 17-81; Taberî, Târîħ (de Goeje), III, 1116-1117; İbn Ebû Hâtim, el-Cerĥ ve’t-taǾdîl, VII, 262; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 151; Hatîb, Târîħu Baġdâd, V, 321-322; İbn Hayr, Fehrese, s. 224-225; İbnü’s-Salâh, ǾUlûmü’l-ĥadîŝ, s. 357; Mizzî, Tehźîbü’l-Kemâl, XXV, 255-258; İbn Hallikân, Vefeyât (Abdülhamîd), III, 473; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, X, 664-667; a.mlf., Mîzânü’l-iǾtidâl, III, 560; a.mlf., Teźkiretü’l-ĥuffâž, I, 425; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 272-273; İbnü’l-Cezerî, Ġāyetü’n-Nihâye, II, 142; İbn Hacer, Tehźîbü’t-Tehźîb, V, 118-119; Sehâvî, el-İǾlân bi’t-tevbîħ, s. 601; Hediyyetü’l-Ǿârifîn, II, 11; J. Horovitz, el-Meġāzi’l-ûlâ ve müǿellifûhâ (trc. Hüseyin Nassâr), Kahire 1369/1949, s. 126-132; Abdülazîz ed-Dûrî, Ǿİlmü’t-târîħ Ǿinde’l-ǾArab, Beyrut 1960, s. 32-33; Sezgin, GAS (Ar.), I/2, s. 111-114; İbrâhim Ali Tarhan, “el-Cezîretü’l-ǾArabiyye fî kütübi’s-siyer evi’t-terâcim maǾa dirâse taĥlîliyye li-Kitâbi’t-Ŧabaķā-ti’l-kübrâ li’bn SaǾd”, Dirâsâtü târîħi’l-Cezîreti’l-ǾArabiyye-Meśâdiru Târîħi’l-Cezîreti’l-ǾArabiyye, Riyad 1379/1979, s. 143-181; Ömer Mûsâ, İbn SaǾd ve Ŧabaķātüh, Beyrut 1407/1987; Süleyman Genç, İbn SaǾd’in Hayatı ve Eserleri (yüksek lisans tezi, 1987), Dokuz Eylül Üniversitesi; Muhammed Câsim el-Meşhedânî, Mevâridü’l-Belâźürî Ǿani’l-üsreti’l-Ümeviyye fî Ensâbi’l-eşrâf, Mekke 1407/1986, I, 264-270; Ali Yardım, Peygamberimiz’in Şemâili, İstanbul 1997, s. 26, 29, 39, 45, 46, 459, 465, 483; ayrıca bk. İndeks; Sâlih Ahmed el-Alî, “Meśâdiru dirâseti târîħi’l-Kûfe fi’l-ķarni’l-İslâmiyyeti’l-ûlâ”, MMİIr., sy. 24 (1974), s. 137-171; E. Mittwoch, “İbn Sa‘d”, İA, V/2, s. 798; J. W. Fück, “Ibn SaǾd”, EI² (Fr.), III, 946-947; Abdülkerîm Gülşenî, “İbn SaǾd”, DMBİ, III, 480-482.

Mustafa Fayda