İ‘LÂM

(الإعلام)

Mahkemece verilen şer‘î hükmün kaydedildiği yazılı belge.

Sözlükte “bildirmek, öğretmek, işaret koymak” mânalarına gelen i‘lâm (çoğulu i‘lâmât), terim olarak şer‘î bir hükmü ve altında kararı veren hâkimin imza ve mührünü taşıyan yazılı belge demektir. Daha çok i‘lâmât-ı şer‘iyye olarak kullanılır. Her i‘lâm belgesi davacının iddiasını, dayandığı delilleri, davalının cevabını, varsa def‘in sebeplerini, verilen hükmün gerekçelerini ve nasıl karar verildiğine dair kayıtları ihtiva eder. İ‘lâm belgelerini diğer şer‘iyye sicilleri kayıtlarından ayıran en önemli özellik hâkimin verdiği kararı ihtiva etmesidir. Bu bakımdan da hüccet, mâruz vb. belgelerden farklıdır. Ancak örfî anlamda ve uygulamada, hüküm ihtiva etsin etmesin altında kadının imza ve mührünü taşıyan her belgeye i‘lâm denildiği ve bu sebeple arşivlerde birçok mâruzun i‘lâm diye kaydedildiği görülür. Şer‘iyye mahkemelerinde kadı yargılamayı tamamladıktan sonra verdiği kararı önce taraflara şifahî olarak bildirir, daha sonra kararın gerekçelerini de ihtiva eden bir i‘lâm tanzim ederek davacı ve davalıya birer sûretini verir; bir sûretini de sicile kaydeder.

Yapılan araştırmalar, Tanzimat öncesinde i‘lâmların her mahkemenin kadısı tarafından sak kitaplarındaki i‘lâm örnekleri esas alınarak hazırlandığını göstermektedir. Ancak merkezdeki bazı hususi i‘lâmların hazırlanması için, Dîvân-ı Hümâyun kalemlerinden olan beylikçiye bağlı i‘lâmcı diye özel bir kalemin


bulunduğu da hatırlatılmalıdır (Sertoğlu, s. 43). Tanzimat sonrasında ise hem hukukî muamelelerin istikrar içinde yürümesi hem de kadıların ehliyet açısından gittikçe zayıflamaları sebebiyle i‘lâmların hazırlanmasıyla ilgili özel kalemler teşkil edilmiştir. Meşîhat-ı İslâmiyye Dairesi’ndeki Fetvâhâne’nin üç kaleminden biri olan ve başında i‘lâmât-ı şer‘iyye mümeyyizi denilen bir âmirin bulunduğu i‘lâmat odası kadıların verdikleri i‘lâmları inceleyip kontrol etmekle görevlendirilmiştir. 1296 (1879) tarihli Senedât-ı Şer‘iyye Ta‘limât-ı Seniyyesi, mahkemelerin hazırlayacağı i‘lâm ve hüccetlerin tanzim esaslarını tedvin etmiştir. Aslında bu tâlimatla daha önce mevcut olup da yazılı halde bulunmayan bir kısım kurallar yazılı hale getirildiğinden tâlimattan önceki ve sonraki i‘lâmlarda ciddi bir farklılık söz konusu değildir (Düstur, Birinci tertip, IV, 83-85). Bu tâlimata göre şer‘iyye mahkemelerinde bir davanın seyrine ait bütün kayıtlar zabıt cerîdeleri denen dava tutanaklarına geçirilir. Şer‘î bir i‘lâmın hazırlanması için zabıt cerîdesinde bulunan kayıtlar esas alınarak i‘lâm müsveddesi “sakk-ı şer‘î” kaidelerine göre kaleme alınır. Zabıt kâtibi, i‘lâm müsveddesini yazdıktan sonra müsvedde, ilgili mercilerce (sadreyn kâtibi, mümeyyiz-i evvel ve başkâtip gibi) tashih edildikten sonra kadıya takdim edilir. Kadının tetkiki ve “yazıla” kaydını düşmesinden sonra i‘lâm kaleme alınır. Zabıt kâtibi ve ilgili diğer memurlar i‘lâmı inceleyip arkasını parafe eder ve kadının son tetkikinden sonra i‘lâm sicile kaydedilir.

Şer‘iyye mahkemelerinde tanzim edilen bir i‘lâmın şu temel özellikleri ihtiva etmesi gerekir: 1. Hâkimin imza ve mührü i‘lâmlarda alt tarafta yer alır. Araştırmalar, hem nazarî bakımdan hem uygulama açısından bu kuralı teyit etmektedir. Aksi iddialar belgelerin birbirine karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. Sakk-ı şer‘î kitaplarında, kullanılacak imza ve mühürlerle ilgili klasik ifadeler zikredilmiştir. Şer‘iyye sicillerinde i‘lâmın imza ve mühür kısmı deftere kaydedilmemekte, her kadının göreve başladığı gün deftere kaydettiği imza ve mührüyle yetinilmektedir. 2. Taraflar ve davanın görüldüğü yer formüle edilmiş ifadelerle tanıtılır. Önce davacının adresi, adı, babasının adı ve başka bir memleketten ise memleketi belirtilir; davanın görüldüğü yere niçin geldiği ve halen nerede oturduğu kaydedilir. Davalının ise sadece adı, unvanı ve babasının adı yazılır. 3. Davacının iddiası yani dava konusu yazılır. Davacının zabta geçirilmiş ifadeleri telhis edilir. 4. Davalının cevabı yani karşı davası, def‘i ve itirazları veya iddiayı kabulü belirli ifade kalıplarıyla yazılır. 5. İ‘lâmda kararın gerekçesi demek olan ispat vasıtaları (es-bâb-ı sübûtiyye) mutlaka yer alır ve ispat vasıtalarına göre kullanılan kalıplar da farklı olur. 6. İ‘lâmın son kısmını verilecek hükmün kalıp ifadeleri teşkil eder. İ‘lâmdaki ispat vasıtasının ikrar ve şahitlik olmasına göre “ilzam” veya “tenbih” ifadesi yahut her ikisinde de “hükmolundu, kazâ olundu” vb. ifadeler kullanılır. Bu tabirlerle i‘lâmlar diğer şer‘iyye sicili kayıtlarından kolaylıkla ayırt edilebilir. 7. Tarih ya Arapça olarak yazılır veya bugünkü tarih atma şekillerine benzer bir tarzda kaydedilir. 8. İ‘lâmlarda “şühûdü’l-hâl” başlığı altında şahitler listesinin verilmesi şart değildir. İspat vasıtası şahitlik ise i‘lâmın içinde veya sonunda şahitlerin ismi yazılabilir. İlk dönemlerde hüccetlerde olduğu gibi i‘lamlarda da şahitler yazılırken son zamanlarda ve özellikle ikrar yahut yemine dayanan i‘lâmlarda şahitler zikredilmemektedir. Konusu şikâyete bağlı olan i‘lâmlarda şikâyet edenlerin isimlerinin zikredildiği de vâkidir.

Mahkemenin verdiği kararlara i‘lâm denmesinin sebebi muhatabın icra makamları olmasındandır. Yargı görevini ifa eden mahkemeler verdikleri kararları icra makamına bildirmek (i‘lâm etmek) zorundadır. Osmanlı şer‘iyye mahkemelerinde kadılar verdikleri kararları, icranın başı olan padişaha veya onun mutlak vekili sayılan sadrazama yahut da onun yetkili kıldığı ehl-i örf denilen mülkî âmire i‘lâm etmek zorundadır. Bundan dolayı ve özellikle XVII. yüzyıldan itibaren i‘lâmların karar kısmında, “Huzûr-ı âlîlerine i‘lâm olundu”; “Tembih olunduğu huzûr-ı düstûrânelerine i‘lâm olundu ...” ifadeleri kullanılmaya başlanmıştır. İ‘lâmların başında, “Ma‘rûz-ı dâî-i devlet-i aliyyeleridir ki ...” vb. ifadelerle bazan sadece “ma‘rûz” ifadelerinin kullanılması da bu sebepledir. Bazı araştırmacılar, bu ifadelerden dolayı i‘lâmlarla bunlardan tamamen farklı bir belge çeşidi olan “ma‘rûz” veya “ma‘rûzât”ı birbirine karıştırmışlardır (Bayındır, s. 18 vd.).

İ‘lâmlar, sakk-ı şer‘î kitaplarında konularına göre bazı kısımlara ayrılıp tasnif edildiği gibi (Debbağzâde Nûman Efendi, s. 223-339) Şer‘iyye mahkemelerinin tuttuğu şer‘iyye sicil defterlerinde de yüz binlerle ifade edilebilecek i‘lâm sûretleri mevcuttur. Ancak bunlar, i‘lâmların aslı değil sûreti olduğundan bilhassa şekil şartları açısından i‘lâmlara ait bazı özelliklerden mahrumdur. Bunların i‘lâm olup olmadıkları muhtevadan anlaşılabilir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunanlar ise hem şekil hem muhteva bakımından i‘lâmların bütün özelliklerini taşımaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Debbağzâde Nûman Efendi, Câmiu’s-sak, İstanbul 1214, s. 223-339; Düstur, Birinci tertip, İstanbul 1289, I, 301 vd.; IV (1296), s. 78-82, 83-85; Mecelle, md. 1786, 1827; Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, İstanbul 1330, IV, 659-662, 718, 764-770, 868-869; Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 108; Hilmi Ergüney, Türk Hukukunda Lügat ve Istılâhlar, İstanbul 1973, s. 218; Abdülaziz Bayındır, İslâm Muhâkeme Hukuku (Osmanlı Devri Uygulaması), İstanbul 1986, s. 3-20; Mithat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügatı, İstanbul 1986, s. 43, 160; Ahmet Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, İstanbul 1988, I/1, s. 29-36; Pakalın, II, 51.

Ahmet Akgündüz