HUZUR MÜRÂFAASI

Osmanlılar’da itiraz edilen bir davanın sadrazamın huzurunda yeniden görülmesini ifade eden bir tabir.

Anadolu ve Rumeli kazaskerleriyle İstanbul, Üsküdar, Galata ve Eyüp (İstanbul ve bilâd-i selâse) kadıları huzurunda bakılan bir davayı taraflardan biri kabul etmezse davanın sadrazamın huzurunda yeniden görülmesi gerekir ve buna “huzur mürâfaası” veya “huzur muhâkemesi” denilirdi. Huzur mürâfaası cuma günü kazaskerlerin, çarşamba günü bilâd-ı selâse kadılarının Paşakapısı’nda (Sadâret Dairesi) hazır bulunmalarıyla haftada iki defa olurdu. Sadrazam kendi başkanlığında toplanan mürâfaa davalarına karar verirdi. Bu davalar, Dîvân-ı Hümâyun’un haftada dört gün toplandığı zamanlar divanda, bazan da sadrazamın ikindi divanında görülürken XVII. yüzyılın ikinci yarısından sonra Dîvân-ı Hümâyun seyrek toplanmaya başlayınca tamamen Sadâret Dairesi’ne intikal etti. Sadrazam davaları bizzat dinler, hüküm verir, bazan da kazaskerlere veya diğer kadılara dinletirdi (Tevkiî Abdurrahman Paşa, s. 501-503). Nitekim I. Abdülhamid zamanında Şâhin Ali Paşa’nın sadâretinde, Konya’da Mevlevî şeyhi olmak isteyen çelebilerin davaları sonunda huzur mürâfaasını gerektirmiş, sadrazam önce şeyh olmak isteyen mesnevîhan ile Karaman şeyhini mürâfaa etmiş, mesnevîhanın mal düşkünü olduğundan, Karaman şeyhinin de zalim tabiatlı olup ülü’l-emre itaat etmediğinden dolayı her ikisinin de şeyh olamayacağını kendilerine bildirdikten sonra Şeyh el-Hâc Mehmed Efendi’ye “müstakim” bir kimse olduğunu söyleyerek feraceyi giydirip şeyhliğe tayin etmiştir. Sadâret Arz Odası’ndan çıktıktan sonra mesnevîhan taraftarlarının münasebetsiz sözler söylediğini işiten sadrazam bunların hepsini Manisa’ya sürmüştür (Abdullah Lebîbâ, vr. 12a; Uzunçarşılı, s. 212).

II. Mahmud zamanında 1838’de sadâret başvekâlete çevirilip Dahiliye Nezâreti’nin de başvekâlete bağlanması üzerine başvekilin vazifesinin yoğunlaşması huzur mürâfaasında makam değişikliğine yol açtı. Başvekil bulunan Koca Rauf Paşa’nın huzur mürâfaasının alâkası sebebiyle şeyhülislâmın huzurunda yapılması talebi uygun görüldü. Ancak buradaki huzur mürâfaalarının çoğunluğu, “müste’min” denilen eman sahibi yabancı tüccarlarla ilgili davalar olduğundan Dîvân-ı Deâvî nâzırının haftada iki gün şeyhülislâmın huzurunda bakılan davalarda hazır bulunması kararlaştırıldı (Lutfî, V, 14). Şeyhülislâm başkanlığındaki huzur mürâfaalarına fetva emini, Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, İstanbul kadısı, Evkāf-ı Hümâyun müfettişi, fetvahâne müsevvidi katılırdı. Davanın daha önce görüldüğü mahkemenin hâkimi iki tarafı sorgular, hazır bulunan heyet ise mütalaasını bildirir, ona göre mahkeme sonuçlanırdı.

Mürâfaa davaları ayrıca Rumeli ve Anadolu kazaskerleri daireleriyle İstanbul kadılığında da görülmeye başlandı. Rumeli kazakerliğindeki davalar Anadolu’ya oranla daha yoğun olduğundan Rumeli kazaskerine ve İstanbul kadısına yardımcı olmak üzere birer müsteşar tayin edildi (a.g.e., VIII, 128). Huzur mürâfaaları, 1864’te Mecelle Cemiyeti’nin teşkili ve bir nizamnâmenin hazırlanmasıyla davalara “bidâyeten ve istînâfen” nizamî mahkemelerin bakması kararlaştırıldığından dolayı kaldırıldı. Fakat Şeyhülislâm Bodrumlu Ömer Lutfi Efendi’nin meşihati zamanında (1889-1891) Mecelle Cemiyeti lağvedilerek huzur mürâfaaları yeniden ihdas edildiyse de Ömer Efendi’nin azlinden sonra davalar yeniden nizamî mahkemelere intikal etti.

BİBLİYOGRAFYA:

Abdullah Lebîbâ, Târih, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2158, vr. 12a; Tevkiî Abdurrahman Paşa, Kanunnâme (MTM, I/1 [1331] içinde), s. 501-503; Lutfî, Târih, V, 14; VIII, 128; Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 153, 211 vd.; Pakalın, I, 865.

Mehmet İpşirli