HÜSN-i MATLAB

(حسن مطلب)

Talep ifadelerinin güzel olması anlamında edebiyat terimi.

Bedî‘ ilminde mânaya güzellik veren edebî sanatlardan sayılan hüsn-i matlab farklı terimlerle ifade edilmiş ve değişik tanımları yapılmıştır. Hüsn-i matlab terimini ilk kullananlardan Şerefeddin et-Tîbî (ö. 743/1342) onu “bir vesileden sonra maksada geçiş” diye tanımlar. Tîbî’nin çağdaşı İbn Kayyim el-Cevziyye’nin “Berâatü’l-matlab ve hüsnü’t-tevessül” başlığı altında, “talep (matlab) lafızlarının özenle seçilen, kendisinden istekte bulunulan şahsa övgü ve tâzim belirten sözlerden olması” şeklinde yapmış olduğu tanımlama Reşîdüddin Vatvât, Mahmûd el-Halebî, Şehâbeddin Ahmed en-Nüveyrî, Safiyyüddin el-Hillî, İbn Hicce ve Abdülganî en-Nablusî gibi birçok müellifin “hüsn-i taleb” veya “berâat-i taleb” adı altında söz konusu ettikleri türe uymaktadır. Ayrıca buradan, hüsn-i tevessül (güzel bir vesileyle talepte bulunmak) tabirinin hüsn-i matlabla eş anlamlı olduğu anlaşılmaktadır. Tîbî’nin verdiği şiir örneklerinin de hüsn-i talebe uygun olması “hüsn-i matlab, berâat-i matlab, ahsen-i matlab, hüsn-i tevessül, hüsn-i taleb, berâat-i taleb” tabirlerinin aynı edebî sanatın değişik adları olduğu kanaatini güçlendirmektedir. İbn Kayyim’in “matlab lafızları”, diğer müelliflerin “talep lafızları” tabirini kullanırken aynı tarifte birleşmeleri, ayrıca hüsn-i matlab ile hüsn-i taleb tabirlerinin aynı mânaya gelmesi, bedîiyyât türü şiir yazan şairlerin hüsn-i matlab veya berâat-i matlab adıyla ayrı bir bedî‘ türü zikretmemeleri, bunların aynı türün farklı adları olduğu kanaatini teyit etmektedir. Aslında bu sanatı “berâat-i taleb” adıyla ilk tanımlayanın MiǾyarü’n-nüžžâr müellifi İzzeddin ez-Zencânî (ö. 655/1257) olduğu ifade ediliyorsa da (Safiyyüddin el-Hillî, s. 318; İbn Hicce, s. 453) ondan önce Reşîdüddin Vatvât’ın (ö. 573/1177) “hüsn-i taleb” adıyla bu türden söz


ettiği görülmektedir (Ĥadâǿiķu’s-siĥr, s. 33-34).

Süyûtî’nin de belirttiği gibi (el-İtķān, II, 238-239; MuǾterakü’l-aķrân, I, 62) hüsn-i tehallus (berâat-i tehallus), hüsn-i matlab (ahsen-i matlab) ve hüsn-i taleb, olay ve konu arasındaki ilgiyi ifade etmeleri bakımından benzer türlerdir. Hüsn-i tehallus (berâat-i tehallus, hüsn-i hurûc, hüsn-i intikāl) genellikle kasidelerde övgüye geçerken, hüsn-i matlab yeni bir temaya başlarken düşürülen münasebet ifadeleri olduğu gibi hüsn-i taleb de (berâat-i taleb) talep ifadelerinin özenle seçilmiş, saygı belirten, isteği ima ve işaretle arzeden sözler olarak talebe münasip düşen geçiş ifadeleri demektir. Tîbî, “Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım isteriz” (Fâtiha 1/5) âyetinin ilk kısmı olan, “Ancak sana ibadet ederiz” cümlesini Allah’tan yardım talebine güzel bir vesile olduğu için hüsn-i matlaba, şu âyeti de hüsn-i matlab ile hüsn-i tehallusun birleşmesine örnek olarak zikreder: “Ey Muhammed! Onlara İbrâhim’in kıssasını anlat. İbrâhim babasına ve milletine, ‘Nelere tapıyorsunuz?’ demişti. ‘Putlara tapıyoruz, onlara bağlanıp duruyoruz’ demişlerdi. İbrâhim, ‘Çağırdığınız zaman duyarlar veya size bir fayda verirler mi?’ diye sormuştu. ‘Hayır, ama babalarımızı bu şekilde ibadet ederken bulduk’ demişlerdi. İbrâhim, ‘Eski atalarınızın ve sizin nelere taptığınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır; dostum ancak âlemlerin rabbidir. Beni yaratan da doğru yola eriştiren de O’dur. Beni yediren de içiren de O’dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek olan O’dur. Âhiret gününde yanılgılarımı bana bağışlamasını umduğum O’dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat” (eş-Şuarâ 26/69-83). Bu âyette putların kınanmasından Allah’ı methe geçerken, “Doğrusu onlar benim düşmanımdır; dostum ancak âlemlerin rabbidir” ifadesi, övgüye geçişte zıtlık ilgisinden faydalanılarak düşürülen güzel bir vesile, yergi ve övgü gibi iki zıt temayı kaynaştıran yerinde bir ilgidir. Ayrıca bu geçiş ve onu takip eden övgü ifadeleri de hikmet isteğine ve sâlihlerden olma talebine bir vesile teşkil ettiğinden âyet hem hüsn-i tehallus hem de hüsn-i matlab konusunda örnek gösterilmiştir.

Tîbî’nin zikrettiği Ebû Nüvâs’a ait şu kıta bu türün en güzel örneklerindendir: “Yâ rabbi! Her ne kadar günahlarım çok ve büyükse de ben biliyorum ki senin affın onlardan daha büyüktür. Sen sadece sâlihlere ümit veriyorsan günahkârlar kime dua etsin, kimden ümitvar olsun? Yâ rabbi! Emrettiğin gibi sana dua etmede ve yakarmadayım, sana uzanan ellerimi boş çevirirsen bana kim merhamet eder? Senin katında tek çarem senin güzel affına ümidim, inancım ve teslimiyetimdir” (Dîvân, s. 618; Tîbî, s. 464-465). Dualarda bu türle ilgili güzel ve bol malzeme bulmak mümkündür. Nitekim Âdem, Nûh, İbrâhim, Yûsuf, Hârûn, Yûnus, Eyyûb, Zekeriyyâ ve Îsâ gibi peygamberlerin dilinden nakledilenler başta olmak üzere Kur’an’da geçen dualarda hüsn-i matlab örnekleri bulunmaktadır (bk. Âl-i İmrân 3/190-194; el-Mâide 5/116-118; el-A‘râf 7/123, 150-151; Yûsuf 12/101; İbrâhim 14/37-41; el-Enbiyâ 21/83, 87).

Hz. Eyyûb’un, “Başıma bir belâ geldi, sen merhametlilerin en merhametlisisin” (el-Enbiyâ 21/83) meâlindeki duasında görüldüğü gibi talebin örtülü bir biçimde ifadesi de hüsn-i matlabın şartlarındandır. Safiyyüddin el-Hillî’nin, “İçimdeki hâceti bilmedesin, sen onu dilimle ifadeden münezzehsin” (Şerĥu’l-Kâfiyeti’l-bedîǾiyye, s. 316) anlamındaki beytinde olduğu gibi bedîiyyât sahiplerinin bu tür için nazmettiği örnek beyitlerin çoğunda bu özellik görülmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, I, 388; Ebû Nüvâs, Dîvân (nşr. Ahmed Abdülmecîd el-Gazâlî), Kahire 1953, s. 618; Reşîdüddin Vatvât, Ĥadâǿiķu’s-siĥr fî deķāǿiķi’ş-şiǾr (nşr. Abbas İkbâl), Tahran 1342, s. 33-34; Şehâbeddin Mahmûd el-Halebî, Ĥüsnü’t-tevessül ilâ śınâǾati’t-teressül (nşr. Ekrem Osman Yûsuf), Bağdad 1980, s. 255; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, VII, 135; Tîbî, et-Tibyân fî Ǿilmi’l-meǾânî ve’l-bedîǾ ve’l-beyân (nşr. Hâdî Atıyye), Beyrut 1407/1987, s. 464-466; Safiyyüddin el-Hillî, Şerĥu’l-Kâfiyeti’l-bedîǾiyye (nşr. Nesîb Neşâvî), Dımaşk 1403/1983, s. 316, 318-319; İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Fevâǿidü’l-müşevvaķ ilâ Ǿulûmi’l-Ķurǿân ve Ǿilmi’l-beyân, Kahire, ts. (Mektebetü’l-Mütenebbî), s. 257; İbn Hicce, Ħizânetü’l-edeb ve ġāyetü’l-ereb, Kahire 1304, s. 453-454, 458-459; Süyûtî, el-İtķān (Beyrut), II, 238-239; a.mlf., MuǾterakü’l-aķrân fî iǾcâzi’l-Ķurǿân (nşr. Ali M. el-Bicâvî), Kahire 1392/1973, I, 62; Âişe el-Bâûniyye, el-Fetĥu’l-mübîn fî medĥi’l-Emîn (İbn Hicce, Ĥizânetü’l-edeb ve ġāyetü’l-ereb içinde), Kahire 1304, s. 454-456; Nablusî, Nefeĥâtü’l-ezhâr Ǿalâ nesemâti’l-esĥâr fî medĥi’n-nebiyyi’l-muħtâr, Beyrut 1404/1984, s. 308-309; Ahmed Matlûb, MuǾcemü’l-muśŧalaĥâti’l-belâġıyye ve teŧavvürühâ, Bağdad 1406/1986, II, 442; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, el-MuǾcemü’l-mufaśśal fî Ǿulûmi’l-belâġa, Beyrut 1413/1992, s. 540; Muhammed Altuncî - Râcî el-Esmer, el-MuǾcemü’l-mufaśśal fî Ǿulûmi’l-luġa, Beyrut 1414/1993, I, 129, 287.

İsmail Durmuş