HÜSEYİN PAŞA, Deli

(ö. 1069/1658)

Girit serdarı ve sadrazam.

Bursa Yenişehir’de doğdu (Silâhdar, I, 178). Genç yaşta İstanbul’a gitti. Önce Eski Saray’da, ardından Topkapı Sarayı’nda eğitildi. Zülüflü baltacılar sınıfına girerek burada ağa dairesinde hizmet etti. Enderun’da bulunan pehlivanlar arasında adı geçen ve bedenen çok güçlü bir yapıya sahip olan Hüseyin Ağa, İran elçisinin kimsenin kuramayacağını iddia ettiği yayı kurunca IV. Murad’ın dikkatini çekti ve onun yakınları arasında yer aldı. Daha sonra küçük mîrâhurluğa, ardından da büyük mîrâhurluğa getirildi, buradan vezirlik rütbesiyle kaptan-ı deryâlığa tayin edildi (Haziran 1634). Donanma işlerini kethüdâsı Piyâle Bey’e bırakarak “derya kalemi”ne bağlı zeâmet ve timar sahipleriyle birlikte IV. Murad’ın yanında Revan Seferi’ne katıldı (1635). Revan Kalesi’nin fethinde özellikle topçuluktaki maharetiyle padişahın gözüne girdi. Daha sonra katıldığı Tebriz Seferi sırasında Mısır valisi oldu ve bu görevde bir yıl dokuz ay kadar kaldı. Mısır’da adı bazı suistimallere karışınca görevinden alındı, bir süre Çinili Köşk’te


hapsedildi, mal ve emlâkinin müsâdere edilmesiyle cezalandırıldı.

Kısa süre sonra eski itibarını elde ederek padişahın nedimi olan Hüseyin Paşa vezirlik rütbesini yeniden kazandı. 1638 Bağdat Seferi’ne padişah musâhibi olarak katıldı ve ordu Konya’ya yaklaşırken Anadolu beylerbeyiliğine getirildi. Bağdat muhasarasında iki kulenin ele geçirilmesinde, Bağdat sokaklarındaki çarpışmalarda ve iç kaledeki Narin Kule’nin alınmasında büyük hizmetleri görüldü. IV. Murad tarafından sefer dönüşünde tekrar kubbe vezirliğine tayin edildi. O sırada Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa aleyhindeki faaliyetlerde önemli rol oynadı ve sadâret kaymakamı Tabanıyassı Mehmed Paşa’nın öldürülmesi hadisesinde etkili oldu; ardından ondan boşalan kaymakamlığa getirildi (16 Aralık 1639). Ocak 1640’ta ikinci defa kaptanpaşalığa tayin edildi; aynı yıl içinde Karadeniz’de ticareti engelleyen Rus-Kazak korsanlarını takiple görevlendirildi. Ele geçirdiği otuz kadar korsan gemisini İstanbul’a gönderdi. Sekiz ay sonra Özi muhafızı oldu. Bu görevde iken Rus işgaline uğrayan Azak Kalesi’ni kurtarmakla vazifelendirildi. Maiyetinde Silistre kuvvetleriyle Kaptanıderyâ Siyavuş Paşa, yeniçeri kethüdâsı Haydar Ağazâde, Kırım Hanı Bahadır Giray ve Kefe Valisi Yûsuf Paşa olduğu halde Azak’ı kuşattı; ancak mühimmatın bitmesi ve Siyavuş Paşa ile olan anlaşmazlık yüzünden üç ay kadar sonra muhasarayı kaldırmak zorunda kaldı.

1642 Şubatında Bosna, ardından Bağdat valiliklerine getirilen Hüseyin Paşa, buralarda bir süreden beri bozulmuş olan asayişi sağladığı gibi Bağdat’ta Şat üzerindeki Kameriye Camii’ni onarttı. Tayin edildiği yerlerdeki başarılı hizmetlerinden dolayı itibarı yükseldi ve padişah musahipliği için Bağdat’tan çağrıldıysa da rakiplerinin tesiriyle İstanbul’da fazla kalamadı, Budin valiliğine tayin edildi. Bu arada Girit seferi başlamış, tayinler de hızlanmıştı. Hanya’nın fethi üzerine ikinci vezir rütbesiyle Hanya muhafızlığına getirildi. Emrindeki kuvvetlerle Anabolu’dan Girit’e hareket eden Hüseyin Paşa kuvvetli bir fırtına çıkması üzerine Benefşe Limanı’na sığındı. Venedik donanmasının tehdidinden orada kışlayacağı söylentisini yayarak kurtuldu; bir süre sonra İstanbul’dan gönderilen yedi kadırga ve on Rodos gemisinin himayesinde üç günde Hanya’ya ulaştı (1646). Burada önce devam etmekte olan Venedik saldırılarını önledi, özellikle Hanya-Tuzla arasında güvenliği sağladı; bu arada da Venedikliler’in teşvikiyle çeteler kurarak etrafı rahatsız eden atlı dağ köylülerine karşı adada 300 kişilik bir süvari birliği meydana getirdi. Daha sonra Girit serdarı Civan Kapıcıbaşı Mehmed Paşa’nın maiyetinde Suda kuşatmasına katıldı. Bu sırada serdarın ölümü üzerine vekâleten kuşatmayı sürdürdü, bir süre sonra da Girit serdarlığına getirildi (1646). Hüseyin Paşa hemen ordu erkânını toplayarak çok muhkem olmasından ve deniz tarafından donanmanın yetersiz kalmasından dolayı Suda Kalesi’nin muhasarasının kaldırılmasını teklif etti ve bu teklifi benimsendi. Daha sonra bu kalenin civarında bir miktar kuvvet bırakılarak Resmo’nun kuşatılması kararlaştırıldı. Hüseyin Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetleri kırk günlük bir kuşatmadan sonra 14 Kasım 1646’da Resmo Kalesi’ni fethetti. İstanbul’da büyük sevinçle karşılanan bu başarısı üzerine Sultan İbrâhim bazı hediyeler göndererek Hüseyin Paşa’yı tebrik etti. Böylece Hüseyin Paşa’nın Girit’e gelişinden sonra Kisamo, Apokorano, İstirni, Değirmenlik, Granbosa, Milapotomo ve Resmo gibi kale ve müstahkem mevkiler alınarak adanın doğu kısmı Türk hâkimiyetine girmiş oldu. Hüseyin Paşa Resmo’da bir kiliseyi Sultan İbrâhim adına camiye çevirip kendi adına da bir cami, medrese ve hamam inşa ettirdi. Ayrıca şehrin imarı için çeşitli tedbirler aldı.

Nisan 1647’de Kandiye’yi kuşatmak için Resmo’dan ayrılan Hüseyin Paşa önce şehir civarındaki müstahkem yerleri ele geçirdi. Kandiye adanın en müstahkem kalesiydi, içinde bol miktarda top ve tüfek vardı. Durum İstanbul’a bildirilmiş, top ve cephane istenmişti. Ancak Çanakkale Boğazı’nı kapatan Venedikliler Girit’teki Osmanlı kuvvetlerine yapılacak yardımı engelliyorlardı. Ayrıca o sıralarda hükümet merkezindeki karışıklıklar devlet erkânına Girit’teki sıkıntıyı âdeta unutturmuştu. Böylece bir yıldan fazla zaman geçti. Hüseyin Paşa bütün bunlara rağmen kuşatmayı sürdürdü. 13 Eylül 1649’da Kandiye Kalesi’ne yapılan üçüncü hücumdan da olumlu bir sonuç alınamadı. Fakat kale abluka altında tutulmaya devam edildi. Bu arada Hüseyin Paşa müstahkem Kandiye Kalesi’ni kontrol altında tutabilmek için yeni yapılacak bir kalenin planlarını ve masraf defterini İstanbul’a gönderdi. Fakat merkezden gerekli 250.000 kuruşu ödemenin imkânsız olduğu belirtilerek masrafı Girit vâridâtından karşılanmak üzere kalenin inşası hususunda serdar serbest bırakıldı. Bunun üzerine Hüseyin Paşa dört buçuk ayda İnâdiye Kalesi’ni inşa ettirdi.

Beş yıldır Girit’te bulunan Hüseyin Paşa bütün imkânsızlıklara rağmen yavaş yavaş adanın fethini gerçekleştirirken aldığı yeni idarî tedbirler, düzenlemeler ve âdil vergi sistemiyle halkı Türk idaresine ısındırmış, hatta bazılarının müslüman olmasını sağlamıştı. Onun bu faaliyetlerini kıskanan İstanbul’daki rakipleri tekrar entrikalara başladılar. İnâdiye Kalesi’nin inşası dolayısıyla eksilen Girit gelirlerini gözden geçirmek üzere adaya müfettiş gönderilmesi onu oldukça etkiledi. Bu arada uzunca bir süreden beri ulûfe alamayan asker de otağını yağmaladı. Bu isyanın planlayıcısı o sırada Rumeli beylerbeyi olan Zurnazen Mustafa Paşa idi. Bu hadise üzerine Hüseyin Paşa istifa ettiyse de kendisine görevinde kalması bildirildi; az sonra da 28 Şubat 1656’da Süleyman Paşa’nın yerine sadrazamlığa tayin edildi, mührü Girit’e gönderildi. Zurnazen Mustafa Paşa da sadâret kaymakamı oldu. Ancak sadâret mührü daha


Girit’e ulaşmadan Mustafa Paşa asaleten vezîriâzamlığa getirildi; böylece Hüseyin Paşa haberi bile olmaksızın azledilmiş sayıldı.

Hüseyin Paşa, Köprülü Mehmed Paşa’nın sadrazamlığı zamanında Kandiye muhasarasında başarısız olduğu ithamıyla Girit serdarlığından alınarak merkeze çağrıldı. Edirne’de IV. Mehmed tarafından huzura kabulü sadrazamı tedirgin etmişti. Köprülü, Girit’teki kuvvetlere gönderilen parayı kötüye kullanma ve Kandiye’nin fethinde gevşeklik gösterme gibi suçlamalarla kendisine rakip olarak gördüğü Hüseyin Paşa’yı ortadan kaldırmak istiyordu. Hatta bunun için dönemin şeyhülislâmı Bolevî Mustafa Efendi’den fetva istemiş, fakat alamamıştı. Şeyhülislâmdan başka Dârüssaâde ağasının ve Vâlide Turhan Sultan’ın da himayesi sayesinde Köprülü rakibini kaptan-ı deryâlığa tayine mecbur kaldı. Bu onun üçüncü kaptanpaşalığı idi.

Hüseyin Paşa, Köprülü’nün kendisi aleyhindeki emellerini bildiği için kaptanpaşalığı esnasında çok dikkatli davranıp herhangi bir şikâyete fırsat vermemeye çalışmış, hatta derya beylerinin kaptan-ı deryâya sunmaları gelenek olan hediyeleri bile almamıştı. Bunun üzerine Köprülü onu 13 Aralık 1658’de geniş yetkilerle Rumeli beylerbeyiliğine tayin etti. Bu görevi sırasında Hüseyin Paşa, kapı halkının masraflarını karşılamak üzere halktan bir miktar cerîme talep etmişti. Köprülü tarafından her hareketi takip edilen Hüseyin Paşa’nın bu talebi üzerine Filibe Kadısı Süleyman Efendi merkeze bir şikâyetnâme gönderdi. Ayrıca Rumeli’den bazı şikâyetçilerin de gelmesi üzerine Hüseyin Paşa görevden alınarak İstanbul’a çağrıldı. Aslında bu şikâyet olaylarının sadârette rakipsiz kalmak isteyen Köprülü’nün bir tertibi olduğu anlaşılmaktadır. Padişahın huzurunda sorgulanan Hüseyin Paşa, suçu sabit görülerek dostlarının ricasına rağmen Yedikule Zindanı’nda idam edildi (3 Rebîülâhir 1069/29 Aralık 1658). Bu olay halk arasında büyük bir infiale sebep olmuştur. Hüseyin Paşa’nın mezarı Yedikule dahilindeki has bahçede Yaldızlı (Mücevher) kapıdadır. Mezartaşı Üsküf serpuşlu olup kitâbesizdir. Oğlu Sarı Mustafa Paşa III. Ahmed’in kızı Sâliha Sultan’la evlenmiştir.

Halk arasında “Er”, atılganlığı, cesareti ve pervasızlığından dolayı da “Deli” lakabıyla tanınan Hüseyin Paşa güçlü vücut yapısına sahip bir vezirdi. Revan ve Bağdat kuşatmalarında özellikle Girit’in fethinde gösterdiği kahramanlıklarla halk arasında haklı bir şöhret kazanmıştı. Hanya, Kandiye ve Ayatodori kaleleri dışında Girit’in fethinde büyük payı olduğunda şüphe yoktur. Harp sanatında mahir, kararlarında isabetli bir kumandan olan Hüseyin Paşa Hanya, Resmo ve İnâdiye’de cami, mektep, medrese, tekke, hamam, çeşme vb. eserler yaptırmıştır (Silâhdar, I, 178 vd.). Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa Kandiye’nin fethini tamamladıktan sonra bir kiliseyi Deli Hüseyin Paşa adına camiye çevirterek kadirşinaşlık örneği göstermiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Peçuylu İbrâhim, Târih, II, 447; Kâtib Çelebi, Tuhfetü’l-kibâr (s.nşr. Orhan Şaik Gökyay), İstanbul 1973, s. 177, 180 vd., 193, 196, 214; a.mlf., Fezleke, II, 171, 221, 289, 357 vd.; Solakzâde, Târih, s. 757; Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, Ravzatü’l-ebrâr, Bulak 1248, s. 595; Mehmed Halîfe, Târîh-i Gılmânî, İstanbul 1346, s. 36; Vecîhî Hasan Efendi, Târih, Köprülü Ktp., Hâfız Ahmed Paşa, nr. 255, vr. 4b, 16a, 20a, 33a, 64a-b, 65a, 95a, 109b; Abdurrahman Abdi Paşa, Vekāyi‘nâme, TSMK, Koğuşlar, nr. 915, tür.yer.; Muhibbî, Ħulâśatü’l-eŝer, II, 123-124; Naîmâ, Târih, III, 33, 169, 400, 403, 405, 420, 428; IV, 157 vd., 201 vd., 380, 387, 417, 430 vd.; V, 22-24, 41 vd., 82, 213, 219-221, 273, 299, 388; VI, 50, 133, 149, 155, 158, 255, 315, 325-327, 384 vd.; D. Kantemir, Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi (trc. Özdemir Çobanoğlu), Ankara 1980, III, 398-399; Silâhdar, Târih, I, 178-180; Şeyhî, Vekāyiu’l-fuzalâ, I, 88, 89, 150, 151, 153; Sefînetü’l-vüzerâ, Süleymaniye Ktp., Hafîd Efendi, nr. 245, vr. 5b, 6a, 7b; Ayvansarâyî, Vefeyât-ı Selâtîn, s. 15; Hammer (Atâ Bey), IX, 209, 215, 231, 267; XI, 33, 34, 47; Atâ Bey, Târih, II, 217; Sicill-i Osmânî, II, 193-194; Mehmed Ziya, İstanbul ve Boğaziçi, İstanbul 1336, I, 86; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/1, s. 200, 206, 219 vd., 231, 262, 288, 290, 328 vd., 395, 420; III/2, s. 476; Danişmend, Kronoloji, III, 400 vd., 512, 549, 550; Ahmet Mumcu, Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, Ankara 1985, s. 105, 107; İsmet Parmaksızoğlu, “Hüseyin Paşa”, İA, V/1, s. 650-654; a.mlf., “Ĥusayn Pasha”, EI² (İng.), III, 626.

Mücteba İlgürel