HURKŪS b. ZÜHEYR

(حرقوص بن زهير)

(ö. 38/658)

Hakem Vak‘ası’nda Hz. Ali’ye muhalefet eden ilk Hâricî liderlerinden.

Temîm kabilesinin Benî Sa‘d koluna mensup olduğundan Sa‘dî nisbesiyle anılır. Ne zaman müslüman olduğu bilinmemekle beraber Hudeybiye’de bulunduğuna ilişkin rivayet doğru kabul edilirse (İbn Hacer, I, 320) 6 (628) yılından önce İslâmiyet’i kabul ettiği söylenebilir.

İran’ın fethi esnasında müslümanlarla barış antlaşması yapan Ahvaz’ı savunmakla görevli İranlı kumandan Hürmüzân’ın antlaşma şartlarını bozma tehdidinde bulunmasının ardından Basra Valisi Utbe b. Gazvân’ın durumu Halife Hz. Ömer’e bildirip yardım istemesi üzerine Hurkūs Ömer tarafından kumandan tayin edilerek Ahvaz’a gönderildi. İran ordusunu yenilgiye uğratıp Ahvaz’la birlikte Tüster yakınlarına kadar uzanan bölge-yi ele geçiren Hurkūs topladığı cizyeyi halifeye gönderdi. Daha sonra Hürmüzân’a karşı sürdürülen mücadelede Basralı ve Kûfeli kumandanların emrinde çeşitli görevler ifa etti (Taberî, IV, 76-79).

Hurkūs, Hz. Osman’ın yönetiminden şikâyetçi olup 35 (655-56) yılında Medine’ye giden 600’ü aşkın Basralı’ya öncülük yaptı (a.g.e., IV, 349). Hz. Ali’nin halife olmasından sonra Âişe, Talha ve Zübeyr’in öncülüğünde gelişen olaylarda onlara karşı Basra’yı savunan askerî birliğin başında bulundu. Basra’nın Talha ve Zübeyr kuvvetlerinin eline geçip Hz. Osman’ın şehid edilmesi olayına karışanlardan bir kısmının öldürülmesi üzerine Temîm kabilesinin himayesine girdi. Sıffîn Savaşı’nda kabilenin reisi Ahnef b. Kays’ın tesiriyle Hz. Ali’nin yanında yer aldı. Savaş sürerken hilâfet meselesinin hakemlere havale edilerek çözülmesi için Hz. Ali’ye teklif götürüp bunda ısrar edenler arasında bulunan Hurkūs, meselenin hakemlere havale edilmesine rızâ gösterdiği için Ali’yi günah işlemekle suçladı. Hz. Ali ile yaptığı şiddetli tartışmalarda ona karşı çıkışının Allah rızâsından başka bir gaye taşımadığını belirterek hilâfet konusundaki hükmün hakemlere değil Allah’a ait olduğunu savundu (İbn Kesîr, VII, 285). Buna karşılık Hz. Ali, Muâviye ile yazılı bir antlaşma yapıldığını ve ilâhî emre göre (en-Nahl 16/91) sözleşmelere uyulması gerektiğini söyleyerek asıl günahın antlaşmadan


caymak olduğunu anlatmaya çalıştıysa da Hurkūs fikrinden vazgeçmedi.

Ebû Mûsâ el-Eş‘arî Hz. Ali tarafından Dûmetülcendel’e gönderildiği sırada Abdullah b. Vehb er-Râsibî’nin evinde toplanan Hâricîler Kûfe’den ayrılmaya karar verdiler. Hurkūs bu toplantıda dünyaya meyledilmemesi ve zulme karşı çıkılması konusunda bir hutbe irat etti. Daha sonra söz konusu grup içlerinden Zeyd b. Hısn et-Tâî’yi emirliğe aday gösterdi. Zeyd bunu kabul etmeyince Hurkūs’a teklifte bulundular, o da kabul etmedi (a.g.e., VII, 285). Hurkūs, Hâricîler’in Nehrevan’da Hz. Ali’ye karşı giriştikleri savaşa yaya askerî birliklerin kumandanı olarak katıldı ve Abdullah b. Vehb er-Râsibî ile birlikte öldürüldü (38/658).

Huneyn veya Hayber Gazvesi ganimetlerini dağıttığı sırada Hz. Peygamber’i âdil davranmamakla itham eden ve Hâricîler’in ilki sayılan Zülhuveysıra et-Temîmî ile Hurkūs b. Züheyr’in aynı kişi olduğu konusunda bazı rivayetler bulunmaktadır (Demîrî, I, 330; İbn Hacer, I, 320). Diğer taraftan pazılarından birinde kadın memesi gibi sarkan bir et parçası bulunduğu için Züssüdeyye diye anılan, Nehrevan’da Hâricîler’le birlikte öldürüleceği Hz. Ali’ye daha önce Resûl-i Ekrem tarafından haber verildiği belirtilen, Ali’nin de savaşta ölenleri incelerken koltuğundaki işaretten kendisini teşhis ettiği söylenen kişinin Hurkūs’la aynı şahıs olduğu konusunda da bazı bilgiler nakledilmektedir (Bağdâdî, s. 76, 80-81; Şehristânî, I, 115). Ganimetleri taksim ederken Hz. Peygamber’e itiraz eden kişinin adı kaynaklarda Abdullah b. Zülhuveysıra, İbn Zülhuveysıra, Zülhuveysıra yahut “bir kişi” şeklinde geçmekte (Müsned, I, 380, 411; II, 219; III, 56, 65; Buhârî, “Edeb”, 95,“Menâķıb”, 25, “İstitâbetü’l-mürteddîn”, 7; Müslim, “Zekât”, 140-142, 148), bu rivayetlerde Hâricîler’in bazı özelliklerine temas edildikten sonra önderlerinin pazılarından birinde et parçası bulunan siyah bir kişi olduğu ifade edilmektedir. Bu kişiyle ilgili rivayetlerde Nehrevan’da öldürülen ve Resûl-i Ekrem’in belirttiği özellikleri taşıyan şahsı gördüğünü söyleyen Ebû Saîd el-Hudrî isim belirtmemiştir (Müslim, “Zekât”, 143). Heysem b. Adî’nin nakline göre Nehrevan’da öldürülen Züssüdeyye, Becîle kabilesinin Urene koluna mensup simsiyah ve asker içinde kötü kokan bir kişiydi (İbn Kesîr, VII, 290). Bu hususlar dikkate alındığında Benî Temîm kabilesinden Zülhuveysıra ile Becîle kabilesinin Urene koluna mensup Züssüdeyye’nin aynı kişi olmadığı, Hurkūs b. Züheyr’in ise her ikisiyle de alâkası bulunmadığı ortaya çıkmaktadır.

Hurkūs b. Züheyr müstesna Hudeybiye’ye katılan herkesin cennete gireceğine dair rivayetle (İbn Hacer, I, 320) bazı Hâricî kaynaklarında yer alan ve Hurkūs’un cennetle müjdelenenlerden olduğunu belirten rivayet (Şemmâhî, s. 49) siyasî görüşleri farklı zümrelerce uydurulmuş olmalıdır. Zira Hâricîler’in muhaliflerince nakledilen ilk rivayet sahih hadis kitaplarında yer almamaktadır. Bu konuda rivayet edilen hadis, hiçbir kimseyi istisna etmeden Hudeybiye’ye iştirak eden herkesin cennete gireceğini haber vermektedir (Müttakī el-Hindî, I, 102; XII, 40). Hâricîler tarafından nakledilen ikinci rivayete de sahih hadis kitaplarında rastlanmamaktadır. Esasen Hurkūs b. Züheyr’in sahâbî olmadığına işaret edenler de vardır. İbn Abdülberr’in el-İstîǾâb’ında Hurkūs b. Züheyr’e yer vermemesi de dikkat çekicidir. Onun sahâbî olduğunu belirten kaynaklar Taberî’nin bir rivayetine dayanmaktadır (Târîħ, IV, 76).

Hâricî fırkalarından Sufriyye’nin Hurkūs b. Züheyr’in tesirinde kaldığı kabul edilmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, I, 380, 411; II, 219; III, 56, 65; Buhârî, “Edeb”, 95, “Menâķıb”, 25, “İstitâbetü’l-mürteddîn”, 7; Müslim, “Zekât”, 140-142, 143, 148; İbn Hişâm, es-Sîre2, IV, 497; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, III, 33; IV, 230; Dîneverî, el-Aħbârü’ŧ-ŧıvâl, s. 204-210; Müberred, el-Kâmil (nşr. M. Ahmed ed-Dâlî), Beyrut 1406/1986, III, 1108-1109, 1190; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), IV, 76-79, 83-84, 349, 471-472, 489, 496; V, 72, 74-76, 85, 87; Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb (Abdülhamîd), III, 417-418; Bağdâdî, el-Farķ (Abdülhamîd), s. 76, 80-81, 91, 349; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 115; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 158, 218-219, 233, 238, 334, 337, 345-346; a.mlf., Üsdü’l-ġābe (Bennâ), I, 474; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, I, 285; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 83, 174, 237, 239, 284-285, 288, 290; Demîrî, Ĥayâtü’l-ĥayevân, I, 330-332; İbn Hacer, el-İśâbe, I, 320, 484-485; Şemmâhî, Kitâbü’s-Siyer, Kahire 1301, s. 49; Müttakī el-Hindî, Kenzü’l-Ǿummâl, I, 102; XII, 40; L. Veccia Vaglieri, “Ĥurķūś b. Zuhayr al-SaǾdī”, EI² (İng.), III, 582-583.

Mustafa Öz