HÜNKÂR İMAMI

Osmanlı sarayında görev yapan padişah imamlarına verilen ad.

Osmanlı sultanları vakit namazlarını genellikle saray mescidinde, cuma ve bayram namazlarını ise şehirdeki selâtin camilerinden birinde kılarlardı. Daha ziyade “imâm-ı sultânî, imâm-ı şehriyârî” unvanlarıyla anılan hünkâr imamı sarayda Ağalar Camii’nde namaz kıldırdığı gibi saray dışında padişahın gittiği camide ona vekâleten cuma ve bayram namazlarını da kıldırır, hutbe okurdu.

Hünkâr imamlığının hangi tarihte ortaya çıktığı kesin olarak tesbit edilememekle birlikte ikinci Osmanlı padişahı Orhan Bey’in İshak Fakih adında bir imamının bulunduğu bilinmektedir (Âşıkpaşazâde, s. 56, 84). Mevlid sahibi Süleyman Çelebi de bir süre Yıldırım Bayezid’in Dîvân-ı Hümâyun imamlığında bulunmuştur (İA, XI, 177). Uzun müddet sarayda görevli imam sayısı bir iken IV. Mehmed’in (1648-1687) imamı İbrâhim Efendi zamanında ikinci imamlık ve muhtemelen XVIII. yüzyıl başlarında üçüncü imamlık ihdas edilmiştir. Birinci imama “başimam” da denirdi. Birinci imamlığa tayin edilenler sarayda, diğerleri sadrazam huzurunda kürk giyerlerdi. Başimamdan boşalan kadroya genellikle ikinci imam getirilirdi.

Çok iyi yetişmiş olması gereken hünkâr imamının ayrıca güzel bir sese ve makam


bilgisine de sahip olması istenirdi. Bu görevde bulunanların padişaha namaz kıldırmanın yanı sıra bayram tebrikleşmelerinde ve cülûs törenlerinde dua etme, ramazanın on beşinci günü yapılması mutat olan hırka-i şerîf ziyaretlerinde aşr-ı şerif okuma, hünkâr cenazelerinin yıkanmasında bulunma ve şeyhülislâmın izniyle cenaze namazını kıldırma gibi görevleri de vardı.

Hünkâr imamı yüksek maaş alan bir devlet görevlisiydi. En aşağı derecede bulunanlara müderrislik pâyesi verilirdi. Ancak içlerinde kazaskerlik rütbesinde olanlar da vardı. Nitekim III. Murad’ın imamı Abdülkerim Efendi ile I. Ahmed’in imamı ve Zübdetü’t-tevârîh müellifi Sâfî Mustafa Efendi kazasker rütbesinde bulunuyorlardı. Hünkâr imamlarına yevmiyelerinden başka her yıl yazlık ve kışlık elbise bedeli de verilirdi. Bunların içinde Pîrîzâde Mehmed Sâhib ve oğlu Osman Sâhib gibi kazaskerliğe, hatta şeyhülislâmlığa kadar yükselenler bulunduğu gibi eser sahibi olanlar da vardı. Hünkâr imamlığı varlığını devletin sonuna kadar sürdürmüş ve devlet protokolündeki yerini korumuştur (Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye Salnâmesi: 1302, s. 134 vd.).

BİBLİYOGRAFYA:

Âşıkpaşazâde, Târih, s. 56, 84; Selânikî, Târih (İpşirli), I, 347, 354; Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekāyiât (nşr. Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, s. 212, 259, 806, 817, 837; Râşid, Târih, IV, 49; Çeşmizâde, Târih (nşr. Bekir Kütükoğlu), İstanbul 1993, s. 52; D’Ohsson, Tableau général, VII, 8-9; Teşrîfât-ı Kadîme, s. 16, 115-116; Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye Salnâmesi: 1302, s. 134 vd.; Sicill-i Osmânî, III, 187, 431; IV, 718-720; İlmiyye Salnâmesi, tür.yer.; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s. 373-374; İsmail Hakkı Baykal, Enderun Mektebi Tarihi, İstanbul 1953, s. 82-83; Sertoğlu, Tarih Lügatı, s. 156; Pakalın, I, 869; Neclâ Pekolcay, “Süleyman Çelebi (Dede)”, İA, XI, 177.

Cahid Baltacı