HİŞÂM b. HAKEM

(هشام بن الحكم)

Ebû Muhammed Hişâm b. el-Hakem el-Vâsıtî (ö. 179/795)

Ca‘fer es-Sâdık ve oğlu Mûsâ el-Kâzım döneminde İmâmiyye kelâmının en önemli temsilcisi.

Vâsıt’ta doğdu. Buradan Kûfe’ye giderek Benî Şeybân kabilesi arasında yaşadı. Önceleri Cehm b. Safvân’a intisap ettiği, İslâm’ın tevhid ve nübüvvet görüşlerini çürütmeye çalışan Seneviyye’nin önemli isimlerinden Ebû Şâkir ed-Deysânî’nin öğrencisi olduğu rivayet edilmektedir (Ebû Ca‘fer et-Tûsî, İħtiyâru maǾrifeti’r-ricâl, s. 278). Medine’de Ca‘fer es-Sâdık’la görüşen Hişâm onun yakın ilgisine mazhar olduktan sonra Şîa’ya geçti. Ardından Ebû Şâkir ve diğer Deysânîler’e karşı yürütülen münakaşalara katıldı. Kûfe’de meşhur İbâzî kelâmcısı Abdullah b. Yezîd ile ortak ticaret yaptı. 148’de (765) vefat eden Ca‘fer es-Sâdık’ın büyük oğlu Abdullah’ın imâmetini reddederek Mûsâ el-Kâzım’ı destekledi ve onunla yakın münasebet kurdu.

Hişâm b. Hakem, Halife Hârûnürreşîd devrinde (786-809) Bağdat’a giderek ticaretle meşguliyetini burada da sürdürdü. Devrinin önde gelen Mu‘tezile âlimlerinden Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf ve Ebû Bekir el-Esam ile tartışmalar yaptı; hayatının son dönemlerinde Yahyâ b. Hâlid el-Bermekî’nin huzurunda yapılan kelâm münazaralarına katıldı, bir kısmına başkanlık etti. Bir rivayete göre Hârûnürreşîd, düşüncelerini zararlı bulduğu ve Mûsâ el-Kâzım’la olan ilişkilerini sakıncalı gördüğü için Hişâm’ı hapsettirdi. Bu yüzden bazı Şiîler, Mûsâ el-Kâzım’ın öldürülmesinden aşırı fikirleri dolayısıyla Hişâm’ı da sorumlu tutmuşlardır. Hârûnürreşîd


tarafından Bermekî ailesinin nüfuzuna son verilmesinin ardından siyasî gelişmelerden kaygılanarak gizlenmek zorunda kalan Hişâm kısa bir müddet sonra öldü (179/795). Bazı rivayetlerde ölüm tarihi olarak 186 (802) veya 199 (814-15) yılları gösterilmişse de bunlar isabetli görülmemiştir. Nitekim Mûsâ el-Kâzım’dan sonra imam olan Ali er-Rızâ döneminde Hişâm’la ilgili hiçbir rivayete rastlanmamaktadır.

Cisim terimini cevhere yakın bir anlamda var olan her şey için kullanan Hişâm Allah’ı üç boyutlu, insan büyüklüğünde bir cisim kabul etmiştir. Hişâm’a göre Allah saf gümüş veya yuvarlak inci gibi parıldayan bir nurdur. Mekân yokken Allah vardı; sonra O’nun hareketinden arş denilen kendi mekânı oluştu. Allah arşa temas eder ve onu tam olarak doldurur. Allah’ın rengi, kokusu ve dokunması vardır, fakat bunlar birbirinden farklı ve zâtından ayrı şeyler değildir. O mutlak renktir ve en güzel sûrete sahiptir. O’nunla cisimler arasında bu türden bazı benzerlikler olmasaydı cisimler kendisine delâlet etmezdi. Bu düşünceleri sebebiyle Hişâm Müşebbihe ve Mücessime’den sayılmış; hatta Gāliyye’den olmakla da suçlanmıştır. Kaynaklar, Hişâm b. Hakem’in bu antropomorfik görüşleriyle daha sonra benzer iddialarda bulunan Hişâm b. Sâlim el-Cevâlîkī üzerinde etkili olduğunu belirtir.

Hişâm, Allah’ın sıfatları konusunda da yaygın kabullere uymayan görüşler ileri sürmüştür. Buna göre Allah’ın nesne ve olayları ezelde bilmesi mümkün değildir, çünkü bu takdirde onların da ezelî olması gerekirdi. Yine O’nun ilmi kulların ihtiyarî fiillerine önceden taalluk etmez, aksi halde insanlar için irade hürriyeti ve sorumluluktan söz edilemezdi. Allah toprağın altındaki gizli şeyleri, kendisinden yayılan ve toprağın derinliklerine nüfuz edebilen bir ışın sayesinde bilir. Kural olarak sıfatın da bir sıfatı olmaz; bu sebeple Allah’ın sıfatları başka sıfatlarla nitelenemez; dolayısıyla O’nun hayat, sem‘, basar, irade, kudret gibi sıfatları için kadîm veya hâdis, zâtının aynı veya gayridir denemez. Kur’an’ın da yaratılmış veya yaratılmamış olduğu söylenemez; bununla birlikte Kur’an’ın okunması yaratılmıştır.

Kulların ihtiyarî fiilleri konusunda Hişâm’dan nakledilen görüşler çelişkilidir. Bir rivayette bu fiillerin Allah tarafından yaratıldığı belirtilirken diğer bir rivayette bunların şey veya cisim olmayıp mânalardan ibaret bulunmaları sebebiyle yaratmaya konu teşkil etmedikleri ifade edilmiştir. Abdülkāhir el-Bağdâdî’nin kaydettiğine göre Hişâm b. Hakem, daha sonra Nazzâm tarafından benimsenen bazı görüşler de ileri sürmüştür. Meselâ kelâmcılara ait genel bir telakki olan parçalanmayan cüz (atom) görüşünü reddetmiş, cisimlerin iç içe bulunması ve iki latif cismin aynı mekânı işgal etmesinin mümkün olduğunu söylemiştir (el-Farķ, s. 68).

Hişâm’ın geliştirdiği imâmet düşüncesi İmâmiyye doktrininin esasını teşkil eder. Buna göre bütün dinî konularda herkese gerçekleri öğretecek olan, Allah tarafından hidayete erdirilmiş bir imama daima ihtiyaç vardır. İmam peygamberin vasîsi olup söz ve davranışlarında yanılmazdır; buna karşılık peygamberlerin vahiy ile uyarılmaları ve bu sayede hatalarını düzeltmeleri mümkün olduğundan günah işlemeleri de mümkündür. Hişâm, bu düşünceden hareketle Resûl-i Ekrem’in Bedir Gazvesi sonunda esirlerden fidye alması sebebiyle günah işlediğini, fakat Allah tarafından bağışlandığını ileri sürer. Hişâm’ın peygamberlere imamlardan daha aşağı seviyede bir yer veren bu düşüncesi İmâmiyye arasında bile tekfire kadar varan bir eleştiriye sebep olmuşsa da kendisi bu kanaatinden vazgeçmemiştir. Hişâm’a göre Ebû Zer el-Gıfârî, Ammâr b. Yâsir ve Mikdâd b. Esved gibi birkaç sahâbînin dışında İslâm ümmetinin çoğunluğu Ali’nin imâmetini kabul etmeyip Ebû Bekir’e biat ettiği için sapıklığa düşmüş ve irtidad etmiştir. Vâkıfe’nin mehdînin zuhurunu beklemesine de karşı çıkan Hişâm imamların kıyamete kadar Ali ve Fâtıma soyundan geleceğini, her imamın kendi halefini nassa dayanarak belirleyeceğini ileri sürmüştür. İmama itaat edenler gerçek mümin, karşı gelenler ise kâfirdir. İmamlar ve müminler takıyye uygulamakla mükelleftirler. İmamın izin vermediği her türlü ayaklanma gayri meşrûdur. Sahâbe hakkında hüsnüzan beslemek gerekmez, zira onlar da birbiriyle savaşmış, birbirini öldürmüşlerdir.

Hişâm’ın düşüncelerinde çok defa bir istikrarsızlık görülmektedir. Nitekim Eş‘arî’nin naklettiğine göre Hişâm Allah hakkındaki düşüncesini bir yıl içinde beş defa değiştirmiştir (Maķālât, s. 33). Hişâm’ın ölümünden sonra görüşleri öğrencileri Yûnus b. Abdurrahman, Muhammed b. Halîl es-Sekkâle, İbn Şâzân en-Nîsâbûrî tarafından devam ettirilmişse de İmâmiyye hadisçilerinin yanında sonraki İmâmî kelâm ekolleri Hişâm ve takipçilerinin düşüncelerini reddetmişlerdir. Özellikle Mu‘tezile kelâmının zaman içinde gelişip IV. (X.) yüzyıldan itibaren Şîa tarafından kabul görmesiyle Hişâm’ın Hişâmiyye (Hakemiyye) diye anılan ekolü tamamen ortadan kalkmıştır. Muahhar İmâmiyye doktrininde Hişâm’ın görüşlerinin tenkide tâbi tutulup reddedilmesine rağmen yine de bu mezhebin genel tavrı Hişâm’ın lehinde olmuştur.

Hişâm b. Hakem’in imâmet, tevhid ve diğer kelâm konularında muhaliflerine reddiye olarak kaleme aldığı otuz civarında eseri bulunduğu kaydedilmektedir. Bir kısmı Kitâbü’t-Tevĥîd, Kitâbü’l-İmâme, Kitâbü’r-Red Ǿalâ aśĥâbi’l-iŝneyn, Kitâbü’r-Red Ǿalâ Hişâm el-Cevâlîķī, Kitâbü’r-Red Ǿale’z-zenâdıķa, Kitâbü’r-Red Ǿalâ aśĥâbi’ŧ-ŧabâǿiǾ, Kitâbü’r-Red Ǿale’l-MuǾtezile, Kitâbü’r-Red Ǿalâ Arisŧoŧâlîs fi’t-tevĥîd, Kitâbü’r-Red Ǿalâ men ķāle bi-imâmeti’l-mefżûl, Kitâbü İħtilâfi’n-nâs fi’l-imâme gibi başlıklar taşıyan bu eserlerden hiçbiri günümüze ulaşmamıştır (çalışmalarının geniş bir listesi için bk. İbnü’n-Nedîm, s. 224; Ebû Ca‘fer et-Tûsî, el-Fihrist, s. 208). Onun Kitâbü İħtilâfi’n-nâs fi’l-imâme’sinin Hasan b. Mûsâ en-Nevbahtî’nin Fıraķu’ş-ŞîǾa adlı eserine kaynak teşkil ettiği sanılmaktadır. Hişâm’ın muhalifleriyle yaptığı tartışmaları Şiî ve Sünnî kelâm kitaplarında kısmen takip etmek mümkündür.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Kuteybe, ǾUyûnü’l-aħbâr (Tavîl), II, 157; a.mlf., Teǿvîlü muħtelifi’l-ĥadîŝ (nşr. M. Zührî en-Neccâr), Kahire 1386/1966, s. 48-49; Hayyât, el-İntiśâr, s. 37, 85, 101, 113, 114; Ebû Halef el-Kummî, Kitâbü’l-Maķālât (nşr. M. Cevâd Meşkûr), Tahran 1963, s. 88-89, ayrıca bk. neşredenin ta‘likatı, s. 231-233; Nevbahtî, Fıraķu’ş-ŞîǾa, s. 66; Eş‘arî, Maķālât (Ritter), s. 31-33, 48, 207-208; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 223-224; Bağdâdî, el-Farķ (Abdülhamîd), s. 65-68; İbn Hazm, el-Faśl (Umeyre), V, 40, 193; Ebû Ca‘fer et-Tûsî, el-Fihrist, Beyrut 1403/1983, s. 207-208; a.mlf., İħtiyâru maǾrifeti’r-ricâl (nşr. Hasan el-Mustafavî), Meşhed 1348 hş., s. 255-280; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 184-185; İbnü’l-Murtazâ, Ŧabaķātü’l-MuǾtezile, s. 54; İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, VI, 194; Nûrullah et-Tüsterî, Mecâlisü’l-müǿminîn, Tahran 1365, I, 358-371; Ali Sâmî en-Neşşâr, Neşǿetü’l-fikri’l-felsefî fi’l-İslâm, Kahire 1977, II, 168-207; W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. E. Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s. 234-237; AǾyânü’ş-ŞîǾa, X, 264-265; A. S. Tritton, İslâm Kelâmı (trc. Mehmet Dağ), Ankara 1983, s. 77-80; Ziriklî, el-AǾlâm, VIII, 85; Abdullah Ni‘me, Hişâm b. el-Ĥakem, Beyrut 1405/1985; “Hişâm”, İA, V/1, s. 541; W. Madelung, “Hishām b. al-Ĥakam”, EI² (İng.), III, 496-498.

Mustafa Öz