HİNDİSTAN HİCRET HAREKETİ

I. Dünya Savaşı’ndan sonra Hintli Müslümanların Afganistan’a hicret etmelerini teşvik için ortaya çıkan hareket.

Bu hareketi ortaya çıkaran şartlar Hindistan Hilâfet Hareketi ile doğrudan alâkalıdır ve aynı şekilde dinî-siyasî muhteva taşımaktadır. İngiltere Başbakanı Lloyd George’un, Osmanlı Devleti’nin dinî-siyasî statüsünün değişmemesi ve halifenin kutsal topraklardaki haklarının korunması için kendisine başvuran Hindistan Hilâfet Hareketi heyetine verdiği sert cevap Hint müslümanlarını şaşkınlığa uğrattı (Mart 1920). Böylece I. Dünya Savaşı sonrasında İtilâf devletlerinden özellikle İngiltere’nin Osmanlılar’a karşı takındığı tutum bazı Hintli müslümanlar arasında, Osmanlı halifesi ve devletine revâ görülen muamelelerden sonra hâlâ Hindistan’da yaşamaya devam edip etmemenin dinen uygunluğu hususunda bir tartışmaya yol açtı. Esasen Hindistan’da İngiliz hâkimiyetinin yerleşmeye başlamasıyla birlikte görülen bu gelişme geleneksel dârülislâm-dârülharp tartışmasının bir uzantısıydı. Ancak Hicret Hareketi her ne kadar Hilâfet Hareketi’nin bir neticesi ise de liderleri arasında görüş farklılıkları mevcuttu. Bir kısım ulemâ Hindistan’ın dârülharb sayılamayacağını, dolayısıyla hicrete gerek bulunmadığını savunuyordu. Cem‘iyyet-i Ulemâ-i Hind, Diyûbendî ve Birîlvî ekollerine mensup pek çok âlim, hicret gibi hayatî bir karara ancak dinî mükellefiyetlerin serbestçe yerine getirilemediği durumlarda son çare olarak


başvurulması gerektiğini söylüyordu. Buna karşılık Âzâd Sübhânî, Senâullah Amritsârî ve İslâmâbâdlı Münîrüzzaman gibi hicret taraftarları, İngilizler’in Hindistan’ı işgal etmelerinden itibaren ülkenin dârülharp ve hicretin de dinî bir yükümlülük haline geldiğini ileri sürdüler. Artık bu noktada Hindistan müslümanları ya cihat ya da hicret etmek zorundaydılar; fakat cihat mümkün olmadığına göre tek yol hicretti. Bu görüş Ebü’l-Kelâm Âzâd ve Mevlânâ Muhammed Ali gibi etkili kişiler tarafından da desteklendi. Ebü’l-Kelâm Âzâd bir fetva yayımlayarak Afganistan’a hicretin vâcip olduğunu, Hindistan’da sadece geçerli bir mazereti bulunanlarla mücadeleyi sürdürmek isteyenlerin kalabileceğini söyledi (Teberrükât-ı Âzâd, s. 203-204).

Hicret temayüllerinin güçlenmesi üzerine kampanyalar düzenlendi ve çeşitli şehirlerde hicret büroları açıldı; özellikle cami ve medreselerde yoğun bir propaganda başlatıldı. Hareketin en hararetli savunucusu Amritsar’dan Gulâm Muhammed Azîz adlı bir gençti. Sonradan Azîz Hindî ismiyle tanınan Gulâm Muhammed müslümanların bu harekete katılmalarını sağlayabilmek için büyük gayret gösterdi; hatta ilk günlerde yola çıkanlara yardımcı olunacağına dair Afgan hükümetinden destek sözü aldı. Hicret taraftarlığına tesir eden faktörlerden biri de Hindû toprak ağalarının, fakir halkın Afganistan’da daha iyi imkânlara kavuşacağı ümidini istismar ederek ucuz toprak satın alma hesaplarıyla yaptıkları teşviklerdir. Osmanlı Devleti’ne kabul ettirilen Sevr Antlaşması’nın (20 Mayıs 1920) açıklanmasından kısa bir müddet sonra Afganistan sınırına insan akını başladı. Ağustos 1920’ye gelindiğinde 25.000’e yakın kişi sınırı geçmişti. Afgan hükümeti önceleri muhacirlerin iç siyasete karışmamaları şartıyla bu durumu hoşgörü ile karşıladı; ancak daha sonra bu kadar insanla başa çıkamayacağını düşünerek sınırları kapattı. Bazı kaynaklarda, bu amaçla yola çıkanların sayısı 500.000 ile 2 milyon arasında tahmin edilmekteyse de (Briggs, XX/2 [1930], s. 168) daha gerçekçi verilere göre bu rakamın 60.000 civarında olduğu sanılmaktadır. Kadın ve çocukların çoğunlukta bulunduğu muhacirler yüzlerce kilometrelik yol boyunca açlık, aşırı sıcaklık ve çeşitli hastalıklarla mücadele ettiler. Bunların çektikleri sıkıntılar ve Afganistan’da karşılaştıkları beklenmedik durumlardan dolayı 20.000 kadarı geri döndü; ancak daha önce bütün mülklerini ellerinden çıkardıkları için zor duruma düştüler. Geri kalanların pek çoğu yollarda telef oldu; çok az bir kısmı da Orta Asya’ya ve Türkiye’ye gitmeyi tercih etti.

Tamamen hissiyatın hâkim olduğu bir ortamda acele ile ve düzensiz bir şekilde başlatılan hicret hareketi sonuçta tam anlamıyla bir faciaya dönüşmüş ve hem katılanları hem de onların yakınlarını perişan etmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

India Office Library and Records (London), Public Series (1920); Muhammed Ali, Freedom of Faith and its Price, London 1920, s. 117; Gulâm Hüseyin Suhte, Destân-ı Hicret, Amritsar 1921; P. C. Bamford, The Histories of Nonco-operation and The Khilafat Movements, Delhi 1925, s. 158; A. Toynbee, Survey of International Affairs of 1925, London 1927, V/1, s. 255; Ebü’l-Kelâm Âzâd, Teberrükât-ı Âzâd (nşr. G. R. Mihr), Haydarâbâd 1959, s. 203-204; Mushir U. Haq, Muslim Politics in Modern India 1857-1947, Lahor, ts., s. 99, 122-124; W. C. Smith, Modern Islam in India, Lahore 1963, s. 226; Azîz Hindî Amritsarî, Teĥrîk-i Hicret ki Târîħ (nşr. S. R. A. Ca‘ferî, Evrâķ-ı Gumgeşteh içinde), Lahor 1968, s. 753-932; Iqtidar Husain Qureshi, Ulema in Politics, Karachi 1972, s. 262-265; Azmi Özcan, Pan-İslâmizm, Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ve İngiltere 1877-1924, Ankara 1997, s. 241-243; a.mlf., “İngiliz Yönetimi Altındaki Hindistan’da Dârü’l-İslâm-Dârü’l-Harb Tartışmaları”, Yeni Toplum, I, İstanbul 1992, s. 140-146; F. S. Briggs, “The Indian Hijret of 1920”, MW, XX/2 (1930), s. 164-168; M. N. Qureshi, “The Ulama of British India and the Hijrat of 1920”, Modern Asian Studies, XII/1, Cambridge 1979, s. 41-59.

Azmi Özcan