HIFZISSIHHA

(حفظ الصحّة)

Sağlık bilgisi ve sağlığın korunmasıyla ilgilenen tıp dalı.

Hıfzıssıhha (hıfzu’s-sıhha) tıp ilmiyle paralel bir gelişme göstermiş ve çok eski dönemlerden itibaren onun bir dalı olarak kabul edilmiştir. İslâm tıp literatüründe tedbîrü’s-sıhha adıyla da geçer. Günümüzde Araplar, Türkçe’de son zamanlarda kullanılan “koruyucu hekimlik” tabirine benzer şekilde “et-tıbbü’l-vikāî” de demektedirler. Batı dillerindeki karşılığı olan hijyen ise (hygiene) Grek mitolojisindeki sağlık tanrısı Asklepios’un (Esculape) kızı ve yardımcısı Hygieia’dan gelmektedir.

Hemen hemen bütün dinler genelde insan sağlığıyla ilgilenmiştir; meselâ yaşayan dinlerden Budizm’in hıfzıssıhha üzerine birtakım prensipler ortaya koyduğu görülür. Budistler’in uyması gereken emirler arasında öldürmemek, zarar vermemek, içki ve uyuşturucu kullanmamak da vardır. Hıfzıssıhhaya vahye dayanan dinlerde daha fazla önem verildiği görülür. Kitâb-ı Mukaddes’te ve yahudi şeriatının temel kitaplarında konuyla ilgili birçok esas yer almaktadır. Eski Ahid’in çeşitli bölümlerinde fizikî temizlik öngörülür. İhtilâm olan askerlerin yıkanıncaya kadar ordugâha gelmemeleri emredilir. Defi hâcette bulunmak için ordugâhın dışına çıkılması, kişinin silâhlarıyla birlikte yanında taşıyacağı bir çomakla yere bir çukur açması ve işi bitince üstünü kapatması istenir (Tesniye, 23/13-15). Savaştan sonra orduda veba salgını çıktığında askerlerin yedi gün süreyle ordugâhın dışında konaklamaları, kendilerinin, getirdikleri esirlerin ve bir düşman öldürmüş veya bir ölüye dokunmuş olan herkesin yıkanması, elbiseleriyle bütün deri, keçe ve ahşap eşyayı temizlemeleri, ateşe dayanıklı madenî eşyanın tamamını ateşten geçirmeleri emredilmekte ve ancak yedinci gün tekrar yıkanıp elbiselerini de bir daha yıkadıktan sonra ordugâha girebilecekleri bildirilmektedir (Sayılar, 31/16-24). İslâm’da olduğu gibi eti yenen hayvanları keserek kanını akıtmak İsrâiloğulları’na da verilmiş bir emirdir ve akıtılan kanın toprakla örtülmesi gerekir (Levililer, 17/13). Eti yenmeyen hayvanların leşine dokunan veya bunları taşımak zorunda kalan kimse murdar sayılır. Murdarlık süresi genel olarak akşama kadardır ve bu süre zarfında yıkanıp elbiselerini temizlemesi gerekir (Levililer, 11/24, 27-28, 17/15-16). Eski Ahid’de ayrıca vücuttan çıkan iltihabî akıntılar, meni, hayız ve istihâze kanı, hayız gören kadının kullandığı yatak ve yaygılar murdar sayılmış, akıntıdan kurtulanların, hayızlı kadına veya onun yatağına dokunanların yıkanması emredilmiştir (Levililer, 15/1-32). Eski Ahid’den başka yahudilerin ve özellikle din adamlarının görev ve sorumluluklarıyla ilgili metinlerde vücut temizliği, temiz ve düzenli yemek, diş bakımı, yemek öncesi ve sonrası ellerin yıkanması, yiyecek kaplarının açık bırakılmaması gibi konulara da temas edilmektedir. Ayrıca Talmud’da hayvan ölülerinin, tabakhânelerin, mezarlıkların yerleşim merkezlerine elli arşından yakın olamayacağı belirtilmiş, sokak ve pazar yerlerinin süpürülmesi istenmiştir (EJd., VIII, 1140-1141). 1948’de Oxford’da basılan The Soncino Talmud’un XVIII. cildi “Tohoroth” (taharet, temizlik) başlığını taşımakta olup kadınların özel halleri, kap kacak, mesken, vücut ve el temizliği gibi konulara ayrılmıştır.

Hıfzıssıhha, İslâm’ın iki temel kaynağını meydana getiren Kitap ve Sünnet’te önemli bir yer tutar. Kur’an’da bu hususa doğrudan veya dolaylı biçimde temas eden birçok âyet bulunmaktadır. Kur’an’ın müminler için şifa olması (Yûnus 10/57; el-İsrâ 17/82), ruh ve beden sağlığı için ortaya koyduğu esaslar sebebiyledir.


Dinî ve dünyevî görevleri daha iyi şekilde yerine getirebilme açısından Kitap ve Sünnet’te sağlıklı, güçlü ve bilgili olmanın önemine dikkat çekilir. Kur’an’da Hz. Şuayb’ın kızlarından birinin babasından, koyunlarını sulamaları için kendilerine yardım eden Hz. Mûsâ’yı güçlülüğü ve güvenilirliğinden dolayı ücretle tutmasını istediği (el-Kasas 28/26) ve Tâlût’un halktan biri olduğu halde fizik ve bilgi üstünlüğü sebebiyle dönemin peygamberi tarafından Câlût’a karşı hazırlanan orduya kumandan tayin edildiği anlatılır (el-Bakara 2/247). Hz. Peygamber de güçlü müminin zayıf müminden daha hayırlı ve Allah katında daha sevimli olduğunu belirtir (Müsned, II, 366, 370; Müslim, “Ķader”, 34; İbn Mâce, “Muķaddime”, 10; “Zühd”, 14).

İslâmiyet insan hayatına büyük bir değer vermiştir. Kişinin kendisini (en-Nisâ 4/29), açlık korkusuyla çocuğunu (el-En‘âm 6/151; el-İsrâ 17/31) ve haksız yere başkalarını (en-Nisâ 4/93; el-Mâide 5/32; el-İsrâ 17/33; el-Furkān 25/68) öldürmesi yasaklanır. Kur’an’daki kısas âyetleri dahi netice itibariyle hayatı korumaya yöneliktir. İnsanın bakışlarından yürümesine kadar bütün davranışlarına yön verilirken de gerek ruh gerekse fizik açısından onun sağlığı esas alınmıştır. Hz. Peygamber dualarında sık sık Allah’tan âfiyet dileğinde bulunur ve bunun Allah’a en hoş gelen dualardan olduğu ifade edilir (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 168). Ayrıca hadislerde hayatın korunmasıyla ilgili birçok tedbirin açıklandığı görülmektedir. Meselâ korkuluğu olmayan bir damda geceleyip uyku sersemliğiyle düşme, fırtınalı havada denize açılma (Müsned, V, 79, 271), lambayı açık bırakıp yağına tamah eden farenin yanan fitili çekerek yangına yol açması (Buhârî, “Bedǿü’l-ħalķ”, 16) gibi tehlikelere karşı alınması gereken tedbirler bunlardan bazılarıdır.

Hıfzıssıhhanın ilk şartı olan temizlik Kur’an’da çokça yer alır ve bunun için gökten temiz su indirildiği belirtilir (el-Enfâl 8/11; el-Furkān 25/48). İslâm’ın tebliğiyle ilgili ilk âyetlerde Resûl-i Ekrem’e elbiselerini temiz tutması emredilir (el-Müddessir 74/4). Ayrıca Cenâb-ı Hakk’ın, Mescid-i Harâm’ı orada ibadet edecek kimseler için temiz tutmaları konusunda Hz. İbrâhim ile oğlu İsmâil’den söz aldığı anlatılır (el-Bakara 2/125; el-Hac 22/26). Temizlenen kişiler övülür ve Allah’ın maddî ve mânevî kirlerden arınanları sevdiği bildirilir (el-Bakara 2/222; et-Tevbe 9/108). Ayrıca namaz için abdest, cünüplük halinde ise boy abdesti farz kılınmıştır (el-Mâide 5/6). Hadislerde temizlikle ilgili birtakım ayrıntılara da yer verilmiştir. Konularına göre tasnif edilen hadis kaynakları çoğunlukla tahâretle başlar. Hz. Peygamber temizliği “imanın yarısı” olarak tanımlar (Müsned, IV, 260; V, 342, 343, 344, 363, 370, 372; Dârimî, “Vuđûǿ”, 2; Müslim, “Ŧahâret”, 1; Tirmizî, “DaǾavât”, 86). Bıyıkların kısaltılması, koltuk altı ve kasık kıllarının tıraş edilmesi, tırnakların kesilmesi ve sünnet olma fıtrattan sayılır (bk. Wensinck, el-MuǾcem, “fŧr” md.).

Beslenme ve solunum sebebiyle iç organlarının sağlığının büyük ölçüde ağız sağlığına bağlı olması, dişler arasında kalan yemek artıklarının vücut ısısının etkisiyle kısa sürede bozulup mikrop üretmesi (aş. bk.) sebebiyle Hz. Peygamber’in diş bakımına özel bir önem verdiği ve misvak üzerinde çokça durduğu görülmektedir (bk. a.g.e., “svk” md.). Resûl-i Ekrem, ağız için bir temizlik aleti olarak nitelendirdiği (Buhârî, “Śavm”, 27; İbn Mâce, “Ŧahâret”, 7; Nesâî, “Ŧahâret”, 4) misvakı kullanmayı o kadar çok emretmiştir ki (bazı rivayetlere göre kendisi ilâhî emre o kadar çok muhatap olmuştur ki) ashap ve Resûlullâh bu konuda bir âyet indirilip onun farz kılınacağını dahi düşünmüşlerdir (Müsned, I, 237, 285, 307, 337, 340; III, 490).

Hadislerde, evlerin sadece içinin değil önlerinin (Tirmizî, “Edeb”, 41) ve ayrıca sokakların da temiz tutulması, eza veren şeylerin yollardan kaldırılması istenir. Bu hareketler, bazı hadislerde kişinin cennete girmesine vesile olacak davranışlardan, bazılarında da sadaka veya imandan kabul edilmiştir. Eza veren şeyler olarak taş, diken ve kemik gibi nesneler sayılmıştır ki (Buhârî, “Mežâlim”, 24, “Cihâd”, 128; Müslim, “Îmân”, 58, “Zekât”, 56) bu da halk sağlığı açısından sakıncalı olan çöplerin yollara atılmaması gerektiğini gösterir. Bir hadiste ise Resûl-i Ekrem ümmetinin iyilik ve kötülüklerinin kendisine arzedildiğini, iyilikleri arasında yoldan sıkıntı veren şeylerin kaldırılmasını, kötülükleri arasında da yollara tükürmeyi gördüğünü belirtir (Müsned, V, 180). Hz. Peygamber’in bu konudaki emirlerinin vefatından sonra da halifeler tarafından devam ettirildiği görülmektedir. Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, Basra’ya vali ve kadı tayin edildiği zaman yaptığı konuşmasında kendisini Halife Ömer’in bu şehre, halkına Kitap ve Sünnet’i öğretmek ve yollarını temizlemek üzere gönderdiğini söylemiştir (Dârimî, “Muķaddime”, 46). Hadislerde hıfzıssıhhaya dair daha birçok konu yer almaktadır. Meselâ kuduz ve saldırgan köpeklerin itlâfı (Buhârî, “Cezâǿü’ś-śayd”, 7; Müslim, “Müsâķāt”, 46), insanlara zarar veren haşaratın öldürülmesi, köpeklerin yaladığı kapların su ve toprakla yedi defa yıkanması emirlerini (Buhârî, “Vuđûǿ”, 33; Müslim, “Ŧahâret”, 89, 91, 92, 93; Ebû Dâvûd, “Ŧahâret”, 38) bu açıdan değerlendirmek gerekir. Bir hadiste de elinde yağ kokusu bulunduğu halde yatan kimsenin başına bir şey geldiğinde bunun sorumlusunun sadece kendisi olacağı belirtilir (Müsned, II, 263, 344, 537; Ebû Dâvûd, “EŧǾime”, 53; Tirmizî, “EŧǾime”, 48).

Kur’an’ın, “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” (el-Bakara 2/195) emrine sağlık şartlarının sağlanması da girer. Birçok hastalığın sebebinin dengesiz beslenme, fazla miktarda yeme veya vücuda zarar veren şeyleri yiyip içme olduğu eskiden beri bilinen ve modern tıbbın da kabul ettiği bir gerçektir. Kur’ân-ı Kerîm, insanlara verilen rızıkların temiz ve helâlinden yenilmesini emretmekte (el-Bakara 2/172), Hz. Peygamber’in iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve zararlı şeyleri ise haram kılmak üzere görevlendirildiğini bildirmektedir (el-A‘râf 7/ 157). Kur’an’da, mikropların çoğalmasına en uygun ortamı oluşturan kan ve leşle trişin gibi parazitleri barındırma yanında başka zararları da bulunan domuzun ve yaratılıştan pis olan hayvanların etlerinin yenilmesi haram kılınmıştır. Ayrıca eti ve sütü aslında helâl olduğu halde pislik yemeyi alışkanlık haline getiren ve “cellâle” denilen hayvanlardan gıda olarak faydalanmanın yasaklanması da (Müsned, I, 226; Ebû Dâvûd, “EŧǾime”, 24; Tirmizî, “EŧǾime”, 24) şüphesiz sağlığı korumaya yöneliktir. İslâm âlimleri, bu hayvanların etinden yararlanmayı, cinslerine göre belli süreler hapsedilip temiz yemle beslenmeleri şartına bağlamışlardır.

Kur’an beden, ruh ve toplum sağlığı açısından büyük zararları bulunan içki ve kumarı “şeytan işi pislikler” diyerek haram kılmış (el-Mâide 5/90-91), Resûl-i Ekrem de sarhoşluk veren şeylerin azının dahi haram olduğunu belirtmiştir (Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 5; Tirmizî, “Eşribe”, 3; Nesâî, “Eşribe”, 25). Ayrıca bazı rivayetlerde “müskir” (sarhoşluk veren) ifadesiyle birlikte zikredilen “müftir” kelimesi (Müsned, VI, 309; Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 5) vücuda gevşeklik veren, uyuşturan anlamını taşımakta (Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, II, 174) ve uyuşturucuları da haram kapsamına almaktadır. Sağlığı korumada


önem taşıyan bir konu da yeme içmede aşırılıktan kaçınmadır. Müslüman tabiplerin kendilerinden yer yer iktibasta bulundukları Hipokrat ve Câlînûs (Galen) gibi tıbbın babası sayılan hekimler de hıfzıssıhha için az yemeyi ve tam doymadan sofradan kalkmayı öğütlemişlerdir (Ali b. Rabben et-Taberî, s. 100). Vahye dayanan dinlerde belli zamanlarda oruç tutulması farz kılınırken her zaman için de az yeme tavsiye edilir. Oruçla ilgili âyetlerde (el-Bakara 2/183-185) hıfzıssıhha açısından dikkat çeken bir husus da hasta ve yolculara gösterilen kolaylıktır. Kur’ân-ı Kerîm’de ayrıca yenilip içilmesi, ancak israftan kaçınılması emredilir (el-A‘râf 7/31). Bu âyetler bazı İslâm âlimlerince tıp ilminin bir özeti olarak yorumlanmıştır (Karabulut, II, 567). Bu konunun Hz. Peygamber’in hadislerinde de çokça yer aldığı görülmektedir.

İslâmiyet sağlıklı bir cinsel hayatı öngörür. Fuhuş ve cinsî sapıklık reddedilir ve bu konuda kötü bir örnek oluşturan Lût kavminin helâki Kur’an’da birçok defa hatırlatılır. Ayrıca kadınlarla da fıtrata uygun düşmeyecek şekilde cinsel ilişki yasaklandığı gibi (el-Bakara 2/222) sonuçta zinaya ve cinsî sapıklığa yol açan davranışlar da yasaklanmıştır. Bu hususun, toplum ahlâkı açısından olduğu kadar AIDS ve firengi gibi zührevî hastalıkların önlenmesi açısından da büyük önem taşıdığı günümüzde daha iyi anlaşılmış bulunmaktadır.

İslâm dini insanı yıpratan davranışlara da izin vermez. Bundan dolayı ibadette dahi aşırılığı hoş görmemiştir. Hz. Peygamber, ailesini ihmal ederek geceleri ibadetle geçirmeyi (Buhârî, “Nikâĥ”, 1) ve sağlığı bozacak şekilde sürekli oruç tutmayı hoş karşılamamış (Buhârî, “Śavm”, 48; “İǾtiśâm”, 5), bir maksada ulaşmak için itidalle davranmayı (Müsned, II, 514, 537; Buhârî, “Riķāķ”, 18), bu arada gece namazı kılanlar için erken yatmayı (Buhârî, “Mevâķītü’ś-śalât”, 39; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 23) ve öğle uykusunu (İbn Mâce, “Śıyâm”, 22), devamlı oruç tutanlar için de gün aşırı tutmayı (Buhârî, “Śavm”, 49) tavsiye etmiştir. Daha birçok emir ve yasak açıkça belirtilmemiş olmakla birlikte yine sağlığı korumaya yöneliktir. İkindiden sonra uyunmaması (Ahmed b. Yûsuf et-Tîfâşî, s. 79), uzun müddet güneşte oturulmaması (Müsned, II, 383; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 13), sıcakta beyaz elbise giyilmesi ve başın örtülmesi gibi tavsiyeler bunlardan bazılarıdır. Özellikle sıcak iklimde -yüksek tansiyon gibi tehlikelere karşı- kan aldırma tavsiye edilir (bk. HACAMAT). Yataktan kalkan kişinin elini yıkamadan su kabına daldırmaması (Müslim, “Ŧahâret”, 87; Ebû Dâvûd, “Ŧahâret”, 49), su içerken veya bir şey yerken kaba üflenmemesi (İbn Mâce, “Eşribe”, 24; Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 16, 20) gibi yasaklar da hijyenle doğrudan ilgilidir. Hadislerde bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önlemek için de birtakım tedbirler öngörülmüştür. Bir yerde veba çıktığını duyanların oraya girmemeleri, bulundukları yerde zuhur etmesi halinde ise oradan ayrılmamaları şeklindeki emir (Buhârî, “Ŧıb”, 30) bunu amaçlar. İslâm, fıtrata uygun olan şeyleri aşırılığa kaçmamak şartıyla mubah saymıştır. İnsanın ruh sağlığı açısından ibadetin, çalışmanın ve boş vakti değerlendirmenin önemi büyüktür. Eğlenme de insanın fıtratında var olan bir şeydir. Şeriat, düğün ve bayram gibi neşe günlerinde nezih bir şekilde eğlenmeye izin vermiştir. Ayrıca atıcılık, binicilik, yüzme gibi dinlendirici birtakım sporlar ruh ve beden sağlığı açısından tavsiye edilmiştir (bk. EĞLENCE).

İslâm âlimleri genellikle tıp ilmini nazarî ve amelî olmak üzere ikiye ayırırlar. Amelî tıp da ikiye ayrılır. Birincisi, sağlam insanın hasta olmaması ve sağlığını koruması için gereken tedbirler yani hıfzıssıhha, ikincisi de hasta olduktan sonra onu tekrar sağlığına kavuşturmak için yapılması gereken teşhis ve tedavidir (Zehebî, s. 31). İslâm tıbbı özellikle Abbâsîler zamanında Doğu’dan ve Batı’dan yapılan tercümelerle büyük bir gelişme göstermiştir. Müslüman ve İslâm dünyasında yaşayan gayri müslim tabiplerin eski Hint ve Grek tıbbını mezcederek yeniden sistemli bir hale getirdikleri bu dönemde ortaya konulan eserlerin bir bölümü müstakil olarak hıfzıssıhhaya dairdir; genel tıp kitaplarında da bu konuya yer verilmiştir. Meselâ hıfzıssıhha alanında kaleme alınmış çalışmalardan birinin müellifi olan Ali b. Rabben et-Taberî (Brockelmann, I, 415) Firdevsü’l-ĥikme adlı kitabının bir bölümünü bu konuya ayırmıştır (s. 97-120). Ebû Zeyd el-Belhî’nin Mesâliĥu’l-ebdân ve’l-enfüs adlı kitabı da tamamen hıfzıssıhhaya dairdir. Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki nüshadan (Ayasofya, nr. 3741) 1984’te Frankfurt’ta tıpkıbasımı yapılan eser iki bölümden oluşur; birinci bölüm beden, ikinci bölüm ruh sağlığına ayrılmıştır. On dört babdan oluşan ilk bölümde bedenin fizikî özellikleri, ihtiyaçları ve bunların giderilmesi, mesken, su ve hava ile ilgili tedbirler, sıcak ve soğuğa karşı yapılması gereken şeyler, yiyecek ve içecekler, kokular, uyku, cinsel ilişki, hamam, sağlıklı spor ve yeniden sıhhat kazanma konuları işlenmiştir (s. 2-268). İkinci bölümde ruh sağlığı için yararlı bilgilerle onu bozacak şeylere karşı tedbirlere yer verilmiş ve kaybedilen sağlığı yeniden kazanma yolları, bazı ruhî hastalıklar, korkuyu yenme, gam ve kederi, kalpte oluşan vesveseyi giderme gibi konular ele alınmıştır (s. 268-360). Ruh ve beden sağlığı arasındaki ilişkiye dikkat çeken Belhî, müziğin bedenî ve ruhî hastalıkların tedavisindeki önemine de işaret etmektedir.

Sâbit b. Kurre de Kitâbü’ź-Źaħîre fî Ǿilmi’ŧ-ŧıb adlı eserine hıfzıssıhha hakkında genel bilgiler vererek başlar; değişik organlarla ilgili hastalıklardan ve çarelerinden söz ederken de yer yer onlarla ilgili hıfzıssıhha konularına temas eder. Meselâ kitabın üçüncü babının konusu saçın tabii haliyle korunması ve güçlenmesi için kullanılabilecek yağlar, saçta oluşan hastalıklar ve parazitlerdir (s. 21-30). Ali b. Abbas el-Mecûsî’nin Kâmilü’ś-śınâǾati’ŧ-ŧıbbiyye adlı eserinin II. cildinin bir bölümü yine hıfzıssıhha konularına ayrılmıştır. Müellif burada, Ebû Zeyd’in yukarıda bahsedilen eserindeki konulara ek olarak hamile kadın, bebek, çocuk, genç ve yaşlılarla farklı yapıdaki insanlar için hıfzıssıhhayı ve değişik tıp konularını incelemektedir (s. 2-112). İbn Sînâ, el-Ķānûn fi’ŧ-ŧıb’da ve tıpla ilgili diğer eserlerinde birçok defa hıfzıssıhha konularına yer vermiştir. Ona göre sağlığın korunması bazı işlerde itidal ve bir kısım şeylerden kaçınma ile mümkündür. İbn Sînâ’nın Cantica Avicenna adıyla Latince’ye de çevrilen tıbba dair recezlerinin bir bölümü (“el-Urcûze fi’ŧ-ŧıb”, 80) yine hıfzıssıhha ile ilgilidir. Bu recezlerde mevsimlere göre gıda, hava, uyku konuları ile yine mevsimlere göre kara ve deniz yolculukları ve farklı yaşlarda sağlık tedbirleri üzerinde durulmuştur (s. 152-168, 195-206). Onun, yolculukta sağlık tedbirlerini konu ettiği Tedbîrü’l-müsâfirîn adlı risâlesi de (bk. bibl.) hıfzıssıhha üzerinedir.

İbn Meymûn’un, melankoliye yakalanan Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin oğlu el-Melikü’l-Efdal Nûreddin Ali için kaleme aldığı Maķāle fî tedbîri’ś-śıĥĥa adlı eserinin konusu daha çok hıfzıssıhha ile ilgilidir. Eserin ilk bölümü, genel olarak insan sağlığının korunması için gerekli tedbirler hakkındadır. Câlînûs ve Hipokrat’ın hıfzıssıhhaya dair tavsiyelerine de yer verilen bu bölümde yemekten sakınma, dengeli


beslenme ve spor konularına yer verilir. Yemekten sonra ağır iş ve hareketler, ayrıca cinsî münasebet ve hamama girme zararlı görülür. Müellif tıp ilminin üç tedbirden meydana geldiğini belirtir ve hıfzıssıhhayı bunların en önemlisi olarak kaydeder. Diğer ikisi, hastalığın teşhis ve tedavisiyle yaşlılarda olduğu gibi ne hasta ne de tam sağlıklı olanlar için öngörülen tedbirlerdir. İbn Meymûn sağlık için tabiatın önemine dikkat çeker ve temiz hava, temiz su ve temiz gıda alınmasını şart koşar. Eserin son bölümünde sağlıklı beslenme, sağlıklı cinsel ilişki, hamamlardan faydalanma ve giyimle ilgili tavsiyeler yer almaktadır.

İbnü’n-Nefîs, İbn Sînâ’nın el-Ķānûn’unun uygulama amaçlı bir özeti olan el-Mûcez fi’ŧ-ŧıb adlı eserinin girişinde hıfzıssıhha hakkında genel bilgiler vermektedir. Müellif eserinde hastalıklardan söz ederken sebep ve tedavileri üzerinde durmakta, kitabın sonunda da saçın korunması, hastalıklar ve tedavileri, zehirlenmelere karşı çareler, haşarat ve zararlı hayvanları evden uzaklaştırmanın yollarına dair çeşitli bilgiler vermektedir. Rabat’ta Kral Hasan’ın Saray Kütüphanesi’nde (el-Hizânetü’l-Melikiyye) bulunan Muhammed b. Yûsuf b. Halsûn’un (VII/XIII. yüzyıl) Kitâbü’l-Aġźiye ve ĥıfžı’ś-śıĥĥa adlı eseri de hıfzıssıhhaya dairdir. Müellif eserinde tıbbı hıfzıssıhha ve hastalığın izâlesi olarak ikiye ayırır. Kitapta ceninin oluşması, organların görevleri, organlardan her birinin korunması, genel hıfzıssıhha konuları, mevsimlere göre alınacak tedbirler ve sağlıklı beslenme üzerinde durulmuştur (Muhammed el-Arabî el-Hattâbî, II, 11-23).

Hıfzıssıhha konusu daha birçok bilim adamı tarafından ele alınmıştır. İbn Rüşd’ün el-Külliyyât fi’ŧ-ŧıb adlı kitabının bir bölümü ile (s. 315-340) Lisânüddin İbnü’l-Hatîb’in Nasrî Sultanı Ganî-Billâh’a sunduğu el-Vüśûl li-ĥıfžı’ś-śıĥĥa fi’l-fuśûl adlı kitabın tamamı bu konu hakkındadır (a.g.e., II, 189-243). Ebû Bekir er-Râzî’nin eserlerinde de konuya birçok vesile ile temas edilir.

İslâm ülkelerinde genel olarak hıfzıssıhha ile ilgili kurallar son asırlara kadar ihtisab teşkilâtları tarafından uygulanmıştır. Muhtesibin en önemli görevi sağlık şartlarını temin etmesiydi; esnafı, özellikle gıda işiyle meşgul olanları denetler, çürük, bayat, kalitesiz ve temiz olmayan malların satılmasını engellerdi. Hisbeyle ilgili eserlerde teşkilâtın nasıl çalıştığına dair geniş bilgi bulunmaktadır. Meselâ Şeyzerî’den öğrenildiğine göre (Nihâyetü’r-rütbe, s. 22) muhtesib fırın binasının bu iş için uygun olup olmadığına bakar, fırıncılar hakkında defter tutar, hamur yoğrulan kapların, ekmek pişirilen yerlerin, örtülerin ve hamurkârların temiz olmasına dikkat ederdi. Ayrıca balıkçıların kullandıkları kapların temizliği ve sattıkları balıkların taze olup olmadığı her gün kontrol edilirdi (a.g.e., s. 33).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “nśb” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “svk”, “fŧr” md.leri; el-Muvaŧŧaǿ, “Śıfatü’n-nebî”, 21; Müsned, I, 226, 237, 285, 307, 310, 337, 340; II, 263, 344, 366, 370, 383, 514, 537; III, 100, 177, 290, 301, 306, 315, 319, 331, 337, 366, 386, 394, 490, 514, 537; IV, 260; V, 79, 180, 271, 342, 343, 344, 363, 370, 372; VI, 309; Dârimî, “Muķaddime”, 46, “Vuđûǿ”, 2, “EŧǾime”, 27, “Eşribe”, 27; Buhârî, “Vuđûǿ”, 33, “Śavm”, 27, 48, 49, “Cezâǿü’ś-śayd”, 7, “Mevâķītü’ś-śalât”, 39, “Bedǿü’l-ħalķ”, 15, 16, “Eşribe”, 22, “Menâķıbü’l-enśâr”, 32, “Mežâlim”, 24, “Cihâd”, 128, “Hibe”, 35, “Ŧıb”, 30, “Riķāķ”, 18, “İǾtiśâm”, 5, “Nikâĥ”, 1; Müslim, “Îmân”, 58, “Ķader”, 34, “Ŧahâret”, 1, 87, 89, 91, 92, 93, “Mesâcid”, 57, “Zekât”, 56, “Eşribe”, 134-136, “Müsâķāt”, 46; İbn Mâce, “Muķaddime”, 10, “Ŧahâret”, 7, “Edeb”, 7, “EŧǾime”, 13, 22, “Eşribe”, 24, “Źebâǿiĥ”, 11, “Zühd”, 14, “Śıyâm”, 22; Ebû Dâvûd, “Ŧaĥâret”, 38, 49, “Eşribe”, 5, 16, 20, 22, “EŧǾime”, 24, 49, 53, “TeŧavvuǾ”, 12, “Cihâd”, 47, “Edeb”, 13, 23; Tirmizî, “EŧǾime”, 11, 15, 24, 48, “Eşribe”, 3, “Edeb”, 7, 41, “DaǾavât”, 86; Nesâî, “Ŧahâret”, 4, 37, “Eşribe”, 25, “Îmân”, 16, “Đaĥâyâ”, 43, 44; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muśannef, XI, 32; Ali b. Rabben et-Taberî, Firdevsü’l-ĥikme fi’ŧ-ŧıb (nşr. M. Zübeyr es-Sıddîkī), Berlin 1928, s. 97-120; Sâbit b. Kurre, Kitâbü’ź-Źaħîre fî Ǿilmi’ŧ-ŧıb, Kahire 1928, s. 5-30; İbn Huzeyme, Śaĥîĥ (nşr. M. Mustafa el-A‘zamî), Beyrut 1395/1975, I, 68; İbn Sînâ, Defǿü’l-medâri’l-külliyye Ǿani’l-ebdâni’l-insâniyye (nşr. M. Züheyr el-Bâbâ, Min Müǿellefâti İbn Sînâ eŧ-ŧıbbiyye içinde), Halep 1984, s. 12-73; a.mlf., el-Urcûze fi’ŧ-ŧıb (a.e. içinde), s. 80, 152-168, 195-206; a.mlf., Tedbîrü’l-müsâfirîn (trc. Hazmi Tura, nşr. Fuat Sezgin, Islamic Medicine içinde), Frankfurt 1996, XIII, 178-188; Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Ġarîbü’l-ĥadîŝ (nşr. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî), Beyrut 1985, II, 174; Ahmed b. Yûsuf et-Tîfâşî, eş-Şifâǿ fi’ŧ-ŧıbbi’l-müsned Ǿan Seyyidi’l-Muśŧafâ (nşr. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî), Beyrut 1988, s. 69-73, 79; Lü’lüe bint Sâlih b. Hüseyin, el-Viķāyetü’ś-śıĥĥiyye Ǿalâ đavǿi’l-Kitâb ve’s-Sünne, Damman 1989, s. 15-80; İbnü’n-Nefîs, el-Mûcez fi’ŧ-ŧıb (nşr. Abdülkerîm el-Azbâvî), Kahire 1986, s. 55-66; Şeyzerî, Nihâyetü’r-rütbe fî ŧalebi’l-ĥisbe (nşr. Bâz el-Arînî), Kahire 1365/1946, s. 22, 33; Zehebî, eŧ-Ŧıbbü’n-nebevî (nşr. Ahmed Rif‘at Bedrâvî), Beyrut 1990, s. 31-62; İbn Kayyim el-Cevziyye, eŧ-Ŧıbbü’n-nebevî (nşr. Abdülganî Abdülhâliķ v.dğr.), Kahire, ts., s. 166-172; İbn Meymûn el-Endelüsî, Fî tedbîri’ś-śıĥĥa (nşr. Fuat Sezgin, Beiträge zur Geschichte der Arabisch-Islamischen Medizin içinde), Frankfurt 1990, V, 91-129; Louis J. Bragman, “Maimonides on Physical Hygiene”, a.e. içinde, s. 238-241; Aclûnî, Keşfü’l-ħafâǿ, II, 52; Brockelmann, GAL Suppl., I, 415; R. K. Harrison, “Healing, Health”, IDB, II, 541-548; Sami K. Hamarneh - Munawar A. Anees, Health Sciences in Early Islam, Washington 1983, I, 113-198; Bedi N. Şehsuvaroğlu v.dğr., Türk Tıp Tarihi, Bursa 1984, s. 47; Ahmed Urve, el-Viķāye ve ĥıfzu’ś-śıĥĥa Ǿinde İbn Sînâ, Dımaşk 1986; M. Nâzım en-Nesîmî, eŧ-Ŧıbbü’n-nebevî ve Ǿilmü’l-ĥadîŝ, Beyrut 1987, II, 33-47, 390; Seyyid el-Cemîlî, el-İǾcâzü’ŧ-ŧıbbî fi’l-Ķurǿân, Beyrut 1987, s. 137-144, 267-271; Muhammed el-Arabî el-Hattâbî, eŧ-Ŧıb ve’l-eŧıbbâǿ fi’l-Endelüsi’l-İslâmiyye, Beyrut 1988, II, 11-23, 189-243; Ömer b. Mahmûd b. Abdullah, eŧ-Ŧıbbü’l-viķāǿî fi’l-İslâm, Devha 1990, s. 17-20; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtibü’l-idâriyye (Özel), II, 210-223; Günay Tümer - Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1993, s. 156; Ali Rıza Karabulut, Tıbb-ı Nebevî Ansiklopedisi, Ankara 1994, II, 563-567; Ahmet Turhanoğlu, Hadislerde Koruyucu Hekimlik (yüksek lisans tezi, 1996, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), s. 18-62; Eli Davis, “Hygiene”, EJd., VIII, 1140-1141.

Nebi Bozkurt




Osmanlılar’da Hıfzıssıhha. Osmanlılar’da genel halk sağlığına ilk dönemlerden itibaren önem verilmiştir. İlk Osmanlı kroniklerinde, özellikle savaşlardan sonra ortada kalan cesetlerin derhal gömülmesinin emredildiğine dair bazı bilgilere rastlanması çıkabilecek salgın hastalıklara karşı birtakım tedbirlerin alındığını gösterir. Öte yandan Osmanlı ordusu hakkında bilgi veren bazı yabancı seyyahlar da genel temizlik kurallarına nasıl titizlikle uyulduğunu anlatırlar. Meselâ Habsburg elçilik heyetinin başında bulunan Busbeke, Osmanlı ordugâhında gübre yığınına veya süprüntülere rastlanmadığını, bunların ya yakılarak imha edildiğini ya da çukurlara gömüldüğünü belirtir (Türk Mektupları, s. 201). Fâtih Sultan Mehmed’e atfedilen bir vakıf kaydında temizlik konusunda alınan bazı tedbirlere dair bilgilere rastlanır (Yeni Türkiye, I/5, s. 7). Burada, İstanbul’un her sokağı için ikişer kişinin görevlendirilerek bunların kireç tozu veya kömür külüyle tükürükleri temizlemeleri, ayrıca ayın belli günlerinde kapı kapı dolaşıp evde hasta olup olmadığını araştırmaları ve bu görevlilerin ücretlerinin vakfedilen dükkânların kira gelirlerinden karşılanması gerektiği belirtilmiştir. Halk sağlığı açısından sokakların ve meydanların temiz tutulması gerekli görüldüğünden bu konuda da zaman zaman emirler yayımlandığı bilinmektedir. Meselâ 1539 tarihli bir yasaknâmede Edirne subaşısına sokakların temizlenmesi için tâlimat verilmiş, hiç kimsenin ev ve dükkânının önüne çöp dökmemesi, hamamların pis sularının sokaklara akıtılmaması, bu amaçla yapılmış


olan kanallar üzerine helâ inşa edilmemesi, hayvan pisliklerinin ve leşlerinin toplatılması, çamaşır yıkanmış kirli, sabunlu suların yollara dökülmemesi için ikazda bulunulmuştur (Osmanlı Kanunnâmeleri, VI, 540-542). Subaşı yanında “çöplükbaşı” adlı bir görevli de mahallelerin süpürülmesine ve biriken çöplerin kaldırılmasına nezaret ediyordu. 1695 tarihli bir hükümde, İstanbul’un sokak ve mahallelerinin temizlenmesi için subaşı ve asesbaşıya gerekli önlemin alınması için tâlimat verilmiş, toplanan mezbelelerin denize dökülmesi, herkesin kendi evinin ve dükkânının önünü süpürmesi istenmiştir. Bu konuda esaslı bir nizamnâme ise 1719’da çıkarılmıştır. Buna göre çarşı ve sokaklardaki hayvan ölüleri, mezbele vb. pisliklerin ortadan kaldırılması için her mahalleye durumuna göre ikişer üçer süpürücü tayin edilmesi ve bunların ücretlerinin evlerden ve dükkânlardan toplanması, bu hususta kontrolün mahalle imamları tarafından yapılması kararı alınmıştır (Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, I, 956-958). İstanbul kadısına gönderilen 1813 tarihli bir diğer hükümde ise sokak ve mahalle aralarında biriken çöplerin “hastalığa bâdî” olması ihtimalinden söz edilerek bunların mahalle halkı ve esnafı tarafından kaldırılması için gerekli tedbirlerin alınması emredilmiştir (a.g.e., I, 959-960).

Sadece devletin değil halkın da hıfzıssıhha konusundaki bazı uygulamalarına dair örnekler vardır. Meselâ halkın başvurduğu koruyucu sağlık kurallarının önde gelenlerinden biri kan aldırma veya hacamattı; ancak bu alınan kanların sokaklara dökülmesi yasaktı. Devlet ise ihtisab müessesesi kanalıyla uygulattığı bazı tedbirlerle genel sağlığın korunmasına nezaret ederdi. 1640 tarihli narh defterinde hamamcıların müşterilerine karşı dikkatli davranmaları, temiz ve kuru peştamal vermeleri, leğenleri kurnaların önüne koymamaları, berberlerin kalaysız kap kullanmamaları, usturalarının keskin olması, tıraş, hacamat ve cerrahlıkta hizmet göreceklere beş yıldan önce icâzet verilmemesi gibi konular yer almaktadır. Esnaf nizamnâmelerinde de halk sağlığıyla ilgili hususlarda titiz davranıldığı ve ilgili esnafın bu bakımdan kontrol altında tutulduğu anlaşılmaktadır. Osmanlılar’da hayvan kesiminin mutlaka meskûn mahaller dışındaki sahalarda yapılması gerekiyordu; sokak ve mahalle aralarında hayvan kesimi yasaklanmıştı. Aşçı dükkânlarında kullanılan kap kacağın kalaylı ve temiz olmasına, bulaşıkların temiz su ile yıkanmasına, yemeklerin titizlikle pişirilmesine dikkat çekilir, pazarlarda satılan gıda maddelerinin sağlığa uygunluğu kontrol edilirdi. Yolların ve kaldırımların bakım ve onarımına nezaretle yükümlü olan muhtesib hasta-hekim ilişkilerini de düzenlerdi. Hamamların belli bir nizama bağlanmasına ve temizliğine özellikle ihtimam gösterilirdi. Sağlığa uygun olmayan meskenler zaman zaman padişahların hatt-ı hümâyunlarıyla yıktırılırdı.

Hıfzıssıhhanın Batı’da XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tıp ilminin ayrı bir dalı olarak ele alınması ve özellikle XIX. yüzyılda İngiltere ve Fransa gibi bazı ülkelerde halk sağlığını korumaya yönelik kanunlar çıkarılıp çeşitli komiteler kurulması Osmanlılar’ı da etkiledi. İlk defa, genel sağlığı korumaya ve salgın hastalıkları önlemeye çalışan II. Mahmud, geçici tedbirlerle yetinmeyerek devamlı bir sağlık teşkilâtı ile o dönemde hıfzıssıhha için büyük önem taşıyan karantina teşkilâtını kurdu (1838) ve mevcut sağlık kurumlarını modernleştirmeye başladı. Genel sağlığın temini için gerekli olan pek çok tedbir karantina nizamları arasında yer aldı. Çevreyi ve havayı kirleten pisliklerin ortadan kaldırılması, imalâthânelerin şehir dışına çıkarılması, gıda maddelerinin sağlıklı ve temiz olması, ağaçlandırma, mezarlıkların yerleşim yerlerinin dışında kurulması, ölü defninde mutlaka ruhsat alınması, mezarların belli bir derinliğe kadar kazılması gibi kuralların uygulanmasında hassas davranıldı ve cezaî müeyyideler getirildi. Ceza kanunnâmesinin 3. babına, “Yasak olan yerlere ölü defnedenler, ettirenler ve ruhsat verenler bir aydan bir yıla kadar hapis ve bir adet yüzlük Osmanlı altınından on adet Osmanlı altınına kadar nakdî ceza ile cezalandırılır” hükmü ilâve edildi. XIX. yüzyılın ortalarından itibaren hacca gidenlerin sayısındaki artışa paralel olarak Kızıldeniz sahillerinde ve Hicaz’da karantina ağı teşkil edilip Hindistan kaynaklı koleranın Hicaz üzerinden İslâm dünyasına yayılması büyük çapta engellendi.

Osmanlı Devleti 1851 yılında Paris’te toplanan I. Milletlerarası Sağlık Konferansı’na katıldı. Konferansta hekim delegeler, halk sağlığının korunması ve salgınların önlenmesi için gereken tedbirler hususunda “karantinistler” ve “hijyenistler” olarak iki gruba ayrıldı. Osmanlı Devleti, Fransa ve diğer Akdeniz ülkeleriyle birlikte karantinistler arasında yer aldı. Bunlar gemilerin, insanların ve emtianın tecrit edilmesini şart koşuyorlardı. Hijyenistlerin başında ise karantina uygulamalarından ticareti büyük zarar gören İngiltere geliyordu. Hijyenistler, İngiltere’de sağlık işlerine bakan General Board of Health’ın uyguladığı hijyen, temizlik, havalandırma, gemileri ve malları dezenfekte etme tedbirlerini tesisi düşünülen yeni sağlık sisteminin temeli olarak görüyordu. Halk sağlığının muhafazası için bir hijyen sistemine ihtiyaç bulunduğu belirtilen konferansta hayvanî ve nebâtî artıkların, çöplerin, mezbahaların şehir ve köylerden uzaklaştırılması, pis suların kapalı lağımlarla akıtılması, her eve içilebilir temiz su sağlanması, baraka türü salaş yapıların ortadan kaldırılması ve yolların ıslahı gibi tedbirler tavsiye edilmiştir. Hijyenistlerin etkisinde kalan konferans her olaya karşı hıfzıssıhha tedbirlerinin alınmasını mecbur tutmuştur.

Osmanlılar’da karantina uygulamasının yanında yeni tıp dallarının gelişmesi, ancak bunların tıp eğitiminin müfredat programına girmesinden sonra oldu. Mekteb-i Tıbbiyye’de 1841-1842 öğretim yılında okutulan dersler arasında ilm-i hıfzıssıhhanın da yer aldığı görülmektedir. Hıfzıssıhhanın gelişmesinde çok önemli bir yeri olan bakteriyolojinin ülkedeki tarihi 1887’de başlar. II. Abdülhamid’in emriyle Zeoros Paşa, Dersaâdet Dâülkelb ve Bakteriyoloji Ameliyathânesi’ni kurarak çalışmaya başladı. 1893 yılında Maurice Nicolle ve Hasan Zühdü Nazif Bey tarafından Bakteriyoloji-i Şâhâne tesis edildi; gerek görüldüğü zaman karantina evlerinde de (tahaffüzhâne) bakteriyoloji laboratuvarları açıldı. Çiçek aşısı uygulamaları ise çok eski tarihlerden beri yapılmaktaydı. 1811 yılında tabip Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi’nin ve 1847’de İsmâil Paşa’nın başarısız kalan aşı hazırlama müessesesi kurma teşebbüslerinden sonra B. C. Violi 1880’de özel bir çiçek aşısı hazırlama laboratuvarı açmayı başardı. Bir devlet müessesesi olan aşı evi ise (telkihhâne) 1892 yılında Hüseyin Remzi Bey tarafından kuruldu. İstanbul’dan sonra Mekke, Basra, Şam, San‘a, Bağdat, Musul, Erzincan, Sivas ve Manastır şehirlerinde de şubeleri açıldı. Telkihhânenin açılmasıyla daha önceleri ithal edilen aşılar burada hazırlandı. Bu müessese Haziran 1954’te kapatılarak yerine Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü kuruldu. Hıfzıssıhha hizmetlerinin en önemlilerinden olan dezenfeksiyon


işlemi Osmanlılar’da yaygın biçimde uygulanmakta ve bu iş için tebhîr (tütsüleme, etüvden geçirme) aletleri kullanılmaktaydı. Salgın ve bulaşıcı hastalık zamanlarında tebhîrhâneler önemli hizmetler yapıyordu; pek çok tahaffüzhânede de tebhîr aletleri mevcuttu. Bunların dışında 1893 büyük kolera salgını sırasında İstanbul’da belediyeye bağlı olarak faaliyet gösteren Üsküdar, Galata ve Gedikpaşa tebhîrhâneleri açılmıştır. Bu tebhîrhâneler 1911 yılında Müessesât-ı Hayriyye-i Sıhhiyye Müdüriyeti’ne devredildi.

Türkiye Cumhuriyeti anayasasının 56. maddesi kişi ve çevre sağlığının korunmasıyla ilgilidir. Ayrıca kamu sağlığına dair iki temel yasa vardır; bunlardan biri 24 Nisan 1930 tarih ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, diğeri 7 Mayıs 1987 tarih ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Kanunu’dur.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, HH, nr. 51094; BA, İrade-Dahiliye, nr. 93014; BA, A.DVN, Mektûbî Kalemi, nr. 2711; BA, Şehremâneti İradeleri, nr. 12 Cemâziyelâhir 1311/8, 25 Receb 1311/4, 10 Şâban 1312/2, 22 Şâban 1314/6; BA, Sıhhıye İradeleri, nr. 18 Safer 1311/1, 1 Rebîülevvel 1322/2, 14 Rebîülevvel 1325/1; BA, Yıldız Sadâret Hususi Mâruzat Evrakı, nr. 286/70, 310/81; Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri (haz. Mübahat S. Kütükoğlu), İstanbul 1983, s. 260-262; Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri (haz. Ahmet Akgündüz), İstanbul 1992, VI, 540-542; Busbecq, Türk Mektupları (trc. H. Cahit Yalçın), İstanbul 1939, s. 201; Nevsâl-i Servet-i Fünûn (1311), s. 18-19; Nevsâl-i Âfiyet (1316), s. 362-364; Besim Ömer, Nevsâl-i Tıbbî, İstanbul 1320, s. 92-96; E. Caustner, Hıfzıssıhha (trc. Mehmed Fahri Paşa), İstanbul 1331, s. 161-166; Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, I, 954-963; IV, 40; Süheyl Ünver, “Osmanlı Tababeti ve Tanzimat”, Tanzimat I, İstanbul 1940, s. 945-952; Bedi N. Şehsüvaroğlu, İstanbul’da 500 Yıllık Sağlık Hayatımız, İstanbul 1953, s. 100-103; Emine Melek Atabek, 1851’de Paris’te Toplanan I. Milletlerarası Sağlık Konferansı ve Türkler, İstanbul 1974, s. 9-19, 101; W. Mcneil, Plagues and Peoples, New York 1975, tür.yer.; Ziya Kazıcı, Osmanlılar’da İhtisab Müessesesi, İstanbul 1987, s. 103, 105-106, 129, 220, 222; Ekrem Kadri Unar, “Bakteriyoloji”, Dünyada ve Türkiye’de 1850 Yılından Sonra Tıp Dallarındaki İlerlemelerin Tarihi, İstanbul 1988, s. 51-52; a.mlf., “İnfeksiyonlar Bilimi”, a.e., s. 241-243; a.mlf., “Tıp Parazitolojisi”, a.e., s. 342; a.mlf., Bulaşıcı Hastalıklarla Savaş ve İslâm Dini, İstanbul 1989, s. 11, 42, 45; Emre Dölen, Tekstil Tarihi, İstanbul 1992, s. 53-54; Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri (haz. Kazım Arısan - Duygu Arısan Günay), İstanbul 1995, s. 349-350; Suraiya Faroqhi, Hacılar ve Sultanlar (trc. Gül Çağalı Güven), İstanbul 1995, s. 122; Gülden Sarıyıldız, “Karantina Meclisi’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri”, TTK Belleten, LVIII/222 (1994), s. 351; “Fâtih’in Tabâbetle İlgili Vasiyetnâmesi”, Yeni Türkiye, I/5, İstanbul 1995, s. 7.

Gülden Sarıyıldız