HEVVÂRE

(هوّارة)

Bir Berberî kabilesi.

Kuzey Afrika’nın en köklü ve soylu Berberî topluluklarından biridir; nesep ve yaşanan coğrafî mekân bakımından birbirinden farklı kollara ayrılmıştır. İbn Haldûn, Berberîler’in iki büyük kolundan Berânis’e mensup olduklarını ve ensâb ilmiyle uğraşanların bu konuda ittifak ettiklerini söyler. Hevvâre (Hüvvâre), çeşitli kollarının Kuzey Afrika ve Mısır’da dağınık halde göçebe hayatı sürmesine rağmen genelde yerleşmeye ve istikrara meyilli kabilelerdendir. Hasan el-Vezzân (Afrikalı Leon) bu kabileyi beş büyük Berberî topluluğundan biri sayar (diğerleri Sanhâce, Masmûde, Zenâte ve Gumâre’dir); farklı rivayetlere göre de Sanhâce’nin kardeşi veya Sanhâce onun bir koludur. Hevvâre kendi içinde Benî Kemlân, Garyân, Varga ve Meslâte gibi kollara ayrılır; içlerinden tamamen Araplaşmış olanlar atalarının Yemen’den geldiğini ve Himyerî asıllı olduğunu kabul ederler. Kuzey Afrika’da asırlarca karışık durumda yaşayan Berberî ve Arap kabileleri birbirlerine epeyce benzediğinden bunların soyundan gelenleri ayırt etmek çok defa imkânsızdır. Bu gruplar, coğrafî bakımdan yaşadıkları bölgeler dikkate alınarak Trablusgarp, Tunus, Cezayir, Fas, İspanya ve Mısır Hevvâreleri diye ele alınmaktadır. Bunlar asıl itibariyle Trablusgarp’tan Kuzey Afrika’nın doğu, batı ve güney istikametlerine dağılmışlardır ve benzer özellikler kadar gittikleri yerlerdeki toplumlarla kaynaşmalarından dolayı farklı özellikler de taşımaktadırlar. Hevvâreliler, I. (VII.) yüzyılın sonları ile II. (VIII.) yüzyılın başlarında müslüman oldular ve Sünnî Melîle kabilesi hariç tamamı Hâricîliğin bir kolu olan İbâzıyye’yi benimsediler. V-VI. (XI-XII.) yüzyıllarda Ehl-i sünnet’e intisap ettiler. Garyân bölgesinde yaşayanlar ise bunlardan iki asır sonra Hâricîliği bıraktılar.

Hevvâreliler, III-X. (IX-XVI.) yüzyıllarda genelde Mısır’dan Mağrib’e kadar uzanan sahile yakın bölgelerde bulundular; İskenderiye ile Akabetülkübrâ arasındaki Buhayre bu bölgelerin en önemlilerinden biriydi. Fetihler sırasında ve daha çok II. (VIII.) yüzyılda Hevvâre ülkesi olarak da bilinen Trablusgarp ile Berka arasındaki bölgede Hevvâre’nin Misrâte ve Meslâte gibi kolları yaşıyor ve iç Afrika ile ticaret yapıyorlardı. Amr b. Âs 22 (642-43) yılında


Berka’yı fethederken sadece Hevvâre ve Levâte’nin direnişiyle karşılaştı; bunlar da fazla dayanamayarak 13.000 dinar haraç vermeyi kabul ettiler ve böylece toprakları Mısır’a bağlandı. Ukbe b. Nâfi‘ de 42’de (662) Trablusgarp-Fizan ticaret yolu üzerindeki Gadâmis’i aldığında çevredeki Hevvâreliler’le savaşmıştı. Trablusgarp’ın güneyinde oturan ve IV. (X.) yüzyıldan VI. (XII.) yüzyıla kadar merkezleri Zevîle’de hüküm süren Hevvâre’ye mensup küçük bir İbâzî hânedanı olan Benî Hattâb şehirleri harabeye dönünce Fizan’a göç etti. Eyyûbîler’in ünlü kumandanlarından Şerefeddin Karakuş bu Hevvâre hânedanına 570’te (1174-75) büyük bir darbe vurarak kendine bağladı, hazinelerine el koydu ve 572’de (1176-77) ikinci Trablusgarp seferinde hânedana son verdi.

Hevvâreliler, 122 (740) yılından itibaren Mağrib’de patlak veren Hâricî hareketleri sırasında Araplar’a karşı Zenâte’nin yanında yer aldılar. Hişâm b. Abdülmelik’in son zamanlarında Hevvâre’ye mensup olan Abdülvâhid b. Ebû Yezîd, 124’te (742) Sufriyye’ye mensup Ukkâşe el-Fezârî ile yaptığı savaşı kaybetti ve İfrîkıye Valisi Hanzale b. Safvân el-Kelbî tarafından etkisiz hale getirildi. Hevvâreliler 140 (757) yılında İbâzî Ebü’l-Hattâb el-Meâfirî’nin isyanına katıldılar. Yahyâ b. Fûnâs ise 156’da (773) Yezîd b. Hâtim’e karşı ayaklandı, ancak Trablusgarp Kumandanı Abdullah b. Samt bunları dağıtarak elebaşılarını öldürdü. Bu isyanlar sonunda bulundukları yerleri terketmek zorunda kalan Hevvâreliler Kuzey Afrika’da batı-doğu istikametinde devamlı göç ettiler. Bunların bir kısmı Ağlebî emîrlerinin hâkimiyetini tanırken bir kısmı da Cezayir’in güneyinde hür olarak yaşadı. Hevvâreliler, Ağlebîler’in hâkimiyetindeki Trablus’u ele geçirip harabeye çevirdiler. Fakat daha sonra Abdullah b. İbrâhim b. Ağleb onları buradan uzaklaştırdı. Bunun üzerine Nefûse ve Mağrib-i Evsat’taki Tâhert İbâzîleri’nin lideri Abdülvehhâb b. Abdurrahman topladığı kuvvetlerle Trablus’u yeniden kuşattı. Bu sırada babasının ölüm haberini alan Abdullah, Abdülvehhâb ile anlaşarak şehirden ayrıldı (197/812). Ebû Yezîd Mahled b. Keydâd en-Nükkârî, IV. (X.) yüzyılın ikinci yarısında Fâtımîler’e karşı ayaklanınca Hevvâreliler Evrâs ve Mermâcenne’den yola çıkarak bu yeni ayaklanmaya da katıldılar. Ebû Yezîd’in ölümünden sonra Fâtımîler tarafından bu bölgedeki birliklerin dağıtılması üzerine zayıf duruma düştüler ve Zenâte kabilelerinin yanında bölgenin ovalarını dolaşmaya başladılar; Fâtımîler karşısında aldıkları yenilgiden sonra İfrîkıye’de hüküm süren hânedanlara boyun eğerek onlara vergi vermek zorunda kaldılar. VIII. (XIV.) yüzyılda Trablusgarp yakınındaki Zenzûr ovasının batısında Hevvâre’nin Benî Mecris kolu, güneydoğusunda Kerkûde kolu, Berka ile İskenderiye arasında Mesâniye kolu, Tebesse’den Mermâcenne’ye kadar olan bölgede ve Bicâye’de Benî Süleym kolu yaşamaktaydı.

İbâzî imamı Ebü’l-Hattâb el-Meâfirî’nin isteği üzerine 141’de (758) Trablusgarp’tan Tunus’a gelen Hevvâreliler başta Kābis ile Sefâkus (Sfax) olmak üzere çeşitli bölgelere yerleştirilmişlerdi. Hevvâreliler VIII. (XIV.) yüzyılda Cerbe adasında, Kayrevan, Mermâcenne ile Bâce arasında uzanan tepelerde ve Ürbüs (Laribus) civarında bulunuyordu. Ayrıca Tunus’un batısındaki bir bölgede de Hevvâreliler yaşıyordu. Güney Konstantin’deki Benî Kemlân kolu da onların yanına göç etmişti. Hevvâre’nin Tunus’ta günümüze kadar gelen kolları Benî Varga ve Benî Vaştata’dır.

Trablusgarp’ı terkeden Hevvâreliler’in bir kısmı Cezayir’deki Konstantin’in güneyine ve Vehran’ın doğusunda Vâdîsûf, Vâdîrîg ve özellikle Zap’a yerleşti. 250’de (864) Benî Kemlân ve diğer bazı gruplar Ağlebîler’e, Cebelievrâs’taki Hevvâreliler de 342’de (953) Fâtımî Halifesi Muiz-Lidînillâh’a karşı isyan etmiş, ancak yenilerek boyun eğmişlerdi. Ortaçağ boyunca da Mağrib-i Evsat’taki Mesbele, Cebelihevvâre ve Burciredîr (Burcigadîr) dolaylarını yurt edinmişlerdi. Günümüzde Müstegānim vilâyetine bağlı olan Kal‘atü Hevvâre’yi VI. (XII.) yüzyılda Muhammed b. İshak’ın yönetimindeki Hevvâreliler kurmuşlar, fakat bir asır sonra Benî Reşîd tarafından buradan çıkarılmışlardı. Bu yerleşim merkezi Merînîler ve Kuloğulları diye de bilinen Türk idarecileri zamanında tekrar boşaltılarak denizciler için bir sığınak haline getirildi. 1830’da Emîr Abdülkādir’e bağlanan şehir 1845’te Fransızlar tarafından işgal edildi.

Büyük Sahrâ’da yaşayan kabileler arasında da Hevvâre soyundan gelenler bulunmaktadır. İbn Haldûn’un tasnifine göre Zegāve’nin bir Hevvâre kolu olması ihtimali uzak değildir. İbn Haldûn, Sahrâ’yı geçip Gao’ya (Batı Afrika) ulaşan Hükkâr (Hoggar veya Haggar) kabilesini de Hevvâre’nin bir kolu kabul etmektedir. Berberîce’nin bir lehçesi olan Temâşekçe’de “v” harfi yerine “g” kullanıldığından Hevvâre ismi Hoggar’a dönüşmüştür. Bugün Tuaregler’in (Tevârik) bir kolu olan ve Cezayir’in güneyinde yaşayan Hoggarlar, özellikle Fransa’nın Afrika’yı işgali karşısında şiddetli bir mücadele verdiler. 1881 yılında Şeyh Yûnus diye bilinen Yûnus Heytâgil b. Biska, Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid’e yazdığı bir mektupla onu bütün müslümanların halifesi ve İslâm topraklarının


gerçek sahibi olarak gördüklerini bildirdi. Hoggarlar, bölgede işgalden önce keşif yapan 500 kişilik Fransız birliğine saldırarak kumandanları dahil askerlerin çoğunu öldürdüler ve arkasından gelecek yeni müdahalelerden korunmak amacıyla İstanbul’dan silâh yollanmasını, eğer silâh yardımı yapılamazsa en azından haklarının Fransızlar karşısında savunulmasını istediler. Bunun üzerine II. Abdülhamid gerekli yardımları Trablusgarp vilâyeti üzerinden gönderdi.

Mağrib-i Aksâ’da Fes (Fas), Sicilmâse, Sebte (Ceuta), Zelûl (Zülûl), Tâmesnâ ve son olarak Sûs dolaylarında bulunan Hevvâreliler buraya İfrîkıye ve Mağrib-i Evsat Berberîleri’yle geldiler. Hevvâre kabilesi de Zenâte ve Sanhâce gibi aktif bir şekilde Merînîler Devleti’ni destekleyince Merînîler hem bu davranışı mükâfatlandırmak, hem de Muvahhidler döneminde İfrîkıye’den zorla göç ettirilen Benî Hilâl bedevî Arap kabilelerinin arasına yerleştirerek nüfuzlarını kırmak için her üç kabileden büyük grupları Tâmesnâ bölgesine nakletmiş ve onlara ziraat yapmaları, otlak olarak kullanmaları için çok geniş araziler iktâ etmişlerdir. VII-VIII. (XIII-XIV.) yüzyıllarda refah içinde yaşayan Fas Hevvâreleri daha sonraki asırlarda da varlıklarını sürdürdüler. Hatta XIV. yüzyılın ilk yarısında Tâmesnâ’da çok güçlü duruma gelmişlerdi. Hevvâre ve Berânis’in diğer kollarından bazı kabileler suyu ve otu bol, hayvancılığa ve ziraata elverişli topraklarda birlikte oturmaktaydılar. Fas’taki Ağmat şehrini bunlar kurdular ve Batı Afrika yerlilerine deve kervanlarıyla demir, bakır, dokuma, süs eşyası ve baharat götürüp satarak çok zengin oldular. Yine bir Hevvâre kolu olan Benî Rezîn, Tanca ile Sebte arasındaki Rif’te V. (XI.) yüzyılda Hüvvâre adıyla bir şehir kurdu. İdrîsîler’in (788-985) idaresi zayıfladığında Mağrib istikrarsız günler yaşamaya başladı. Sultan Muhammed b. İdrîs nüfuzu altındaki bölgeyi kardeşleri arasında paylaştırmış, Hevvâreliler’in yaşadığı bölgenin idaresini de Dâvûd b. İdrîs’e bırakmıştı. Atlas Okyanusu sahili boyundaki geniş ovalarda bulunan bu toplulukların hepsi Araplar tarafından asimile edilmiştir. Bu durum özellikle Sûs bölgesinin kuzeyinde yaşayan, Arapça konuşan ve Arap asıllı olduğunu iddia eden Hevvâre topluluklarında görülmektedir. Bugün Fas’ın doğusundaki Tefrâta ovasında da bir Hevvâre kolu bulunmaktadır.

Târık b. Ziyâd’la birlikte İspanya’ya geçenlerin bir kısmı ile Kuzey Afrika Valisi Mûsâ b. Nusayr’ın Berberîler’den topladığı askerlerin bir kısmı Hevvâre’ye mensuptu ve bunlar İspanya’nın fethinde çok etkili oldular. Abdurrahman b. Mûsâ el-Hevvârî, Endülüs Emevî Hükümdarı I. Abdurrahman ve ondan sonraki üç emîr devrinde İsticce (Ecija) kadısı olarak görev yaptı. İspanya’da müslümanların hâkimiyeti devam ettiği sürece Hevvâreliler’in varlığından da daima bahsedildi. Özellikle İşbîliye (Sevilla), Kurtuba (Cordoba), Belensiye (Valencia), Mürsiye (Murcia), Tuleytula (Toledo), Sarakusta (Saragossa) ve Ceyyân (Jaén) gibi önemli yerleşim bölgelerinde Hevvâre’ye mensup boylar oturmaktaydı. Ceyyân’da bunların adını taşıyan bir kale bulunuyordu. Bugünkü Teruel yakınlarında yer alan Şentemeriye eş-Şark (Sehle, Albarracin) şehri Hevvâreli Benî Rezîn’in yurdu idi. Endülüs Emevî Devleti yıkılınca (422/1031) Huzeyl b. Halef liderliğindeki Benî Rezîn bağımsızlığını ilân etti. Daha sonra Runde’yi (Ronda) ele geçiren Benî Zünnûn da burada kendi adıyla anılan bir hânedan kurdu.

İfrîkıye’deki Hevvâreliler Sicilya’nın 212’de (827) Ağlebîler tarafından fethine katıldılar ve adada asırlarca kendi kimliklerini muhafaza ettiler. Kuzey Afrika’da en fazla yer değiştiren kabilelerin biri de Hevvâre idi. Atlas Okyanusu kıyısındaki Sûs bölgesinden Yukarı Mısır (Saîd) ve Sudan’ın kuzeyine kadar olan topraklarda bazan bağımsız, fakat genelde güçlü bir devlete yarı bağlı olarak ve Araplar’a nisbetle daha itaatkâr bir tavır içinde yaşadılar. Ancak Fâtımî halifeleri Mansûr-Billâh ile (946-953) Muiz-Lidînillâh (953-972) zamanında olduğu gibi üzerlerindeki baskılar arttığında bağımsızlıklarına aşırı derecede düşkün olduklarından yurtlarını rahatça terkedebiliyorlardı.

Fâtımîler Mısır’a hâkim olunca (358/969) kendilerine yardımcı olan Hevvâre’nin liderlerinden birini Münşiye bölgesine emîr tayin ederek mükâfatlandırdılar. Memlükler döneminde de bunların rollerinin arttığı görülmektedir. Berkuk henüz tahta çıkmadan İskenderiye ile Berka arasındaki Buhayre bölgesinde bulunan kalabalık bedevî gruplarını dağıtmak istedi. Burada asırlardır yaşayan Hevvâreliler’in çoğunun 782’de (1380) Yukarı Mısır bölgesine göç ettirilmesi, aslında Yemen ve Hicaz asıllı Arap kabilelerinin gücünü kırmaya yönelik bir plandı. Saîd muktaı Hevvâre Emîri İsmâil b. Mâzin, yeni bölgede sanat erbabının ve kendisinin kalacağı binalar inşa ettirdi. Bölgenin önemli yerleşim yerlerinden Kūs, İhmîm ve Asvan’ın yanında Circe (Circâ) adıyla yeni bir şehir ortaya çıktı ve burada oturanlara Circe Hevvâreleri denildi. Bunlar topraklarını kısa zamanda değerlendirip zengin oldular ve Berkuk’a daima minnettar kaldılar. Berkuk 791’de (1389) İlboğa’ya karşı kendilerinden yardım isteyince Kahire’ye kadar geldiler. Kahire’de iktidarı ele geçiren Berkuk (1390-1399), bölgede baskınlar düzenleyen Araplar’ın aksine kendisine daima bağlı kalan Hevvâreliler’i hizmetlerinden dolayı tekrar mükâfatlandırdı. 798’de (1396) Yukarı Mısır’da çıkan karışıklıklar sırasında sultanın bölgedeki nâibi öldürülünce bölgeye Circe Hevvâreleri’nden bir grup askerle yeni nâib gönderildi. 799’da (1397) yeni nâibin oğlu Şeyh Bedreddin Muhammed b. Ömer b. Abdülazîz babasının yerine geçti ve Benî Ömer hânedanını kurdu. Circe’de bir cami inşa ettirdi; XV. yüzyılda da Sîdî Abdüsselâm Camii inşa edildi. Bu aşiret devleti Circe’den Nübye’ye kadar uzanan bölgede hüküm sürdü.

Asvan’daki Benî Kenz Arapları 1412’de Circe’ye saldırınca Hevvâreliler’in bir kısmı, el-Hâc Îsâ Ved Muhammed’in önderliğinde daha güneye inerek Sudan’ın Nil vadisindeki Kordofan bölgesine yerleşti. Tüccar olan Îsâ Ved Muhammed ve diğer ileri gelenler yağmurlar başlayınca ülkenin batısında yer alan Dârfûr’a gitmekte, kurak mevsimlerde ise tekrar Kordofan’a dönmekteydiler. İçlerinden yerleşik hayat yaşayanlara Cellâbe Hevvâreleri deniliyordu. Bunlar yerli halkla yakın ilişki içinde idiler ve onlarla evlendikleri için birkaç nesil sonra, bedevî hayat süren ve mevsimlere göre Kordofan-Dârfûr arasında gidip gelenlerden farklılaşmaya başladılar.

815’te (1413) Circe Hevvâreleri Benî Kenz’e saldırarak Asvan’ı ele geçirdilerse de Sultan Barsbay zamanında sıkı kontrol altına alındılar. 822 (1419) yılına kadar Memlükler buranın vergisini düzenli biçimde topladılar. 842’de (1438) emîrlerine baş kaldırdıklarında ise üzerlerine bir ordu gönderildi ve ileri gelenlerinden on altı kişi idam edildi.

Osmanlılar’ın Mısır’ı fethinden önce Memlükler’in bölgedeki nüfuzu giderek azalmıştı. Gerçi Yavuz Sultan Selim Mısır’a yürüdüğü sırada Hevvâreliler Tomanbay’a yardım için bedevî birliklerini


göndermişlerdi, fakat onun yenilip güneye çekilmesi üzerine emîrleri Ali b. Ömer Osmanlı padişahına haber yollayarak kendisine yardım edeceğini bildirdi. Bu davranış Osmanlılar tarafından takdir edildi ve Hevvâreliler resmen tanındı. Emîr Ali yönetiminde Circe Yukarı Mısır’ın merkezi oldu ve emîr buraya bir de medrese inşa ettirdi. Osmanlılar, Mısır idarî yapısı içinde Circe’yi Benî Ömer vilâyeti diye adlandırdılar. XVI. yüzyılın ikinci yarısında Circe idarî bakımdan sancak sayıldığından merkezî idarenin tayin ettiği beyler tarafından yönetildi; bunlar arasında özellikle Canbolat ve Yûsuf Bey etkili kimselerdi. Bölgedeki bedevîlerin tamamı devlete bağlı kaldıkları için orduda istihdam edildiler. Evliya Çelebi, Mısır’ın bu bölgesinden bahsederken halkının yetmiş ayrı Hevvâre fırkasından meydana geldiğini söyler ve özellikle Circe vilâyeti, bunun kazaları, buradan elde edilen gelirler hakkında bilgi verir (Seyahatnâme, X, 798-812).

1168’de (1755) Kahire’de başlayan devletle halk arasındaki mücadele sırasında Saîd’de Hevvâre’den Benî Hümâm iktidarı ele geçirdi ve Firşavt’ı merkez yaptı. Daha sonra Araplar’la iş birliğine giderek ticaret yollarının güvenliğini sağladı. Her yıl kervanlar Dârfûr’dan 5000-6000 köleyle Circe’ye gelir ve burada sancak beyine esir başına 4 altın ve deve başına 2 altın gümrük ödedikten sonra ellerindeki malları satarak Kahire’ye kadar giderlerdi (Orhonlu, s. 101). XVIII. yüzyılın sonlarına doğru merkeze bağlı mevcut idareyi korumak amacıyla Şâzeliyye tarikatına mensup Şeyh Süleyman ez-Zeyyât bölgeye gönderildi. Kölemen Beyi Bulutkapan Ali Bey, 1769 yılında başlarında altı bey bulunan 3000 askeri Yukarı Mısır’a gönderdi. Ordu önce Asyût’u aldı, daha sonra Hevvâreliler’e saldırdı. Hümâm daha güneydeki İsnâ’ya kaçtı ve Aralık 1769’da burada öldü. Hümâm’ın yerine geçen oğlu Dervîş’in Kahire’ye gelerek Ali Bey’e bağlılığını bildirmesiyle bölgedeki Hevvâre hâkimiyeti önemini yitirdi. Sonuçta Benî Hümâm merkezî idare karşısında fazla dayanamadı ve ihanete de uğradığı için yenildi. Reisleri Ebû İsmâil Ali 1779’da Murad Bey tarafından öldürüldüğünde Hevvâre toprakları emîrler arasında paylaşıldı. Artık Hevvâreliler’in eski güçlerini kaybettiklerine ve bir daha toparlanamayacaklarına inanılıyordu. Fransa’nın Mısır’ı işgali onları tekrar ön plana çıkardı ve sömürge idaresince Saîd’in gerçek sahipleri kabul edildiler. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın birlikleri 1811’de emîrler üzerinde hâkimiyet kurunca 1812’de topraklarının merkezî otorite tarafından kadastro edilmesine karşı çıkamadılar.

Gerek Memlükler gerekse Osmanlılar mahallî otoritelere çeşitli haklar tanıyarak merkezî idareye bağlılıklarını sağlamışlardı. Osmanlı döneminde Yukarı Mısır buğday ambarı olduğundan buraya fazla önem verildi ve Circe’nin güneyi önce tek bir idarî yapıda toplanmışken daha sonra “kâşiflik” denilen iki idarî bölgeye ayrılarak Habeş vilâyetindeki memur ve askerlerin iaşelerinin buradan teminine başlandı. Mehmed Ali Paşa’nın Güney Mısır’da başlattığı toprak reformuna kadar buradaki bedevî olgusu önemini korudu ve toprakların kadastroları sırasında ağırlığını hissettirdi.

Hevvâre kabilesinin bu derece geniş coğrafî bölgelerdeki yayılışını tam tesbit edebilmek zordur. Ayrıca Hevvâre’ye mensup kabilelerin her biri yaşadığı coğrafî bölgenin ve beşerî çevrenin etkisi altında kalmıştır. Kuzey Afrika’da tamamen Araplaşan Berberî kabilelerinden biri de bunlardır. Veddan ve Trablus bölgesine yerleşmiş olanlar, Ebû Ubeyd el-Bekrî’nin naklettiğine göre kıldan dokunmuş çadırlarda otururken Mağrib-Sûs bölgesindeki Hevvâreliler bilinmeyen bir tarihte yerleşik düzene geçmişlerdi ve tarımla uğraşıyorlardı. Milâdî IV. yüzyıldan itibaren Kuzey Afrika’dan Sahrâ’ya yönelik göç dalgasına birçok Sanhâce kabilesinin yanı sıra Hevvâre de katılmıştı; bunlar koyun, keçi ve deve sürüleri besleyen göçebelerdi. Bütün Güney Sahrâ’da ve Sudan’da İslâmiyet’i Sanhâce ile akrabası Hevvâre’ye mensup kabileler yaymıştır.

Hevvâreliler tarih boyunca sürekli parçalanıp dağılmış ve küçük topluluklar oluşturarak Kuzey Afrika’nın çeşitli bölgelerinde yaşamaya devam etmişlerdir. Çok nâdir haller dışında büyük çapta bir birliği pek sağlayamamışlardır. Çoğunluğu tarım ve hayvancılıkla meşgul olmayı tercih etmiş, bir kısmı da ticareti seçmiştir. Birçok Hevvâre topluluğu içtimaî-siyasî sebepler veya demografik yapının sonucunda başka kabilelerin içinde erimiştir. Hevvâre, Sanhâce ve Zenâte gibi kendisinden daha büyük topluluklara göre siyasî düzene karşı daha az baş kaldırmıştır.

Hevvâreliler arasından birçok âlim yetişmiştir. Bunların içinde İbâzîler’in büyük kadılarından Muhakkim el-Hevvârî, Arap dil âlimi İbn Câbir Muhammed b. Ahmed el-Hevvârî ve Mâlikî fakihi Muhammed b. Ömer el-Hevvârî sayılabilir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, BEO, Trablusgarb Kataloğu, Bâb-ı Âsafî Evrak Kalemi, Dahiliye Nezâreti, Trablusgarb, 1298.7.8; İbn Abdülhakem, Fütûĥu İfrîķıyye ve’l-Endelüs, Cezayir 1948, s. 34, 136; İbn Hurdâzbih, el-Mesâlik ve’l-memâlik, s. 9; Bekrî, el-Mesâlik (nşr. De Slane), Paris 1956, s. 59, 106, 117, 127; İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik (trc. Gaudefroy-Demombynes), Paris 1927, s. 108; İbn Ebû Zer, Ravżü’l-ķırŧâs, Rabat 1923, s. 20, 46, 54, 120; İbn Haldûn, el-Ǿİber, Beyrut 1956, V, 282-292; a.mlf., Histoire des berbères (trc. De Slane), Paris 1982, I, 272-282; Kalkaşendî, Ķalâǿidü’l-cümân, Kahire 1383/1963, s. 170-171; Makrîzî, el-Beyân ve’l-iǾrâb (nşr. Abdülmecîd Âbidîn), İskenderiye 1989, s. 50, 56-59, 134-136, 154-155; Hasan el-Vezzân, Vaśfü İfrîķıyye: Description de l’Afrique (trc. Ch. Schefer), Paris 1896, I, 22, 339; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, X, 798-812; M. Bernard, Deuxième mission flatters, Paris 1882, s. 4-9; Mahmud Nâci, Trablusgarb, İstanbul 1330, s. 115-119, 123, 125, 171-172; G. Marçais, Les arabes en Berbérie du XIe en XIVe siècle, Paris 1913, s. 637-638; H. Terrasse, Histoire du Maroc, Casablanca 1949, I, 12, 533; Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğunun Güney Siyaseti: Habeş Eyâleti, İstanbul 1974, s. 75, 77, 101, 111-113; J.-C. Garcin, Un centre musulman de la haute Egypte médiévale Qūs, Kahire 1976, s. 426, 450, 469, 471-479, 486-498, 514, 517-522, 526-530, 543-544; a.mlf., “Jean-Léon l’Africain et ’Aydhab”, AIsl., XI (1972), s. 201-202; A. Raymond, “Ali Bey le grand”, Les africains, Paris 1977, II, 15-41; Ali Yahyâ Muammer, el-İbâżıyye fi’l-Cezâǿir, Kahire 1399/1979, s. 138-143; C.-A. Julien, Histoire de l’Afrique du nord de la conquête arabe à 1830, Paris 1980, s. 22-23; M. Morsy, North Africa 1800-1900, New York 1984, s. 36; Abdülfettâh Mukallid el-Ganîmî, el-İslâm ve’l-ǾArûbe fi’s-Sûdân, Kahire 1987, s. 233-235; Abdülvâhid Zennûn Tâhâ, The Muslim Conquest and Settlement of North Africa and Spain, London 1989, s. 22-24, 28, 58, 76, 167-176; Seyyid Muhammed es-Seyyid Mahmûd, XVI. Asırda Mısır Eyaleti, İstanbul 1990, s. 150, 155-156; F. de Medeiros, “Les peuples du Soudan: mouvements de populations”, Histoire générale de l’Afrique, Paris 1990, III, 143-164; I. Hrbek - J. Denise, “Les almoravides”, a.e., III, 365-395; Housain Monès, “La conquête de l’Afrique du nord et la résistance berbère”, a.e., III, 251-272; T. Lewicki, “Le rôle du Sahara et des Shariens dans les relations entre le nord et le sud”, a.e., III, 303-339; a.mlf. - P. M. Holt, “Hawwāra”, EI² (Fr.), III, 305-309; Ramazan Şeşen, “Salâhaddin Eyyûbî Devrinde Libya’da Türkler ve Karakuş Meselesi”, TD, XXXIII (1982), s. 174-175, 177; René Basset, “Hüvâre”, İA, V/1, s. 664-665; R. Le Tourneau, “ĶalǾat Huwwāra”, EI² (Fr.), IV, 481-482.

İbrâhim Harekât - Ahmet Kavas