HAZÎNE-i EVRÂK

(خزينهء أوراق)

1881-1886 yılları arasında çeşitli aralıklarla İstanbul’da yayımlanan önemli bir dergi.

Türk basın hayatında dergiciliğin henüz çok yeni olduğu bir sırada yayımlanmaya başlayarak baskı ve tertibindeki farklılık yanında muhtevası ile de yenilik getirmiş olması bakımından edebiyat ve basın tarihimizde seçkin yeri olan bir dergidir. Abdülhak Şinasi Hisar ve Selim Nüzhet Gerçek’in babaları olan Mahmud Celâleddin Bey ile Sâmipaşazâde Abdülbâki Bey tarafından kurulmuştur. Adını burada Bâki kısaltmasıyla yazan Abdülbâki Bey 31. sayıdan sonra çekildiğinden dergiyi bütün yayım hayatı boyunca Mahmud Celâleddin tek başına devam ettirmiştir.

Haftalık olarak cumartesi günleri yayımlanan Hazîne-i Evrâk’ın, gördüğü ilgi ve teşvike rağmen çıkışından bir müddet sonra yayımında yavaş yavaş gecikmeler başlamış, daha sonraları ise araya yıllık duraklamalara varan kesintiler girmiştir. Bundan dolayı derginin zaman bakımından farklı devreleri vardır. Kuruluş tarihini 1 Mayıs 1297 (13 Mayıs 1881) olarak belirten kayıt dışında ilk kırk sekiz nüshasının hiçbirinde çıkış zamanını gösteren herhangi bir not ve işaret bulunmadığı için araya giren fâsılaların farkına varılmamış, çok uzun süren bir gecikmeden sonra gelen yirmi sayılık yeni yayım devresinde zaman bakımından ortaya çıkan düzensizliklere de dikkat edilmediğinden yayım zamanı ve süresi günümüze kadar daima hem yanlış hem eksik gösterilmiştir.

Başından beri kendisiyle ilgilenmiş olan devrin basınındaki haber ve çeşitli kayıtlara göre Hazîne-i Evrâk’ın yayım hayatının gerçek kronolojisi şu şekilde ortaya çıkmaktadır: Kuruluşu için gösterilen ve aynı zamanda çıkış tarihi olarak kabul edilen 1 Mayıs 1297’den sekiz gün önce derginin çıkacağı kamuoyuna duyurulmuştu (Tercümân-ı Hakîkat, nr. 859, 6 Cemâziyelâhir 1298 [5 Mayıs 1881]). Ertesi günü de bu yazıya teşekkürle birlikte dergi hakkında ayrıca bilgi vermek üzere iki kurucusu tarafından “Hazîne-i Evrâk’ın Müessisleri” imzasıyla bir beyannâme neşredilmiştir (Tercümân-ı Hakîkat, nr. 860, 7 Cemâziyelâhir 1298 [6 Mayıs 1881]).

Dergide Sâmipaşazâde Abdülbâki Bey’in ayrılışı ile gecikmeler kendini hissettirmeye başlar. Mahmud Celâleddin’in dergiyi tek başına hazırlamakta karşılaştığı güçlükler, araya giren malî sıkıntılar, kendisinin Midilli’ye gitmesi gibi sebeplerle birçok sayısı geciken mecmuanın neticede 1882 Mayısı sonunda çıkması gereken 48. sayısı bu yılın ancak aralık ayı başında yayımlanabilir. Bu nüshadaki vaad ve temennilere rağmen araya iki aya yakın bir süre daha girdikten sonra 15 Kânunisâni 1298’den (27 Ocak 1883) itibaren derginin bu defa yeni bir yayım devresi başlar. Her defasında olduğu gibi bu defaki çıkışı da yine takdir ve tebriklerle karşılanır (Envâr-ı Zekâ, nr. 6 [Şubat 1883], s. 190).

Şekli ve kadrosu değişmeden 1’den başlamak üzere yeni bir sayı numarası alan Hazîne-i Evrâk’ın yayımı, ilk çıktığı sıralardaki intizamını kazanmış görünürken 30 Nisan 1299 (12 Mayıs 1883) tarihli 15. sayısının arkasından herhangi bir bilgi ve haber verilmeden tamamen durur. Ancak iki yıl yedi ay sonra 18 Cemâziyelevvel 1303’te (22 Şubat 1886) yeniden çıkmaya başlar. Yeni tertip devresinde çıkış tarihleri rûmî olarak gösterilmekte iken bu sayıdan itibaren kamerî tarihin kullanıldığı görülmektedir. Bundan böyle


her yeni sayısının münderecatı ile birlikte devrin basınında duyurulduğu görülür. 17. sayının yayımlanmasını övgülerle haber veren satırlar (Tarîk, nr. 698, 29 Cemâziyelevvel 1303 [3 Mart 1886]), derginin ne derece takdirle karşılandığı hakkında bir fikir vermeye yeter. Daha sonraki sayılar on beş günlük ara ile çıkmaya başlamış, 25 Cemâziyelâhir 1303 (31 Mart 1886) tarihli 19. sayının ardından bu defa gününün kaçıncı gün olduğu belirtilmeksizin sadece “Cemâziyelâhir sene 1303” diye bir tarih konulmuş olan 20. sayı gerçekte bir aylık gecikme ile ancak mayıs başında çıkabilmiştir. Bu sayı ikinci devre Hazîne-i Evrâk’ının son sayısı olmuştur. Yeniden aksamaların baş gösterdiği derginin yayımının kesilmesine, o sayıda Nâmık Kemal’in “Cevher-i Giran-kıymet” adlı yazısında baş ve son harfleriyle rumuzlu bir şekilde iki defa “hürriyet” kelimesine yer verilmesi, ayrıca Mahmud Celâleddin’in kaleme aldığı özlü sözler arasında, birbirine zıt iki kuvvet teşbihiyle esaretin karşıtı olarak “hürriyet” sözünün açıkça yazılmasının sebep teşkil etmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Hazîne-i Evrâk’ı devrinin başka dergilerinden farklı kılan hususların başında onun baskı özelliği gelir. Küçük boyutlardaki şekliyle Fransız basınında “tablettes” diye vasıflandırılan periyodikleri örnek alan dergi, eski yazı hurufat sisteminin en küçüğüne yakın punto ile dizilmek suretiyle on altı sayfalık hacminin içine sayfaca daha hacimli, fakat puntosu daha büyük dergilerden çok daha fazla yazıyı sığdırabilmiştir. Hazîne-i Evrâk, dizgi ve baskı imkânlarının sınırlı bulunmasına, her sayıya yazı yetiştirmenin kolay olmayacağına bakmayarak haftalık çıkmakla sonraki haftalık edebî dergilerin ortaya çıkışına da öncülük etmiştir.

Derginin, muhteva ve programı bakımından ilk sayısının önsözünde belirtildiği üzere kapanmış bulunan Mecmûa-i Fünûn’un devamı olma gayesini güttüğü gibi yazar kadrosu içinde de vaktiyle onu idare etmiş bulunan Münif Paşa’nın önemli bir yere sahip olduğu görülür. Münif Paşa’nın yazıları daha ilk sayıdan itibaren dergide ön planda yer alır. Esasen Hazîne-i Evrâk daha çıkmadan önce mecmuaya dair neşredilen beyannâmede, Mecmûa-i Fünûn’un yazı heyetinden bazı şahsiyetlerin yazılarının dergide yer alacağı ve vaktiyle orada yayımlanmasına başlanıp da yarıda kalmış önemli yazıların o yazarların kalemiyle tamamlanacağı haber verilmektedir (Hazîne-i Evrâk’ın Müessisleri, “Tercümân-ı Hakîkat’e Arz-ı Hakîkat ve Şükran”, Tercümân-ı Hakîkat, nr. 860, 7 Cemâziyelâhir 1298 [6 Mayıs 1881]).

Görülebildiği kadar Münif Paşa’nın himayesinde ve Mecmûa-i Fünûn’un izinde çıkan Hazîne-i Evrâk’ta da orada olduğu gibi ansiklopedik mahiyette konular önemli bir yer tutar. Bununla beraber her sayısında edebî yazılara, özellikle şiire yer vermesi dergiyi bu bakımdan Memûa-i Fünûn’dan farklı kılmıştır. Edebî yazıların devamlılığı ve önemli bir yer tutması ona, ansiklopedik-didaktik yönünün yanı sıra bir edebiyat dergisi hüviyetini de kazandırmıştır.

Hazîne-i Evrâk, yazarlar bakımından seçici bir tutum benimseyerek her heveskâra sayfalarını açmamış bir dergi görünümündedir. Yazar kadrosunda yaşlı nesilden mevki sahibi bürokrat şahsiyetler hissedilir bir şekildedir. Münif Paşa’nın yanı sıra Abdurrahman Sâmi Paşa, Sırrı Paşa, Diyarbekirli Said Paşa bunların başta gelenlerindendir. Mensup olduğu çevre dolayısıyla Sâmipaşazâde Abdülbâki’nin bu devlet büyüklerinden kolayca yazı sağlanmasında rolü olduğu söylenebilir. Öte yandan daha genç nesle mensup, devrin en gözde şöhretleri sıfatı ile Nâmık Kemal, Recâizâde Mahmud Ekrem ve Abdülhak Hâmid, devamlı çıkan yazıları ile yayın hayatı boyunca dergide ön planda yer tutarlar. Nâmık Kemal’in edebî hayatının son mahsulleri olan küçük hacimli şiirleri yanında önceleri yazılıp o zamana kadar basılamamış makale ve hatta mektupları da burada yayımlanır. Recâizâde Ekrem’in çeşitli şiirleri, özellikle La Fontaine’den yaptığı manzum tercümeleri burada çıkarken henüz basılmamış olan Ta‘lîm-i Edebiyyât’ının bazı bölümleri de önce burada neşredilir. Bunun gibi dergi, Abdülhak Hâmid’in Paris dönüşü Rize, Poti ve Golos devresi şiirlerinin çıktığı bir yayın organı olarak da mühim bir hizmet yerine getirmiştir. Hazîne-i Evrâk’ın bu hususta oynadığı rol, Abdülhak Hâmid’in bu yerlerden yazdığı mektuplardan çok iyi anlaşılmaktadır. Onun buradaki şiirleri “Hazîne-i Evrâk devresi şiirleri” gibi bir tasnif içine bile alınmıştır. Başlangıçta Sâmipaşazâde Sezâi’nin yazıları da burada görülmekle birlikte zamanla bunlar seyrekleşir ve arkası kesilir. Öte yandan Hazîne-i Evrâk, talebelik yıllarının mahsulü olan, hepsi ansiklopedik mahiyette yazılarıyla Hâlid Ziya ve ayrıca Nâbizâde Nâzım gibi yeni kalemlerin ilk tecrübelerine de sayfalarını açmıştır. Bu yenilerin arasına bir müddet sonra Menemenlizâde Mehmed Tâhir ile Manastırlı Mehmed Rifat Bey de katılır.

Şinâsi’nin vaktiyle neşredilmiş bazı şiirlerini yeniden basan, Mahmud Celâleddin’in “âsâr-ı edebiyyeleriyle mecmuayı ihyâ ettiklerini” söylediği yeni edebiyatın kurucuları olarak Nâmık Kemal, Recâizâde Ekrem ve Abdülhak Hâmid’in yazılarına başından beri sayfalarını açık tutan Hazîne-i Evrâk, öte yandan eski yoldaki şairlere de yer vermekten geri kalmamıştır. Bunların başında dergide daima imzası görülen Sırrı Paşa gelir. Onun yanı sıra Diyarbekirli Said Paşa, Yûsuf Kâmil Paşa, Abdurrahman Sâmi Paşa ve Muallim Feyzî’nin de isimleri göze çarpar. Hatta Muallim Nâci’nin bile eski tarz bir şiiri yayımlanmıştır. Ayrıca dönemin şairlerinin çeşitli nazîreleri de mecmuada yer bulur. Bu bakımdan Hazîne-i Evrâk’ın, eskiye karşı yeninin mücadelesini veren bir yayın organı olarak görülmesi isabetli olmaz. Burada dergi için daha ziyade seçmeci (eklektik) bir tutum söz konusudur. Bu vadide Recâizâde Mahmud Ekrem’in “Hasb-i Hâl” adlı, meşhur “Bülbül” gazeline yazılan nazîreler silsilesi dergide başlı başına bir yer tutar. Eski ve yeni zevkte birçok şairi bir noktada buluşturan, Abdülhak Hâmid ve kız kardeşi Abdülhak Mihrünnisâ Hanım ile Münif Paşa’nın da katıldığı bu silsile o derece ilgi çeker ki ayrıca kendisi de bir nazîre yazan Mahmud Celâleddin, uzun bir tahlil yazısı ile bunları ele alıp bir değerlendirmesini yapma ihtiyacını duyar (“Her ‘Hasb-i Hâl’ İçin Bir Mülâhaza”, Hazîne-i Evrâk, nr. 28, s. 436-445). Dergide nazîreler bu yazıdan sonra da devam etmiştir.

Hazîne-i Evrâk’ın edebiyatımız bakımından en önemli hizmetlerinden biri, yeni yetişmekte olan kadın şairlere özel bir ilgi göstererek sayfalarını onların şiir ve yazılarına açmasıdır. Kadın şairlerin ilk şiirlerine ayrı bir yer verip kendilerini devamlı takdir ve teşvik etmekle onların çekingenliği yenip yayın organlarında eserlerinin rahatlıkla ortaya çıkmasında öncü bir rol oynamıştır. Leylâ (Saz) Hanım ile Abdülhak Mihrünnisâ Hanım’dan başlayarak Yanyalı Makbûle ve B. Afîfe gibi genç imzalar sayfalarında devamlı yer almıştır. Dergi, bazı nüshalarında onların şiir ve yazılarına Nâmık Kemal, Recâizâde Ekrem ve Abdülhak Hâmid’inkilerden önce yer vererek kendilerini yüceltici bir tutum göstermektedir. Mahmud Celâleddin, B. Afîfe Hanım’ın, sonu millî mâzimize


doğru gelişen şairane tabiat duygularını dile getirdiği “Küçüksu” adlı, birkaç sayı sürecek edebî nesir yazısı dolayısıyla kaleme alıp onun başına ilâve ettiği mütalaalarında derginin kadın edebiyatçılara verdiği değeri açıkça ortaya koyar (“Bizim İfademizdir”, Hazîne-i Evrâk, yeni tertib, nr. 16, 18 Cemâziyelevvel 1303, s. 243-247). Onun kadın yazarları teşvik ve yetiştirme teşebbüsleri aynı yıllarda diğer yayınlarında da görülür. Mahmud Celâleddin, ilk Osmanlı kadın dergilerinden biri olan İnsâniyet’i çıkardığı gibi (1883) Mürüvvet gazetesinin hanımlara mahsus nüshasının da (1887) yazı heyeti başkanıdır.

Batı edebiyatından geniş ölçüde yer verdiği tercümelerle yeni bir edebiyat ve nesir zevkini geliştirmeye çalışan dergi bu konuda Mecmûa-i Fünûn’un tuttuğu yolu takip eder. Vaktiyle Münif Paşa’nın orada başladığı tercümelerinin devamını verdiği gibi bunlara onun kaleminden yenilerini de katar. Tercümelerin çoğu Münif Paşa’nın yanı sıra Recâizâde Ekrem ve Mahmud Celâleddin’e aittir. Bunlar arasında J.J. Rousseau’nun Nouvelle Héloïse romanından “Julie’ye Mektuplar”ı, La Fontaine’in masalları, Fontenelle, Florian, Chateaubriand, Lamartine, Victor Hugo, ayrıca Shakespeare’den Hamlet’in bazı parçaları dikkati çekmektedir. La Rochefoucauld’nun özlü sözlerinden başka Mahmud Celâleddin’in kalemiyle başka özlü sözler de Türkçe’ye nakledilir. Dergide, Batılı yazarlardan örnek olmak üzere sık sık verilen mektup tercümeleriyle de sade ifadeli mektup tarzını tanıtma ve benimsetme yönünde bir gayret görülür.

Bütün bunlara karşılık dergide Doğu edebiyatından yapılmış tercümeler pek sınırlı kalır. Bunlar, Münif Paşa’nın Harîrî’nin el-Maķāmât’ının birinci makāmesiyle Manastırlı Mehmed Rifat’ın Feyzî-i Hindî’den Türkçeleştirdiği bir na‘t ve Muallim Feyzî’nin Âteşkede’den çevirdiği bir manzumeden ibarettir.

Hemen her sayısına koyduğu ansiklopedik bahisleri daha çok pozitif ilimler sahasından seçmeye dikkat eden mecmua, devrin bu zihniyeti temsil eden meşhur siması Hoca Tahsin’in metafizik meseleleri ele alan bir manzumesiyle buradaki konunun devamı mahiyetinde olan uzunca bir makalesini yayımladıktan başka ölümünden bir gün önce Mahmud Celâleddin’in kendisiyle yaptığı bir mülâkatı sayfalarına aynen nakleder (Hazîne-i Evrâk, nr. 22, s. 343-347). Hoca Tahsin’in hayatını ve görüşlerini çeşitli noktalardan aydınlatmasının yanında bu yazı, edebiyatımızda ilk röportaj örneğini teşkil etmesi bakımından ayrı bir önem taşımaktadır.

O devirde hayatları hakkında yeterli çalışmalar bulunmayan Timur’un ve Tepedelenli Ali Paşa’nın birer yazı dizisi halinde biyografilerini veren Hazîne-i Evrâk’ın bir hizmeti de tarihî mahiyette bazı vesikalar yayımlamasıdır. Evkaf Nâzırı Subhi Paşa’nın maliyenin ıslahı için 1281’de (1865) kaleme aldığı uzun lâyiha (nr. 15-19), Abdurrahman Sâmi Paşa’nın özel şekilde vazifelendirilerek gittiği Girit’te Rum isyancılarla 1274’te (1858) yaptığı toplantının mazbatası (yeni seri, nr. 7, 26 Şubat 1298, s. 97-102), Sadrazam Âlî Paşa’nın Reşid Paşa’ya hitaben kaleme aldığı 14 Receb 1273 (10 Mart 1857) tarihli mektubu (eski seri, nr. 37, s. 577-578), Ziyâ Paşa’nın bir memuriyetiyle ilgili olarak yaptığı müracaatın cevapsız kalışı hakkındaki arz tezkiresi (nr. 38, s. 594-595) bunlardan bazılarıdır.

Hazîne-i Evrâk’ın, Kırım Savaşı’na dair Harputlu Sâlih Hayri’nin memleketimizde tafsilâtlı surette yazılmış ilk tarih denemesi olan manzum eserini yayımlama gayretini de ayrıca kaydetmek gerekir. Yazarının ismi verilmeden eser “Kırım Târihi” adı altında tefrika şeklinde dergide neşredilmeye başlanmıştı (yeni seri, nr. 1, 15 Kânunisâni 1298-nr. 15, 30 Nisan 1299). Ancak dergi, bu sayıdan sonra iki buçuk yılı aşkın bir süre kapalı kalarak yeniden çıkmaya başladığında eserin devamı yayımlanmaz. Hazîne-i Evrâk’ın bu teşebbüsü de basında yine takdirle karşılanır (Vakit, nr. 2640, 28 Şubat 1298 [10 Mart 1883]). Eserin bütünüyle yayımlanması ise derginin bu teşebbüsünden ancak bir asır geçtikten sonra gerçekleşebilmiştir (Kırım Zafernâmesi-Hayrâbâd, haz. Necat Birinci, Ankara 1988).

İlk yazılarının yayımlandığı Hazîne-i Evrâk hakkında Hâlid Ziya Uşaklıgil’in söyledikleri, onun devrinin diğer dergileri arasındaki yerini ve değerini belirtmektedir: “Bütün Kemal’i, Hâmid’i münteşir eserleriyle o zaman tanıdım. Bilhassa bütün resâil-i mevkūteyi getirttim. Bunların arasında Şemseddin Sâmi Bey’in Hafta’sı ile Sâmipaşazâde Bâki ve Abdülhak Şinâsi’nin babası Mahmud Celâleddin beylerin neşrettikleri Hazîne-i Evrâk vardı. Bu iki risâle-i mevkūte o tarihlerde nâşirleri için cidden mubâhatı mûcib olacak derecede mükemmel addolunabilirdi. Hafta daha ziyade ciddî ve ilmî, Hazîne-i Evrâk daha ziyade edebî idi. Bu sonuncusu bilhassa Hâmid’in müteferrik manzumelerini neşre tavassut ederek büyük bir kıymet alırdı” (Kırk Yıl, I, 137).

BİBLİYOGRAFYA:

Halid Ziya Uşaklıgil, Kırk Yıl, İstanbul 1936, I, 137, 142; III, 70; Mustafa Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkid Sözlüğü, İstanbul 1954, s. 118; Hasan Duman, Katalog, s. 150; Eski Harfli Türkçe Süreli Yayınlar Toplu Kataloğu (haz. Millî Kütüphâne), Ankara 1987, I, 98; Fethi Tevetoğlu, “Hazîne-i Evrak”, TA, 1971, XIX, 137; Ziya Bakırcıoğlu, “Hazîne-i Evrak”, TDEA, 1981, IV, 192-193 (Derginin çıkış yılı ve süresi hakkında bu son dört yazıda verilen bilgiler çok yanlış olup tamamıyla düzeltilmeye muhtaçtırlar).

Ömer Faruk Akün