HAYDAR, Kutbüddin

(قطب الدين حيدر)

Kutbüddîn Haydar-ı Zâveî (ö. 618/1221 [?])

Haydariyye tarikatının kurucusu Türk asıllı mutasavvıf.

İran’da Meşhed’in 140 km. güneyindeki bugün Türbet-i Haydariyye adıyla tanınan Zâve kasabasında dünyaya geldi. Doğum tarihi bilinmemekle beraber uzun bir ömür sürdüğü ve VII. (XIII.) yüzyılın ilk çeyreğinde vefat ettiği dikkate alınarak V. (XI.) yüzyılın sonunda veya VI. (XII.) yüzyılın başında dünyaya geldiği söylenebilir.


Babası Şâhver (veya Teymur b. Ebû Bekir) Türkistan hanlarındandı; adı bilinmeyen annesi ise meczup bir kadındı. Kendisine nisbet edilen Haydariyye tarikatı, o çağlardan itibaren birçok bölgede yayıldığı ve tanındığı halde kaynaklarda hayatıyla ilgili fazla bilgi yoktur. Kaynaklar onu, “ukalâ-yı mecânîn”den bir meczup olarak tanıtırlar (Devletşah, s. 212). Bu tür meczupların öğrenim durumları, ilmî seviyeleri ve şeyhlerinin kimliklerinden çok halleri önem taşır. Sakal bırakmadığı halde bıyıklarını kesmeyen Kutbüddin Haydar’ı önemli kılan ve etrafında müridlerin toplanmasını sağlayan da onun meczuplara has davranışları olmuştur. Nitekim Zekeriyyâ el-Kazvînî’nin verdiği bilgiye göre Kutbüddin’in kışın buzlu sulara, yazın ateşe girme, yalın ayak gezme gibi âdetleri vardı. Bir defa yüksek bir kubbeye sanki kubbe düz imiş gibi yürüyerek çıkmıştı. Onun bu tür hallerini görmek için her taraftan ziyaretçiler gelir, bunlardan birçoğu dünyadan el etek çeker ve ona mürid olurdu. Emîrler ve zenginlerden Türk kölelere kadar çeşitli kesimlerden insanların bulunduğu müntesiplerine “Haydar’ın ashabı” denirdi (Âŝârü’l-bilâd, s. 382). Ali Şîr Nevâî’nin kaydına göre dedesi Kutbüddin’in Yesi’ye gönderdiği Haydar burada Ahmed Yesevî tarafından terbiye edilmiş ve irşad faaliyetinde bulunması için Horasan’a gönderilmişti (Nesâyim, s. 383-384). Bu bilgi Manâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî’de de yer alır (s. 9-11).

Kutbüddin Haydar’ın mensupları olarak bilinen Haydarîler’in (bk. HAYDARİYYE) kulaklarına, boyunlarına, hatta cinsiyet organlarına demir halka takma âdetlerine bakarak şeyhin de öyle yaptığı söylenebilir. Bu davranışlarına rağmen Kutbüddin Haydar ve müridleri Sünnî sayılmakta, meczuplarda görülen söz konusu garip hareketler ukalâ-yı mecânîn için tabii karşılanmaktaydı. Ünlü mutasavvıflardan Ferîdüddin Attâr’ın Zâve civarındaki Kedken’de yaşayan babası İbrâhim b. İshak’ın Kutbüddin Haydar’ın müridi olması, hatta bizzat Attâr’ın gençliğinde onu övmek için “Haydarnâme” (Haydarînâme) adıyla bir manzume yazması, yine Kutbüddin Haydar’ın Konya’ya gelen halifesi Hacı Mübârek Haydar’ın Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin yakın dostu oluşu, Tâceddin Vezîr’in onu Dârü’z-zâkirîn’in şeyhliğine tayin etmesi, Eflâkî’nin Kutbüddin Haydar’dan bir zâhid olarak bahsetmesi ve onun muteber bir halifesi olduğunu söylemesi de (Menâķıbü’l-Ǿârifîn, s. 215, 467, 773) Haydar’ın Sünnî bir sûfî olduğunu göstermektedir. Abdülhüseyn-i Zerrînkûb gibi çağdaş İranlı yazarlar da onun Sünnîliğini özellikle vurgulamışlardır (Cüstücû, s. 369).

Kutbüddin Haydar’ın Şiî veya Şiî-Bâtınî akîdelere sahip bir mutasavvıf olarak görülmesi (bk. Köprülü, Anadolu’da İslâmiyet, s. 50), kendisinden çok sonra Tebriz’de vefat eden Kutbüddin Haydar-ı Tûnî ile (ö. 830/1426) karıştırılmasından ileri gelmektedir. Bazı kaynaklarda Kutbüddin Haydar-ı Zâveî’nin kabrinin Tebriz’de bulunduğunun ifade edilmesi de (Şüsterî, I, 80; II, 51) böyle bir hataya yol açmıştır. Kabri Tebriz’de bulunan Kutbüddin Haydar-ı Tûnî, nesebi yedinci imam Mûsâ el-Kâzım’ın oğlu Abdullah’a bağlanan İmâmiyye Şîası’na mensup bir seyyid idi. Tebriz ve çevresinde birçok taraftarı vardı. Kutbüddin Haydar-ı Zâveî’nin müridleri, muhitin tesiriyle İran’da Şiîliğe meyletmiş, böylece Kutbüddin Haydar-ı Tûnî’nin müridleriyle karıştırılmışlardır.

Kutbüddin’in 110 veya 140 yıl yaşadığına, 597 (1200), 601, 613 veya 628’de (1231) öldüğüne dair çeşitli kayıtlar varsa da genellikle Moğol istilâsından önce 618’de (1221) doğum yeri Zâve’de vefat ettiği kabul edilir. Türbesi Zâve’de bulunduğundan daha sonra burası Türbet-i Haydarî (Türbet-i Haydariyye) diye meşhur olmuş, birçok ziyaretçinin uğradığı yer haline gelmiştir. Şehirdeki Haydarî Tekkesi şeyhin vefatından sonra da faaliyet göstermeye devam etmiş, İbn Battûta gibi seyyahlar tarafından ziyaret edilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Kazvînî, Âŝârü’l-bilâd, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 382-383; Müstevfî, Nüzhetü’l-ķulûb (Strange), s. 151, 154; Eflâkî, Menâķıbü’l-Ǿârifîn, I, 215, 467, 773; İbn Battûtâ, Seyahatnâme, I, 442; Hace Hasan-ı Dihlevî, Fevâǿidü’l-fuǿâd, Lahor 1962; Ma‘sûm Ali Şah, Ŧarâǿiķ, II, 642; Ali Şîr Nevâî, Nesâyim, s. 383-384; Devletşah, Tezkire (trc. Necati Lugal), İstanbul 1977, s. 212, 241; Hândmîr, Ĥabîbü’s-siyer, Tahran 1983, II, 332; Nûrullah et-Tüsterî, Mecâlisü’l-müǿminîn, Tahran 1365 hş., I, 80; Zeynelâbidîn-i Şirvânî, Riyâżü’s-seyâĥa (nşr. Asgar Hâmidî), Tahran 1339 hş., s. 226; Manâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî: Vilâyetnâme (haz. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1958, s. 9-11; Abdülhüseyn-i Zerrinkûb, Cüstücû der Taśavvuf-i Îrân, Tahran 1396, s. 367-369; Köprülü, İlk Mutasavvıflar (İstanbul 1919), İstanbul 1984, s. 117, 337, 351-352; a.mlf., Anadolu’da İslâmiyet (haz. Mehmet Kanar), İstanbul 1996, s. 50, 65, 77; Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sûfilik: Kalenderîler, Ankara 1992, s. 40-43, 113; a.mlf., Babaîler İsyanı, İstanbul 1996, s. 73-74; Îrec Emânpûr, “Mezâr-ı Ķuŧbeddin Ĥaydar”, Mişkāt, sy. 42, Meşhed 1373/1994, s. 150-163; DMF, II, 2059.

Tahsin Yazıcı