HASAN

(الحسن)

Ebû Muhammed el-Hasen b. Alî b. Ebî Tâlib el-Kureşî el-Hâşimî (ö. 49/669)

Hz. Peygamber’in torunu, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin büyük oğlu.

3. yılın Şâban ayında (Ocak-Şubat 625) veya Ramazan ayının 15’inde (1 Mart) Medine’de doğdu. Babası ona Harb adını koymayı düşünmüşse de Hz. Peygamber, Câhiliye döneminde bilinmeyen Hasan adını ve Ebû Muhammed künyesini vermiş ve kulağına bizzat ezan okumuştur; doğumunun yedinci gününde de akîka kurbanı kestiği ve Hz. Fâtıma’dan saçının ağırlığınca fakirlere gümüş dağıtmasını istediği bilinmektedir. Kaynaklarda, Resûlullah’a çok benzediği için Hz. Ebû Bekir’in onu, “Ey nebîye benzeyen, Ali’ye benzemeyen” diye sevdiği ve Hz. Ali’nin de buna tebessüm ettiği belirtilir.

Hasan, kardeşi Hüseyin gibi ilk halife döneminde cereyan eden önemli olaylarda fiilen yer almamıştır. Hz. Osman’ın hilâfeti sırasında kardeşiyle birlikte Saîd b. Âs’ın Horasan seferine (29 veya 30/650 veya 651) katılmış (Belâzürî, Fütûh, s. 480; Taberî, Târîħ, I, 2836), daha sonra da babası tarafından yine kardeşiyle birlikte Hz. Osman’ı isyancılara karşı korumak ve evine su taşımakla görevlendirilmiştir (a.g.e., I, 3020).

Babası hilâfete geldikten sonra Hasan, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm’ın ona karşı çıkmaları üzerine, Kûfeliler’i babasının yanında yer almaya ikna etmek için Ammâr b. Yâsir ile birlikte Kûfe’ye gitti. Cemel Vak‘ası ve Sıffîn Savaşı’nda da babasının yanında bulundu. Hz. Ali’nin şehid edilmesinin ardından (19 veya 21 Ramazan 40/26 veya 28 Ocak 661) Ubeydullah b. Abbas b. Abdülmuttalib Kûfeliler’i halife olarak ona biata davet etti ve bir rivayete göre (İbn Şehrâşûb, III, 191) aynı gün, bir rivayete göre de (Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb, II, 426) iki gün sonra Kûfe’de kendisine biat edildi. Hz. Ali ölümünden kısa bir süre önce Hasan’a biat konusunda sorulan bir soruya, “Bunu ne emreder ne de nehyederim” diye cevap vermiştir (Taberî, Târîħ, I, 3461); ancak Şiîler Hz. Ali’nin onu veliaht tayin ettiğine inanırlar (Fığlalı, s. 85). Hz. Hasan, Kûfe Mescidi’nde halka hitaben yaptığı konuşmada Ehl-i beyt’in meziyetlerinden ve Hz. Peygamber’e olan yakınlığından söz etti. Ona ilk biat eden Kays b. Sa‘d b. Ubâde el-Ensârî, biat sırasında kendisini Allah’ın kitabına ve Resûlullah’ın sünnetine bağlı kalmanın yanı sıra isyancılara karşı savaş şartını da kabul etmesi için zorladı; fakat Hasan bu şartın aslında “Allah’ın kitabı” lafzında mevcut olduğunu söyledi (Taberî, Târîħ, II, 1).

Hz. Ali’nin şehid edildiğini ve Hasan’ın halifeliğe getirildiğini haber alan Muâviye b. Ebû Süfyân, onun taraftarlarını ve Kûfeliler’i kendi safına çekmek için yoğun bir faaliyet başlattı; Abdullah b. Âmir kumandasında Suriye, Filistin ve el-Cezîre kuvvetlerinden oluşan bir ordu hazırlattı. Bu durumu Kûfe’de bulunduğu sırada öğrenen Hz. Hasan da Abdullah b. Âmir’le karşılaşmak üzere Medâin’e doğru yola çıktı. Bu sırada, iki taraf arasında anlaşmazlığın barış yoluyla çözümlenmesi konusunda zaman zaman eski meseleleri de kurcalayan mektuplar teâti edilmiş (Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, Meķātilü’ŧ-Ŧâlibiyyîn, s. 46-77), ancak bu yazışmalar durumu gerginleştirmekten başka bir işe yaramamıştır. Muâviye Musul’a ulaşıp orada konaklayınca Hz. Hasan, Ubeydullah b. Abbas kumandasında 12.000 kişilik bir öncü birliğini ona karşı gönderdi ve Ubeydullah’a, Muâviye ile müzakerelerde bulunmak isteyen Kays b. Sa‘d ve Saîd b. Kays el-Hemdânî ile istişare etmesini söyledi. Fakat bu arada, konakladığı Medâin’in Sâbât mevkiinde ordusundaki savaşa karşı isteksizliği sezince bir konuşma yaparak aslında hiçbir müslümana karşı kötü hisler beslemediğini, adamlarının pek çoğunun savaştan hoşlanmadığını bildiğini, bunun için de onların arzu etmedikleri bir şeyle karşı karşıya kalmalarını istemediğini söyledi. Büyük bir şaşkınlık yaratan bu sözler üzerine Hâricîler’in görüşlerini benimseyen bir grup, “Hasan da babası gibi küfre düşmüştür” diyerek üzerine yürüdü ve altından seccadesini çekip elbisesini çekiştirmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Hasan, Rebîa ve Hemdân kabilelerine mensup sâdık adamlarının yanına sığındı; onlar da etrafını çevirip saldırganları uzaklaştırdılar.


Hz. Hasan daha sonra Medâin’e gitmek üzere hareket etti. Ancak yolda kendisini öldürmeye teşebbüs eden Hâricî Cerrâh b. Sinân el-Esedî tarafından yaralandı ve şehre ulaşınca valinin evinde tedavi gördü. Bu sırada Muâviye, bir yandan Hz. Hasan’ın taraftarlarınca tartaklanıp yaralandığı haberini etrafa yayarken bir yandan da Enbâr’da onun öncü kumandanı Ubeydullah b. Abbas ile Kays b. Sa‘d’ı kuşattı. Muâviye’nin öncü kumandanı Abdullah b. Âmir de Medâin’e giderek şehrin dışına çıkan Hasan’ın ordusunun karşısında mevzilendi ve onlara Muâviye’nin de Enbâr’ı kuşattığını, aslında savaş niyeti taşımadıklarını ve Hz. Hasan’ın kendisi de dahil olmak üzere askerlerinden onlara sığınanların hayatlarının bağışlanacağını söyledi. Bu sözler karşısında çoğunluk savaştan kaçındığını belli etti; Hz. Hasan da Medâin’e dönerek hilâfeti Muâviye’ye teslim etmek için belirlediği şartları Abdullah b. Âmir’e bildirmek zorunda kaldı. İleri sürdüğü şartlar şunlardır: 1. İntikam için Iraklılar’dan hiç kimse tutuklanmayacaktır. 2. Milliyetine bakılmaksızın herkes emniyet içinde olacaktır. 3. İşlenmiş suçların tamamı affedilecektir. 4. Ahvaz’ın haracı yıllık olarak kendisine ödenecektir. 5. Kardeşi Hüseyin’e 2 milyon dirhem verilecektir. 6. Hâşimoğulları’na da Abdüşemsoğulları’na (Ümeyye) gösterilen yakınlık gösterilecek ve aynı ihsanlarda bulunulacaktır (Dîneverî, s. 221-222). İbnü’l-Esîr bu şartlara Hz. Ali’ye sövmemeyi de ilâve etmiştir (el-Kâmil, III, 405). Ayrıca muahhar bir Sünnî kaynakla (Süyûtî, s. 191) Şiî eserleri (meselâ bk. İbn Tolun, s. 65; İbrâhim el-Mûsevî ez-Zencânî, I, 143; M. Husain Tabatabai, s. 56), anlaşma şartlarına hilâfetin Muâviye’nin ölümü halinde Hasan’a iade edilmesi maddesini de eklemişlerdir. İbn Hacer el-Heytemî bu maddeyi, “Muâviye kendisinden sonra yerine kimseyi tayin etmeyecek, bu iş ondan sonra müslümanların şûrası ile tesbit edilecektir” şeklinde verirse de (eś-ŚavâǾiķu’l-muĥriķa, s. 136) anlaşmada böyle bir maddenin bulunması olayların gelişmesine pek uygun düşmemektedir; çünkü Muâviye, oğlu Yezîd’e biat aldığı zaman Hz. Hasan’la yapılmış anlaşma uyarınca hilâfete aday gösteremeyeceği yolunda kendisine karşı herhangi bir itirazın ileri sürüldüğü sabit değildir.

Abdullah b. Âmir Hz. Hasan’ın şartlarını Muâviye’ye götürdü, Muâviye de bunları kendi eliyle yazarak mühürledi ve Hz. Hasan’a iade etti (25 Rebîülevvel 41/29 Temmuz 661; bk. Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb, II, 426; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 405-406; İbrâhim el-Mûsevî ez-Zencânî, I, 143). Şartlarının kabul edilmesine memnun olan Hz. Hasan, anlaşmayı Kays b. Sa‘d’a bildirerek yetkilerini Muâviye’ye devretmesini ve Medâin’e dönmesini emretti. Bu duruma öfkelenen Kays, kumandası altındaki 4000 adamına ya sapıklığa düşmüş bir imama (Muâviye) itaat etmelerini veya imam olmadığı halde kendisine uyarak savaşa girmelerini önerdi, onlar da birinci şıkkı tercih ettiler (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 407). Bu arada Hz. Hüseyin ve Hucr b. Adî gibi bazı kimseler, Hz. Hasan’ın Muâviye ile anlaşmasına, arkasındaki müslümanları küçük düşürdüğü gerekçesiyle karşı çıktılarsa da Hasan kararından dönmeyerek adamları ile birlikte Medâin’den Kûfe’ye gitti ve oraya gelen Muâviye’ye vardıkları anlaşmayı şahsen de teyit ettirdi (Cemâziyelevvel 41/Eylül 661). İslâm tarihinde 41 yılına bu uzlaşmadan dolayı “âmü’l-cemâa” (birlik yılı) denilmiştir. Böylece Hz. Hasan, kardeşi Hüseyin’in şiddetle karşı çıkmasına rağmen Muâviye ile anlaşarak Hz. Peygamber’in işaret ettiği gibi (Buhârî, “Śulĥ”, 9; “Fiten”, 20) müslümanlar arasında kan dökülmesini önlemiş ve insanların kısa bir süre için de olsa barış ve huzur içinde yaşamalarına vesile olmuştur. Hz. Hasan daha sonra ailesiyle birlikte Medine’ye gitti ve hayatının geri kalan kısmını orada siyasetten uzak bir şekilde geçirdi. Ancak sonunda, rivayete göre Yezîd b. Muâviye ile evlendirilmek vaadiyle kandırılan eşlerinden Ca‘de bint Eş‘as b. Kays tarafından zehirlendi (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 460; a.mlf., Üsdü’l-ġābe, II, 15; Süyûtî, s. 192) ve 28 Safer 49 (7 Nisan 669) tarihinde vefat etti. Ölmeden önce kardeşi Hüseyin’e Resûl-i Ekrem’in yanına, bu mümkün olmadığı takdirde Cennetü’l-Bakī‘de annesinin yanına gömülmesini vasiyet etmiş, Mervân b. Hakem birinci teklife karşı çıktığı için Medine Valisi Saîd b. Âs’ın kıldırdığı cenaze namazından sonra Cennetü’l-Bakī‘de annesinin yanına defnedilmiştir.

“Müctebâ, takī, zekî” ve “sıbt” lakaplarıyla tanınan Hz. Hasan halim selim, cömert, sakin, vakarlı, siyaset ve fitneden kaçınan bir yaratılışa sahipti. Onun hilâfette kalış süresi hakkında farklı görüşler vardır; müelliflerin bir kısmına göre dört ay üç gün (meselâ bk. İbn Şehrâşûb, III, 192), bir kısmına göre de altı ay üç gün (meselâ bk. el-İmâme ve’s-siyâse, I, 140; Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 260; Süyûtî, s. 191-192) halifelik yapmıştır. Muâviye ile anlaşma 25 Rebîülevvel 41 (29 Temmuz 661) tarihinde yapıldığına göre ikinci rivayetin daha isabetli olması gerekir. Hz. Hasan doğrudan Resûl-i Ekrem’den, anne ve babasından on üç hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de oğlu Hasan ile Süveyd b. Gafele, Ebü’l-Havrâ es-Sa‘dî, Şa‘bî, Hübeyre b. Yerîm, Asbağ b. Nübâte ve Müseyyeb b. Necebe rivayette bulunmuşlardır.

“Mıtlak” (çok boşayan) lakabıyla da anılan Hz. Hasan’ın hayatında 100’e yakın evlilik yaptığı söylenir; hatta Şiî müelliflerinden İbn Şehrâşûb’a göre ayrıca 250 veya 300 câriyesi olmuştur (Menâķıbü Âli Ebî Ŧâlib, III, 192; Süyûtî, s. 191; İbrâhim el-Mûsevî ez-Zencânî, I, 145). Ancak onun hakkında müstakil bir araştırma yapan Bâkır Şerîf el-Kureşî, bu rivayetlere karşı çıkarak kendisinin sadece on üç evlilik yaptığını söylemektedir (Ĥayâtü’l-İmâm el-Ĥasan b. ǾAlî, II, 443-460). Çocuklarının sayısı da ihtilâflıdır; kız erkek on iki, on beş, on altı, on dokuz, yirmi ve yirmi iki çocuğu olduğu rivayet edilir. Kaynaklarda adları verilen çocukları şunlardır: Zeyd, Hasan, Kāsım, Ebû Bekir, Abdullah, Amr, Abdurrahman, Hüseyin, Muhammed, Ya‘kūb, İsmâil ve Talha. Tarihçiler, soyunun Hasan el-Müsennâ ve Zeyd adlı çocuklarıyla devam ettiğinde birleşirler. Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere “şerif” unvanı verilmiştir. Tarihte bunlar tarafından kurulan İdrîsîler, Ressîler, Sa‘dîler ve halen devam eden Filâlîler ile (Fas) Hâşimîler (Ürdün) gibi birçok hânedan vardır.

Kaynaklar, Resûl-i Ekrem’in “cennetin efendileri” dediği ve haklarında, “Allahım, ben onları seviyorum, sen de sev!” diye dua ettiği iki torununu çok sevdiğini, isteklerini tereddütsüz yerine getirdiğini, onlarla oyun oynadığını, sırtına bindirip gezdirdiğini, hatta secdede iken sırtına bindiklerinde ininceye kadar kalkmadığını belirtir ve onlara olan düşkünlüğünü gösteren birçok rivayet naklederler. Bunlardan biri de şudur: Bir gün Hz. Peygamber minberde iken Hasan ile Hüseyin’in düşe kalka mescide girdiklerini görmüş, konuşmasını yarıda keserek aşağı inip onları bağrına basmış, “Cenâb-ı Hak, ‘Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir’ (et-Tegābün 64/15) derken ne kadar doğru söylemiştir, onları görünce dayanamadım” dedikten sonra konuşmasına devam etmiştir (İbn Mâce, “Libâs”, 20; Tirmizî, “Menâķıb”, 30; Nesâî, “CumǾa”, 30,


“ǾÎdeyn”, 27; ). Hz. Hasan, Ehl-i beyt’e ve Âl-i abâ’ya dahil olmasının yanında kardeşi Hüseyin’le birlikte Hz. Peygamber’in neslini günümüze kadar devam ettiren iki kişiden biridir. Hasan ve Hüseyin’e duyulan sevgi ve şefkat Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra da devam etmiştir. Meselâ Hz. Ömer, hilâfeti sırasında divan teşkilâtını kurup herkesin tahsisatını belirlerken onlara Bedir Savaşı’na katılanlara verilen miktarda tahsisat ayırmıştır (Taberî, Târîħ, I, 2413). Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ile birlikte bütün İslâm dünyasında olduğu gibi Türkler arasında da Resûl-i Ekrem’in sevgili torunları sıfatıyla daima tebcil edilmiş, sevilmiş ve sayılmış, adları çocuklara verilen en yaygın isimler arasında yer almıştır.

Hz. Hasan bazı Sünnî âlimlerce, babasının şehid edilmesinden hilâfeti Muâviye b. Ebû Süfyân’a devretmesine kadar geçen sürede Hulefâ-yi Râşidîn’in beşincisi ve sonuncusu kabul edilir (Şevkânî, s. 606). Şiî kültüründe ise Hasan, bizzat Hz. Ali tarafından tayin edilmiş ikinci imam ve on dört “ma‘sûm-ı pâk”in (Çârdeh Ma‘sûm-ı Pâk) dördüncüsü olarak görülür ve kendisine birçok kerâmet izâfe edilir. Ancak bazı Şiî toplulukları Muâviye ile barış yaptığı için ona karşı çıkmış ve kendisini tenkit etmişlerdir (Nevbahtî, s. 24). Bugün İran ve Irak gibi Şiîler’in yaşadığı yerlerde, Hz. Hüseyin için muharrem ayının ilk on bir gününde yapılan tâziye âyinleri kadar gösterişli olmamakla beraber, 28 Safer günü hem Hz. Peygamber’in hem de Hz. Hasan’ın vefatı münasebetiyle dinî törenler yapılmaktadır.

Resûl-i Ekrem’in torunu, Hz. Ali ve Fâtıma’nın büyük oğlu ve müslüman kanının dökülmesini istemeyerek hilâfetten feragat etmiş bir kişi olarak Hz. Hasan üzerine geniş bir literatür teşekkül etmiştir. Onun hakkında İslâm tarihi kaynaklarından ve biyografik eserlerden başka müstakil çalışmaların da yapıldığı görülmektedir. Hadis külliyatından Buhârî ile Müslim’in çeşitli bölümlerinde Resûlullah’ın Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında söylediği birçok hadis mevcuttur (Buhârî, “Feżâǿilü aśĥâbi’n-nebî”, 18, 22; Müslim, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 32, 56, 58-61, 67). Her iki eserde de Hasan ile Hüseyin’in faziletlerine dair müstakil birer bab açılmış ve Hz. Peygamber’in yalnız biri veya her ikisi için söylediği medihkâr sözler kaydedilmiştir. Tirmizî’de de “Menâķıbü’l-Ĥasan ve’l-Ĥüseyn” ve “Menâķıbü Ehli beyti’n-nebî” adlarıyla bablar açılmış, buralarda diğer bölümlerin yanında yirmiden fazla hadis nakledilmiştir. Öteki hadis kaynaklarından Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn Mâce, Dârimî’nin eserlerinde ve el-Muvaŧŧaǿda da çok sayıda hadis zikredilmektedir (bk. Wensinck, VIII, 60-61). Ahmed b. Hanbel, el-Müsned’inde Hz. Hasan’dan mükerrerleriyle birlikte yetmiş dolayında rivayet nakletmiştir (meselâ bk. I, 203, 207; II, 227, 241; III, 62, 64); ayrıca onun Cüzǿün fîhi müsnedü Ehli’l-beyt adlı risâlesinde de (nşr. Abdullah el-Leysî el-Ensârî, Beyrut 1408/1988) on iki hadis daha bulunmaktadır. Şîa’nın temel hadis kaynaklarından olan Kütüb-i ErbaǾa’dan yalnız el-Kâfî’de Hz. Hasan’la ilgili hadisler vardır. Meclisî, sıhhat şartını dikkate almaksızın Şiî hadis kaynaklarında geçen Hz. Hasan’a dair rivayetleri müstakil bir ciltte toplamıştır (Biĥârü’l-envâr, Beyrut 1403/1983, XLIV). Ayrıca Ebü’l-Ferec el-İsfahânî’nin Meķātilü’ŧ-Ŧâlibiyyîn (bk. bibl.), Necmeddin Ebü’l-Hasan el-Alevî’nin el-Mecdî fî ensâbi’ŧ-Ŧâlibiyyîn (Kum 1988, s. 36-80), Tabersî’nin İǾlâmü’l-verâǿ (Beyrut 1985, s. 243-252) ve İbn Ebü’l-Hadîd’in Şerĥu Nehci’l-belâġa (XVI, 9-54) adlı eserlerinde Hz. Hasan hakkında önemli bilgiler verilmektedir.

Hz. Hasan’la ilgili çalışmaların bir kısmı, onu kardeşi Hüseyin veya Ehl-i beyt mensuplarıyla birlikte ele alır; çoğu ise doğrudan doğruya ona dair olan kitaplardır. Murtazâ el-Hüseynî el-Fîrûzâbâdî, Âl-i abâ’ya tahsis ettiği eserinde Hz. Hasan’la ilgili hadis kaynaklarında geçen rivayetleri derlemiştir (Feżâǿilü’l-ħams, Beyrut 1402/1982, III, 282-309). Aynı şekilde Tâhâ Hüseyin, Hz. Ali ve çocuklarına ayırdığı kitabında İslâm tarihi kaynakları çerçevesinde Hz. Hasan’ın hayatını, kardeşiyle arasındaki mizaç farklılığını ve Muâviye ile yaptığı barışı tahlil eder (ǾAlî ve benûh, Kahire, ts. [Dârü’l-maârif], s. 193-220). Muhammed Rızâ da Hz. Hasan’ı kardeşiyle birlikte Resûlullah’ın iki torunu olarak ele almıştır (el-Ĥasan ve’l-Ĥüseyn sıbŧâ Resûlillâh, Beyrut 1407/1987, s. 13-63). Bu türden diğer bazı eserler de şunlardır: Fazlullah Rahîmî, Gülzâr-ı Haseneyn (İstanbul 1994); Şems Osman Üsküdârî, Hasan ve Hüseyin Hakkında Üç Mersiye (Süleymaniye Ktp., Düğümlü Baba, nr. 20867); Abdülfettah Şefkat Efendi, Manzûme-i Siyer-i Nebî ve Evlâd-ı Resûl (Yapı Kredi Bankası Ktp., nr. 768).

Hz. Hasan hakkında yapılan monografik çalışmaların bazıları şu şekilde sıralanabilir: Abdürrızâ es-Sâfî, Belâġatü’l-İmâm el-Haśan (Necef 1966); Hüseyin Mahmûd Yûsuf, Seyyidü şebâbi ehli’l-cenne el-Ĥasan b. ǾAlî (Kahire 1973); Tevfîk Ebû İlim, el-Ĥasan b. ǾAlî (Kahire 1974); Hasan Kâmil el-Maltâvî, el-İmâm el-Ĥasan b. ǾAlî (Kahire, ts.); Mustafa Muhsin el-Mûsevî, el-Ĥasan b. ǾAlî (Kahire 1975); Kâmil Süleyman, el-Ĥasan b. ǾAlî (Beyrut 1399/1979); Ca‘fer Murtazâ el-Âmilî, el-Ĥayâtü’s-siyâsiyye li’l-İmâm el-Ĥasan (Beyrut, ts.); Süleyman el-Kettânî, el-İmâm el-Ĥasan (Beyrut 1989); Ali Kāimî, İmâm Ĥasan (Kum 1361/1982); Bâkır Şerîf el-Kureşî, Ĥayâtü’l-İmâm el-Ĥasan b. ǾAlî (I-II, Beyrut 1403/1983); Mûsâ Muhammed Ali, Ĥalîmü Âli’l-beyt el-İmâm el-Ĥasan b. ǾAlî (Beyrut 1405/1984); Alâilî, Ĥayâtü’l-Ĥasan (baskı yeri ve tarihi yok); Muhammed Beyyûmî Mehrân, el-İmâm el-Ĥasan b. ǾAlî (Beyrut 1990); Hüseyin eş-Şâkirî, el-Ĥasanü’l-müctebâ (Kum 1415)

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, I, 203, 207; II, 227, 241; III, 62, 64; Dârimî, “Ŧahâre”, 135, “Śalât”, 82, 227, “Vitr”, 5, “Luķata”, 16, “Cihâd”, 54, “Eđâĥi”, 21, “Libâs”, 40, “Mehdî”, 12, “Sünne”, 12, 20, “Edeb”, 107, 147, 154; Buhârî, “Zekât”, 57, 60, “Hibe”, 21, “Śulĥ”, 9, “Cihâd”, 188, “Enbiyâǿ”, 10, “Menâķıb”, 23, 25, “Feżâǿilü aśĥâbi’n-nebî”, 18, 22, 30, “Meġāzî”, 14, “Zebâǿiĥ”, 12, “Libâs”, 60, “Edeb”, 18, “Fiten”, 18, 20; Müslim, “Zekât”, 161, “Ĥudûd”, 38, “Feżâǿil”, 65, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 32, 56, 58-61, 67; İbn Mâce, “Ŧahâre”, 77, “İķāme”, 67, 117, “Libâs”, 20, “Edeb”, 3, 48, “Rüǿyâ”, 10, “Fiten”, 34; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 214, “Zekât”, 16, “BüyûǾ”, 2, “İstiǿźân”, 36; Muvaŧŧaǿ, “ǾAķīķa”, 2, 3, 6; Tirmizî, “Śalât”, 165, “Vitr”, 10, “Zekât”, 25, “Śavm”, 77, “Cenâǿiz”, 2, 52, “Eđâĥî”, 16, 19, “Libâs”, 16, “Birr”, 12, “Ŧıb”, 18, “Edeb”, 27, 60, “Menâķıb”, 20, 30, 31, 60; Nesâî, “Taŧbîķ”, 82, “CumǾa”, 30, “ǾÎdeyn”, 27, “Ķıyâmü’l-leyl”, 51, “Cenâǿiz”, 47, “ǾAķīķa”, 1, 4, “Eşribe”, 50; İbn Sa‘d, Tercemetü’l-İmâmi’l-Ĥasan (nşr. Abdülazîz et-Tabâtabâî), Kum 1416; a.mlf., eŧ-Ŧabaķāt, Beyrut 1380/1960, I, 285, 389, 442, 475, 501; II, 319; III, 20, 32, 35, 36, 37, 71, 83, 113, 214, 296, 615; IV, 58, 62, 71, 151, 157; V, 19, 35, 49, 55, 128, 284, 290, 291, 315, 398; VI, 22, 33, 59, 113, 168, 171, 247, 256, 263, 265, 294, 395; VII, 98; VIII, 73, 178, 464; el-İmâme ve’s-siyâse, I, 140; Belâzürî, Ensâb, I, 400, 404 vd., 578; a.mlf., Fütûh (Fayda), s. 480; Dîneverî, el-Aħbârü’ŧ-ŧıvâl, s. 144, 182, 216-218, 221-222; Ya‘kūbî, Târîħ (nşr. M. Sâdık), Necef 1384/1964, II, 204-216; Taberî, Târîħ (de Goeje), I, 1284, 1367, 2413, 2836, 3020, 3147, 3150, 3461-3464; II, 1-13, 15, 24, 129, 143, 145, 198, 199, 323, 520, 1679, ayrıca bk. İndeks; a.mlf., CâmiǾu’l-beyân (Bulak), XXII, 6; Nevbahtî, Fıraķu’ş-ŞîǾa, Necef 1355/1936, s. 24-25; Küleynî, el-Uśûl mine’l-Kâfî, Tahran 1388, I, 298-300, 461-462; İbn Abdürabbih, el-Ǿİķdü’l-ferîd (nşr. M. S. el-Aryân), I, 19, 153; III, 171-172; V, 103-104; Mes‘ûdî,


Mürûcü’ź-źeheb (Abdülhamîd), II, 288, 361, 413, 426-432; a.mlf., et-Tenbîh (nşr. A. İsmâil es-Sâvî), Bağdad 1357/1938, s. 258, 260, 261, 264; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, Meķātilü’ŧ-Ŧâlibiyyîn (nşr. Seyyid Ahmed es-Sakr), Kahire 1368/1949, s. 46-77, ayrıca bk. tür.yer.; a.mlf., el-Eġānî, IX, 173-174; XII, 7, 195-196, 328-329; XVII, 218-219; XXIII, 207; Halîmî, el-Minhâc, III, 292-295, 371, 380, 388-391, 409, 422, 423; Kādî Abdülcebbâr, Teŝbîtü delâǿili’n-nübüvve (nşr. Abdülkerîm Osman), Beyrut 1966, I, 17, 212-213, 238, 249, 276-277; II, 426, 528-529, 531, 536, 541, 555, 567, 568, 574; İbn Abdülber, el-İstîǾâb, I, 383-392; İbn Asâkir, Târîħu Dımaşķ (Amrevî), XXIII, 163-305; İbn Şehrâşûb, Menâķıbü Âli Ebî Ŧâlib, Necef 1956, III, 141-169, 170-205; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, II, 3, 295; IV, 1039; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 141, 166, 241, 503; III, 109, 159, 172, 174, 175, 180, 204, 222, 227, 230-231, 260, 299, 324, 333, 384 vd., 391 vd., 397-398, 400-409, 414, 416, 423, 460, ayrıca bk. İndeks; a.mlf., Üsdü’l-ġābe, II, 10-16; İbn Ebü’l-Hadîd, Şerĥu Nehci’l-belâġa (nşr. M. Ebü’l-Fazl İbrâhim), Beyrut 1965, IV, 82; VI, 285-294; XVI, 9-54; Zehebî, el-Ǿİber, Küveyt 1960, I, 47-50; a.mlf., AǾlâmü’n-nübelâǿ, III, 245-279; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 14-19, 108; İbn Habîb, el-Muĥabber, s. 18, 19, 46, 57, 66, 293; İbn Hacer, Tehźîbü’t-Tehźîb, II, 295, 301; a.mlf., el-İśâbe (Bicâvî), II, 68-74; Süyûtî, Târîħu’l-ħulefâǿ, s. 187-194; İbn Tolun, el-Eǿimmetü’l-iŝnâǾaşer (nşr. Selâhaddin el-Müneccid), Beyrut 1377/1958, s. 63-67; İbn Hacer el-Heytemî, eś-ŚavâǾiķu’l-muĥriķa fi’r-red Ǿalâ ehli’l-bidaǾ (nşr. A. Abdüllatîf), Kahire 1385/1965, s. 135-141; Şevkânî, Derrü’s-seĥâbe, s. 286-292, 606; D. M. Donaldson, The Shi’ite Religion, London 1933, s. 66-78; H. Laoust, Les schismes dans l’Islam, Paris 1965, s. 15, 16, 17, 19, 20, 27, 31, 36, ayrıca bk. İndeks; Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetü’l-kübrâ II: ǾAlî ve benûh, Kahire 1966, s. 176-194; Abdullah Feyyâz, Târîħu’l-İmâmiyye ve eslâfühüm mine’ş-ŞîǾa, Bağdad 1970, s. 31, 45, 57-58, 111, 147, 181; İbrâhim el-Mûsevî ez-Zencânî, ǾAķāǿidü’l-İmâmiyyeti’l-İŝnâǾaşeriyye, Beyrut 1393/1973, I, 141-145; M. Husain Tabatabai, Shi’ite Islam, London 1975, s. 56; Abdülbâki Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslâm Mezhepleri ve Şiîlik, İstanbul 1979, s. 367-379; Hasan İbrâhim Hasan, ZüǾamâǿü’l-İslâm, Kahire 1980, s. 190-196; Bâkır Şerîf el-Kureşî, Ĥayâtü’l-İmâm el-Ĥasan b. ǾAlî, Beyrut 1983, I-II; Âgā Büzürg-i Tahrânî, eź-ŹerîǾa ilâ teśânîfi’ş-ŞîǾa, Beyrut 1983, VII, 16; Ethem Ruhi Fığlalı, İmâmiyye Şîası, İstanbul 1984, s. 84-89; M. Momen, An Introduction to Shi’i Islam, Worcester 1985, s. 26-28; Wensinck, el-MuǾcem, VIII, 60-61; S. Saeed Akhtar Rizvî, “Imam Hasan: the Myth of his Divorces”, Alserāt, IX, London 1983, s. 49-57; Bodiur Rahman, “Responsibility for Action in an Early Historical Document of Islam: Al-Hasan b. Ali’s Risāla”, IQ, XXXVI/4 (1990), s. 235-245; Adnan Demircan, “Hz. Hasan ve Halifeliği”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, I, Şanlıurfa 1995, s. 81-109; H. Lammens, “Hasan”, İA, V/1, s. 308-309; L. Veccia Vaglieri, “al-Ĥasan”, EI² (İng.), III, 240-243; “İmâm Ĥasan-ı Müctebâ”, DMT, II, 345-349.

Ethem Ruhi Fığlalı