HAMA

(حماة)

Suriye’nin orta kesiminde Âsi ırmağı kıyısında bir şehir.

Halep’i Şam’a bağlayan yol üzerindeki önemli bir mevkide Âsi nehrinin kenarında kurulmuş olup bu nehir üzerindeki su dolapları ve diğer sulama vasıtalarının çokluğu sayesinde yoğunlaşan ziraata dayalı iktisadî bir hayatın merkezidir.

Hama şehrinin ilk defa ne zaman ve nasıl kurulduğu bilinmemektedir. Milâttan önce XIV ve XIII. yüzyıllarda Kuzey Suriye’nin Hititler tarafından işgali sırasında şehrin mevcut olduğuna dair o döneme ait kitâbeler bulunmaktadır. Daha sonra şehir, Asurlu II. Salmanasar’a (m.ö. IX. yüzyılın ortası) karşı mücadele etmek için Şam kralıyla ittifak kuran Ârâmîler’in hâkimiyetine geçti. VIII. yüzyılda Hama kralı önce Asurlu III. Tiglatpileser’e (Teglatphalasar 746-727), ardından şehri Asur’a katan II. Sargon’a (722-705) haraç ödemek zorunda kaldı. Eski Ahit’te adı Hamath olarak geçen Hama, Helenistik dönemde Kral Antiokos IV. Epifan (Antiochos IV. Epiphane) adına dayanılarak Epifanya (Epiphania) diye adlandırıldı.

Ebû Ubeyde b. Cerrâh kumandasındaki İslâm ordusu Hama üzerine yürüyünce şehir halkı cizye ve haraç ödemeyi kabul ederek kendi istekleriyle müslüman fâtihlere teslim oldular (15/636). Bu sıralarda fazla önemi olmayan şehir Humus askerî bölgesine (Cündü Hıms) katıldı ve bu durum X. yüzyıla kadar devam etti.

Hamdânî Emîri Seyfüddevle zamanında (944-967) Halep şehrine katılan Hama, Bizans İmparatoru Nicephoros Phocas’ın saldırısına uğradı (357/968). Bu baskında büyük cami yandı. Daha sonra bütün Kuzey Suriye gibi Fâtımîler’in, ardından Mirdâsîler’in ve son olarak da Selçuklular’ın hâkimiyetine girdi. Aksungur, Kuzey Suriye’yi ve güneyde Hama’ya kadar olan bölgeyi Sultan Melikşah adına idare etti. 1110’da Haçlılar’a haraç ödeyen şehirler arasında yer alan Hama daha sonra Dımaşk Atabegi Tuğtegin tarafından ele geçirildi. Tuğtegin ve İlgazi’nin Büyük Selçuklu Devleti’ne karşı Haçlılar’la ittifak yaptıklarını haber alan Sultan Muhammed Tapar, Hemedan Emîri Porsuk b. Porsuk’u büyük bir ordu ile onların üzerine sevketti. Halep’e yürüyen ordu daha sonra Tuğtegin’in ağırlıklarının bulunduğu Hama’yı kuşatıp zaptetti. Şehri üç gün yağmalatan Porsuk, burayı sultanın emriyle Humus Valisi Hayır Han (Kırhan) b. Karaca’ya teslim etti. Hayır Han bir süre sonra Hama’yı kardeşi Şehâbeddin Mahmûd’a bıraktı. Mahmûd’un 1123’te ölümü üzerine şehri Tuğtegin tekrar zaptetti. Ardından onun oğlu Tâcülmülûk Böri ve oğlu Sevinç tarafından yönetilen Hama Zengî tarafından alınarak Hayır Han’ın idaresine bırakıldı. İsmâil b. Böri şehri yeniden fethetmeyi başardıysa da 1135’te Zengî tekrar burayı alıp Orta Suriye’deki askerî harekâtlarının bir üssü haline getirdi.

Bu dönem boyunca Kuzey Suriye’de bulunan Haçlılar birçok defa Hama’yı ele geçirmek için teşebbüste bulundular. Kenar mahallelerine kadar ilerledikleri halde şehri zaptedemediler. Zengî’nin ölümünden sonra (1146) hâcib Selâhaddin el-Yağıbasanî, Nûreddin Mahmud Zengî’ye tâbi olarak Hama emirliğine getirildi. Receb 552’deki (Ağustos 1157) deprem şehri büyük ölçüde harap etti. Bir başka deprem de Şevval 565’te (Temmuz 1170) meydana geldi. Nûreddin camileri ve hisarı onartıp medrese ile beraber bir de bîmâristan inşa ettirdi.

Hama 570’te (1174-75) Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin eline geçti. Selâhaddin dört yıl sonra burayı yeğeni el-Melikü’l-Muzaffer Ömer’e bıraktı. Ömer’in torunları şehri XIII. yüzyılın sonlarına kadar idare ettiler. Ancak XIII. yüzyılın ortasından itibaren Memlük sultanlarının hâkimiyetini tanıdılar. el-Melikü’l-Muzaffer’in 698’de (1298-99) ölümü üzerine Hama doğrudan Memlükler’in hâkimiyeti altına girdi ve Suriye’nin kazalarından birinin yönetim merkezi oldu. el-Melikü’l-Muzaffer’in yeğeni tarih ve coğrafya âlimi Ebü’l-Fidâ, Kerek’te bulunduğu sırada Memlük Sultanı el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun’un dostluğunu kazandığından Hama’ya nâib tayin edildi (8 Cemâziyelevvel 710/3 Ekim 1310). Sultanla dostluğunu ilerleten Ebü’l-Fidâ, 25 Rebîülâhir 712’de (30 Ağustos 1312) el-Melikü’s-Sâlih lakabıyla Hama meliki oldu ve daha sonra oğlu el-Melikü’l-Efdal Muhammed tarafından da kullanılacak olan sultan


unvanını aldı (17 Muharrem 720/28 Şubat 1320). Hama halkı onun âdil idaresi altında en müreffeh ve huzurlu dönemini yaşadı. Ancak oğlu Memlük sultanı ile anlaşmazlığa düştüğü için Dımaşk’a sürgüne gönderildi. Hama bundan sonra doğrudan doğruya Memlük valileri tarafından yönetildi. Timur’un Suriye’yi istilâsı sırasında özellikle hisar ve şehir büyük bir yıkıma uğradı. Bunun ardından şehrin askerî ve iktisadî bakımdan önemini anlayan Memlük yöneticileri Hama’yı eski canlılığına kavuşturmak için çalıştılar. İki büyük su dolabı ile bir büyük su kemeri inşa edildi ve sulama kanalları ile ziraat canlandırıldı. Fakat burası, bölgenin diğer şehirleri olan Halep ve Trablus kadar önem kazanamadı.

Yavuz Sultan Selim’in Suriye-Mısır seferi sırasında Hama da Osmanlı hâkimiyetine girdi (19 Eylül 1516). ve Yavuz Sultan Selim tarafından yeni fethedilen yerlerden teşkil edilen ve “vilâyet-i Arab” adı verilen idarî birime bağlı bir sancak merkezi haline getirildi. Kanûnî Sultan Süleyman dönemi başlarında yeni idarî düzenlemeler yapılırken Halep ve Şam beylerbeyilik olmuş, Hama ve Humus da tek bir sancak halinde Şam’a bağlanmıştır (1527). Nitekim bu döneme ait tahrirlerinden Hama sancağının Hama, Humus, Maarre, Bârîn adlı nahiyelerden oluştuğu anlaşılmaktadır (BA, TD, nr. 137, 418). 1568’de Hama ve Humus birbirinden ayrılarak iki sancak haline geldi. Humus sancağı Şam beylerbeyiliğinde kalırken Hama sancağı Halep beylerbeyiliğine dahil edildi (BA, MAD, nr. 563, s. 156, 167). 1571’de yeni teşkil edilen Trablus beylerbeyiliğine, 1579’da Halep’e, XVII. yüzyılda yeniden Trablus’a nakledilen sancak XVIII. yüzyılın başında tekrar Şam’a bağlandı. Bu sırada Hama Şam paşasına özel mülk (mâlikâne) olarak tahsis edilmişti. Böylece, Suriye valiliklerinde bulunan ve bir hânedan oluşturan Azm ailesinin özel mallarından bir bölümünü meydana getiriyordu. Bu valilerin arasında en meşhuru olan Esad Paşa (1743’ten 1757’ye kadar Şam valisi), Hama’da o dönemin Suriye-Osmanlı mimarisinin bir şahidi olan dikkate değer bir saray inşa ettirmiştir.

1830’lara doğru Trablus’a bağlanan Hama sancağı, 1864’te Suriye vilâyetinin oluşturulması sırasında yeniden Şam’a dahil edildi. Osmanlı hâkimiyetinden sonra Fransız mandası ve Suriye Cumhuriyeti’nde Hama idarî bir merkez oldu.

Ortaçağ’da büyük bir merkez olan, XII. yüzyılda kâğıt fabrikalarına sahip bulunduğu bilinen, ancak Memlük idaresi döneminde durumu sarsılan Hama şehri Osmanlı hâkimiyeti altında yeniden önem kazanarak bölgenin kalabalık yerleşme yerlerinden birini oluşturdu. XVI. yüzyılda fetihten hemen sonra yapılan tahrirlere göre şehir giderek fizikî bakımdan kalabalık nüfusu barındırabilecek önemli bir iktisadî merkez haline geldi. XVI. yüzyıl ortalarında şehirde yirmi ikisinde müslümanların, ikisinde gayri müslimlerin oturduğu yirmi dört mahalle vardı. Mahalleler “zukak” (sokak) denilen küçük yerleşme birimlerine ayrılmıştı. Bunlar en fazla altı, en az iki sokaklı büyük mahallelerdi. Sokağı bulunmayan bazı mahalleler de yine nüfus bakımından yoğun yerleşme yeri özelliği göstermekteydi. Bu sırada şehrin toplam nüfusu tahminen 20-25.000 civarındaydı. Bu nüfusu ile Hama bölgedeki büyük şehirler arasında yer alıyor ve nüfusun çoğunluğu müslümanlardan oluşuyordu. Hama sancağı sınırları içinde muhtelif bölgelerde kalabalık cemaatler halinde yaşayan Türkmen gruplarının bazıları şehirde oturmaktaydı. Bunlar şehrin dört mahallesine yayılmış olup 134 hâne (yaklaşık 700 kişi) kadardı. Gayri müslim olarak ise 150 hâne yahudi ve defterde Ya‘kūbî (Süryânî) şeklinde kayıtlı 280 hâne hıristiyan bulunuyordu. Tahrir defterlerindeki vergi kayıtlarına göre Hama bu tarihlerde önemli bir pazar yeri durumundaydı; ihtisab, pazar vergileri büyük rakamlara ulaşıyordu. Şehrin meşhur değirmenlerinde un yanında susam yağı da çıkarılıyordu. Her çeşit yünlü kumaş, pamuklu ve ipekliler şehirde pazarlanıyor, özellikle Avrupa’dan gelen çuha pazarlarda alıcı buluyor, buna karşılık pamuklu ve yapağı ihraç ediliyordu (BA, TD, nr. 564, s. 1-69).

Şehir bu durumunu XVII. yüzyılda da korudu. Bu yüzyıl başlarında şehre gelen Polonyalı Simeon burayı önemli bir ticaret merkezi olarak tarif eder; ipekli, sırmalı bürümcük, telli makreme, alaca, yağlık vb. kumaşların pazarlandığını belirtir (Seyahatnâme, s. 151-152). Diğer seyyahlar da buranın büyük ve kalabalık bir merkez olduğunu, su dolaplarının kanallarla şehre su sevkettiğini, depolar ve pazarlar bulunduğunu, pazarlarda satılan mensucatın Trablus’a gönderilip buradan Avrupa’ya götürüldüğünü yazarlar (P. della Valle, s. 179-180; Ch. d’Arvieux, II, 443). XVII. yüzyıl ortalarında burayı ziyaret eden Evliya Çelebi, büyük bir şehir olarak nitelendirdiği Hama’nın kalesinin harap halde olduğunu, nehir kenarında büyük bağlı bahçeli evler, 105 kadar cami ve mescid, yedi tüccar hanı bulunduğunu belirterek su dolaplarından söz eder (Seyahatnâme, III, 57-61). Ayrıca bir kısmı Osmanlı döneminde kurulmuş zengin vakıflara sahip olan Hama’da yapılan vakıf tahrirlerine göre XVI. yüzyılda vakıfları bulunan on altı medrese, yedi türbe, iki buk‘a ve iki zâviye vardı. Vakfı bulunmayanlarla birlikte bunların sayısının daha da fazla olduğu düşünülebilir.


Demiryolu ile Halep’e ve Şam’a, Humus üzerinden de Trablus ve Beyrut’a bağlanan Hama XIX. yüzyılda biraz daha gelişti. XX. yüzyıl başlarında 50.000’i geçen nüfusu 1940’larda 70.000’i aşmış, 1992’de ise 250.000’i bulmuştur. 1980’de Müslüman Kardeşler (İhvân-ı Müslimîn) hareketinin merkezi haline gelen şehir, Şubat 1982’de girişilen sindirme harekâtı sırasında çıkan çatışmalardan oldukça etkilenmiş, eski şehrin büyük bir kısmı ağır bombardımanın tesiriyle yıkıldığı gibi 20-25.000 kişi de hayatını kaybetmişti.

Tarihi boyunca ipekli ve pamuklu kumaş dokumacılığının merkezi, bölgenin göçebe halkı tarafından sıkça uğranılan bir pazar yeri olan ve XX. yüzyıl başlarında çevresindeki köylerin % 80’i beş büyük ailenin mülkiyetinde bulunan Hama bugün de pamuk, tahıl, meyve, sebze ticareti yapılan bir pazar olup tahıl öğütme, yün ve ipekli dokuma sanayiine sahiptir.

Âsi nehrinin iki yakası üzerinde kurulu olan şehir, günümüzde en büyüğünün yüksekliği 22 metreyi bulan su kemerlerindeki suyun yükselmesi sayesinde şehrin içme suyunu ve bahçelerinin sulama ihtiyacını karşılayan su dolaplarıyla meşhurdur. Irmağın sağ tarafındaki ticarî uğrak yeri olan mahallelerde hanlar, Câmiu’l-hayyât ve onun yanı başında Hama sultanı Ebül-Fidâ’nın mezarını örten bir kubbe yükselmektedir. Başlangıçta putperest tapınağı ve daha sonra hıristiyan bazilikası iken Emevîler zamanında camiye çevrilen el-Câmiu’l-kebîr (Câmiu’s-sûkı’l-a‘lâ, Câmiu Ebî Ubeyde) üç nefe ayrılmış geniş bir namaz kılma bölümüne, sekiz sütunla taşınan beş kubbeye, XV. yüzyılda yapılmış ağaç işlemeli minbere ve biri 529 (1135) tarihli, diğeri Memlükler zamanına ait iki minareye sahiptir. Avlunun batı tarafındaki revaklı bölümden, 1284-1298 yılları arasında Hama emirliği yapmış olan el-Melikü’l-Muzaffer’in türbesine varılır. Siyah ve beyaz süslemeleriyle dikkati çeken minaresi, ağaç işlemeli çok güzel minberiyle Nûreddin Camii (el-Câmiu’n-Nûrî) 568 (1172) yılında inşa edilmiştir. Yine bu dönemde 552’den (1157) sonra bir hastahane (Bîmâristânü’n-Nûrî), 565’ten (1170) sonra bir medrese ve bugün hiçbir izi kalmamış olan bir kale yapılmıştı. Azm ve Geylânî ailelerinin evlerinin (Kasrü’l-Geylânî) bulunduğu kısım şehrin en önemli bölgesidir. Hama tarih ekolünün kurucusu İbn Vâsıl, coğrafyacı Yâkūt ve Ebü’l-Fidâ Hamalı meşhur şahsiyetlerdir. Bunların yanında Kādılkudât Ebû Bekir Muhammed b. Muzaffer ve fakih Ahmed b. Muhammed gibi Hamevî nisbesiyle meşhur birçok şahsiyet vardır.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, TD, nr. 137, 418; nr. 564, s. 1-69; BA, MAD, nr. 563, s. 156, 167; Sem‘ânî, el-Ensâb, IV, 229-230; İbn Cübeyr, er-Riĥle, Beyrut 1374/1964, s. 229, 231, 280; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, bk. İndeks; Hamevî, Târîħu’l-Manśûrî (nşr. Ebü’l-Îd Dûdû), Dımaşk 1401/1981, bk. İndeks; İbn Vâsıl, Müferricü’l-kürûb (nşr. Cemâleddin eş-Şeyyâl), Kahire 1953-60, I, 41, 53, 77, 274; II, 22-23, 64, 74-75; III, bk. İndeks; Ebü’l-Fidâ, Muħtaśar: Annales Moslemici (nşr. J. J. Reiske - J. G. Adler), Leipzig 1759, I, 224-227; Polonyalı Simeon, Seyahatnâme (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1964, s. 151-152; J. de Thévenot, Relation d’un voyage fait au Levant, Paris 1664, s. 443; P. della Valle, Voyage, Paris 1670, s. 179-180; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, III, 57-61; Ch. d’Arvieux, Mémoires, Paris 1735, II, 443; R. Pococke, A Description of the East and Some other Countries, London 1743-45, II, 144; RHC Or., I, 168, 172-173, 177-179, 185; M.van Berchem, “Arabische Inschriften” (M.von Oppenheim, Inschriften aus Syrien içinde), Leipzig 1909, s. 22-32; a.mlf. - E. Fatio, Voyage en Syrie, Le Caire 1913-14, s. 176-179; M. Gaudefroy-Demombynes, La Syrie à l’époque des mamelouks, Paris 1923, s. 106-108, 229-233; R. Dussaud, Topographie historique de la Syrie, Paris 1927; K. A. C. Creswell, Early Muslim Architecture, Oxford 1932, I, 14; a.mlf., “The Great Mosque of Hamā”, Aus der Welt der islamischen Kunst, Berlin 1959, s. 48-53; J. Weulersse, L’Oronte, Tours 1940, s. 50-58; Cl. Cahen, La Syrie du nord, Paris 1940, bk. İndeks; Répertoire chronologique d’épigraphie arabe, Cairo 1964, nr. 3073-3074, 3220, 3248, 3255-3256, 3432-3434, 3556, 763 005, 776 011, 781 003, 797 012-13, 800 021; Robert Mantran - J. Sauvaget, Réglements fiscaux ottomans, Paris 1951, s. 81-87; S. Runciman, A History of the Crusades, London 1965, I-III, bk. İndeks; N. Elissèeff, Nūr ad-dīn, Paris 1967, I-III, tür.yer.; Abdülkerîm Râfik, Bilâdü’ş-Şâm ve Mıśr, Dımaşk 1968, tür.yer.; a.mlf., “Mežâhiru iķtiśâdiyye ve ictimâǾiyye min livâǿi Ĥamâ, 942-943/1535-1536”, Dirâsât târîħiyye, sy. 31-32, Dımaşk 1989, s. 17-66; Coşkun Alptekin, The Reign of Zangi, Erzurum 1978, s. 49-50, 53-55, 57-58, 60, 62, 71-72; Mehmet Ipşirli, “A Preliminary Study of the Public Waqfs of Hama and Homs in the XVI. Century”, Studies on Turkish-Arab Relations, Istanbul 1986, I, 119-147; E. von Mülinen, “Das Grab Abu’l-Fidā’s in Hamā”, ZDMG, LXII (1908), s. 657-660; R. L. Devonshire, “Relation d’un voyage du Sultan Qaitbay”, BIFAO, XX (1922), s. 21-22; J. Gaulmier, “Pèlerinages populaires à Hamā”, BEO, I (1931), s. 137-152; J. Sauvaget, “Décrets mamelouks de Syrie”, a.e., III (1933), s. 1-13; XII (1947-48), s. 36-38; G. C. Miles, “A Mamlūk Hoard of Ĥamāh”, American Numismatic Society Museum Notes, XI, New York 1964, s. 307-309; M. Sobernheim, “Ĥamā”, İA, V/1, s. 170-172; D. Sourdel, “Ĥamāt”, EI² (Fr.), III, 122-124.

Robert Mantran