HALÎM

(الحليم)

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

“Sabırlı ve temkinli, akıllı ve ağır başlı olmak” mânasındaki hilm masdarından sıfat olup “sabırlı ve temkinli olan, acele ve kızgınlıkla muamele etmeyip ileride meydana gelecek gelişmelere fırsat tanıyan” demektir. Dil âlimleri kelimenin, “kudreti olduğu halde cezalandırmayan” ve “cezayı büsbütün terketmeyip gelişmelere göre hareket eden” şeklindeki iki anlamına dikkat çekerler (Lisânü’l-ǾArab, “ĥlm” md.; Ebü’l-Bekā, s. 404, 560; Zeccâc, s. 45). Halîm esmâ-i hüsnâdan biri olarak “sabırlı, acele ve kızgınlıkla muamele etmeyen” mânasına gelir.

Halîm kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’in on beş yerinde geçmekte olup bunlardan on birinde Allah’a, ikisinde Hz. İbrâhim’e, birinde Şuayb’a, birinde de İsmâil peygambere izâfe edilmiştir (bk. M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ĥalîm” md.). Allah’ın ismi olarak zikredilen halîm tek başına kullanılmayıp altı âyette “bütün günahları bağışlayan” anlamındaki gafûr, üç âyette “hakkıyla bilen” anlamındaki alîm, bir âyette “her şeyden müstağni olan, kendi dışındaki her şeyin O’na muhtaç olduğu varlık” mânasındaki ganî, bir âyette de “az iyiliğe çok mükâfat veren” mânasındaki şekûr ismiyle birlikte zikredilmiştir. Bu kullanılış kelimenin mânasına açıklık getirdiği gibi ona zenginlik ve derinlik de kazandırmaktadır. İlgili âyetlerin incelenmesinden anlaşılacağı üzere halîmin gafûr ismiyle beraber kullanıldığı yerlerde kulların işleyebileceği bazı günahlardan söz edilmekte, bu tür günahları işleyenlerin âcilen cezalandırılmayıp dönüş yapmalarına (tövbe)


fırsat tanınacağı belirtilmektedir (bk. el-Bakara 2/235; Âl-i İmrân 3/155; el-Mâide 5/101; el-İsrâ 17/44; Fâtır 35/41). Alîm ile birlikte kullanıldığı üç âyetten birinde mirasın taksimi anlatılmakta ve bu hususta ortaya konan ölçülerin insanlığın mutluluğunu dileyen Allah’ın bir öğüdü olduğu, O’nun bütün hak ve hukuk türlerini bildiği, mirasın bölüştürülmesinde yapılabilecek bazı yanlışlıkları da hemen cezalandırmayacağı ifade edilmektedir (en-Nisâ 4/12). Diğer iki âyetin birinde Allah yolunda hicret edip sıkıntılara katlananları iyi âkıbetlerin beklediği müjdelenmekte ve bu tür sosyal çalkantılar karşısında ilâhî müdahalenin bilgiye ve temkine dayandığı anlatılmakta (el-Hac 22/59), diğerinde de Allah’ın, gönüllerde saklanan her sırra vâkıf olmasına rağmen sabır ve teennî ile muamele ettiği bildirilmektedir (el-Ahzâb 33/51). Halîmin ganî ismiyle beraber kullanıldığı âyet, malî konuların ve Allah rızâsı için karşılıksız harcamada bulunmanın işlendiği âyetler içinde yer almakta (el-Bakara 2/263), şekûr isminden hemen sonra yer aldığı âyette de ödünç para verenlerin Allah tarafından fazlasıyla mükâfatlandırılacağı beyan edilmektedir (et-Tegābün 64/17). Özellikle bu son iki kullanılış halîmin, “hak edilmiş cezaları hemen uygulamayıp mühlet veren” anlamının yanı sıra “yapılan iyilikleri ve faziletli davranışları bazı eksiklikleri hesaba katmadan fazlasıyla mükâfatlandıran” mânasını da içerdiğini göstermektedir.

Halîm, doksan dokuz ilâhî ismi ihtiva eden rivayetlerin ikisinde de yer aldıktan başka (İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10; Tirmizî, “DaǾavât”, 82) Kütüb-i Sitte’de ve Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’indeki çeşitli rivayetlerde de Allah’a nisbet edilmiştir (bk. Wensinck, el-MuǾcem, “ĥalîm” md.).

Âlimlerin halîm ismi etrafında yaptıkları yorumlar, kelimenin sözlük anlamı ve Kur’an’daki kullanılışıyla paralellik arzetmektedir. Kelimenin kök anlamı içinde önemli görülen “kudreti yettiği halde cezalandırmama” ve “tamamen affetmeyip erteleme” noktalarını özellikle vurgulayan âlimler halîm isminin şu mânaları üzerinde de dururlar: Cenâb-ı Hak bu ismin tecellisi olarak tövbeleri kabul eder ve günahların bir kısmını affedebilir; Allah’a karşı nasıl hürmet gösterileceğini bilmeyenlerin kaba davranışları ve âsilerin azgınlıkları O’nu öfkelendirip harekete geçirmez ve aceleye sevketmez. Allah hilim gösterir; öyle ki cahiller O’nun olan bitenden haberdar olmadığını sanır, basîreti bağlananlar da O’nun görmediği zehâbına kapılırlar. Abdülkāhir el-Bağdâdî’nin ifade ettiği gibi cezalandırmada acele eden fırsatın elden kaçmasından korkan kimsedir. İradesini dilediği zaman gerçekleştirmesi hususunda hiçbir engeli bulunmayan ve suçluyu kaçırma endişesinden münezzeh olan yüce varlık için hilim bir övgü sıfatıdır (el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, vr. 96a). Halîmî de Allah’ın, günahları yüzünden kullarına olan lutuf ve ihsanını esirgemediğini, itaatkâr kulunun rızkını verdiği gibi âsi kulununkini de verdiğini, iyi kötü bütün insanları yaşatıp belâ ve âfetlerden koruduğunu belirtir (el-Minhâc, I, 200-201). Halîm isminin bu tecellisi Allah’ın içtimaî hayatı yönetmede ve toplumların varlıklarını sürdürmedeki nizamını da açıklamaktadır. Buna göre Tanrı zalimi hemen cezalandırmaz, mazlumun duasını kabul etmekte de acele göstermez. İçtimaî hayatta hâkim olan bu ilâhî nizam insanın irade hürriyetinin ve sorumluluğunun temelini oluşturur. Kur’ân-ı Kerîm’de, yaptıkları zulüm ve kötülükler yüzünden insanlar hemen ilâhî cezaya çarptırılmış olsaydı yeryüzünde hareket eden hiçbir canlının kalmayacağı, yani sosyal düzenle birlikte ekolojik ve fizik düzenin de bozulacağı ifade edilmekte ve bu tür davranışların cezalarının belli bir süreye kadar ertelendiği haber verilmektedir (en-Nahl 16/61; Fâtır 35/45). Ayrıca çeşitli âyetlerde, inkârcıların başlarına geleceği haber verilen felâketin bir an önce gelmesini talep ettikleri, fakat belirlenen süreden önce felâketin gerçekleşmeyeceği beyan edilir ve ilâhî planın hiç aksamadan mutlaka uygulanacağı bildirilir (meselâ bk. Yûnus 10/11; el-Hac 22/47; el-Ankebût 29/53). Birçok âyette de Hz. Peygamber’e bu tür meydan okumalar karşısında sabırlı olması tavsiye edilir (bk. M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ıśbır” md.). Şüphe yok ki bu ilâhî tebliğler, insanoğlunun irade hürriyetini ve insanlık şerefini korumak, sorumluluğunun bilincine varmasını sağlamak, fert ve toplumun gelişmesini temin etmek amacına yöneliktir. Ancak Kur’an’ın ısrarla üzerinde durduğu ve âlimlerin de önemle vurguladığı gibi hak ve adalet eninde sonunda gerçekleşecektir. Adaletin gerçekleşmesi sosyal düzenin kanunlarına bağlı olarak dünyada olabileceği gibi dinî açıdan aradaki sınırın fazla önem taşımadığı âhiret hayatına da ertelenebilir. “Onlar için öngördüğümüz azabın bir kısmını sana göstersek de veya seni bundan önce katımıza alsak da farketmez. Sana düşen sadece tebliğ etmektir, hesaplarını görmek ise bize aittir” (er-Ra‘d 13/40).

Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’den itibaren halîm ismi, Allah’ın fiilî sıfatlarının insanla ilgili olanlarından kabul edilmiştir. Kādî Abdülcebbâr, bu ismin kök anlamının bir şey yapmak değil yapmamak (cezalandırmamak) esasına dayandığını hatırlatarak selbî (negatif) bir kavramın ilâhî fiiller çerçevesine girip girmediğini irdelemiş ve sonuçta halîmi zâtî sıfatlardan saymanın imkânsız olduğunu belirterek fiilî grup içinde yer aldığına hükmetmiştir (el-Muġnî, XX/2, s. 221-222). Kuşeyrî ve Ebû Bekir İbnü’l-Arabî gibi bazı âlimler de halîmin irade sıfatına bağlı bir zâtî isim veya sıfat olduğunu söylemişlerdir (et-Taĥbîr fi’t-teźkîr, s. 55; el-Emedü’l-aķśâ, vr. 85b).

Halîm ismiyle, yukarıda zikredilenlerden başka “günahları bağışlayan ve tövbeleri kabul eden” anlamındaki afüv, gaffâr, gafûr ve tevvâb; “her şeyin iç yüzünden haberdar olup bütün ayrıntıları bilen” anlamındaki habîr, muhsî, vâsi‘; “her şeye gücü yeten, kudretli” anlamındaki kādir, kavî, metîn, muktedir ve “çok sabırlı” mânasındaki sabûr isimleri arasında anlam yakınlığı vardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ĥlm” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “ĥlm” md.; Lisânü’l-ǾArab, “ĥlm” md.; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 349, 404, 560; Kāmus Tercümesi, IV, 246-247; Wensinck, el-MuǾcem, “ĥalîm” md.; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ĥalîm”, “ıśbır” md.leri; Buhârî, “DaǾavât”, 27; İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10; Tirmizî, “DaǾavât”, 82; Zeccâcî, İştiķāķu esmâǿillâh (nşr. Abdülhüseyin el-Mübârek), Beyrut 1406/1986, s. 96-97; Zeccâc, Tefsîru es-mâǿillâhi’l-ĥüsnâ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Beyrut 1395/1975, s. 45-46; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 40, vr. 420b; Ebû Süleyman el-Hattâbî, Şeǿnü’d-duǾâǿ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk 1404/1984 → Dımaşk, ts. (Dârü’s-Sekāfeti’l-Arabiyye), s. 63-64; Halîmî, el-Minhâc, I, 200-201; İbn Fûrek, Mücerredü’l-maķālât, s. 53; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî (nşr. Abdülhamîd Mahmûd - Süleyman Dünyâ), Kahire, ts. (ed-Dârü’l-Mısriyye), XX/2, s. 221-222; Bağdâdî, el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, vr. 95b-96a; Kuşeyrî, et-Taĥbîr fi’t-teźkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 55; Beyhakī, ŞuǾabü’l-îmân (nşr. Ebû Hâcir M. Saîd Besyûnî), Beyrut 1410/1990, I, 122; Gazzâlî, el-Maķśadü’l-esnâ (Fazluh), s. 112, 196; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aķśâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 84b-85b; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât, s. 256; Suad Yıldırım, Kur’ân’da Ulûhiyyet, İstanbul 1987, s. 209-213.

Bekir Topaloğlu