HACI SÂDULLAH AĞA

(1760-1808)

Türk mûsikisi bestekârı, hânende.

İstanbul’da doğdu. Babasının adı Ahmed’dir. Küçük yaşta Galata Sarayı’nda iç oğlanı olarak eğitilmek üzere seçildi. Buradaki ilk tahsilinin ardından Enderun’a alındı; Seferli ve Kilerli Koğuşu’nda eğitim gördü, mûsiki meşketti. On on bir yaşlarında girdiği Enderun’da yirmi yıldan fazla bir süre kaldıktan sonra hâmisi Vâlide


Kethüdası Yûsuf Ağa’nın tavsiyesiyle 1794’te III. Selim’e musâhib oldu. Bu arada saraydaki câriyelere mûsiki dersi vermeye başladı. III. Selim’in öldürülmesinden sonra padişah olan IV. Mustafa’nın da tahttan indirilerek II. Mahmud’un padişah ilân edilmesinin ardından Hacı Sâdullah Ağa, 14 Eylül 1808’de musâhibliğine son verilerek hâcegânlıkla saraydan emekli edildi. İki gün sonra da bir tabanca kurşunu ile karnından yaralandı. Bazı kaynaklar onun bir kaza sonucunda kendi kendini yaraladığını, bazıları ise yine kaza eseri olarak uşağı tarafından vurulduğunu kaydetmektedir. 18 Eylül 1808’de vefat etti. Kaynaklarda Sâdullah Ağa’nın hacca gittiğine dair herhangi bir kayda rastlanmamıştır.

XVIII. yüzyılın sonları ile XIX. yüzyılın ilk yarısında Enderun’da Sâdullah adlı birkaç mûsikişinas bulunduğundan bunların biyografileri çeşitli yayınlarda birbirine karıştırılmıştır. Bu ismi taşıyan diğer mûsikişinaslar, III. Selim ve II. Mahmud döneminde yaşayan Sermüezzin Ahmed Sâdullah Efendi ile II. Mahmud dönemi bestekârlarından Serheng Sâdullah Ağa’dır. Ayrıca mûsikiyle ilgilenen bir şair olan Sâdullah Ankaravî de özellikle eserleri yönünden Hacı Sâdullah Ağa ile karıştırılmıştır.

III. Selim ekolünün en önemli bestekârları arasında yer alan Hacı Sâdullah Ağa klasik Türk mûsikisinin karakteristik bir temsilcisidir. Mûsiki eğitimini Enderun’daki meşkhânede gördü. III. Selim’e musâhib olduktan sonra onun huzurunda yapılan toplantılara katıldığı gibi padişaha mûsiki dersleri de verdi. Balıkhâne Nâzırı Ali Rızâ Bey’in, Hacı Sâdullah Ağa ile ilgili olarak naklettiği aşağıdaki olay bestekârın hayatını konu alan birçok yayında yer almıştır. Sâdullah Ağa haremde câriyelere ders vermeye başladıktan sonra Mihriban adlı bir câriyeye ilgi duyar. Bunu öğrenen III. Selim Sâdullah Ağa’nın idam edilmesini emreder. Ancak padişahın Sâdullah Ağa’ya olan sevgisi bilindiğinden idam hükmü infaz edilmez ve bestekâr bir müddet zindanda tutulur. Sâdullah Ağa zindanda iken meşhur bayatî-araban takımını besteleyerek talebelerine de meşkeder. Bu eserler sarayda bir fasıl icrası esnasında okununca padişahın dikkatini çeker ve bestekârını sorar. Hacı Sâdullah Ağa tarafından bestelendiği cevabını alınca böyle bir bestekârın ölümüne sebep olduğundan dolayı çok üzülür. Ancak idam emrinin geciktirildiği ve Sâdullah Ağa’nın hayatta olduğunun bildirilmesi üzerine padişah bestekârın serbest bırakılmasını emreder ve onu Mihriban ile evlendirir. Başka kaynaklarla doğrulanmayan bu olay, Ziya Şakir Soku’nun Sadullah Ağa romanına konu olduğu gibi, bu eser esas alınarak 1950’de Sâdullah Ağa’yı Münir Nurettin Selçuk’un, Mihriban’ı Perihan Altındağ Sözeri’nin canlandırdığı “Üçüncü Selim’in Gözdesi” adlı bir film çevrilmiştir.

Hacı Sâdullah Ağa’nın hayatıyla ilgili olarak tarihe “hibe olayı” veya “hüccet-i garîbe” adıyla geçen ilgi çekici bir anlaşmadan da söz edilmektedir. Târîh-i Cevdet’te 30 Ekim 1796, Târîh-i Âsım’da 14 Haziran 1806’da düzenlendiği kaydedilen bir belgeye göre Sâdullah Ağa, kadı ve şahitler huzurunda hayatının yedi yılını Vâlide Kethüdâsı Yûsuf Ağa’ya hibe etmiştir. Yûsuf Ağa’nın Beşiktaş Paşa mahallesindeki yalısında Galata Kadısı Mehmed Emin Efendi tarafından düzenlenen bu belge Yûsuf Ağa’nın ölümünden sonra terekesi arasında bulunmuştur. Belgeye göre Sâdullah Ağa, hayatından verdiği yedi yıla karşılık yedi kese akçe almıştır. Zamanın vak‘anüvisleri, Hacı Sâdullah Ağa gibi bir musâhibin böyle garip bir hareketi sadece para için yapmasını yadırgamaktadırlar. Ancak o yıllara ait kadı defterlerinde yapılan incelemede böyle bir kayda rastlanmamıştır.

İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Enderun teşkilâtı içerisinde ağaların sakal bırakması yasak olduğu halde Sâdullah Ağa’yı sakallı musâhibler arasında gösterir. Bu durum, onun padişah musâhibi ve mûsiki hocası olarak Enderun’dan ayrıldıktan sonra artık Enderunlu bir “ağa” değil ulemâ sınıfına mensup bir kişi olarak “efendi” diye anılması halinde mümkündür. Belki de bundan dolayı, aynı devrede sarayda bulunan Sermüezzin Ahmed Sâdullah Efendi ile Hacı Sâdullah Ağa birbirine karıştırılmıştır.

Hacı Sâdullah Ağa, Lâle Devri’nin özelliklerini III. Selim dönemine taşımış bir büyük formlar bestekârıdır. Daha çok Enderûnî Şâkir’in güftelerinden bestelediği eserlerinde nağmeleri sade ve içli olup genellikle iki makamdan meydana gelen birleşik makamları tercih etmiş, eser içerisinde geçkiye fazla ihtiyaç duymamıştır. Aşiran-zemzeme ve kürdî-tâhir adıyla iki makam tertip etmiş, bir asırdır unutulmaya yüz tutmuş olan bayatî-araban makamını da canlandırmıştır. Dört adet kâr besteleyerek bu forma verdiği önemi ortaya koymuştur. Bunlardan uşşak ve araz-bar-bûselik makamlarındaki kârlar günümüze kadar gelmiş, ancak küçük Mehmed Ağa, Vardakosta Ahmed Ağa ve Şeydâ Hâfız Abdürrahim Dede ile beraber bestelediği tâhir ve hümâyun kârlarının notaları unutulmuştur. Zamanımıza ulaşan toplam otuz üç eserinin büyük kısmı beste ve semâi formundadır. Arazbar-bûselik ve bayatî-araban takımları, Tanbûrî İsak’la birlikte bestelediği şedd-i araban takım, “Beni ey gonca-fem bülbül-sıfat nâlân eden sensin” mısraı ile başlayan sûzidil aksak semâisi, “Bir elif çekti yine sîneme cânan bu gece” mısraı ile başlayan muhayyer yürük semâisiyle, “N’ideyim sahn-ı çemen seyrini cânânım yok” mısraı ile başlayan hicaz hümâyun yürük semâisi klasik fasıllarda ilk akla gelen eserler arasındadır.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, Cevdet-Saray, nr. 4529; TSMA, Evrak nr. 2231, 2415; Mecmua, İÜ Ktp., TY, nr. 3466, vr. 112b, 276a; nr. 3877, vr. 80b; nr. 5641, vr. 97a; nr. 5643, vr. 72a, 94a, 218b; Mecmua, Mevlânâ Müzesi Ktp., nr. 2193, s. 66, 79, 150, 177, 178, 179, 263, 266, 288, 289, 292, 293, 298, 299; Sadullah Ankaravî, Mecmua, Millet Ktp., Ali Emîrî, Manzum, nr. 732, s. 21, 133, 164, 324, 470, 510, 816, 829, 991, 1108, 1124, 1162, 1191, 1204; Defter, TRT Müzik Dairesi Nota Arşivi, İsmail Hakkı Bey Koleksiyonu, nr. 12, s. 3, 21; nr. 43, s. 34; nr. 50, s. 226; nr. 185, s. 208; Defter, TRT Müzik Dairesi Nota Arşivi, Refik Fersan Koleksiyonu, nr. 30; TRT Müzik Dairesi Nota Arşivi, nr. 17, 90, 921, 1115, 1362, 1836, 1981; Mütercim Âsim Efendi, Târih (1787-1808), İstanbul, ts., II, 54-56; Cevdet, Târih, VIII, 196, 359-360; Ahmed Avni [Konuk], Hânende, İstanbul 1317, s. 702; Sicill-i Osmânî, III, 22; Ali Rıza Bey, Bir Zamanlar İstanbul (haz. Niyazi Ahmet Banoğlu), İstanbul, ts. (Tercüman 1001 Temel Eser), s. 272-273; Ezgi, Türk Musikisi, I, 223-224, 255-256; II, 16-18, 190-191; III, 149-155, 163-164, 187-188, 193-195; İbnülemin, Hoş Sadâ, s. 254-255; Etem Ruhi Öngör, Türk Musikisi Güfteler Antolojisi, İstanbul 1981, I, 315; Mehmet Nazmi Özalp, Türk Musikisi Tarihi, Ankara, ts. (TRT Müzik Dairesi Başkanlığı Yayınları), I, 6-9; Sema Arıkan, III. Selim’in Sırkâtibi Ahmed Efendi Tarafından Tutulan Rûznâme (yüksek lisans tezi, 1988), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 138, 141, 146; Fatma Âdile Aksu, Abdülbâkī Nâsır Dede ve Tedkīk u Tahkīk (yüksek lisans tezi, 1988), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 188-189; Mehmet Ali Beyhan, Câbi Ömer Efendi, Câbî Tarihi: Târîh-i Sultan Selîm-i Sâlis ve Mahmûd-ı Sânî (doktora tezi, 1992), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 263; Sadün Aksüt, Türk Musikisinin 100 Bestekârı, İstanbul 1993, s. 82; Nuri Şeyda, “Sâdullah Ağa”, İkdâm Gazetesi, İstanbul 6 Temmuz 1898; Ziya Erkins, “Tarihte Garip Olaylar”, Tarih Dünyası, 111/28-29, İstanbul 1952, s. 1177, 1204; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Nizâm-ı Cedid Ricalinden Valide Sultan Kethüdası Meşhur Yusuf Ağa ve Kethüdazâde Ârif Efendi”, TTK Belleten, XX/79 (1956), s. 493-495; Öztuna, BTMA, II, 248-249; Güldeniz Ekmen, “Sâdullah Ağa (Hacı)”, DBİstA, VI, 396.

Güldeniz Ekmen