GÜDÜK MİNARE ve HATUNİYE MESCİDİ

Konya’da XIII. yüzyıla ait bir Selçuklu eseri.

Alâeddin tepesinin doğusunda, bazı vakfiyelerde Esediye, şer‘iyye sicil kayıtlarında Bremânî olarak geçen şimdiki Mihmandar mahallesindedir. Eserin 610 (1213-14) tarihli Arapça vakfiyesinde, bânisinin Selçuklu hânedanından Ahmed el-Arûsî’nin kızı Devlet Hatun olduğu belirtilirken bu isim, Fâtih Sultan Mehmed’in Karaman ili evkafını tesbit eden 881 (1476-77) tarihli vakıf defterinde “Devlet Hatun bint-i Bremânî der nefs-i Konya” şeklinde kaydedilmiş, bâninin kardeşi Bedreddin Bremânî tarafından minareye koydurulan kitâbede ise baba adı Hacı Mahmud Bremânî olarak verilmiştir. Vakfiyedeki “Ahmed el-Arûsî” yazılışı bir yanlış istinsah ürünü olsa gerektir. Çünkü Devlet Hatun’un babasının, Dânişmendli Sultanı Nizâmeddin Yağıbasan’ın (1143-1164) ölümünden sonra Selçuklu hizmetine geçen oğullarından Muzafferüddin Mahmud olduğu bilinmektedir (DİA VIII, 473). Hükümdar ailesine mensubiyetinden dolayı bu adı taşıyan Devlet Hatun’un asıl adı ise Râziye’dir. Râziye Hatun’un Said-ili’ne yaptırdığı bir handan dolayı da burası Kadınhanı ismiyle şöhret kazanmıştır.

Güdük Minare’nin içinde yer aldığı bahçelik alanda mescid, han, medrese, imaret ve türbeden oluşan bir külliye bulunmaktaydı (Şer‘iyye Sicilleri, Konya, I [D-9], s. 197/4; Önder, s. 21). Bunlardan minarenin alt yarısı hariç hiçbiri günümüze intikal etmemiştir. Sadece minarenin doğu tarafı bitişiğinde basit bir mezar mevcuttur ve baş ucuna sonradan yerleştirilen mezar taşında, Latin alfabesiyle yazılmış “Hüvelbâkî, merhûme Mahmud kızı Râziye Hatun, ruhuna Fâtiha, hicrî 620 milâdî 1223” yazısı okunmaktadır. Hatuniye Mescidi adını taşıyan ahşap çatılı kâgir yapı ise 1957 yılına aittir.

Şimdiki mescidin kuzeybatı köşesinde yer alan minare, etrafına yapılan yüksek binaların arasında kaldığı için bugün pek dikkat çekmemektedir. Çift şerefeli olarak inşa edilmiş, fakat 1716 yılında üst kısmı alt şerefeye kadar yıkıldığı için halk arasında Güdük Minare adıyla tanınmıştır. Süsleme ve çinicilik sanatı bakımından devrinin bütün karakteristik vasıflarını taşıyan minare hakkında İbrahim Hakkı Konyalı şu bilgileri vermektedir: “Minâre asaletinden pek az bir şey kaybetmiştir. Minârenin alt kısmı küpüne kadar taşla, üstü tuğla ile yapılmıştır. Şerefe altına kadar sekiz yüzlü, şerefeden külâha kadar da yuvarlaktır. Mimar yüzlerden ve yüzlerin keskin köşelerinden şerefe yuvarlağına geçerken büyük bir hüner göstermiştir. Burada dişi ve erkek istelaktitler büyük bir maharetle yapılmış ve yüzlerine, yanlarına, intikal noktalarına renkli çinilerle, mozayıklarla hendesenin en zor şekilleri bir fırçadan çıkmış gibi işlenmiştir. San’atkâr her istelaktit yaprağında


başka bir süs kullanmak suretile yeknesaklığın verebileceği sıkıntıyı önlemiştir. İki çinili ve mozayıklı kuşak şerefeyi altından bir kordele gibi sarmıştır. Bu kuşaklardan birisi mozayıklarla, birisi de Mühr-i Süleyman şeklinde köşeli yıldızlarla süslenmiştir. İstalaktit süslerinde beş şuâlı yıldızlarla mavi ve siyah çiniler kullanılmıştır. Bir yıldızın yarısı mavi, yarısı siyah mozayıkla işlenmiştir. Şerefeden külah altına kadar minâre bedenine dört köşeli ve yıldız şekilli mavi çiniler serpilmiştir. Şerefe korkuluğu sâdedir. Minârenin mescid damına açılan penceresinden ve başka yerlerindeki eklenti ve dırnaklardan öğreniyoruz ki önünde kemerli ve kubbeli bir yapı varmış” (Konya Tarihi, s. 378-379). Günümüzde Konya’nın bu en eski Selçuklu minaresindeki (Ünver, sy. 105-107, s. 2-3) çinilerin çoğu dökülmüş bulunmaktadır.

Minarenin batı kısmında ve yerden yaklaşık 4 m. yukarıda yer alan, zamanında mavi bir çini çerçevenin kuşattığı 627 (1229-30) tarihli kitâbede bâni olarak adı geçen Bedreddin Bermutî (Bremânî) b. Hacı Mahmud, Devlet Hatun’un kardeşidir ve onun ölümünden sonra bir depremde yıkılan mescidi tamir ettirirken bu kitâbeyi koydurmuştur (Konyalı, s. 355). Minarenin daha sonra da zaman zaman tamir gördüğü şer‘iyye sicil defterlerinden öğrenilmektedir. Meselâ 1564’te mescidin vakıf nâzırı, Pîr Ahmed oğlu Muhyiddin Usta’ya minare ve türbenin tamiri için 37 sikke altın vermiş (Şer‘iyye Sicilleri, Konya, I [D-9], s. 197/4), 1716 yılında ise depremde yıkılan mescid yenilenirken yukarı şerefe ve külâhın da tamiri yapılmıştır (a.g.e., XLVII [C-20], s. 110/1). İstanbullu topçu mühendisi-ressam Hüsnü Yûsuf Bey’in 1850’de çizdiği resimde görülen minarenin çifte şerefeli hali bu tamirattan sonraya aittir. Minarenin bugünkü şeklini ne zaman aldığı ise bilinmemektedir.

Şer‘iyye sicil defterlerindeki tamirat kayıtlarından, XVIII. yüzyıldaki Hatuniye Mescidi’nin tek kubbeli bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Bu kayıtların birinde (1714) mescidin kubbe sıvalarının döküldüğü, çelenlerinin yıkıldığı, temellerinde bozulmalar bulunduğu, saçaklarının perişan bir hale geldiği, türbenin dahi yıkılıp harap olduğu tesbit edilerek kubbenin alt tarafının kireçle, üst tarafının horasanla sıvandığı, çelenlerin taş ve kiremit, temellerin ise taşla tamir edildiği belirtilmektedir (a.g.e., XLV [C-9], s. 49/2). Mescid, 1873’te Konya Ticaret Mahkemesi reisi Hacı Mehmed Efendi tarafından ahşap örtülü kerpiç, 1957’de de mahalle halkı tarafından ahşap örtülü kâgir bir bina olarak yeniden yaptırılmıştır; halen ibadete açıktır.

Konya tahrir ve şer‘iyye sicil defterlerindeki kayıtlar külliyenin birçok yerde vakfı olduğuna işaret etmektedir. Osmanlılar zamanında mütevelli, nâzır, câbî ve kâtip tayinlerinin düzenli bir şekilde yapıldığının bilinmesine karşılık imam ve müezzin tayinleri hakkında bilgi yoktur.

BİBLİYOGRAFYA:

Konya Vakıflar Müdürlüğü Arşiv Defteri, nr. 3, s. 50; Şer‘iyye Sicilleri, Konya, I (D-9), s. 197/4; XLV (C-9), s. 49/2; XLVII (C-20), s. 105/3, 110/1; Faik Soyman-İbrahim Tongur, Konya Eski Eserler Kılavuzu, Konya 1944, s. 89; Konyalı, Konya Tarihi, s. 355, 378-379, 382, 384-386; Mehmet Önder, Mevlâna Şehri Konya, Ankara 1971, s. 21, 131, 132; Ömür Bakırer, Selçuklu Öncesi ve Selçuklu Dönemi Anadolu Mimarisinde Tuğla Kullanımı, Ankara 1981, s. 345-348; Süheyl Ünver, “Konya’da İkinci Bir Çifte Şerefeli Minâre”, Konya, sy. 105-107, Konya 1947, s. 2-3; Abdülkerim Özaydın, “Dânişmendliler”, DİA, VIII, 473.

Zeki Atçeken