GARÎB

الغريب

Çok az kullanılması sebebiyle mânası kolayca anlaşılmayan kelime.

Arapça garabet (gurbet) kökünden türeyen garîb kelimesi sözlükte “yurdundan uzak kalan; kendi cinsi arasında eşi ve benzeri bulunmayan, tek ve nâdir olan; bilinmeyen, müphem ve kapalı olan” anlamlarına gelir. Az kullanılması sebebiyle mânası sözlüklere başvurulmadan bilinemeyen kelimelere garîb, kelime veya sözdeki bu duruma da garabet adı verilir. Vahşî, hûşî, şâz (çoğulu şevâz), nâdir (çoğulu nevâdir), sâride (çoğulu şevârid) terimleri de aynı veya yakın anlamlarda kullanılır. Garîb ayrıca edebî tenkit eserlerinde “ilginç, eşsiz, tek, orijinal” anlamında övgü ifadesi olarak da yer alır.

Garîb kelimesi, II. (VIII.) yüzyıldan itibaren Kur’ân ve hadislerdeki garîb lafızlara dair eserlerde kullanılarak terim haline gelmiştir. Başlangıçta, anlamı herkes tarafından bilinmeyen veya Kureyş lehçesi dışındaki lehçelere ait olan çok az kelimeyi kapsarken zamanla Kur’ân ve hadislerdeki eş anlamlı kelimelerle âyet ve hadislerde farklı mânalar taşıyan kelimeler ve değişik yapıdaki cümleler de garîb kapsamına dahil edilmiştir.

Bir söz veya şiirde garîb kelimelerin bulunması, o söz ve şiirin fasih kabul edilmemesine sebebiyet veren bir kusur sayılmakla birlikte İbnü’l-Esîr, kulağa hoş gelmek şartıyla nesirde garîb kelimelerin kullanılmasında sakınca görmemiştir. Bazı belâgatçıların, fasih kelâmı içinde garîb lafızlar bulunan anlaşılması güç söz diye kabul etmeleri, açık seçik ifade demek olan fesahatin temel anlamına ters düşer. Emevîler devrinden itibaren edebiyat tenkitçileri başta Tırımmâh, Kümeyt ve İbn Münâzir olmak üzere birçok şairi bu konudaki merakları veya eskiye olan temayülleri sebebiyle şiirlerinde garîb kelime kullandıkları için eleştirmişlerdir. Bir lafzın garîbliği, bir dili konuşan sıradan kimselere nisbetle değil belli bir kültür seviyesine ulaşmış, dilde güzeli çirkinden ayırabilecek nitelik kazanmış kimselere göredir.

Garîb lafızlar iki kısma ayrılır. Birincisi, eskiden kullanılırken daha sonra unutulan veya az kullanılan “garîb hasen” lafızlar olup kullanımları dil açısından kusur sayılmaz. Kur’ân ve hadislerdeki garîb kelimeler bu türdendir. Diğeri ise anlamı garîb, telaffuzu güç olan ve sesi kulak tırmalayan “garîb kabîh” kelimelerdir. Bunlara “vahşî, hûşî, müteva”ir, vahşî galîz” adı da verilir.

Garîb ile garabet terimleri arasında açık bir fark bulunmamakla beraber garîbin kabîh olan kısmına garabet denilmesi daha uygundur. Çünkü garabet bir belagat terimidir. Belâgatçılara göre garabet dili iyi bilen, edebî zevke sahip kimseler tarafından genelde bilinmeyen ve kullanılmayan, ancak sözlüklere bakılarak mânası anlaşılan lafızlardır. Bu tür kelimeler fasih olmadığı gibi içinde bu nevi kelimelerin yer aldığı beyit, şiir ve sözlerle bunları kullanan şair, hatip ve yazarlar da fasih sayılmazlar.

Bir kelimenin garîb kabul edilmesi için onun söylenişi zor, kaba ve müstehcen olması, kulak tırmalaması, eskiden kullanılırken sonradan unutulması (mehcûr), zamanla anlam değişikliğine uğraması, birden fazla anlama gelirken bunlardan bir kısmının terkedilmesi, dilleri fasih büyük Arap kabilelerinden uzakta yaşayan küçük boylardan birinin lehçesinden olması veya bir yabancı dilden alınması gerekir.

Garîb ve yabancı lafızları kullanmanın sebepleri arasında, herkesin anlayamayacağı kelimeleri bildiğini gösterme ya da bu tür lafızları kullanan âlim, edip, şair ve hatipleri taklit etme isteği, fesahati güç anlaşılan kelime ve söz olarak görme hatası ve eskiye özlem duyma sayılabilir.

İslâm fetihlerinin ardından Araplar’ın başka milletlerle karışması sonucunda birçok yabancı kelimenin Arapça’ya girmesi ve bunların Araplar tarafından benimsenerek kendi öz dillerine ait birçok kelimenin canlılığını yitirmesi üzerine Arap dilinde ve bazı klasik eserlerde yer alan garîb kelimelere dair birçok kitap yazılmıştır. Bunların başlıcaları şöyle sıralanabilir: Kâsım b. MaǾn, el-Ġarîbü’l-muśannef; Ebû Mishal el-AǾrâbî, Kitâbü’l-Ġarib; Ebû Amr eş-Şeybânî, Kitâbü Ġarîbi’l-muśannef; Kutrub, el-Ġarîb (el-Muśannefü’l-ġarîb fi’l-luġa); Ebû Ubeyde, Kitâbü’ş-Şevârid (Kitâbü’ş-Şevâź, Kahire 1374/ 1955) ve Kitâbü Ġarîbi buŧûni’l-ǾArab; Ebû Zeyd el-Ensârî, Ġaribü’l-esmâǿ; Ebû Ubeyd Kâsım b. Sellâm, el-Ġaribü’l-muśannef (Kitâbü’l-Muśannef, nşr. Ramazan Abdüttevvâb, Kahire 1989; Muhammed Muhtâr el-Ubeydî, Kartâc/Tunus 1989-1990]); Ebû Ömer ez-Zâhid (Ġulâmu Sa’leb), Ġarîbü esmâǿi’ş-şuǾarâǿ (Tefsîru esmâǿi’ş-şuǾarâǿ veya Esmâǿü’l-ķurrâ’); Ebû Muhammed el-Arûzî, Tefsîrü’l-ġarîb; Ahmed b. Kâmil, et-Taķrib ti keşfi’l-ġarib; Ezherî, ez-Zâhir fî ġaribi elfâži’l-İmâm eş-ŞâfiǾî (Ġarîbü’l-elfâž elletî istaǾmelehü’l-fuķahâǿ, Ġarîbü’l-fıķh veya Luġatü’l-fıķh) (Erzurum 1985); İbnü’l-Enbârî, Ġaribü’l-luġa (el-Ķaside fî müşküli’l-luġa veya Manžume fî’l-luġa); İbn Sîde, Taķrîbü ġarîbi’l-muśannef; Sâgânî, Şevâridü’l-luġa (Kahire 1403/1983); Abdülazîz b. Muhammed el-Faysal, Min ġarîbi’l-elfâži’l-müstaǾmel fî ķalbi Cezîreti’l-ǾArab (Riyad 1407/1987; ayrıca bk. İbnü’n-Nedîm, s. 32, 46, 54, 55, 68, 72, 76; Sezgin, VIII, 66-69, 78,82, 116, 122, 157, 164,205, 275).


BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşaf, II, 1086-1088; Halîl b. Ahmed, Kitâbû’l-’Ayn (nşr. Mehdî el-Mahzûmî - İbrahim es-Sâmerrâî), Beyrut 1408/1988, IV, 409-412; Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn, Kahire 1975, I, 75-76; Kudâme b. CaǾfer. Nakdü’ş-şiǾr, Leiden 1956, s. 100-103; Hasan b. Bişr el-Âmidî, el-Muvâzene, İstanbul 1287, s. 120-121, 190-191; Ebû Hilâl el-Askerî, Kitâbü’s-SınâǾateyn, İstanbul 1320, s. 44; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 32, 46, 54, 55, 68, 72, 76; Abdülkâhir el-Cürcânî, Delâǿilü’l-iǾcâz (nşr. Mahmûd Muham-med Şâkir), Kahire 1375, s. 397-399; İbn Reşîk el-Kayrevânî, el-ǾUmde, Kahire 1325, II, 205-206; İbn Sinân el-Hafâcî, Sırrul-fesâha, Kahire 1953, s. 69-70; İbnü’l-Esîr, el-Meselü’s-saǿir, Kahire 1939, I, 65-66; a.mlf., el-CâmiǾü’l-kebîr, Bağdad 1956, s. 41-49; Hatîb el-Kazvînî, el-Îzâh (nşr. M. Abdülmün’im Hafâcî), Kahire 1400/1980,I, 73; Ebû Hayyân el-Endelüsî, Tuhfetü’l-erîb (nşr. Ahmed Matlûb - Hadîce el-Hadîsî), Bağdad 1397/1977, s. 27; Yahyâ b. Hamza el-Müeyyed. et-Tırâzü’l-mütezammin li-esrâri’l-belâga, Beyrut 1402/1982, I, 115; Teftâzânî, el-Mutavvel Ǿale’t-Telhîs, İstanbul 1305, s. 18-19; Süyûtî, el-Müzhir, I, 233-240; Keşfü’z-zunûn, II, 1203; Abdünnâfi İffet, en-Nefǿu’l-muavvel, İstanbul 1289, I, 35, 37; Diyarbekirli Said Paşa, Mîzânü’l-edeb, İstanbul 1305, s. 21-24; Mehmed Fehmi, Târîh-i Edebiyyât-ı Arabiyye, İstanbul 1332, s. 132-137, 163; Ahmed Cevdet Paşa, Belagât-1 Osmâniyye, İstanbul 1929, s. 8-9; Seyyid Ahmed el-Hâşimî, Cevâhirü’l-belâga, Beyrut, ts. (Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye), s. 9-11; Tâhirü’l-Mevlevî, Edebiyat Lügati (İstanbul 1937), İstanbul 1973, s. 46-47; Amjad Trabulsi, La critique poétique des arabes, Dimaşk 1956, s. 167-170; Mustafa Sâdık er-Râfiî, Târîhu âdâbi’l-ǾArab, Beyrut 1394/1974, I, 166-170; Sezgin, GAS, VIII, 66-69, 78, 82, 116, 122, 152, 157, 164, 205, 275; M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri (Ankara 1980), İstanbul 1989, s. 31-35; Hüseyin Elmalı, Muhammed b. Ebû Bekr er-Râzî ve Tefsîru garîbi’l-Kurǿân’ı (doktora tezi, 1986), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 34-53; Ahmed Matlûb, MuǾcemü’l-muştala-hâti’l-belâgıyye ve tetavvuruhâ, Bağdad 1407/ 1987, III, 93-94.

Hüseyin Elmalı - Şükrü Arslan