FURÛK

الفروق

Fıkhî meselelerin veya kaidelerin arasındaki farkları konu alan ilim dalı ve bu dalda yazılan eserlerin ortak adı.

Furûk kelimesi sözlükte “ayırmak, iki şeyi birbirinden ayıran özellik” anlamına gelen farkın çoğuludur. Fıkıh terminolojisinde furûk eşbâh ve nezâir* ile, kavâid ilim dallarıyla yakın ilişki içinde olup fıkhın dış görünüş bakımından birbirine benzeyen, ancak hüküm ve hukukî değerlendirme açısından farklı olan veya şekil itibariyle farklı oldukları halde aynı hükme tâbi meselelerini konu edinen bir ilim dalının adıdır.

Furûk alanında eser yazan müellifler, genellikle bu disipline bir tanım getirmek yerine kitaplarının girişinde üzerinde duracakları konuları niteleme bağlamında bazı açıklamalarda bulunurlar ki birbirine oldukça yakın olan bu


ifadeler furûk ilminin çerçevesini belirlemede önemli ipuçları vermektedir. Farkları anlatılacak meseleleri Ebü’l-Fazl Müslim b. Ali ed-Dımaşkî “görünüşte birbiriyle uyuşan gerçekte ise ayrılan”, Necmeddin en-Nîsâbûrî “yapıları uyuşan, mânaları ihtilâf eden”, İbn Süneyne es-Sâmerrî de “şekilleri birbirine benzeyen, hükümleri ayrı olan” diye niteler. Bu tanımlarda birleşme noktaları birbirine çok yakın anlamlar taşıyan “zahir”, “mebânî” ve “suver” kelimeleriyle, ayrılma noktaları ise “bâtın”, “meânî” ve “ahkâm” kelimeleriyle ifade edilmiştir.

Muhammed Yâsîn el-Fâdânî, fıkhî meseleler arasındaki ayrılma ve birleşmenin nerelerde olduğunu belirtmeksizin sonuçtaki hüküm ayrılığını göz önüne alarak furûk ilmini, “Birbirine benzer iki meselenin arasını hüküm bakımından eşitlenmeyecekleri bir tarzda ayıran şeylerin bilgisidir” diye tanımlar. Süyûtî’nin tanımına göre de furûk şekil ve mâna bakımından bir, hüküm ve illet bakımından ayrı olan benzerler arasındaki farkın anlatıldığı bir ilimdir. Ancak mâna kavramı illeti de kapsayan daha genel bir anlam içerdiğinden tanım yapılırken mânanın belli bir kısmında birliktelikten, diğer kısmında ayrılıktan söz edilmiş olsaydı daha isabetli bir tanım yapılmış olurdu. Öte yandan kaideler arası farkları da konu edinen ve Şehâbeddin el-Karâfî tarafından geliştirilen ikinci bir furûk metodunun bulunduğu göz önünde tutulursa bu ilim dalının yalnız fürûa mahsus bir disiplin olarak gösterilmesinin doğru olmadığı anlaşılır. Bütün bu hususlar dikkate alınarak furûk için, “Şekil bakımından birbirine benzeyen, ancak farklı olmalarını gerektiren bazı sebeplerden ötürü hüküm açısından birbirinden ayrılan meselelerin yahut kaidelerin bilgisidir” tanımı yapılabilir.

Kelimenin tekil şekli olan farkın ifade ettiği kavram, fıkıh usulü ve bilhassa cedel kitaplarında teorik ve metodolojik bir çerçevede ele alınmış olup furûk ilmi biraz da bu teorinin uygulama alanı olarak görülebilir. Cedel ve usul ilminde ortaya konan tanıma göre fark, karşılaştırılan iki şeyde esas alınan hususun (asıl) illet olmada etkili bir vasfının diğer meselede (fer‘) bulunmadığını göstermektir; diğer bir ifadeyle, aralarında benzerlik kurulamayacağını ikisinden birine mahsus bir özelliği ortaya çıkararak göstermektir. Burada, aralarında zahiren zayıf bir benzerlik bulunan iki şey arasındaki fark, farkın açık veya kapalı oluşuna bağlı olarak ortalama veya derinlemesine bir inceleme ve tahlil sonunda ortaya çıkar. Fark bazan iki fer‘î mesele, bazan iki fıkhî kaide, bazan da fıkıh ya da usule ilişkin kelimeler ve terimler arasında olur. Esasen müctehidlerin pek çok meseledeki ihtilâflarının temelinde bu farkların tesbitinde ayrı görüşe sahip bulunmaları yatmaktadır. Bu konudaki görüş ayrılıklarının daha da büyümemesi için İslâm hukukçuları furûk alanında uzak, zayıf ve hayalî farklarla yetinilmemesi, ancak hükümlerde müessir olduğunda farka itibar edilmesi lüzumunu belirtirler ve iki mesele arasındaki farkın çok belirgin veya muhtemel olmadığı durumlarda birleştirici yönlerinin esas alınması gerektiğini söylerler. Nitekim İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî de bunu tavsiye eder ve bunun dinin kurallarından biri olduğunu vurgular. Bu bakımdan zayıf ve garip farkları esas alan fakihler eleştirilmiştir. Kâtib Çelebi’nin, bu ilmin kapsamının çok geniş tutulduğundan ve zayıf-güçlü her şeyi kapsadığından yakınması da bunu gösterir.

Usul ve cedel literatüründeki teorinin furûk literatüründe uygulamalı olarak ele alındığı görülür. Cedel ilmindeki ilke gereği fark araştırılırken birleştirici ve ayırıcı vasıflar üzerinde durulur; tenkīhu’l-menât* yolu takip edilerek hangisi olursa olsun bu vasıflardan uygun olana itibar edilir, tardî (gayri münasip) olan ise ilga edilir; her ikisinin de uygun olması halinde daha münasip olanı esas alınır. Meselâ çocuk ve yetişkin insan zekât nisabı mala sahip olduklarında mallarına zekât düşmesi bakımından ortak bir noktada buluşuyorlar. Ancak yetişkin insan ayrıca ibadetlerle sorumludur ve zekât da bir ibadet olduğundan zekât verme sorumluluğu vardır; çocuk için bu söz konusu değildir. Ortak noktayı esas alanlar çocuğun malının zekâtının verilmesini farz görmekte, farkı esas alanlar ise ondan bu sorumluluğu düşürmektedir.

Ahkâm konusunda farkın esas alınması gerektiğini şer‘î naslar, akla ve duyulara dayalı deliller ortaya koymaktadır. Kur’an’da ve Sünnette eşitlenmemesi istenen pek çok hususa dikkat çekilmiştir. Bir âyette, “Bilenlerle bilmeyenler hiç eşit olur mu?” (ez-Zümer 39/9) ifadesi yer almaktadır. Necmeddin et-Tûfî’ye göre furûk üzerinde ilk defa Hz. Peygamber durmuştur. Fark, fıkhın ve diğer ilimlerin esaslarından ve küllî kaidelerindendir. Hatta fıkıh birleşme ve ayrılma noktalarını, diğer bir ifadeyle iki meselenin nerede birleşip nerede ayrıldığını bilme olarak nitelendirilmiş, Ebû Abdullah el-Mâzerî ve Ebü’l-Kāsım el-Burzülî’nin de belirttiği gibi bunların bilinmesi fakih olmanın asgari şartlarından kabul edilmiştir, İbn Haldun, mutlak müctehidlerin bulunmadığı kendi döneminde ictihad ve kıyasa ehil olmayan fakihlerin, yolunu takip ettikleri imamın mezhebinde yerleşmiş usule göre meselelerin kategorilerini belirlemek amacıyla, onları benzer yahut ayrılan yönleriyle ele alma (tahrîc) ve bu işin üstesinden gelebilmek için de bu alanda kökleşmiş bir melekeye sahip olma ihtiyacı duyduklarını kaydettikten sonra o devirde fıkıh bilgisinin bu meleke anlamına geldiğini belirtir.

İlimlerin tasnifini konu alan klasik eserlerin çoğunda nisbeten daha ayrıntılı disiplinlere yer verildiği halde ayrı bir ilim dalı olarak furûktan söz edilmez. Bu sebeple furûk hakkındaki bilgilere, bu alanda ortaya konan literatürün incelenmesi yoluyla ulaşılması daha da önem kazanmıştır. Zerkeşî (ö. 794/ 1392), fıkha dair ilim dallarını on kısma ayırarak cem‘ ve farkı bilmeyi bunlardan biri sayar. İbn Nüceym, el-cem‘ ve’l-fark ile furûk ilmini eşbâh ve nezâirin ayrı birer dalı olarak ele alır. Sıkça vuku bulan, fakihin bilmemesinin çirkin olacağı meseleleri anlattığını söyleyip “el-cem‘ ve’l-fark” diye adlandırdığı kısımda genel hükümleri, “fennü’l-furûk’ta ise fer‘î hükümleri inceler. Bu ince bir ayrım olmakla birlikte genel teamül her iki türü de furûk diye adlandırma yönündedir. Öte yandan Fâdânî furûku cem‘ ve fark ilminin bir türü sayar.

Schacht’ın da ifade ettiği gibi furûk ile fıkıh literatürünün diğer dalları arasında bir sınır belirlemek bazan güçtür. Bunun sebebi, kısmen konunun kendisi ve önemli ölçüde de bu çerçevede oluşan literatürün bir bölümünün yalnız furûku işlemesine karşılık diğerlerinin sahayı aşmalarıdır. Böyle olmakla beraber işin ölçüsü, dış görünüm bakımından birbirine benzeyen, fakat tâbi tutuldukları hukukî değerlendirme itibariyle farklı olan meselelerin ele alınış şeklidir. Farklar ele alınırken İslâm hukukunun genel ilkelerine ve maksatlarına başvurulmuş, bu da ister istemez aralarındaki farkların kurallara bağlanmasına yol açmış ve belki de kavâid ilminin doğmasının başlıca âmili olmuştur. Bundan


hareketle önce furûk literatürünün doğduğu ve onu kavâid literatürünün takip ettiği söylenebilir. Sonraları bu iki ilim dalı birtakım eserlerde bir araya getirilerek ve daha başka konular da eklenerek eşbâh ve nezâir literatürünün ortaya çıkmasına zemin hazırlanmıştır. Diğer taraftan birçok hîle-i şer’iyyenin bu gibi farklara dayandığı göz önüne alınacak olursa furûk ile hiyel literatürünün de çok yakın bir ilişki içinde olduğu söylenebilir.

Furûk disiplininin ve literatürünün ortaya çıkış sebep ve sürecine çeşitli açıklamalar getirilir. V. (XI.) yüzyıl âlimlerinden Ebü’l-Fazl Müslim b. Ali ed-Dımaşkî’ye göre birtakım meseleler görünüşte birbirine benzer, ancak gerçekte farklı olurlar, bu da pek çok insana problem çıkarır. Öte yandan Rüknülislâm el-Cüveynî’nin belirttiği gibi, hükümlerin farklılığını gerektirecek birtakım sebeplerden ötürü İslâm hukukundaki bir kısım meselelerin şekilleri birbirine benzer olduğu halde hükümleri farklı olabilir; farklı olanların farklılığını ve benzeyenlerin birleşmelerini gerektiren bu sebepleri o alanın uzmanları bilmek durumundadır. Fakihler hüküm istinbatında bu farkları göz önünde bulundurma ve onları bilme ihtiyacı duyarlar. İbn Süneyne es-Sâmerrî’ye göre meseleler ve hükümlerinin kaynakları, delilleri ve illetleri arasındaki farkların bilinmesi hükümlerin yollarının fakih tarafından anlaşılmasını, onun meseleleri asıllara kıyaslarken yaptığı kıyasın sistemli olmasını sağlar ve böylece kıyas yollarını şaşırıp hükmünü temelsiz kurmasını önler. Karâfî’nin de belirttiği gibi fıkhı hüküm ve kaidelerin aralarındaki farkları ele alıp tesbit etmeye çalışmak, meselelerin ve kaidelerin hakikatlerinin ortaya konmasında ve anlaşılmasında en güvenilir yoldur. Zira bir kaidenin görünüşte benzer, gerçekte ise zıt olduğu bir şeyle birlikte ele alınması daha faydalıdır. Çünkü zıtlar birbirinin güzelliğini ortaya çıkarır, varlıklar zıtlarıyla tanınır. Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere furûku bilmenin önemi fakihin ictihad ve kıyas yapabilmesinde kendini göstermektedir. Öyle görünüyor ki bu disiplinin ortaya çıkmasında mezhep mensuplarının hem mezheplerini savunma, hem de bu mezhep hükümlerindeki mantıkî boşlukları doldurma çabaları etkili olmuştur. Bunlara ilâve olarak, fakihlerin fıkha genel bir yaklaşımla bu ilmin içerdiği konuların birbirleriyle farklı bile olsalar çelişmediklerini, akılla uyuştuklarını ve maslahatı gözeten, haklara riayet eden bir yapıya sahip olduklarını gösterme gayretlerinden de bu arada söz edilebilir.

Tarihî süreç içinde oluşan furûk literatüründe iki ayrı metot uygulanmıştır. 1. Fürû metodu. Şeklen birbirine benzeyen, ancak hükümleri farklı olan fıkhî meseleler (fürû) arasındaki farkları açıklamak üzere takip edilen yoldur. Burada önce iki mesele verilmekte, aralarındaki benzer nokta zikredildikten sonra fark açıklanmaktadır. İlk geliştirilen ve en çok literatüre sahip olan bu metottur. Bazı eserler sınırlı sayıdaki belli konuları ele alırken diğerleri klasik fıkıh sıralaması içinde bütün konuları kapsamaktadır. Ayrıca Süyûtî ve İbn Nüceym’in eserlerinde olduğu gibi eşbâh ve nezâir ilminde de bu tür furûka bir bölüm ayrılmıştır. 2. Kavâid metodu. Fıkhî meseleler arasındaki farkların ele alındığı furûk geleneğini değiştirip yeni bir çığır açan Karâfî kaideler arasındaki farkları ortaya koymayı ve bunları açmayı hedeflemiştir. Karâfî’nin eserinde bu kurallar arasındaki fark ya da farklar fıkhî meselelerden örnekler verilmek suretiyle açıklanmaya çalışılmıştır. Müellifin kendisinin de ifade ettiği gibi önce iki mesele yahut iki kaide arasındaki farkları zikrederek ve bu farkların ne olduğunu sorarak kavâid konusundaki prensipler ortaya konmuş, soru eğer iki mesele arasındaki farkla ilgili ise bir veya iki kaide zikredilerek fark açıklanmaya çalışılmıştır. Karâfî, el-Furûķ yanında Uśûlü’1-aĥkâm fî temyîzi’l-fetâvâ Ǿani’l-aĥkâm adlı eserinde de bu metodu takip etmiştir. 3. Karma metot. Bu metodu kullanan Bedreddin Muhammed b. Ebû Bekir el-Bekrî, fıkhın mûtat bölümlenmesi içinde fıkhî kaideleri ve her kaidenin istisnalarını vermekte, ortaya birbiriyle karıştırılan benzer meseleler çıkınca aralarındaki fark zikredilmektedir. Bazan da bu iki meseleden biri bir üçüncü mesele ile benzerlik gösterdiğinde müellif yine farkı açıklamaya çalışmakta, böylece meseleler arası farklar bazan üçe, bazan altıya ulaşabilmektedir.

Literatür. Süyûtî gibi bazı klasik müellifler, Hz. Ömer’in kadılık talimatlarını içeren ve Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’ye gönderdiği ileri sürülen bir mektupta geçen, “Benzer ve emsal olan konuları tanı, ondan sonra kendince işleri kıyasla; Allah katında en sevimli ve hakka en benzer olana yönel” ifadesiyle, özel bir delilden ötürü hüküm bakımından birbirinden ayrılan benzer meselelerin varlığına işaret edildiğini belirtirler. Bu kadar eski dönem hakkında müşahhas ipuçlarından söz edilemezse bile yazılı fıkıh kaynaklarının ortaya çıkmasıyla birlikte furûkla ilgili açıklamalara da yer verildiği söylenebilir. Ebû Hanîfe’nin öğrencisi Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî eserlerinde meseleler arası farklar üzerinde durur. Eserinin adına ancak kaynaklarda rastlanan Ebü’l-Abbas İbn Süreye ile bu fıkıh dalının bağımsız bir disiplin olarak ortaya çıktığı söylenebilir. İlk dönemlerde fürû kitaplarında yeri geldikçe temas edilen meseleler arasındaki farkların furûk adıyla ayrı bir disiplinde toplanması daha çok fıkıh ilminin öğretimini kolaylaştırma amacıyla açıklanabilir. Nitekim Cürcânî, bu alanda yazdığı eserinin girişinde furûkla ilgili bilgilerin imtihanlarda öğrencilere sorulmakta olduğundan söz eder (el-MuǾâyât fi’l-Ǿaķl evi’l-furûķ, s. 22). Bu sebeple furûk ilim dalı her fıkıh ekolünde benzeri bir gelişme göstermiştir. Kaynakların furûk literatürüyle ilgili olarak verdikleri bilgilere göre Şâfiî ve Mâlikîler’in bu alanda daha çok söz sahibi oldukları söylenebilir. Ancak Necmeddin et-Tûfî’nin furûk konusunda Hanefîler’e ait hiçbir şeyin bulunmadığını ileri sürüp ardından, “Bazılarının bu konuda bir şeyler yazdığı kulağıma geldi” demesi, aşağıda verilen listenin de ispatlayacağı gibi onun Hanefî literatürüne tam vâkıf olmamasının bir sonucudur.

Furûk ilmine dahil bütün eserler günümüze ulaşmadığı gibi ulaşanların da önemli bir kısmı henüz yazma halinde bulunmaktadır. Bu ilmin hangi mezhep, coğrafya ve çağda yoğunluk kazandığını göstermesi bakımından zamanımıza kadar gelen yahut sadece adları bilinen eserlerin bir liste halinde verilmesi faydalı olur. 1. Ebü’l-Abbas İbn Süreye (ö. 306/918-19), el-Furûķ fî fürûǾi’ş-ŞâfiǾiyye. Kâtib Çelebi’nin bildirdiğine göre Müzenî’nin el-Muħtaśar’ına dair soruların cevaplarını içermektedir. 2. Ebû Abdullah ez-Zübeyrî eş-Şâfıî (ö. 317/929), el-Müskit (Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, Fıkhu Şâfiî, nr. 277). 3. Ebü’l-Fazl Muhammed b. Sâlih es-Semerkandî el-Kerâbîsî el-Hanefî (ö. 322/934), Kitâbü’l-Furûķ (TSMK, III. Ahmed, nr. 1181/1, vr. 1-54a; Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 921/ 1, vr. l-25b; Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, nr. 1923, Dârü’l-evkâfi’l-âmme bi-Bağdâd, nr. 3533). 4. Ebü’l-Hasan Ali b. Ahmed en-Nesevî eş-Şâfıî (ö. IV./X. yüzyıl),


Kitâbü’l-Mesâǿil ve’l-Ǿilel ve’l-furûķ. 5. Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Kattân eş-Şâfıî (ö. 407/1016-1017), el-Muŧâraĥât. 6. İbnü’l-Kâtib Ebü’l-Kāsım Abdurrahman b. Ali el-Kinânî el-Mâlikî (ö. 408/1017-1018), Furûķu’l-mesâǿili’l-müştebihe mine’l-meźheb. 7. Kādî Abdülvehhâb (ö. 422/1031), el-Furûķ fî mesâǿili’l-fıķh. Öğrencisi Ebü’l-Fazl Müslim b. Ali ed-Dımaşkī’nin verdiği bilgiye göre Kādî Abdülvehhâb yazdığı esere el-CümûǾ ve’l-furûķ adını vermiş, ancak eser kaybolmuştur. 8. Rüknülislâm el-Cüveynî (ö. 438/1047), el-Vesâǿil fî furûķı’l-mesâǿil ve Kitâbü’l-CemǾ ve’l-farķ (Brockelmann, GAL Suppl., I, 667). Necmeddin et-Tûfî, Kitâbü’l-CemǾ ve’l-farķ’ın baş tarafında usul konularındaki farklar hakkında kısa bir bölüm bulunduğunu ve gördüğü furûk kitapları içinde bu eserin en hacimli, en çok mesele ihtiva eden ve en iyi kaynaklara sahip kitap olduğunu söyler. 9. Ebü’l-Fazl Müslim b. Ali ed-Dımaşkī el-Mâlikî (ö. V./XI. yüzyılın ilk yarısı), el-Furûķu’l-fıķhiyye (nşr. Muhammed Ebü’l-Ecfân - Hamza Ebû Fâris, Beyrut 1992). Eser 128 farkı içerir. 10. Ebû Muhammed Abdülhak b. Muhammed es-Sehmî es-Sıkıllî el-Mâlikî (ö. 464/1072 yahut 466/1074), en-Nüket ve’l-furûķ li-mesâǿili’l-Müdevvene (el-Hizânetü’l-melekiyye bi’r-Rabât, nr. 261, 144 varak). 11. Ebü’l-Hayr Selâme b. İsmâil b. Cemâa el-Makdisî eş-Şâfıî (ö. 480/ 1087), Kitâbü’l-Vesâǿil fî furûķı’l-mesâǿil. 12. Ebü’l-Abbas Ahmed b. Muhammed el-Cürcânî eş-Şâfıî (ö. 482/1089), el-MuǾâyât fi’l-Ǿaķl evi’l-furûķ (nşr. Muhammed Fâris, Beyrut 1993). 13. Ebü’l-Muzaffer Es‘ad b. Muhammed en-Nîsâbûrî el-Kerâbîsî el-Hanefî (ö. 570/1174-75), el-Furûķ fi’l-fıķh (el-Fuûķ fî fürûǾi’l-Ĥanefiyye, nşr. Muhammed Tamûm, I-II, Kuveyt 1982). 14. İbn Süneyne es-Sâmerrî el-Hanbelî (ö. 616/1219), el-Furûķ Ǿalâ meźhebi’l-İmâm Aĥmed b. Ĥanbel (Dârü’l-kütübi’z-Zâhiriyye, Usûlü’l-fıkh, nr. 2745; Leibzig Universitäts Bibliothek, nr. 389). J. Schacht tarafından bir özeti yayımlanmıştır (Islamica, II/4, s. 525-537). Tûfî faydalı, kaynakları sağlam ve furûk kitaplarının en iyilerinden biri olarak nitelendirdiği bu kitabı Endelüsî’nin eserinden daha güzel bulur. 15. Sadrüşşerîa el-Ekber (VII./XIII. yüzyıl), Telķīĥu’l-Ǿuķūl fî furûķı’l-menķūl (Kitâbü Telķīĥi’l-Ǿuķūl fi’l-furûķ beyne ehli’n-nuķūl, TSMK, III. Ahmed, nr. 1181/2; Süleymaniye Ktp., Vehbi Efendi, nr. 467/ 1; Dârü’l-kütübi’z-Zâhiriyye, Fıkhü Hanefî, nr. 982). M. Ali Orhan eser üzerinde Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır. 16. Ebü’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Halef b. Râcih el-Makdisî el-Hanbelî (ö. 638/1240-41), el-Fuśûl ve’l-furûķ. 17. Şehâbeddin el-Karâfî el-Mâlikî (ö. 684/ 1285), Envârü’l-buruķ fî envâǾi’l-furûķ (Tunus 1302; Kahire 1344). el-Furûķ, Furûķu’l-Ķarâfî diye de anılan kitap bu sahanın en ünlü eseri kabul edilir. 18. a.mlf., el-İĥkâm fî temyîzi’l-fetâvâ Ǿani’l-aĥkâm ve taśarrufâti’1-ķāđî ve’l-imâm (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde, Halep 1967). 19. Bedreddin Muhammed b. Ebû Bekir el-Bekrî el-Mısrî eş-Şâfıî (ö. IX./XV. yüzyılın ilk yarısı), el-İstiġnâǿ fi’l-furûķ ve’l-istiŝnaǿ (nşr. Suûd es-Sübeytî, Mekke 1988). 600 aslî kaideyi bir araya getirmiştir. 20. Ebû Ümâme İbnü’n-Nakkāş ed-Dükkâlî eş-Şâfiî (ö. 763/1362), Kitâbü’n-Nežâǿir ve’l-furûķ. Schacht’ın Ebû Ümâme’yi Mâlikîler arasında sayması yanlıştır. 21. Ebû Muhammed el-İsnevî eş-Şâfıî (ö. 772/1370-71), MeŧaliǾu’d-deķāǿiķ fî taĥrîri’l-cevâmiǾ ve’l-fevâriķ. Nasr Ferîd Muhammed’in tahkikiyle neşredilmiştir (Müessesetü’t-teâvüni’l-câmi’î). 22. Tâceddin İbnü’t-Türkmânî el-Hanefî (ö. 744/1363), el-Furûķ (Keşfü’ž-žunûn, II, 1257). 23. Necmeddin b. Ebû Bekir en-Nîsâbûrî el-Hanefî (ö. 870/1466’dan önce), Kitâbü’l-Furûķ fi’l-fıķh. Schacht tarafından bir özeti yayımlanmıştır (Islamica, II/4, s. 515-524). 24. Ebû Abdullah Muhammed b. Yûsuf el-Mevvâk el-Mâlikî (ö. 897/ 1492), el-Furûķ. 25. Ebü’l-Abbas Ahmed b. Yahyâ el-Venşerîsî el-Mâlikî (ö. 914/ 1508), ǾUddetü’l-buruķ fî cemǾi mâ fi’l-meźheb mine’l-cümûǾ ve’l-furûķ (nşr. Hamza Ebû Fâris, Beyrut 1990). 26. Ebû Muhammed Takıyyüddin Abdurrahman ez-Züreyrânî el-Bağdâdî el-Hanbelî, Îżâĥu’d-delâǿil fi’l-furûķ beyne’l-mesâǿil. Merkezü’l-bahsi’l-ilmî’de mikrofilmi mevcuttur (Fıkh âm, nr. 344). 27. Abdurrahman b. Nasır es-Sa‘dî el-Hanbelî (ö. 1376/1956), el-ĶavâǾid ve’l-uśûlü’l-câmiǾa ve’l-furûķ ve’t-teķāsîmü’l-bedîǾati’n-nâbiġa (Riyad 1985).

Berlin Staatsbibliothek’te Hanefî mezhebine ait Kitâbü’l-Furûķ ile (nr. 4848) hangi mezhebe ait olduğu belli olmayan Risâletü’l-furûķı’l-fıķhiyye (nr. 5013) adlı iki eser mevcuttur. Fıkıh literatürü çerçevesinde ayrı bir tür teşkil eden eşbâh ve nezâir kitaplarında “el-furûk” ve “el-cem‘ ve’l-fark” adı altında furûk ilmini ihtiva eden birer bölüm bulunmaktadır (Süyûtî, s. 544-560; İbn Nüceym, s. 150-158).

Kavramların açık bir şekilde anlaşılması ve ortaya konulması için aralarındaki farkların açıklanması düşüncesi yalnız İslâm hukuku ile sınırlı kalmamış, fıkha dair eserler yanında diğer ilimlerdeki kavramlar, inançlar, düşünceler, fırkalar ve milletler arasındaki farkları konu alan geniş kapsamlı bir literatür de meydana gelmiştir.

Fıkıh Usulü. l. Ömer b. Raslân el-Bulkīnî, Risâle fi’l-farķ beyne’l-ĥükm bi’ś-śıĥĥa ve’l-ĥükm bi’l-mûceb (el-Fetĥu’l-mûheb fi’l-ĥükm bi’ś-śıĥĥa ve’l-mûceb, Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, nr. 25597; bk. Brockelmann, GAL, II, 114; Suppl., II, 110). Eser altı farkı ihtiva etmektedir. 2. İbn Muallâ el-Mahallî eş-Şâfıî (ö. 871/ 1467’den sonra), el-Leyŝü’l-Ǿâbis fî śademâti’l-mecâlis (Dârü’l-kütübi’1-Mısriyye, Usul-Tal’at, nr. 176; bk. Brockelmann, GAL Suppl., II, 115). Usul arasındaki farklara ilişkin bir bölüm içerir. 3. İvaz Efendi, Furûķu’l-uśûl (Dârü’l-kütübi’l-vataniyye bi-Tûnis, nr. 7329, vr. 215a-220b).

Kelâm. 1. Bâkıllânî (ö. 403/1013), Taśarrufü’l-Ǿibâd ve’l-farķ beyne’l-ħalķ ve’l-iktisâb. Yaratma ve kesb kavramları arasındaki farkı ele alır. 2. a.mlf., el-Farķ beyne muǾcizâti’l-enbiyâǿ ve kerâmâti’l-evliyaǿ. 3. İbnü’l-Bennâ el-Merrâküşî (ö. 721/1321 |?|), el-Farķ beyne’l-ħavâriķı’ŝ-ŝelâŝe: el-muǾcize ve’l-kerâme ve’s-siĥr. 4. Ebû Mûsâ Îsâ b. Mihrân el-Müsta‘tıf eş-Şiî, el-Furķān beyne’l-âl ve’l-ümme. Hz. Peygamber’in Ehl-i beyti ile ümmeti arasındaki farkı anlatır.

Felsefe ve Mantık. 1. Hakîm et-Tirmizî (ö. 320/932 civarı), Kitâbü’l -Furûķ. Bazı çağdaş yazarlar, Kâtib Çelebi’nin el-Furûķ fî fürûǾi’ş-ŞâfiǾiyye adı altında eser yazan müellifler arasında Hakîm et-Tirmizî’yi de zikretmesine bakarak eseri bu adla vermektedirler. Kâtib Çelebi eserin mahiyeti hakkında eŧ-Ŧabaķātü’l-kübrâ’ya atıfta bulunmakta, Sübkî ise kitabın sahasında benzeri bulunmadığını söylemektedir. Müellif bu eserde müdârâ-müdâhene, muhâcce-mücâdele, münazara-mugālebe, intisâr-intikam vb. anlamca birbirine yakın kavramlar arasındaki farkı anlatır. Brockelmann’ın (GAL Suppl., I, 356) Kitâbü’l-Furûķ ve menǾu’t-terâdüf adıyla kaydettiği eser bu kitap olmalıdır. 2. İbnü’t-Tayyib es-Serahsî (ö. 286/899), el-Farķ beyne’n-naĥv ve’l-manŧıķ. 3. İsmail Hakkı Bursevî, Furûk-ı Hakkī. Felsefî ve ilmî kavramları ihtiva etmektedir.


Tasavvuf. Ebû Abdullah Fahreddin Muhammed b. İbrâhim el-Fârisî eş-Şîrâzî (ö. 622/1225), el-Farķ beyne’ś-śûfî ve’l-faķīr.

Tıp. İbnü’l-Cezzâr el-İfrîkī (ö. 369/979-80 civarı), Kitâbü’l-Farķ beyne’l-Ǿileli’lletî teştebihü esbâbühâ ve taħtelifü aǾrâżuhâ. Bunlardan başka Arap dili alanında da geniş bir furûk literatürü oluşmuştur (bk. FURÛK).

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, II, 1129; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 67, 78, 80, 81, 82, 87, 91, 104, 108, 122, 126, 127, 128, 302, 310; Müslim b. Ali ed-Dimaşkī, el-Furûķu’l-fıķhiyye (nşr. M. Ebü’l-Ecfân - Hamza Ebû Fâris), Beyrut 1992, s. 5-12, 26-47, 61-62, 153-159; Ahmed b. Muhammed el-Cürcânî, el-MuǾâyât fi’l-Ǿaķl evi’l-furûķ (nşr. Muhammed Fâris), Beyrut 1993, s. 9-11, 22; Kādī İyâz, Tertîbü’l-medârik (nşr. Saîd Ahmed A‘râb), Tıtvân 1403/1983, VIII, 72; Es’ad b. Muhammed el-Kerâbîsî, el-Furûķ fi’l-fıķh (nşr. Muhammed Tamum), Küveyt 1982, I, 7-14; Şehâbeddin el-Karâfî, el-Furûķ (nşr. M. Revvâs Kal‘acî), Beyrut, ts. (Dârü’l-Ma‘rife), I-IV; Tûfî, ǾAlemü’l-ceźel fî Ǿİlmi’l-cedel (nşr. Wolfhart Heinrichs), Wiesbaden 1987, s. 71-75; Muhammed b. Ebû Bekir el-Bekrî, el-İstiġnâǿ fi’l-farķ ve’l-istiŝnâǿ (nşr. Suûd es-Sübeytî), Mekke 1408/1988; Sübkî, Ŧabaķāt (Tanâhî), II, 246; İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü’l-müźheb, I, 236-239; II, 152-153; İbn Haldûn, Muķaddime, III, 1055-1056; a.e., Kahire, ts. (Dârü’l-Mushaf), s. 321; Süyûtî, el-Eşbâh ve’n-nežâǿir (nşr. Muhammed el-Mu’tasım-Billâh el-Bağdâdî), Beyrut 1407/ 1987, nâşirin mukaddimesi, ayrıca bk. s. 544-560; İbn Nüceym, el-Eşbâh ve’n-nežâǿir (nşr. Muhammed Mutî’ el-Hâfız), Dımaşk 1403/1983, s. 150-158, 167-169; M. Yasin b. Îsâ el-Fadânî, el-Fevâǿidü’l-ceniyye ĥâşiyetü’l-Mevâhibi’s-seniyye şerĥi’l- Ferâǿidi’l-behiyye fî nažmi’l-ķavâǾidi’l-fıķhiyye, Beyrut 1991, I, 98-100; Keşfü’ž-žunûn, I, 186; II, 1255-1258, 1446; İbnü’l-İmâd, Şeźerât, III, 262; V, 71; VI, 198; Brockelmann, GAL, I, 105, 385; II, 91; Suppl., I, 660, 661, 667; II, 107, 586; Îżâĥu’l-meknûn, I, 51; II, 187-188; Hediyyetü’1-Ǿarifîn, I, 57, 99; Kehhâle, MuǾcemü’l-müǿellifîn, VI, 94, 266-267; Ali Ahmed en-Nedvî, el-ĶavâǾidü’l-fıķhiyye, Dımaşk 1406/1986, s. 63-75, 156, 212-215; Abdullah İbrâhim Salâh, el-İmâm Şihâbüddîn el-Ķarâfî ve eŝeruhû fi’l-fıķhi’l-İslâmî, Malta 1991, s. 242, 247-275.

Şükrü Özen