FECR SÛRESİ

سورة الفجر

Kur’ân-ı Kerîm’in seksen dokuzuncu sûresi.

Mekke döneminin ilk yıllarında, İslâm’ı kabul edenlere karşı zulmün başladığı sırada (Mevdûdî, VII, 107) Leyl sûresinin ardından ve muhtemelen Habeşistan’a yapılan birinci hicretten önce nâzil olmuştur. İlk devirde nâzil olan sûreler arasında onuncu sırada yer almaktadır. Ali b. Ebû Talha’dan sûrenin Medenî olduğuna dair bir rivayet gelmişse de (Ebû Hayyân el-Endelüsî, VIII, 466; Âlûsî, XXX, 119) üslûbu ve muhtevası bakımından diğer Mekkî sûrelerle büyük bir benzerlik gösterdiği açıktır. Âyet sayısı otuz olup fasılası (ا‘ ب‘ ت‘ د‘ ر‘ م‘ ن‘ ي) harfleridir.

Sûre ismini başındaki “fecr” kelimesinden alır. “Şafak sökmesi, tan yerinin ağarması” veya “şafak vakti, tan yeri” anlamına gelen fecre yemin ile başlayan sûreye “Ve’l-Fecri” sûresi de denilir ve Mushaf’taki tertibe göre “Ve’l-Leyl”, “Ve’d-Duhâ” gibi belli vakitlere yeminle başlayan sûrelerin önünde yer alır.

Sûrenin ilk dört âyetinde sırasıyla fecre, on geceye, çift ve tek olana ve her şeyi örten geceye yemin edilir (âyet 1-4). Fecrin kurban bayramı sabahı, on gecenin de zilhicce ayının ilk on gecesi olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi fecri ilk vahyin geldiği Kadir gecesinin fecri, on geceyi de ramazan ayının son on gecesi olarak kabul edenler de vardır. Bu on gecenin muharrem ayının ilk on gecesi olduğu da ileri sürülmüştür (Taberî, XV, 168-169). Kur’an sûrelerinin yirmi üç yılda peyderpey indiği, İslâm dininin gelişme aşamalarının buna paralel olarak gerçekleştiği göz önünde bulundurulunca üzerine yemin edilerek dikkat çekilen fecrin ilk vahiyle ilgili fecir olduğu görüşü ağır basmaktadır. Bununla beraber buradaki fecirle her günün fecir vaktine dikkat çekildiği düşünülmüş, bazı müfessirlerce sabah namazının önemine işaret edildiği de ileri sürülmüştür. Çünkü İsrâ sûresinde sabah namazı “kur’ânü’l-fecr” (fecir vaktindeki okuyuş [17/78]) olarak nitelendirilmiştir.

Sûrenin konusunu, genellikle Mekkî sûrelerde görüldüğü üzere iman ve sâlih amel yolunu terkedenlerin dünya ve âhirette karşılaşacakları kötü âkıbetle iman ehlinin her iki cihanda erişeceği mutluluk hakkındaki açıklamalar oluşturmaktadır. Leyi sûresinin ardından nâzil


olmasının da gösterdiği gibi müslümanların üzerine karanlık bir gece gibi çöken müşrik baskısı ilelebet sürüp gitmeyecektir; çünkü ufukta ümit ışıkları belirmiş, İslâm’ın gelişme kaderiyle ilgili fecir baş göstermiştir. Küfrün ve zulmün sonunun yaklaşmakta olduğuna ardarda yapılan yeminlerle dikkat çekildikten ve aklı erenler için bundan daha etkili yemin olamayacağı da vurgulandıktan sonra (âyet 5) Âd ve Semûd kavimlerinin ve firavunun inananlara yaptıkları zulümler sebebiyle nasıl helâk oldukları anlatılır. Güçlerine güvenip iman ehline baskı uygulayan bu zalimlerin üstüste inen kamçılar gibi felâket üstüne felâkete uğratılarak helâk edildikleri birer ibret tablosu şeklinde gözler önüne serilir. Geçmiş kavimlerden verilen bu örnekler gerek Mekke müşriklerine gerekse onların yolunda olanlara bir uyarı niteliği taşır. Burada Allah’ın olup biten her şeyi gördüğünü ve gözetlediğini vurgulayan âyetle sûrenin birinci bölümü sona erer (âyet 14). Bu uyarıların ardından insanoğlunun zaaflarını dile getiren âyetlere yer verilir ki bu zaaflar toplumları kötü âkıbetlere sürükleyen sebeplerdir ve insanın bencilliğinden kaynaklanır. Bencillik de yüce yaratana karşı güven eksikliği şeklinde kendini gösterir. Rabbi insanoğlunu denemek için ona bol bol rızık verecek olsa hemen sevinir ve bunu O’nun bir ikramı kabul eder. Fakat rızkı biraz daraldığında hemen rabbi tarafından kahra uğradığını söylemeye yeltenir ve sızlanmaya başlar. Halbuki o bolluk zamanında da yetimleri ve kimsesizleri kollayıp gözetmez, bunun için ön ayak olmaz, mirası helâl haram demeden yer, mala mülke karşı aşırı düşkünlük gösterir (âyet 15-20). Azgınlık ve taşkınlıkları sebebiyle helâk edilen kavimleri haber veren âyetlerin ardından varlıklı kesimin bencilliğini ve mal hırsını dile getiren âyetlere yer verilmesi, aslında bu zaafların toplumlar için birer çöküş sebebi olduğunu vurgulamak içindir. Toplum düzeninin bozulmasına bir işaret olmak üzere bunun ardından yeryüzünün parça parça olup dağılacağını ve kıyamet gününün kesin olduğunu bildiren âyetler gelir (âyet 21-30). O gün herkesin Allah huzurunda hesaba çekileceği ve cehennemin bütün dehşetiyle ortaya çıkacağı, inkârcı azgınların pişman olacağı, fakat son pişmanlığın fayda vermeyeceği bildirilir. O gün kimsenin kimseden yardım göremeyeceği ve hiç kimsenin bir başkasının yerine cezalandırılmayacağı vurgulandıktan sonra sûre, nefsanî hırslarına gem vurup gönül rızâsı ve teslimiyetle rabbin emirlerine itaat edenlerin kendileri gibi iyilerin arasına katılacaklarını ve cennete gireceklerini müjdeleyen âyetle sona erer.

Fecr sûresinin faziletine dair Übey b. Kâ‘b’dan rivayet edilen ve bazı tefsir kitaplarında yer alan (meselâ bk. Zemahşerî, IV, 254; Beyzâvî, II, 604), “Kim Fecr sûresini söz konusu on gecede okursa affedilir; kim onu diğer günlerde okursa kıyamette kendisi için bir nur olur” meâlindeki hadisin mevzû olduğu kabul edilmiştir (İbnü’l-Cevzî, I, 239-241; Zerkeşî, I, 432).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “fcr” md.; Tirmizî, “Tefsîr”, 89; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, Beyrut 1405/1984, XV, 168-169; Zemahşerî, el-Keşşâf (Kahire), IV, 249-254; İbnü’l-Cevzî, el-MevżûǾât (nşr. Abdurrahman Muhammed Osman), Medine 1386/1966, I, 239-242; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, İstanbul 1314, II, 604; Ebû Hayyân el-Endelüsî, el-Baĥrü’l-muĥîŧ [baskı yeri yok], 1403/1983 (Dârül-Fikr), VIII, 466; Zerkeşî, el-Burhân, I, 432; İbn Hacer, el-Kâfi’ş-şâf (Zemahşerî, el-Keşşâf [Beyrut] içinde), IV 184; Süyûtî, el-İŧkān (Bugā), I, 29, 31, 40; Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî, XXX, 119; Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân (trc. Muhammed Han Kayanî v. dğr.), İstanbul 1990, VII, 107.

Emin Işık