et-TUHFETÜ’l-MÜRSELE

(التحفة المرسلة)

Muhammed b. Fazlullah el-Burhânpûrî’nin (ö. 1029/1620) sûfîlerin varlık ve mertebeleri hakkındaki görüşlerine dair eseri.

Muhammed b. Fazlullah 952 (1545) yılında Gucerât’ın Ahmedâbâd bölgesinde doğdu. Dönemin tanınmış âriflerinden olan babasının yanında tahsile başladı. Onun ölümünden sonra Şeyh Safiyyüddin Gucerâtî’den hırka giydi. Hac maksadıyla gittiği Hicaz’da on iki yıl kaldı. Bu sırada Şeyh Ali b. Hüsâmeddin Müttakī el-Hindî ile tanışıp sohbetlerinden faydalandı. Ülkesine döndüğünde Ahmedâbâd’da müderris Vecîhüddin Alevî’nin derslerine katıldı. Malûh’a gidip Şeyh Muhammed Hızır et-Temîmî’nin yanında seyrü sülûkünü tamamladı ve ardından Burhânpûr’a yerleşti. Burada bir mescid ve hankah inşa ederek ilim ve irşadla meşgul olan Burhânpûrî bu şehirde vefat etti. Büyük bir Çiştî şeyhi olarak tanınan Burhânpûrî’nin et-Tuĥfetü’l-mürsele’nin yanı sıra İrşâdü’s-sâlikîn, Ĥâşiyetü’l-Ǿacîbeti’l-LâmiǾa, Vesîle ilâ liķāǿi cemâli’n-nebî adlı eserleri vardır (DMBİ, XII, 50). Harîrîzâde’nin, onun kendisine Ahmed er-Rifâî’nin soyundan geldiğini söyleyip Rifâiyye’nin Fazliyye kolunu nisbet etmesi (Tibyân, III, vr. 32a) doğru değildir.

Tam adı et-Tuĥfetü’l-mürsele ile’n-nebiyyi’l-mürsele olan eser 999 (1591) yılında kaleme alınmıştır. Eserde varlık (vücûd), varlığın mertebeleri, vahdet-i vücûd anlayışının âyet ve hadislerden delilleri, insân-ı kâmil görüşü, vahdet-i vücûdun bâtıl yorumları, bu yorumların çürütülmesi, bütün bu konuların seyrü sülûkle irtibatı ele alınır. Burhânpûrî, vahdet-i vücûd anlayışını benimseyen sûfîlerin eserlerinde görüldüğü üzere varlığın Hak olması ve o varlığın mertebelerde taayyününü inceler. Bu bağlamda vahdet-i vücûdun en temel kabullerinden biri olan, “Varlık Hak’tır” ifadesini izah eder. Bu ifadeyi sûfîlerin nasıl yorumladığı, varlığın


aklî, hayâlî ve hissî varlıkla ilişkisi üzerinde durduktan sonra varlık mertebeleri bahsine geçer. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’den itibaren sûfîlerin büyük önem verdiği varlık mertebelerini sûfî müellifler üçlü, beşli, yedili tasniflerle ve istisnaî olarak kırklı tasnifle incelemişler, varlığın bu mertebelerde nasıl taayyün ettiğini ve onun gerçekte “bir” olduğunu açıklamışlardır.

et-Tuĥfetü’l-mürsele’de varlık mertebeleri yedili taksimle ele alınır. Birinci mertebe lâ-taayyün mertebesi, ikinci mertebe taayyün-i evvel, üçüncüsü taayyün-i sânî mertebesidir. Mertebe tasniflerinde ilk üç mertebe bir yanda, diğerleri bir yanda ele alınmıştır. Bu durumu Burhânpûrî ilk üç mertebenin Hak mertebeleri olması veya yaratılmamış olmasıyla açıklar. Üç mertebenin ardından ruhlar mertebesi, misal mertebesi ve şehâdet mertebesi gelir. Bunlar yaratılış mertebeleridir. Mertebeler insân-ı kâmil mertebesiyle tamamlanır. Mertebelerin veya taayyünün insân-ı kâmilde maksadına ulaşması sûfîlerin ahlâk, seyrü sülûk bahsiyle varlık bahsini birleştirdikleri yerdir. Çünkü vahdet-i vücûdun ana düşüncelerinden biri varlığın bir amaçla insana doğru taayyün etmesidir. Bu süreç nüzûl sürecidir ve insanın kemale ermesiyle süreç bu defa urûc ile ikmal edilir ve daire tamamlanmış olur.

Burhânpûrî risâlesinde vahdet-i vücûdu izah için bazı örnekler vermiştir. Bu örnekler, sınırlı bir derecede de olsa vahdet-i vücûdu açıklarken aynı zamanda bu konuda düşülen vehimleri ortadan kaldırmayı amaçlar. Bu bağlamda en çok buhar-su ve buz misali veya ağaç-çekirdek misali verilir. Müellif, vahdet-i vücûda delil teşkil edecek âyet ve hadislere yer vererek ilk tasavvuf kitaplarından beri görülen tasavvufî görüşlerin âyet ve hadislerle (iki şahit) teyidi geleneğine uymuştur. Burhânpûrî’nin zikrettiği âyetler Allah’ın her şeyle beraberliği, her şeyi var etmesi gibi O’nun sürekli yaratıcılığını ve eşya ile birlikteliğini anlatan âyetlerdir. Hadisler de aynı mânada birleşir. Müellifin vahdet-i vücûd anlayışının, Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Sadreddin Konevî’de de görüldüğü üzere Hakk’ın eşya ile sürekli beraberliğiyle eş anlamda olduğu anlaşılmaktadır.

Seyrü sülûkle ahlâk irtibatını insân-ı kâmil üzerinden kuran Burhânpûrî nüzûl ve taayyün kavramlarının mukabili olarak urûc ve tekâmül kavramını kullanır. İnsan urûcunu tamamladığında varlık onda kemaliyle taayyün eder ve en kâmil varlık haline gelir. Müellif, Hz. Peygamber’in en kâmil varlık olmasını bütün varlık hakikatlerinin kendisinde taayyün etmesiyle açıklar. Ahlâkla Resûl-i Ekrem arasında ilgi kurarak tasavvufun başka bir yönüne değinir. Vahdet-i vücûd üzerinde ortaya çıkan görüşlerde dile getirilen bazı yanlış anlamalara yönelik eleştirilerde bulunur. Sünnete uyarak ahlâkî kemale erdirmenin gerekliliğini vurgulayıp meseleyi tasavvufî bir gayeye bağlar.

Tuĥfe önce üzerine bir şerh yazan Hasîrîzâde Elif Efendi, ardından Ahmet Avni Konuk ve İsmail Fenni Ertuğrul gibi müelliflerin atıflarıyla Tanzimat sonrasında ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında aydınlar tarafından tanınmış, bu dönemde ortaya çıkan İbnü’l-Arabî ilgisine ve tasavvuf anlayışına belirli bir katkı sağlamıştır. Bu sebeple vahdet-i vücûd etrafında oluşan literatür içinde kitabın kayda değer bir yerinin bulunduğu söylenebilir. İlk defa Nûreddin Râyizî tarafından Malayca’ya tercüme edilen eser üzerine şerhler yazılmış ve çeşitli dillere çevrilmiştir. En önemli şerhi Abdülganî en-Nablusî’nin Nuħbetü’l-mesǿele şerĥu’t-Tuĥfeti’l-mürsele adlı kitabı olup el-Ķavlü’l-metîn fî beyâni tevĥîdi’l-Ǿârifîn adıyla basılmıştır (Kahire 1344). İsmail Fenni Ertuğrul, özellikle Vahdet-i Vücûd ve Muhyiddîn-i Arabî adlı eserinde (İstanbul 1928) geniş ölçüde bu şerhten yararlandığı gibi Nablusî’nin şerhine atıfla risâleyi Maddiyyûn Mezhebinin İzmihlâli’nde (İstanbul 1928) serbest bir şekilde tercüme etmiştir. Nablusî’nin şerhi Ekrem Demirli tarafından Âriflerin Tevhidi adıyla Türkçe’ye çevrilmiş (İstanbul 2003), et-Tuĥfetü’l-mürsele’nin tercümesi ayrı bir bölüm halinde verilmiştir. Eseri Sa‘diyye tarikatı şeyhlerinden Elif Efendi el-Kelimâtü’l-mücmele fî şerĥi’t-Tuĥfeti’l-mürsele adıyla Türkçe’ye çevirmiş (İstanbul 1342) ve şerhetmiştir. Eserin diğer şerhleri şunlardır: İbrâhim b. İbrâhim el-Lekānî, el-Aķvâlü’l-celîle Ǿale’l-vesîle (Şerhu’t-Tuĥfeti’l-mürsele); İbrâhim b. Hasan el-Kûranî, İtĥâfü’z-zekî bi-şerĥi’t-Tuĥfeti’l-mürsele ile’n-nebî; Abdurrahman b. Abdullah b. Hüseyin el-Bağdâdî es-Süveydî, Keşfü’l-ĥucubi’l-müsbile Ǿan ħarâǿidi’t-Tuĥfeti’l-mürsele (Abdullah Muhammed el-Habeşî, I, 564). Eser Abdülhâdî (John Gustaf Aguéli) tarafından Fransızca’ya tercüme edilip Le traité de l’unité dit d’Ibn Arabī (Paris 1977) içinde yayımlanmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Abdülganî b. İsmâil en-Nablusî, el-Ķavlü’l-metîn fî beyâni tevĥîdi’l-Ǿârifîn: Nuħbetü’l-mesǿele şerĥu risâleti’t-Tuĥfeti’l-mürsele, Kahire, ts. (Mektebetü ve matbaatü M. Ali Subeyh ve evlâdüh); Harîrîzâde, Tibyân, III, vr. 32a; Abdullah Muhammed el-Habeşî, CâmiǾu’ş-şürûĥ ve’l-ĥavâşî, Ebûzabî 1425/2004, I, 564; Mercân Efşâriyân, “Burhânpûrî”, DMBİ, XII, 50-51.

Ekrem Demirli