ERZURUM

Doğu Anadolu’da şehir ve bu şehrin merkez olduğu il.

Erzurum ovasının güneydoğu kenarında, bu ova ile Palandöken dağının temas sahasında kurulmuş olan Erzurum şehri meyilli bir alan üzerinde bulunur. Şehrin güneyindeki Yenişehir semti ve civarında yükseklik 2000 metreye ulaştığı halde orta kesimlerinde 1900-1950 metreye, istasyondan (1837 m.) daha kuzeydeki mezbaha çevresinde ise 1800 metreye düşmektedir.

Şehrin bilinen ilk adı, Doğu Roma (Bizans) İmparatoru II. Theodosios’a (408-450) izafe edilen Theodosiopolis’tir. Ermeniler ise burayı Karin veya Karnoi - Kalak adıyla anmışlardır. Bu ad Bizanslılar tarafından Yunancalaştırılarak Karintis şeklini almıştır. Belâzürî, bölgeye hâkim olan kişinin ölümü üzerine yerine geçen Kali adlı karısı tarafından kurulduğu için Kalikale (Kali’nin ihsanı) adı verilen şehre Araplar’ın Kālîkalâ قاليقلا)) dediklerini söyler (Fütûh, s. 282). Buraya mensup olanlar da Kālî nisbesini kullanmışlardır. Bunlar arasında Kadı Ebü’l-Asba‘ el-Kālî ve dilci Ebû Ali el-Kālî zikredilebilir. Türkler, eski çağlardan beri meskûn olan ovadaki Erzen’i fethettikten sonra (1048-1049) buradaki halkın bir kısmının sığındığı Theodosiopolis için Erzen adını kullanmışlardır. Ancak Siirt taraflarındaki diğer Erzen’den ayırmak ve bunun Anadolu’ya ait olduğunu belirtmek için sonuna Rum kelimesini eklemişlerdir. Nitekim burada basılan Selçuklu paralarında şehrin adı Erzenü’r-Rûm (ارزن الروم), Erzen-i Rûm (ارزن روم) ve Erz-i Rûm (ارز روم) şeklinde yazılmıştır. Daha sonra bu ad Arz-ı Rûm (ارض روم - ارضروم) olmuş, nihayet bugünkü Erzurum şeklini almıştır. Eski Erzen ise fetih sırasında tahrip edildiği için Karaerzen, Karaarz adlarıyla anılmış olup günümüzde buraya Karaz denmektedir.

Tarih. Anadolu’ya yönelik İran saldırılarına karşı muhtemelen 415-422 yıllarında kurulmuş olan Erzurum’un ilk devreleri hakkında bilgi yoktur. 502-503’te İranlılar’ın eline geçtiği, 504’te Bizanslılar tarafından tekrar geri alındığı bilinen şehir, Hz. Osman zamanında Habîb b. Mesleme kumandasındaki kuvvetlerce 653’te zaptedildi. Fetihten sonra Erzurum’u bir üs olarak kullanan müslümanlar buradan kuzey ve doğu istikametinde akınlar düzenlediler. Şehir 686’da


Bizanslılar’ın eline geçtiyse de 700’de geri alındı. Bizans ordusunun 751’deki kuşatmasına karşı büyük direnme gösteren Erzurum, şehirdeki Ermeniler’in yardımı ile 753’te yeniden Bizanslılar tarafından ele geçirildi. Bizans ordusu kumandanı Ermeni asıllı Kusan şehri yağmaladığı gibi halkın bir kısmını katletti, bir kısmını da esir aldı. Ardından Halife Mansûr bir ordu gönderip şehri kurtardı (756). Halife Mehdî-Billâh zamanında Erzurum’a Türk birlikleri yerleştirildi. Ancak daha sonra şehrin tekrar Bizans’ın eline geçtiği (948), Hamdânîler tarafından geri alındığı ve ertesi yıl tekrar Bizans İmparatorluğu’nun idaresine girdiği (Rebîülevvel 338/Ağustos - Eylül 949) anlaşılmaktadır. İbn Havkal, Kālîkalâ’nın Rum ülkesinde (Anadolu) Azerbaycan, Cibâl, Rey ve civarındaki halkın gaza merkezi olan büyük bir uç şehri olduğunu kaydeder (Śûretü’l-arż, s. 343).

Selçuklu tarihçisi Azîmî ile (Târîħ, s. 6) bazı Bizans tarihçileri Erzen’le Kālîkalâ’nın 1048 yılında, bazı Ermeni tarihçileri ise 1049’da İbrâhim Yinal ve Kutalmış tarafından ele geçirildiğini belirtirler (Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, s. 20; İA, IV, 348). Daha sonra tekrar Bizans hâkimiyetine geçen şehir, Bizans ordusunun Malazgirt’te yenilmesinin (1071) ardından kısa bir süre için Bizans’ın Gürcü asıllı generallerinden Gregorios Bakurian’ın idaresine girmiştir. Ancak Sultan Alparslan zaferden sonra Erzurum’un çevresini Emîr Saltuk’a iktâ olarak vermiş ve onun aynı yıl (1071) Erzurum’u fethetmesiyle şehirde Türk hâkimiyeti kesin olarak başlamış, Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlı Saltuklular Beyliği’nin temelleri atılmıştır (Turan, s. 3). Mükrimin Halil Yinanç ise Erzurum’un fethinin çeşitli sebeplerle geciktiğini ve bunun ancak Sultan Melikşah zamanında 1080 yılında gerçekleştiğini, Saltuklular’ın da bu tarihte kurulduğunu söyler (İA, IV, 348-349). Büyük Selçuklu Devleti’nin parçalanmasından (1157) sonra bu beylik Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlandı. II. Süleyman Şah Saltukoğulları Beyliği’ni ortadan kaldırarak Erzurum’u kardeşi Mugīsüddin Tuğrul Şah’a iktâ etti (1202). I. Alâeddin Keykubad meşhur kumandanlarından Mübârizüddin Çavlı’yı Erzurum’a subaşı tayin ederek yaklaşmakta olan Moğol tehlikesine karşı şehri tahkim etti ve gerekli tedbirleri aldı.

Erzurum 1242’de Moğol ordusu kumandanı Baycu Noyan tarafından tahrip edildi ve halkının çoğu kılıçtan geçirildi. Anadolu Selçuklu Devleti Kösedağ yenilgisinin (1243) ardından Moğollar’ın hâkimiyetini tanıyınca şehir bundan etkilendi. Anadolu’ya çeşitli vesilelerle akınlar düzenleyen Moğol ordularının uğrak yeri olması yüzünden çok zarar gördü. Halk başka yerlere göç etti. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından (1308) sonra İlhanlılar’a bağlandıysa da bu devletin parçalanmasının (1335) ardından en karışık dönemini yaşadı. İlhanlılar’ın bıraktığı boşluktan faydalanmak isteyen birtakım nüfuzlu beyler Erzurum ve çevresini mücadele sahası haline getirdiler. Bilhassa Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmen aşiretlerinin mücadeleleri sırasında büyük tahribata uğrayan şehir daha sonra Sutay Noyan’ın oğlu Hacı Togay’ın eline geçti (1336). Emîr Çoban’ın torunu Şeyh Hasan 1340’ta Erzurum’a gelerek Togaylılar’ı şehirden uzaklaştırdı. Burada kaldığı bir ay boyunca müsadere ve tahribatta bulundu. Erzurum 1360’ta Eretnaoğulları’nın ve onların Erzincan valisi olan Mutahharten’in nüfuzu altına girdi. 1385’te Karakoyunlular’ın eline geçen şehir, 1387’de bütün Doğu Anadolu ile birlikte Timur ordularınca istilâ edildi. Şehri tahrip eden ve halkın büyük kısmını katleden Timur 1400 ve 1402’de iki defa daha buraya geldi. Ankara Savaşı’ndan dönerken şehrin idaresini tekrar Mutahharten’e verdi (1403). Mutahharten’in ölümünden sonra Yûsuf Ali adında bir Türkmen’i buraya kumandan tayin etti. Timur 1405’te ölünce Erzurum’da Karakoyunlular’la Akkoyunlular arasındaki mücadele yeniden alevlendi. Bu iki Türkmen beyliği arasında 1435’te Karaz civarında cereyan eden kanlı savaşı Karakoyunlular kazandı. Akkoyunlular’ı destekleyen Timurlular Karakoyunlular’ı uzaklaştırarak Erzurum’a bir kere daha hâkim oldular. Ancak fazla kalmayıp çekilmelerinden sonra Karakoyunlular burayı zaptettiler (1436). Nihayet Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Karakoyunlu Beyliği’ne son vererek şehri ele geçirdi (1467).

Uzun Hasan’ın Erzurum üzerinde büyük etkisi oldu. Onun tarafından konulan ve halk arasında “Hasan Padişah Kanunu” olarak bilinen kanunnâme Osmanlı fethinden sonra da bir süre yürürlükte kaldı. Otuz beş yıl Akkoyunlu yönetiminde bulunan şehir 1480-1490 yıllarında Safevî propagandalarından bir hayli etkilendi. Safevî Hükümdarı Şah İsmâil Akkoyunlu Beyliği’ni ortadan kaldırarak Erzurum’a hâkim oldu (1502). Şehri tahrip ettiği gibi halkı Şiîliğe zorladığından Sünnî halk başka yerlere göç etti ve bu yüzden şehir ıssızlaştı. Safevîler üzerine yürüyen Yavuz Sultan Selim Çaldıran’a gidip gelirken Erzurum’un çok yakınında konakladığı halde rivayete göre âdeta baykuş yuvası haline gelmiş olan kaleyi görmemek için şehre girmedi.


Çaldıran Savaşı’ndan (1514) sonra Doğu Anadolu’nun büyük bir kısmı Osmanlı yönetimine girdiği ve civarı ele geçirildiği halde Erzurum’un tam anlamıyla zaptı bölgedeki İran nüfuzunun tamamen kırılmasına kadar gecikti. Bu sırada Erzurum’un kimin elinde bulunduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Yavuz Sultan Selim’in gönderdiği fetihnâmeden şehrin Sevindik Han adında birinin hâkimiyetinde olduğu anlaşılmaktadır. Padişahın istediği zahireyi göndermemesinden bu zatın daha sonra İran’a meylettiği tahmin edilmektedir. Erzurum’un ancak Mısır seferinden sonra 1518-1519 tarihleri arasında Osmanlı yönetimine dahil edildiği sanılmaktadır. Nitekim bölgenin 1520-1530 yıllarında yapılan tahrirlerinin genel sonuçlarını içine alan Karaman Rum Vilâyeti Tahrir Defteri’nde Erzurum Osmanlı sınırları içinde gösterilmektedir (BA, TD, nr. 387, s. 867). Aynı tahrirden anlaşıldığına göre şehir harap ve boş olduğundan padişah hasları içine alınmıştır.

Kanûnî Sultan Süleyman döneminde yeniden imar edilen ve iskâna açılan Erzurum, İran üzerine yapılan seferler sırasında önemli bir askerî üs haline getirildi. Kanûnî Irakeyn Seferi’ne çıkarken 5 Eylül 1534’te buraya geldi; 1554’te de Nahcıvan seferi dönüşünde yirmi dört gün kadar burada kaldı. Askerî önemi Erzurum’un gelişmesine yardımcı oldu; şehir Anadolu ve Karadeniz’den doğuya giden büyük askerî ve ticarî yolun üzerinde başlıca merkez olma karakterine yeniden kavuştu. Daha sonraki İran savaşları sırasında da Osmanlı ordularının toplandığı, erzak ve mühimmatın depolandığı başlıca ikmal ve hareket üssü olma özelliğini korudu. Şark seferi serdarı Lala Mustafa Paşa Erzurum’da iki kış geçirdi. Ondan sonra serdar olan Sinan, Ferhad ve Özdemiroğlu Osman paşalar da karargâhlarını burada kurdular. İran ile 1590’da yapılan antlaşma sonunda bölge geçici bir süre için emniyete kavuştu.

Ancak yine de bir serhad şehri olan Erzurum’un devamlı tehdit altında kalması, burada muhafaza için sürekli olarak fazla miktarda yeniçeri bulunmasını gerektirdi. İçkale’yi hâkimiyetlerine alan yeniçeriler şehirde bazı karışıklıklara yol açtılar. 1591’de şehir halkı ile yeniçeriler arasında olaylar meydana geldi ve durum İstanbul’un müdahalesini gerektirdi. Fakat bu mesele başka isyanların çıkmasına da zemin hazırladı. İran savaşları sırasında sayıları daha da artan yeniçeriler Erzurum halkına vergilerle baskı yapmaya başladılar. Yeniçerilerin zulüm ve yolsuzlukları halkın nefretini daha da arttırdı. Bu sırada Celâlî ayaklanmaları da Anadolu’yu kasıp kavurmaktaydı. Erzurum Celâlîler’in ve yeniçeri düşmanlarının başlıca merkezi haline geldi. Eski bir Celâlî olan Erzurum Beylerbeyi Abaza Paşa, II. Osman’ın yeniçeriler tarafından öldürülmesi üzerine onun kanını dava ederek Erzurum’daki yeniçerileri öldürttü ve büyük bir isyan başlattı (DİA, I, 11-12).

İran tehdidinin artması üzerine Revan Seferi’ne çıkan IV. Murad Erzurum’a da uğrayarak bir hafta burada kaldı ve birtakım imar faaliyetlerini başlattı (Temmuz 1635). Savaşlar yüzünden tekrar Erzurum’a yerleştirilen yeniçeriler halk üzerindeki baskılarına yeniden başladılar. Bir taraftan bunların zulmü, diğer taraftan idarecilerin yüklediği kanunsuz vergiler halkın merkeze başvurmasına yol açtı. IV. Mehmed’e gönderdikleri bir arzuhalde haksız olarak kendilerinden toplanan vergilerin hafifletilmesini, bu yapılmadığı takdirde şehri terkedeceklerini bildirdiler. Bunun üzerine haksız uygulamaların yasaklandığına dair gönderilen fermanın bir sureti, Lala Mustafa Paşa Camii son cemaat yerinin sağındaki mihrap üzerine yazdırıldı (1 Muharrem 1081/21 Mayıs 1670).

Bu tür adalet fermanlarına rağmen Erzurum’da kanunsuzluğun önü alınamadı. XVIII. yüzyılın ilk yarısındaki İran savaşları Erzurum’un stratejik önemini yeniden ön plana çıkardı. Bu savaşlar sırasında Ruslar da ilk defa Güney Kafkasya’da Osmanlılar’a rakip olarak ortaya çıkmışlardı. Devlet İran ve Rusya’ya karşı Erzurum’u güçlendirmek için birtakım tedbirler aldıysa da başarı sağlanamadı. Bölgede ortaya çıkan bazı nüfuzlu kişiler ve beylerbeyiliği rüşvetle ele geçiren valiler bunların uygulanmasını devamlı şekilde önlediler. Bu arada III. Selim, Nizâm-ı Cedîd ordusunun masraflarını karşılamak üzere Erzurum’un bazı gelirlerini îrâd-ı cedîd hazinesine bağlamıştı. Fakat halk asayişsizlik yüzünden göç ettiği için vergiler toplanamıyordu. Ayrıca padişahın eyaletlerle ilgili kararına karşı çıkan Erzurum Valisi Gürcü Osman Paşa 1803 yılında isyan etmiş, üzerine gönderilen kuvvetler isyanı bastırmıştı.

XIX. yüzyılda şehrin askerî önemi daha da arttı. Ancak bu sıradaki askerî durum


çok zayıftı. Bir savaş çıktığı takdirde şehri savunacak yeterli asker mevcut değildi. Yeniçeriler ise askerliklerini unutmuşlar, çiftçilikle uğraşıyorlardı. Bu durumdan faydalanmak isteyen İran 30.000 kişilik bir ordu ile Erzurum üzerine yürüdü. Fakat orduda çıkan kolera salgını yüzünden barış istemek zorunda kaldı. 28 Temmuz 1823’te imzalanan Erzurum Antlaşması ile savaş son buldu ve İran aldığı yerleri geri verdi. İran saldırısı, Erzurum’da Müftü Salih Vak‘ası olarak bilinen ve İran yanlısı bir grubun teşvikiyle ortaya çıkan olaylara yol açtı; ancak çıkan karışıklıklar bastırıldı, asayiş yeniden sağlandı. Ayrıca Galib Paşa’nın valiliği sırasında yeniçeri teşkilâtı herhangi bir olay çıkmaksızın kaldırıldı. Fakat askerî bakımdan oldukça zayıflayan şehir Ruslar’ın tehdidi altına girdi. General Paskevic kumandasındaki Rus ordusu 8 Temmuz 1829 günü Ermeniler’in gösterileri arasında şehre girdi. Erzurum Osmanlı yönetimine geçtikten sonra ilk defa istilâya uğramış oluyordu. Ruslar burayı harekât üssü haline getirmeye çalışırken imzalanan Edirne Antlaşması gereğince şehri geri vermek zorunda kaldılar (14 Eylül 1829). Üç aylık Rus işgali Erzurum’a büyük zararlar verdi. Müslüman halkın bir kısmı başka yerlere göç ettiği gibi Ruslar çekilirken çoğu sanat erbabı olan Ermeniler’i de birlikte götürdüler. Şehri yağmalayan ve pek çok nadide sanat eserini de beraberlerinde götüren Ruslar, İçkale’yi tahkim etmek üzere taş ihtiyacını gidermek için birtakım cami, türbe ve binaları da yıktılar.

Edirne Antlaşması ile Gürcistan üzerindeki hâkimiyeti tanınan Rusya’ya karşı yegâne savunma hattını oluşturan Erzurum’un önemi daha da arttı. Bölgeyi iyi tanıyan Esad Muhlis Paşa, vezirlik rütbesiyle birlikte fevkalâde zamanlarda Erzurum valilerine verilen şark seraskerliği unvanı da eklenerek Erzurum beylerbeyiliğine tayin edildi (1830). Altı yıl bu görevde kalan Esad Muhlis Paşa’nın gayretleriyle Erzurum’un yeniden imarı ve kalenin tahkimi gerçekleştirildi. 1839’da ilân edilen Tanzimat’ın uygulanması da şehirde karışıklıklara yol açtı. İlk altı yıl uygulanmayan bu yeni nizamın 1845’te tatbikine başlanınca özellikle malî konular ve vergiler dolayısıyla çeşitli ayaklanmalar meydana geldi. Hükümet karışıklıkları bastırmak ve Tanzimat’ın uygulanmasını sağlamak için Esad Muhlis Paşa’yı ikinci defa Erzurum valiliğine tayin etti (1845). Esad Muhlis Paşa’nın bu ikinci valiliği sırasında Erzurum bir taraftan Tanzimat’ın uygulanmasından doğan karışıklıkları yaşarken diğer taraftan Osmanlı Devleti ile İran arasındaki anlaşmazlıkları çözmek için 1843’te başlayan konferansa ev sahipliği yapıyordu. Bu sırada İran delegelerinin sebep olduğu bir ayaklanma paşayı uzun süre meşgul etti. Bundan başka Erzurum’un nüfuzlu ailelerinden Cennetzâdeler’in yol açtığı karışıklıklarla da uğraşmak zorunda kaldı. Nihayet Esad Muhlis Paşa, yabancıların faaliyetleri konusunda almış olduğu tedbirlerden rahatsız olan Rusya ve İngiltere’nin baskılan yüzünden azledildi (1846).

1856 tarihli ıslahat fermanı hükümlerinin uygulanmasının da birtakım olaylara yol açtığı Erzurum’da büyük bir zelzele felâketi vuku buldu (3 Haziran 1859). Toplam 600 kişinin hayatını kaybettiği zelzelede 1462 ev, 867 dükkân tamamen yıkıldı. 1200’den fazla ev oturulamayacak hale geldi. Yirmi altı cami ve mescidle altmış medrese ve mektep, altmış iki han ve hamam ya tamamen ya da kısmen tahrip oldu (BA, İrade-Meclis-i Mahsûs, nr. 629, 650). Erzurum’da ilk köklü tedbirlere 1864’ten sonra girişildi. Bu tarihte ilk defa telgraf hattı çekildiği gibi çevreyle irtibatı sağlayan yollar yapıldı. Bunun hemen ardından Erzurum yeniden Rus tehdidiyle karşı karşıya geldi. 93 Harbi’nin çıkmasından sonra Ruslar Anadolu’nun kilidi sayılan Erzurum’u ele geçirmek için harekete geçtiler. 25.000 kişiye inen ordusu ile Erzurum Kalesi’ne çekilmek zorunda kalan Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Ruslar’ın 5 Kasım 1877’de yaptıkları teslim teklifini kabul etmeyerek mücadeleye hazırlandı. Başta Nene Hatun olmak üzere, Erzurum halkının büyük desteğiyle 8-9 Kasım gecesi Aziziye ve Mecidiye tabyalarında Ruslar’a karşı büyük bir zafer kazanıldı. Savaşla alınamayan şehir 31 Ocak 1878’deki Edirne Mütarekesi ile Ruslar’a teslim edildiyse de 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması ile boşaltıldı. Antlaşma gereğince Ruslar elviye-i selâseyi (Kars, Ardahan ve Batum) aldıkları için Rus sınırı Erzurum’un 100 km. yakınına getirilmiş oldu. Antlaşmaya doğu vilâyetlerinde Ermeniler lehine ıslahat yapılmasına dair hüküm konulması da Erzurum için felâketli günlerin başlangıcı oldu.

Ermeniler, Osmanlı Devleti’ni parçalamak isteyen büyük devletlerin siyasetlerine alet olarak Erzurum’u da içine alan muhtar bir Ermeni devleti kurma hayaline kapıldılar. 1880’lerden itibaren dış destekli tedhiş faaliyetlerine başladılar. 20 Haziran 1890’da Ermeni Sanasaryan Mektebi’nde silâh araması yapan zabıtaya karşı ateş açılması şehirde büyük bir kargaşaya yol açtı. Bu durum daha sonraki dönemlerde tırmanarak sürdü. Ayrıca Erzurum, Ermeni komitacılarının olduğu kadar II. Abdülhamid muhaliflerinin de toplandığı bir yer oldu. Bunların hükümet aleyhine faaliyette bulunmaları üzerine Erzurum’da yeni karışıklıklar çıktı. Büyük bir ayaklanma için hem İttihat ve Terakkî Cemiyeti hem de Adem-i Merkeziyet Cemiyeti faaliyet içine girdiler. Ermeniler’in de desteğiyle hükümete karşı kuvvetli bir muhalif cephe oluştu. Hükümetin 4 Ağustos 1903’te çıkardığı hayvanat ve şahsî vergi kanununun halk arasında meydana getirdiği hoşnutsuzluk bu cemiyetlerin de rolü ile isyana dönüştü (15 Mart 1906). Bir yıl sonra 20 Mart 1907’de bazı malî düzenlemeler yapılarak isyan bastırılmaya çalışıldıysa da olayların ardı arkası kesilmedi. Sonunda Abdülvehhâb Paşa’nın valiliğe getirilmesinden (10 Ekim 1907) az sonra isyan hareketi askerî birliklerce bastırıldı, âsiler 25 Kasım 1907’de mahkemeye sevkedilerek çeşitli cezalara çarptırıldılar. Bazı yazarlarca, Abdülhamid yönetimine karşı ilk baş kaldırış ve II. Meşrutiyet’i ilân teşebbüslerinin başlangıcı sayılan (Mehmed Nusret, s. 57-71) bu hareket Erzurum’u sarstığı gibi Jön Türkler’in takip ettiği yanlış politikalar yüzünden burası Ermeni tedhiş örgütlerinin merkezi haline geldi. Taşnaksutyun adlı Ermeni tedhiş örgütü merkezini Erzurum’a nakletti ve I. Dünya Savaşı’ndan önce genel kongresini de burada yaptı. Kongrede alınan gizli karara göre Ermeniler, harp başladıktan sonra Ruslar’a yardım ettiler. Osmanlı hükümeti çıkardığı tehcir kanunu gereği, harp sırasında Ruslar’la iş birliği yapan Ermeniler’i Temmuz 1915’ten itibaren Erzurum dışına göç ettirmeye başladı. Ancak Ruslar savaşın başından itibaren başlıca hedef seçtikleri Erzurum’a Ermeniler’in de yardımıyla 16 Şubat 1916’da girdiler. Üçüncü defa Rus işgaline uğrayan Erzurum’un müslüman halkı ordu ile birlikte çekilerek Anadolu içlerine göç etti. Onlardan boşalan yerlere Rusya’dan getirtilen Ermeniler yerleştirildi.

Rusya’da 1917’de çıkan ihtilâl Erzurum için kurtuluşun başlangıcı oldu. Ruslar bir plan dahilinde Doğu Anadolu’dan


çekildikleri halde Ermeniler çeteler oluşturarak Erzurum ve çevresinde silâhlı faaliyetlerini sürdürdüler. Bilhassa Rus ordusu kumandanlarından Ermeni komitacı Antranik’in yönettiği çete Erzurum şehrinde büyük katliama girişti. Müslümanlar toplu halde imha edildikleri gibi şehir de yakılıp yıkıldı, âdeta ıssız bir köy haline geldi. Nihayet Kâzım Karabekir Paşa kumandasındaki Türk birlikleri harekete geçerek 12 Mart 1918’de Erzurum’u Ermeniler’den kurtardılar. Şehirde yeniden düzen kurulunca başka yerlere göç etmiş olan Erzurumlular yavaş yavaş geri döndüler.

I. Dünya Savaşı’nı sona erdiren Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) Erzurum’da Ermeni meselesini tekrar gündeme getirdi. Mütarekenin 24. maddesi, herhangi bir karışıklık çıkması halinde Erzurum’un da dahil olduğu altı vilâyette İtilâf devletlerine işgal hakkı tanıyordu. Doğu Anadolu’da Ermeni devleti kurulması tehlikesi karşısında şehirde aydınlar tarafından İstihlâs-ı Vatan adıyla gizli bir cemiyet kuruldu. Kasım 1918’de tesis edilen Vilâyât-ı Şarkiyye Müdâfaa-i Hukūk-ı Milliyye Cemiyeti’nin Mart 1919’da Erzurum şubesi açıldı. İstihlâs-ı Vatan cemiyetine son verilerek üyeleri bu yeni cemiyette görev aldılar. 13 Mart 1919’da XV. Kolordu kumandanlığına getirilen Kâzım Karabekir Paşa’nın 3 Mayıs 1919’da Erzurum’a gelmesinden sonra cemiyet çalışmalarını hızlandırdı. Bu sırada 3 Temmuz 1919’da Mustafa Kemal Paşa III. Ordu müfettişi olarak Erzurum’a geldi. Hazırlanan kongre ile (bk. ERZURUM KONGRESİ) Erzurum yeni millî devletin kuruluşunda önemli bir rol oynadı.

Ekonomi, Nüfus, Fizikî ve Kültürel Yapı. Ortaçağ boyunca önemli ve kalabalık bir merkez özelliği taşıyan Erzurum bu durumunu uzun süre devam ettirmiştir. Çeşitli milletlerin idareleri altında gelişen ve büyüyen şehir müstahkem bir kale olarak Ortaçağ İslâm müelliflerinin ilgisini çekmiştir. XII ve XIII. yüzyıllarda Anadolu’nun en önemli ve mâmur şehirlerinden biri haline gelen Erzurum, XIV. yüzyılda Akkoyunlu - Karakoyunlu mücadelesi sırasında tahrip edildi. Nitekim 1336-1337’de burayı gören İbn Battûta şehrin çok geniş olduğunu, ancak büyük kısmının Türkmenler arasında çıkan karışıklıklar yüzünden harap bir halde bulunduğunu belirtir (er-Riĥle, s. 298). XV. yüzyıl başlarında Timur’un sarayına giderken Erzurum’a uğrayan İspanyol seyyahı ve elçisi Clavijo ise buranın kuleli surlarla çevrili, iç kaleye sahip bir belde olduğunu, önceleri çok büyük ve geniş iken şu andaki nüfusunun fazla kalabalık olmadığını, içinde az miktarda Ermeni bulunduğunu yazar (Timur Devrinde Kadis’ten Semerkand’a Seyahat, s. 103). Erzurum’un bu tarihten sonra fizikî durum ve nüfus yönünden gittikçe gerilemeye başladığı anlaşılmaktadır. Osmanlı hâkimiyetine girişi sırasında da bu harap durumunu koruyordu. Şehir, esaslı bir şekilde imar hareketini Kanûnî Sultan Süleyman’ın İran seferleri sırasında gördü. Nitekim Erzurum’un Osmanlı idaresine geçmesinden az sonra yapılan tahririne göre burası on iki mahalleden ibaret olup harap ve boş durumdaydı. Defterde mahalleleri Tebriz Kapısı, Erzincan Kapısı, Gez Kapısı, Melik Saltuk, Ahî Pîr Mehmed, Haydarîhâne, Edhem Şeyh, Babakulu, Kılıçoğlu, Hasan Basri, Ziyadoğlu ve Hasan Şeyh adlarıyla kaydedilmiştir (BA, TD, nr. 387, s. 868). Bunlardan dokuzunun zâviyelerin adıyla anılması, ileride yapılacak iskânın ne şekilde sağlandığının ve yönlendirildiğinin bir göstergesidir. Takip edilen bu iskân politikası sayesinde Erzurum yirmi yirmi beş yıl içinde giderek yeniden toparlanmaya başlamıştır.

Kanûnî Sultan Süleyman Irakeyn Seferi sırasında uğradığı Erzurum’un kalesini tamir ettirdiği gibi iskânı teşvik için bazı tedbirler de aldı. Şehrin harap ve terkedilmiş mülklerinin tapu karşılığında ellerinde bol para ve adamları bulunan aşiret beylerine satılmasını emretti. Erzurum’un ilk beylerbeyi Mehmed Han devlete 8000 akçe ödeyerek pek çok gayri menkulü satın aldı ve işler hale getirdi. Ondan sonra gelen Ferhad Paşa ve diğer yöneticiler de para ile çeşitli gayri menkulleri satın alarak imara yardımcı oldular (BA, TD, nr. 205, s. 18-19). Aynı şekilde kale muhafızlarıyla gönüllü erlerin de şehirde arsa satın almalarına ve kale içinde ev inşa etmelerine ilk defa burada izin verildi (Aydın, EFAD, I/1, s. 110). Bu arada İskân için bazı tarikat şeyhlerine de kolaylıklar sağlandı. 1540’ta halkın isteğiyle yürürlüğe konan Osmanlı kanunu bir kısım uygunsuz vergileri kaldırdı, bu durum Erzurum’un imar ve iskânını kolaylaştırdı ve halkın gelip şehre yerleşmesini hızlandırdı. Osmanlı fethinden beri ancak ova köylerinde görülen Ermeniler de tekrar şehre yerleşmeye başladılar (a.g.e., s. 114).

Yerleşmenin henüz yeni başladığı devreye ait 1540 tarihli Tahrir Defteri iskânın alt yapısının hazırlanmış olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim bu tahrire göre Erzurum’da yirmi yedi mahalle bulunuyordu. Bunlardan kale içindekiler Kân Kapısı, Mirza Mehmed Mescidi, Kırkçeşme, Sergerdan Tepesi, Erzincan Kapısı, Ahî Ayvad, Tabbağan, Yâkutiye, Karakilise, Tebriz Kapısı, Haydarîhâne, Câmi-i Kebîr, Mekeçoğlu, Hasan Şeyh Zâviyesi; kale dışındakiler de Melik Saltuk Zâviyesi, Edhem Şeyh, Şeyh Sûle (Bula), Alacakilise, Mansûre, Sülûk, Babakulu Zâviyesi, Kalemoğlu Zâviyesi, Hasan Basri Zâviyesi, Kılıç Derviş Zâviyesi, Abbas Derviş Zâviyesi, Mehdî Zâviyesi, Akşeyh Zâviyesi mahalleleriydi. Bu mahallelerden sadece altısı (Erzincan Kapısı, Tebriz Kapısı, Haydarîhâne, Hasan Basri Zâviyesi, Babakulu Zâviyesi, Kılıç Derviş Zâviyesi mahalleleri) bir önceki tahrirde mevcuttu; Gez Kapısı, Ziyadoğlu ve Ahî Pîr mahalleleri ise ortadan kalkmıştı. Dolayısıyla her iki tahrir arasında geçen yaklaşık on beş yirmi yıllık bir süre içinde yirmi yeni mahalle ortaya çıkmıştı. Bununla birlikte bu mahalleleri dolduracak kadar nüfus hâlâ mevcut değildi. Sadece beş mahalleye dağılmış bulunan “hâne” kayıtlı vergi mükelleflerinin on üçü sipahizâde, beşi zînetkeş (kuyumcu) ve üçü seyyid olmak üzere yirmi bir kadardı. Bunun dışında beş zâviye şeyhi ile beş kale muhafızının ve üç çiftlik işçisinin de isimleri kaydedilmişti. Ayrıca adları belirtilmeyen kırk üç görevli (imam, hatip, mütevelli vb.) daha bulunuyordu. Böylece 1540 tarihinde Erzurum’da kayıtlı nüfusun yetmiş yedi aile, yani 385 kişi olduğu ortaya çıkmaktadır. Kalede bulunan 1600 civarındaki asker ve aileleriyle birlikte bu sayı 2000’e ulaşmaktadır. Bu nüfusun 1540 - 1555 yıllarında 2000 - 3000 civarında olduğu tahmin edilmektedir (a.g.e., s. 114).

Amasya Antlaşması’ndan (1555) sonra iskân daha da hızlandı; Ermeniler tekrar şehre döndükleri gibi ticarî faaliyet de arttı. 1591’de yapılan tahrire göre Erzurum’da 524 hâne bulunuyordu. 1540’a oranla yarım asırlık süre içinde vergi verenlerin sayısında büyük bir artış meydana gelmişti. Bu vergi mükelleflerinin 295’i müslüman, 229’u da gayri müslimdi. Buna göre sadece vergi veren nüfusun, 1475’i müslüman ve 1145’i gayri müslim olmak üzere toplam 2620 olduğu tahmin edilmektedir. Diğer görevlilerle birlikte bu sayı yaklaşık 5 - 6000’e ulaşmaktadır.


Erzurum XVII. yüzyılda fizikî durum ve nüfus yönünden gelişmesini sürdürdü. Şehir çok büyüdüğü zamanda doğudan batıya yaklaşık 7 kilometrelik bir sahayı içine almakta, asıl şehir çifte surlarla çevrili, gidiş geliş yönlerine göre adlandırılan dört kapı ile dışa açılmaktaydı. Nitekim 1640’larda burayı ziyaret eden ve şehirde yetmiş müslüman ve yedi Ermeni mahallesinin bulunduğunu kaydeden Evliya Çelebi batıda Erzincan, doğuda Tebriz veya Acem, kuzeyde Gürcü ve güneyde Harput kapılarının yer aldığını yazar. İçkale’de askerî birlikler, sur içinde müslüman, sur dışında varoş kesiminde genellikle gayri müslim evleri bulunuyordu. Kale içinde 1700, dışında 3000’den fazla çoğu tek katlı toprak damlı hâne vardı. Güney varoşu pazar mahalli dahil yedi mahalleden oluşuyor, Tebriz Kapısı varoşu Darağacı mahallesinden Gümüşlü Kümbet’e uzanıyor, gelişmiş olan Gürcü varoşunda birçok han, hamam, dükkân ve gümrük yer alıyordu. Erzincan Kapısı kısmı ile bütün bu varoşlarda çoğunlukla gayri müslimler oturduğu için burada on üç kadar kilise bulunuyor, yabancı devletlerin temsilcileri de yine bu kısımda ikamet ediyordu (Seyahatnâme, II, 213-214). Evliya Çelebi’nin verdiği rakamlara göre şehrin bu tarihlerdeki toplam nüfusunun 20.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. XVIII. yüzyıl başlarında Tournefort’a göre şehirde 6000 Ermeni’ye karşılık 18.000 müslüman yaşıyordu. J. M. Kinneir, Erzurum’un XVIII. yüzyıl sonlarındaki nüfusunu 100.000, J. Saint Martin 1818’de 150.000 olarak verir. Ancak E. Smith ve H. G. O. Dwight, 1822’de Erzurum’da 4645 gayri müslim evine karşılık 11.733 müslüman evinin bulunduğunu belirtir ki buna göre 20 - 25.000 gayri müslime karşılık 60 - 65.000 müslüman nüfusun bulunduğu tahmin edilebilir. H. F. B. Lynch ve J. Brant 1827’de şehrin nüfusunun 130.000 civarında olduğunu belirtirler. Ayrıca Lynch, 16.378 ailenin yani 80 - 100.000 nüfusun müslüman Türk, 3950 ailenin yani 19 - 24.000 nüfusun da Ermeni olduğunu kaydeder.

1829’daki Rus işgali Erzurum’un nüfusunda azalmaya yol açtı. Özellikle Ermeniler’in büyük kısmı Ruslar’la birlikte şehri terkettiler. Nitekim J. Brant’a göre Erzurum’un 1835’teki nüfusu 15.000 civarına inmişti. Lynch’e göre ise aynı tarihte şehirde 15.000 müslümana karşılık sadece 120 Ermeni ailesi yaşamaktaydı. Osmanlı resmî kayıtlarına göre de Erzurum’dan 4230 hâne yani 21.150 Ermeni işgal sonrası Ruslar tarafından götürülmüştü. Sadece fakirlerden 180 kişilik 114 hâne yerlerinde bırakılmıştı. Daha sonra 202 kişiden oluşan 139 hâne de geri gelmişti (Beydilli, s. 408).

Ch. Texier’in ziyareti sırasında 1839’da surları hâlâ ayakta olan ve etrafında hendekler bulunan Erzurum, bu ilk Rus istilâsından sonra eski durumuna pek kavuşamadı. Kıtlık, pahalılık ve zelzele gibi tabii afetler ve kötü yönetim yüzünden nüfusu gittikçe azaldı. XIX. yüzyılın ikinci yansında nüfusu 20 - 30.000 olarak tahmin edilen şehir 93 Harbi’nde ikinci defa Rus istilâsına uğrayınca yeni bir sarsıntı geçirdi. H. Tozer’e göre işgal sonrası nüfusu 20.000 civarındaydı. V. Cuinet’in 1890’da verdiği rakamlara göre ise toplam nüfus 38.906 idi. Bunun 26.564’ü müslüman, 10.919’u hıristiyan, altısı yahudi ve 1417’si ecnebi ve İranlı olarak kaydedilmiştir. Lynch de 5 - 6000 kişiden oluşan askerî birlik hariç şehrin nüfusunun 40.000 civarında tahmin edildiğini, bunun 10.500’ünün Ermeni, 26.500’ünün müslüman Türk, 1400’ünün ecnebi ve İranlı, 500 kadarının da Rum olduğunu kaydetmektedir (Armenia: Travels and Studies, II, 207). Kāmûsü’l-a‘lâm’da verilen rakamlar da buna yakındır.

Berlin Kongresi’nden sonra (1878) Anadolu’da başlayan Ermeni karışıklıkları esnasında Erzurum’un nüfusunda büyük değişmeler oldu. Özellikle I. Dünya Savaşı sırasında Ermeni çetelerinin hareketleri, Rus işgali ve Ermeni tehciri gibi sebeplerle şehrin gerek müslüman gerekse Ermeni nüfusunda önemli düşüşler meydana geldi. Bu karışık devrin sona ermesinin ardından şehir fizikî yapı ve nüfus yönünden yeniden toparlandı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılan sayımlar sırasında nüfusu 30.000’i geçmişti.

Çeşitli milletlerin hâkimiyetine giren Erzurum mevkiinin askerî önemi dolayısıyla tarihi boyunca canlı bir ticaret merkezi özelliği kazanmıştı. Ortaçağ Bizans ve İslâm kaynaklarına göre Erzurum zengin, birçok milletten tüccarın bulunduğu, halı imalinin yaygın olarak yapıldığı bir şehir durumundaydı. XIV - XV. yüzyıllarda sarsılan şehir Osmanlı hâkimiyeti döneminde yeniden ticarî canlılığına kavuştu. Tokat yoluyla Bursa’ya ulaşan “İpek yolu” üzerinde bulunması önemini daha da arttırmıştır. Asya ülkelerinden getirilen ipek, deri, pirinç ve baharat gibi mallar Avrupa ülkelerine ve Osmanlı Devleti’nin batı bölgelerine burda pazarlandığı gibi Batı ülkelerinden


gelen hırdavat kumaş gibi mamul mallar da Asya ülkelerine buradan naklediliyordu. Malların şehre giriş çıkışlarında gümrük resmi alınır, demir ve bakır dışındaki malların geçişine izin verilirdi. Bu bakımdan Erzurum’un en önemli gelir kaynağı transit ticaretten alınan gümrük, nakliye ve depolama ücretleriydi. XVII. yüzyılda bir ara Erzurum Gümrüğü’nde görev yapan Evliya Çelebi’ye göre İstanbul ve İzmir’den sonra en işlek gümrük burası idi. Kalenin kuzey tarafındaki Gürcü Kapısı mevkiinde bulunan gümrüğün civarında çoğu kendi evlerinde oturan Arap, İranlı, Hintli ve hatta Uzakdoğulu tüccarlar bulunuyordu. Şehirde kervanların konaklamaları için yetmiş han, 800’den fazla dükkân ve dört kapılı bir bedesten vardı. Darphâne ise Erzincan Kapısı tarafında yer alıyordu (Seyahatnâme, II, 212).

XVIII. yüzyılda yeniden başlayan İran savaşları Erzurum’un transit ticaretten sağladığı gelirlerin düşmesine sebep oldu. Meselâ 1156 (1743) yılında masraflar düşüldükten sonra 100.837 buçuk kuruş olan Erzurum gümrük geliri ertesi yıl 81.126 kuruşa ve 1183’te de (1769-70) 42.106 kuruş 7 paraya düşmüştür. Aynı tarihte Erzurum Gümrüğü’nde faaliyet gösteren tüccar sayısı da doksan dördü müslüman olmak üzere 208 civarında idi.

XIX. yüzyılda Erzurum’un idarî düzeni değişirken malî teşkilâtı da değişti. Kars ve Ardahan gibi bazı komşu gümrükler Erzurum Gümrüğü’ne bağlandı. II. Mahmud tarafından Erzurum redîf-i mansûre hazinesine aktarılan bu gümrük, bağlı gümrüklerle birlikte 1248 (1832 - 33) yılında 544.985 kuruş gelir getirmişti. Diğer bazı gelirlerle beraber bu rakam 569.868 kuruş olmuştu. Aynı kaynaklardan elde edilen gelir 1250’de (1834-35) 739.175 kuruş 42 akçeye, 1254 (1838) yılında ise 786.523 kuruşa ulaşmıştı (BA, MAD, nr. 8173, vr. 126; Cevdet - Mâliye, nr. 16199, 17886). Bu gelirlerin tamamı Erzurum’daki askerin maaş ve aylık masraflarına tahsis edilmişti.

Tanzimat’ın uygulanmasından sonra Erzurum’un gelirleri azalmaya başladı. Ayrıca 1830-1840 yıllarında Kafkaslar’a yerleşen Ruslar’ın XIX. yüzyıl sonlarına doğru Güney Kafkasya demiryollarını inşa etmeleri ve bilhassa Culfa - Batum hattı, Erzurum’un İran transit ticaretinden elde ettiği gelirleri büyük ölçüde etkiledi. Buna rağmen yine de en önemli gelir kaynağı gümrük gelirleriydi. Özellikle İngiliz mallarının taşınması başta geliyordu. 1842 yılında İran’a sevkedilmek üzere Trabzon Limanı’na indirilen balya ve sandık sayısı 32.000’e ulaşmıştı. Bunların maddî değeri 300.000 sterline varıyordu. 1898’de ise bu malların ağırlığı 5000 tona, ticarî değeri de 600.000 sterline ulaşmış bulunuyordu (Lynch, II, 205-206). Erzurum tüccarlarının depolanmasından ve nakliyatından büyük gelir sağladıkları bu transit malların yıllık ortalama miktarı 12 - 16 ton arasında değişiyordu. Bunun para değeri ise 20 - 25.000 frank civarında idi. Erzurum aynı zamanda yöredeki bölgelerin tarım ürünlerinin başlıca pazarı durumundaydı. Hububat başta gelen ziraî ve ticarî faaliyeti oluşturuyordu. Evliya Çelebi’nin belirttiğine göre kavun ve karpuzu ile patlıcan ve lahanası bol ve ucuzdu. Bu arada tütün üretimi ve pazarlanması da yapılıyor, arıcılıktan elde edilen balın bir kısmı Fransa’ya ihraç ediliyordu (Cuinet, I, 145-152). Temel endüstrisi silâh imalâtına dayanıyordu. Bilhassa tüfekleri, tabancaları, kılıçları, çakmak ve kundakları ünlü idi. Siparişe göre en eski modelden en yeni modele kadar her cins silâh imal ediliyordu. Burada üretilen silâhlar 1867 Paris, 1873 Viyana ve 1876 Philadelphia milletlerarası fuarlarına katılarak dereceye girdi. Demir endüstrisine bağlı olarak demircilik, dökümcülük ve diğer kolları da gelişmişti. Tunçtan dökme mangal ve şamdanları meşhurdu. Ayrıca ziraata ait alet ve edevat imal ediliyordu. Sağlam ve zarif görünümlü mutfak eşyası yanında bıçakları da şöhret kazanmıştı. Demir ve bakır işlemeciliğinden başka kuyumculuk ve mücevhercilik oldukça ileri seviyede idi (a.g.e., I, 175).

Erzurum’da önemli endüstri kollarından biri de mensucat sanayii ve halıcılıktı. Özellikle halının ilk defa Araplar zamanında burada imal edildiği ve adını da bu şehirden (Kali) aldığı ileri sürülmektedir (İA, IV, 347). Hemen bütün sancak ve kazalarda dokumacılık ve halıcılık yapılmaktaydı. Kürkçülük ve terzilik de gelişmişti. Burada imal edilen kürklerin bir kısmı komşu ülkelere gönderiliyordu. Ayrıca saraçlık, ayakkabıcılık ve mobilyacılık gibi sanatlar icra ediliyordu.

Tarihi boyunca mâruz kaldığı istilâlar dolayısıyla şehrin kalesi ve diğer tarihî âbideleri büyük tahribata uğramıştır. Üç kat surdan bugün yalnız iç kale ile (hisar) dış surlara ait birkaç duvar parçası ve kapıların adları kalmıştır. Günümüzde de şehre hâkim olan İçkale’de Paşa Sarayı, mahkeme ve hapishane bulunuyordu. Bizans yapısı olan kale Saltuklular, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde çeşitli zamanlarda tamir görmüştür. Erzurum’a Türk - İslâm karakterini kazandıran ve şehri âbidelerle donatan Saltuklular’dan kalma Tepsi Minare denilen ve geç devirde Saat Kulesi yapılan gözetleme kulesinin yine İçkale’de bulunan Kale Mescidi ile birlikte XII. yüzyılda inşa edildiği sanılmaktadır. Ayrıca bugünkü Ulucami ve Üç Kümbetler de Saltuklular’dan kalmadır. Saltukoğulları Beyliği’nin merkezi olan Erzurum’da bugün de bu adla anılan bir mahalle bulunmaktadır. Selçuklular ve İlhanlılar’dan pek az eser günümüze kadar gelebilmiştir. Bunların içinde en önemlisi Çifte Minareli Medrese’dir. Hatuniye Medresesi de denilen bu yapı Anadolu’daki benzerlerinin en büyüğü sayılır. İlhanlılardan, 1310’da Hoca Cemâleddin Yakut tarafından inşa edilen Yâkutiye Medresesi kalmıştır. Ahmediye (Dârülhadis) ve Sultaniye medreseleriyle Gümüşlü Kümbet de bu dönemden kalma eserlerdir. Osmanlı devri


yapıları arasında Mimar Sinan’ın eseri Lala Mustafa Paşa ile İbrâhim Paşa camileri başta gelmektedir. Evliya Çelebi’nin ziyareti sırasında şehirde yetmiş yedi cami ve mescid bulunuyordu. Kāmûsü’l-a‘lâm’a göre XIX. yüzyıl sonlarında burada sekizi büyük olmak üzere otuz cami yer alıyordu.

Erzurum Eyaleti. Erzurum, tarihi boyunca idarî bakımından önemli bir bölge merkezi oldu. Osmanlı fethinden sonra harap ve boş olduğu için kısa bir süre “nefs-i Erzurum nahiyesi” olarak Rum beylerbeyiliğine tâbi Bayburt sancağının Şogayn kazasına bağlandı. Kaza merkezi daha sonra Şogayn’dan Erzurum’a nakledildi. 1534’teki Irakeyn Seferi sırasında Erzurum beylerbeyiliği kurularak başına İran’dan iltica eden Dulkadırlı Mehmed Han getirildi. Erzurum hâlâ harap olduğu için yeni beylerbeyiliğin merkez sancağı Bayburt idi ve beylerbeyi orada oturuyordu. Erzurum da beylerbeyiliğe bağlı bir sancak haline getirilerek Dünbüllü aşireti beylerinden Hacı Bey sancak beyi tayin edildi. Hacı Bey’in 1537-1538’de diğer bir sancağa nakledilmesinden sonra buraya başka bir sancak beyi gönderilmedi, bir süre alay beyilik halinde idare edildi. İran savaşlarının artması üzerine 1548’den itibaren beylerbeyilerin Erzurum’da oturmaları emredildi. Erzurum sancağı da merkez sancak haline getirildi.

Erzurum beylerbeyiliği, 1568 - 1574 yıllarına ait sancak listelerine göre yirmi sekiz sancaktan oluşuyordu. Bu sancaklar arasında Trabzon, Karahisarışarkî (Şarkîkarahisar, Şebinkarahisar), Kiğı, Pasin, İspir, Çemişkezek, Mazgird, Oltu, Batum, Mamrevan (Namran), Ardanuç, Tortum, Ardahan, Livane, Kars, Acara, Malazgirt yer alıyordu. 1578’e doğru sancak sayısı otuza yükselmişti. Ancak 1578 - 1590 Osmanlı - Safevî savaşları dolayısıyla yeni beylerbeyilikler kurulunca sancak sayısı azaldı. 1609’da Ayn Ali Efendi’nin listelerine göre Erzurum beylerbeyiliği, Paşa sancağı Erzurum olmak üzere Şarkîkarahisar, Kiğı, Hınıs, Yukarı Pasin, Malazgirt, Tekman, Kozancan (Kızuçan), İspir, Tortum, Mamrevan, Mecinkerd sancaklarından oluşuyordu. Eyalet bu durumunu uzun süre korudu. Bu sıralarda beylerbeyinin hassı 1.214.600 akçe ile Osmanlı eyaletleri arasında önde geliyordu. Ayrıca timarlı süvari bakımından Osmanlı eyaletleri içinde dördüncü sırada yer alıyordu. Timarlı süvari sayısı tezkireli ve tezkiresiz 5157, zeâmet sayısı ise 120 idi (Ayn Ali, s. 52-53).

Erzurum beylerbeyiliğinin önemi XVI. yüzyıl sonlarındaki Osmanlı - Safevî mücadelesi sırasında oldukça arttı; bu önem XVII ve XVIII. yüzyıllarda daha da belirginleşti. Erzurum eyaletini çevreleyen Kars, Çıldır, Van, Muş gibi eyaletler Erzurum beylerbeyinin nüfuzu altında bulunuyordu. Erzurum beylerbeyi bu eyalet valilerini azledebildiği gibi komşu ülkelerle antlaşma yapma yetkisine de sahipti. Merkezî otoritenin sarsıldığı dönemlerde bu sistemde bazı aksaklıklar ortaya çıktıysa da Erzurum valilerinin yetkilerinin arttırılması suretiyle bunun önüne geçilmeye çalışıldı. II. Mahmud müşirlik teşkilâtını kurunca Erzurum da müşirlik statüsünü kazandı. İdarî, mülkî, malî ve askerî işlerin tek elde toplandığı bu sistem Erzurum’da 1836’da yürürlüğe konuldu. Şark seraskeri unvanı da verilen Esad Muhlis Paşa Erzurum müşirliğine tayin edildi. Erzurum müşirliği Erzurum, Erzincan, Hınıs, Kelkit, Malazgirt, Tortum, Şarkîkarahisar, İspir, Kuruçay, Pasin, Mamrevan, Kozancan, Kiğı, Mecinkerd sancaklarından oluşuyordu. Müstakil eyalet olan Kars, Çıldır, Van ile Muş sancağı da Erzurum müşirinin nüfuzu altında bulunuyordu. Bu yeni teşkilât, 1845’te Tanzimat’ın Erzurum’da uygulanmasına kadar sürdü. Müşirlere has yerine maaş bağlandı. Esad Muhlis Paşa’nın maaşı 15.000 kuruştu.

Erzurum’da Tanzimat’ın uygulanmasıyla birlikte idarî taksimat da yeniden düzenlendi. Erzurum merkez sancak olmak üzere Çıldır, Kars, Beyazıt, Muş ve Van sancaklarından oluşan yeni eyaletin başında bulunan valinin yetkileri de sınırlandırıldı. Eyaletin malî işleri müstakil defterdara, askerî işleri Anadolu ordusu seraskerliğine bırakıldı. Yalnız mülkî görevleri kalan valiye muayyen maaş bağlandı. Yetkileri kısılan valiler, yeni oluşturulan şehir meclislerine danışmadan hiçbir iş yapamayacaklardı. Tanzimat reformlarına karşı başlayan olayların bastırılamaması üzerine Van sancağı Muş sancağı ile birlikte Erzurum’dan ayrılarak Diyarbekir’e bağlandı (1264/1848). Bu durum 1266 (1849 - 50) yılına kadar sürdü. Bu tarihte Trabzon eyaletine bağlı bulunan Gümüşhane ve Ordu sancakları Erzurum eyaletine ilhak edildi. Bu iki sancak 1268’de (1851) tekrar Trabzon’a bağlandı. 1269’da (1852) Hakkâri eyaleti kurulunca buraya bağlanan Van sancağı 1272’de (1855) müstakil eyalet haline getirildi ve Hakkâri sancağı ona bağlandı. Muş sancağı da tekrar Erzurum’a ilhak edildi. 1272’den (1855) 1282’ye (1865) kadar devam eden bu yeni teşkilâta göre Erzurum eyaleti Erzurum, Çıldır, Kars, Beyazıt ve Muş sancaklarından oluşuyordu ve toplam kırk sekiz kazaya sahipti.

1864 tarihli vilâyet kanununa göre 1865’te yeniden düzenleme yapıldı ve Erzurum, sekiz sancak ve kırk sekiz kazadan oluşan bir vilâyet haline getirildi. Erzurum vilâyeti Erzurum, Çıldır, Muş, Kars, Şarkîkarahisar, Beyazıt, Erzincan ve Van - Hakkâri sancaklarından oluşuyordu. Şarkîkarahisar sancağı 1286’da (1869) Sivas’a bağlandı. 93 Harbi sonunda Erzurum vilâyetinin bir kısım toprakları Rusya’ya terkedildiği için idarî taksimat yeniden düzenlendi. 1299’da (1882) Erzurum vilâyeti Erzurum, Bayburt, Beyazıt ve Erzincan sancaklarından; 1317’de (1899) Erzurum, Erzincan ve Beyazıt sancaklarından oluşuyordu. 1914’te Erzincan Erzurum’dan ayrıldığı gibi 1925’te Beyazıt’ın da ayrılmasından sonra vilâyetin sınırları tekrar değişti. Cumhuriyet döneminde yapılan idarî düzenlemeden sonra Erzurum Aşkale, İspir, Tortum, Oltu, Pasinler (Hasankale), Hınıs, Tekman (Tatos) ve Karayazı olmak üzere dokuz kazadan oluşan bir vilâyet haline getirildi.

Erzurum eyaletine ait nüfus kayıtları özellikle XIX. yüzyılda başlamaktadır. 1831’de bazı eyaletlerde uygulamaya konulan genel nüfus sayımının tatbik edilmediği Erzurum’da 1252’de (1836) sayım yapılmışsa da usulüne uygun hareket edilmediği için sonuçları yayımlanmamıştır. Bu tarihlerde Erzurum ve çevresinden pek çok gayri müslim tebaa Rusya’ya göç ettiği halde hâlâ eski kayıtlara göre cizye toplanması mevcut reâyânın şikâyetine yol açmış olduğundan 1258 (1842) yılında sadece gayri müslim erkek nüfusunun sayımı yapılmıştır. Sayım sırasında gayri müslimlerin oturduğu pek çok köy ve mahallenin boşalmış olduğu, yine de Erzurum sancağına bağlı dokuz kazada 13.556 gayri müslim erkek nüfusun yaşadığı ve eski kayıtlara göre 6000’den fazla gayri müslim erkek nüfusunun azaldığı ortaya çıktı (Küçük, TD, XXXI, s. 204-231). Bundan iki yıl sonra müslümanları da içine alan bir genel nüfus sayımı yapıldı (1844). Fakat halk yeni vergiler yükleneceği endişesiyle gerçek nüfusu sakladığından sayım sonuçları yayımlanmadı. Bu sayım sonuçlarını


yayımlayan Ubicini’ye göre Erzurum eyaletinin toplam nüfusu 100.000 civarında idi. Tanzimat’ın uygulanması sırasında yapılan ve sadece erkek nüfusun yazıldığı 1847 sayımına göre Erzurum sancağına bağlı on kazada (Erzurum, Bayburt, Tercan, Şiran, Erzincan, Pasin-i Ulyâ, İspir, Kiğı, Tortum ve Pasin-i Süflâ/Mecinkerd) 78.447 müslümana karşılık 27.182 gayri müslimin yaşadığı tesbit edildi. Erzurum merkez kazası ise elli üç mahalle ve 156 köyden oluşuyor, mahallelerden yirmi sekizinde gayri müslimler, yirmi beşinde müslümanlar, köylerin de 105’inde müslümanlar, elli birinde gayri müslimler oturuyor ve 18.458’i müslüman, 7848’i gayri müslim olmak üzere toplam 26.306 erkek nüfus bulunuyordu (Küçük, TED, sy. 7-8, s. 192 - 221).

Vilâyet kanununun uygulanmasından sonra Şarkîkarahisar hariç diğer yedi sancağın toplam erkek nüfusu 450.000 civarında olup bunun 330.000’i müslüman, 120.000 kadarı da gayri müslimdi. Erzurum merkez kazasının ve ona bağlı 158 köyün toplam erkek nüfusu ise 20.386’sı müslüman ve 10.030’u gayri müslim olmak üzere 30.416 idi (Erzurum Vilâyeti Salnâmesi [1288], s. 147-152). V. Cuinet’in verdiği bilgilere göre Erzurum vilâyetinin 1890’larda toplam nüfusu 645.602 kadardı (500.782’si müslüman, 134.967’si Ermeni, 3747’si diğer gayri müslimler, 6206’sı yabancı). Köyleriyle birlikte Erzurum merkez kazasının nüfusu da 87.619 idi (60.097’si müslüman, 24.946’sı Ermeni, 538’i diğer gayri müslimler ve 2038’i yabancı). Kāmûsü’l-a‘lâm’a göre ise Erzurum vilâyetinin toplam nüfusu 464.129’u müslüman, 109.835’i Ermeni ve geri kalanları da diğer gayri müslimler ve yabancılar olmak üzere 581.753’tü.

Erzurum eyaletinde 1287’den (1870) itibaren 1318’e (1900) kadar on beş Salnâme yayımlanmış ve ayrıca Anadolu’da ilk çıkan gazete de burada neşredilmiştir. 1283’te (1866) çıkan Envâr-ı Şarkiyye adlı bu gazete haftalık olup daha sonra bir yüzü Osmanlıca, diğer yüzü Ermenice olarak yayımlanmış, Cumhuriyet döneminde de Erzurum adını almıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, TD, nr. 183, tür.yer.; nr. 190, s. 4 vd., 69; nr. 197, s. 1-2, 69; nr. 199, s. 5-6; nr. 205, s. 15-20, 22-24, 30, 108-109; nr. 387, s. 867-872; BA, Cevdet - Maliye, nr. 10486, 15420, 16199, 17886, 17888, 22496; BA, Cevdet - Dahiliye, nr. 7107, 9060, 10511, 12901, 13736; BA, Ali Emîrî - Kanûnî Sultan Süleyman, nr. 170; BA, KK, nr. 209, s. 56-60; nr. 215, s. 62; nr. 218, s. 6; BA, MAD, nr. 8149, vr. 50-52; nr. 8161, vr. 118; nr. 8173, vr. 126; BA, Mesâil-i Mühimme, Erzurum Eyaletine Dair, nr. 2331 - 2348; BA, Erzurum Ayniyat Defteri, nr. 829; BA, İrade - Meclis-i Mahsûs, nr. 629.650; Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 266, 278, 282-283, 285-286, 292; Kudâme b. Ca‘fer, el-Harâc (Zebîdî), s. 128, 317, 324-326, 329; İbn Havkal, Sûretü’l-arz, s. 343; Azîmî, Târîh (Selçuklularla İlgili Bölümler: h. 430-538, trc. ve nşr. Ali Sevim), Ankara 1988, s. 6; Sem‘ânî, el-Ensâb, X, 33-34; Yâkut, MuǾcemü’l-büldân (nşr. Ferîd Abdülazîz el-Cündî), Beyrut 1410/1990, I, 181; IV, 339-340; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Ǿalâǿiyye, s. 407-414; Kazvînî, Âsârü’l-bilâd, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 421, 551; Marco Polo, Travels of Marco Polo (trc. M. Komroff), New York, ts., s. 21; Müstevfî, Nüzhetü’l-kulûb (Strange), s. 97, 192, 209, 212, 218; Clavijo, Timur Devrinde Kadis’ten Semerkand’a Seyahat (trc. Ömer Rıza Doğrul), İstanbul 1975, s. 103; İbn Battûta, er-Rihle, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 298; Selânikî, Târih (İpşirli), bk. İndeks; Ayn Ali, Kavânîn-i Âl-i Osmân, s. 7, 23-24, 52-53; Kâtib Çelebi, Cihannümâ, s. 12, 422-429; a.mlf., Fezleke, II, 28, 32, 34, 52-53, 55, 170-171, 183; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, II, 205-218; Osman, Tevârîh-i Cedîd-i Mir’ât-ı Cihân (haz. Nihal Atsız), İstanbul 1961, s. 15 vd.; J. P. de Tournefort, A Voyage into the Levant, London 1741, I, 258-276; III, 85-124, 219-236; J. M. Kinneir, Journey through Asia Minor, London 1818, s. 366 vd.; J. de Saint-Martin, Mémoires historiques et géographiques sur l’Arménie, Paris 1818, s. 66-69; W. J. Hamilton, Researches in Asia Minor, Portus and Armenia, London 1842, s. 178-182; E. Smith - H. G. O. Dwight, Missionary Researches in Armenia..., London 1834, s. 59-82; Ch. Texier, Description de l’Arménie, La Perse et la Mésopotamie, Paris 1842, s. 68 vd.; R. Curzon, Armenia: A Year at Erzeroum, London 1854; D. A. Ubicini, Lettare Sulla Turchia, Milano 1853, I, 51; H. F. Tozer, Turkish Armenia and Eastern Asia Minor, London 1881, s. 382-430; A. Puşkin, Erzurum Yolculuğu (trc. Zeki Baştımar), İstanbul, ts., s. 66-69; Cuinet, I, 130-243; Erzurum Vilâyeti Salnâmesi (1287 - 1318); H. F. B. Lynch, Armenia: Travels and Studies, London 1901, II, 198-224; Mehmed Nusret, Târihçe-i Erzurum, yahut Hemşehrilerime Armağan, İstanbul 1338; Ahmed Muhtar, 1244 - 1245/1828 - 1829 Türkiye - Rusya Seferi ve Edirne Muahedesi, Ankara 1928, I, 32 vd., 56 vd., 214-217; Abdürrahim Şerif Beygu, Erzurum Tarihi, İstanbul 1936; Kâzım Karabekir, Erzincan ve Erzurum’un Kurtuluşu, İstanbul 1939, s. 138-255; Vehbi Kocagüney, Erzurum Kalesi ve Savaşları, İstanbul 1942, tür.yer; Barkan, Kanunlar, s. 62-72; Konyalı, Erzurum Tarihi, s. 332, 336-443; Mustafa Akdağ, Celâli İsyanları 1550-1603, Ankara 1963, s. 26-28, 58, 145; Erzurum İl Yıllığı, Erzurum 1967; E. Honigmann, Bizans Devletinin Doğu Sınırı (trc. Fikret Işıltan), İstanbul 1970, s. 208-210, ayrıca bk. İndeks; Dündar Aydın, Erzurum Beylerbeyiliği ve Teşkilâtı, Kuruluş ue Genişleme Devri: 1535-1566 (doktora tezi, 1972), Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi; a.mlf, “Erzurum Şehri’nin Osmanlı Fethini Müteakip Yeniden İmarı, İskânı ve İlk Sakinleri”, EFAD, I/l (1970), s. 101-114; Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1973, s. 3-17, 21-29; a.mlf., Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1984, s. 20; Cevdet Küçük, Tanzimat Devrinde Erzurum (doktora tezi, 1975), İÜ Ktp., nr. 12211; a.mlf., Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı: 1878-1897, İstanbul 1984, bk. İndeks; a.mlf, “Tanzimat Devrinde Erzurum’un Nüfus Durumu”, TED, sy. 7-8 (1976-77), s. 185-224; a.mlf., “Tanzimat’ın İlk Yıllarında Erzurum’un Cizye Geliri ve Reâyâ Nüfûsu”, TD, XXXI (1977), s. 199-234; Hanım Kıvrak, 1183 (1769-1770) Tarihli Erzurum Gümrük Defteri (mezuniyet tezi, 1979), İÜ Ktp., nr. 14549; Faruk Sümer, Karakoyunlular, Ankara 1984, bk. İndeks; Abdülkerim Özaydın, “Saltuklular”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1988, VIII, 155-169; Muammer Demirel, İkinci Meşrutiyet Öncesi Erzurum’da Halk Hareketleri: 1906-1907, Ankara 1990; Enver Konukçu, Selçuklular’dan Cumhuriyete Erzurum, Ankara 1992; S. Faroqhi, Osmanlı’da Kentler ve Kentliler (trc. Neyyir Kalaycıoğlu), İstanbul 1993, s. 68, 226, 274-278, 294, 356; J. Brant, “A Journey Through a part of Armenia and Asia Minor”, JRGS, VI (1836), s. 200 vd.; Enver Ziya Karal, “Zarif Paşa’nın Hatıratı (1816-1862)”, TTK Belleten, IV/16 (1940), s. 471-494; Ömer Nasuhi Bilmen, “Erzurum’un Kıymet-i Tarihiyyesi”, Tarih Yolunda Erzurum, I/1 (1959), s. 6 vd.; Mithat Sertoğlu, “XVI. Yüzyılda Erzurum”, BTTD, II/8 (1968), s. 76-80; M. C. Şahabeddin Tekindağ, “Yeni Kaynak ve Vesikaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim’in İran Seferi”, TD, XVII/22 (1967), s. 49-75; Marcel Bazin, “Erzurum: un centre régional en Turquie”, Revue Géographique de l’Est, III-IV, Nancy 1969, s. 269-314; R. Jennings, “Urban Population in Anatolia in the Sixteenth Century: A Study of Kayseri, Karaman, Trabzon and Erzurum”, IJMES, VII/1 (1976), s. 21-57; A. L. Macfie, “Two Letters from Erzerum”, MES, XXII/4 (1986), s. 571-575; Kemal Beydilli, “1828-1829 Osmanlı - Rus Savaşında Doğu Anadolu’dan Rusya’ya Göçürülen Ermeniler”, TTK Belgeler, XIII/17 (1988), s. 365-434; Kâmûsü’l-a‘lâm, II, 829-832; Besim Darkot v.dğr.. “Erzurum”, İA, IV, 340-357; Halil İnalcık, “Erzurum”, EI² (İng.), II, 712; Mücteba İlgürel, “Abaza Paşa”, DİA, I, 11-12.

Cevdet Küçük




MİMARİ. Evler. Erzurum’un sert iklimi geleneksel ev mimarisini etkilemiştir. Kalın taş duvarlara sahip olan tarihî evler ahşap tavan ve toprak dam ile örtülüdür. Genellikle çift katlı planlanmışlardır; ancak fakir halkın yaşadığı tek katlı basit evlere de rastlanmaktadır. Çoğunun kapalı birer avlusu vardır ve esas yaşama mekânı olarak planlanan zemin katta ahır, tandır evi (mutfak), merek (saman deposu) gibi mekânlar bu avluya açılır. Tandır evi genellikle, “kırlangıç örtü” adıyla anılan bindirme ahşap hatıllarla oluşturulmuş kubbeyi (sahte kubbe) andırır bir örtü ile (tüteklik) örtülüdür. Bu mekân yemek pişirme dışında yemek yeme, dinlenme, yatma, erzak


depolama gibi amaçlarla da kullanılmaktadır. Pek çok evin zemin katında bir de ahır mevcuttur. Selâmlığı ayrı bir birim şeklinde planlanmamış olan evlerde baş oda (misafir odası) ve haremlik zemin katta yer almaktadır; üst katta sofa, gusülhâne, odalar ve yüklükler bulunur. Selâmlıklardaki baş odalarla diğer odalar cepheye nazaran dışa taşkın yapılmışlardır. Erzurum evlerinin en eskisi XVIII. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmektedir (Zırnıklı Vehbî Bey Evi [1739] gibi). XVIII. yüzyılda inşa edildiği bilinen beş kadar eve karşılık otuz kadar evin XIX. yüzyıla tarihlendiği görülmektedir (Cevad Dursunoğlu Evi [1824], Narmanlıoğlu Evi [1827], Alemdarlar’ın Evi [1887] gibi). XX. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlenen nitelikli ev sayısı ise altı yedi kadardır (Rıza Avcı Evi [1901], Nusret Gedik Evi [1913] gibi).

Savunma Amaçlı Yapılar. Erzurum’da savunmaya yönelik yapılar özellikle dikkat çeker. Şehir surlarının büyük ölçüde ortadan kalkmış olmasına rağmen Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin izlerini taşıyan İçkale ile XX. yüzyılda önemli bir onarım geçirmiş olan içindeki Tepsi Minare veya Saat Kulesi denilen gözetleme kulesi sağlam durumdadır. Saltuklu dönemine tarihlenen kulenin kaidesi taş, gövdesi tuğla ile örülmüştür. Erzurum’un çevresindeki stratejik noktalarda yer alan tabyaların sayısı yirmiyi aşar. İlk tabyaların hangi tarihte inşa edildiği bilinmemekle birlikte yapımlarına XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hız verildiği görülmektedir. Büyük ve Küçük Kiremitlik, Ahali, Mecidiye ve Aziziye tabyaları 1877’den önce, şehrin kuzey, güney ve doğusunda bulunan diğer tabyalar işe daha sonra yapılmıştır.

Cami ve Mescîdler. Kale Mescidi İçkale’de Tepsi Minare’nin doğusundadır. Güney duvarı ile surlara yaslanan mescidin Saltuklular devrinde (XII. yüzyıl) yapılmış olduğu tahmin edilmektedir (bk. KALE MESCİDİ). Ulucami Tebrizkapı semtinde Çifte Minareli Medrese’nin yanındadır. Bugün kayıp olan kitâbesine göre 575 (1179-80) yılında Ebü’l-Feth Melik Muhammed tarafından inşa ettirilmiştir (bk. ULUCAMİ). Lala Mustafa Paşa Camii Cumhuriyet caddesi üzerindedir; il merkezindeki Osmanlı camilerinin en önemlisi olup Mimar Sinan’ın inşa ettiği eserler arasında adı geçer. Mihrap kavsarasının üst kısmına yerleştirilmiş üç satırlık Arapça kitâbesine göre Kanûnî Sultan Süleyman devrinde Lala Mustafa Paşa tarafından 970 (1562) yılında yaptırılmıştır (bk. LALA MUSTAFA PAŞA CAMİİ). Murad Paşa Camii’nin, altı sütun üzerine oturan beş kubbe ile örtülü bir son cemaat yeri vardır. Giriş kapısının üst kısmında üç satırlık inşa kitâbesi yer alır. Harim köşelerde tromplarla geçilen bir kubbe ile örtülüdür ve bir mukarnas şeridi kubbe kasnağını süslemektedir. Caminin minaresi yoktur; bitişiğindeki Ahmediye Medresesi Mescidi’nin minaresinden faydalanılabileceği düşünülmüş olsa gerektir. Kitâbesine göre II. Selim zamanında Kuyucu Murad Paşa tarafından 981 (1573-74) yılında inşa ettirilmiştir. Gürcükapı Camii, şehrin aynı adla anılan semtinde küçük bir meydanın kenarında yer alan düzgün kesme taş bir binadır; minaresi tuğladandır. Şehrin Osmanlı devrine tarihlenen bütün tek kubbeli camileri gibi (Lala Paşa Cami hariç) tromplar üzerine oturan bir kubbe ile, son cemaat yeri ise eş büyüklükte üç kubbe ile örtülüdür. Arşiv kayıtlarından caminin 1017 (1608) yılında yapıldığı öğrenilmekte, taçkapı üzerindeki kitâbeden de 1276’da (1859) köklü bir onarım geçirdiği anlaşılmaktadır. Boyahane Camii aynı adla anılan mahallede ve Boyahane Hamamı’nın bitişiğindedir. İçine, kuzeydoğu köşesinde bulunan tek kubbeli küçük bir mekândan girilir. Alışılmamış bu durum, mihrap nişi içindeki kitâbede açıklandığı üzere, 1030 (1620-21) yılında İlyas Ağa adında bir zat tarafından hamamın bir kısmının kapatılarak camiye dönüştürülmüş olmasından kaynaklanmaktadır. Düzgün kesme taşlarla yapılan mihrabın mukarnaslı bir kavsarası vardır. Kısa tuğla minarenin külâhı altında ve şerefe mukarnaslarında yeşil sırlı tuğla sıraları görülür; caminin kubbesi de tuğladandır. Câferiye Camii Tebrizkapı’ya doğru giderken Cumhuriyet caddesinin solundadır. Son cemaat yeri dört yuvarlak sütunun desteklediği balıksırtı bir çatı ile örtülüdür. Tek kubbeli olan caminin minare ve köşeleri düzgün kesme taşlarla, diğer kısımları kırma taşla inşa edilmiştir. Kubbe kasnağına geçiş tromplar aracılığı ile sağlanmıştır. Mihrap taştandır ve mukarnaslı bir kavsarası vardır. Vakfiye kitâbesi harimin kuzey duvarı üzerindedir. Taçkapı üzerindeki inşa kitâbesine göre cami 1055 (1645) yılında Ebûbekir oğlu Hacı Cafer tarafından yaptırılmıştır. Kurşunlu Cami Feyzullah mahallesinde olduğu için Feyziye Camii adıyla da anılır; yanındaki medrese gibi düzgün kesme taşlarla inşa edilmiştir. Cami harimini tromplar üzerine oturan bir kubbe, son cemaat yerini ise silindirik dört taş sütunun desteklediği sivri kemerli üç tonoz parçası örtmektedir. Kadınlar mahfilini altı adet ahşap destek taşır. Mihrap kavsarası mukarnaslıdır. Cami, ahşap kapı kanadındaki bir sürgü üzerine kazınmış kitâbeye göre 1112 (1700 - 1701) yılında Erzurumlu Şeyhülislâm Seyyid Feyzullah Efendi tarafından inşa ettirilmiştir. Pervizoğlu Camii Câferzâde mahallesindedir. Son cemaat yerinin üç küçük kubbesini dört yuvarlak sütun taşımaktadır; harim, geçişi tromplarla sağlanan bir kubbe ile örtülüdür. Mihrap sadedir. Minare gövdesi mukarnaslı şerefeye kadar düzgün kesme taşlarla, kalan kısım ise tuğla ile inşa edilmiştir. Kitâbesi yoktur; vakfiyesine göre yanındaki medrese ile birlikte 1128 (1716) yılında Pervizoğlu Hacı Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Derviş Ağa Camii, Taşmağazalar caddesinin alt ucundan Eskibadpazarı’na çıkan yol üzerindedir. Kuzey cephesi ve köşeleri düzgün kesme taş, diğer duvarları kırma taştandır. Son cemaat


yeri dört sütun tarafından taşınan üç küçük kubbe ile örtülüdür; harimin kubbesine geçiş tromplarla sağlanmıştır. Kadınlar mahfili sekiz ahşap desteğe oturmaktadır. Minarenin kürsüsü kesme taştan, gövdesi tuğladandır. Taçkapı üzerindeki Türkçe onarım kitâbesi 1261 (1845) tarihlidir. Camiyi 1130 (1717-18) yılında yaptırdığı bilinen Hacı Derviş Ağa 1149’da (1736) vefat etmiş ve caminin avlusuna defnedilmiştir. Gümrük Camii Kongre Meydanı’ndan Mahallebaşı’na giden yol üzerindedir. Dış duvarlarının tamamı kesme taçlarla kaplanmıştır. Taçkapı üzerinde dört satırlık Türkçe bir kitâbe vardır. Kuzeybatı köşesine yerleştirilmiş olan minarenin kesme taşlarla inşa edilmiş kürsüsü halen ayaktadır; tuğla gövdesi ise yıkılmıştır. Harim geçişin tromplarla sağlandığı bir kubbe, son cemaat yeri mukarnas başlıklı dört silindirik sütun üzerine oturan üç kubbe ile örtülüdür. Altı adet ahşap destek üzerine oturan kadınlar mahfili harimin kuzey duvarına yaslanmaktadır. Taçkapı üzerindeki 1130 (1717-18) tarihli Kitâbeye göre caminin bânisi, Derviş Ağa Camii’ni de yaptırmış olan Hacı Bektaş oğlu Derviş Hacı İbrâhim’dir. Bakırcı Camii, Taşhan önünden Pelit Meydanı’na inen yol üzerindedir. Son cemaat yeri, başlıkları mukarnaslı dört silindirik sütunun taşıdığı üç kubbe ile, harim geçişi tromplarla sağlanmış bir kubbe ile örtülüdür. Taçkapı üzerinde altı satırlık Türkçe tarih kitâbesi yer almaktadır. Mihrap nişinin mukarnaslı bir kavsarası vardır. Altı destek üzerine oturan mahfil ahşaptır. Taçkapının üst kısmındaki kitâbesine göre cami 1133 (1720-21) yılında Bakırcı Mustafa Ağa tarafından yaptırılmıştır. Narmanlı Camii Tebrizkapı semtinde Çifte Minareli Medrese’nin yol aşırı doğusundadır. Yapının tamamı değişik tonlarda külrengi taşlarla kaplanmıştır. Taçkapı üzerinde dört satırlık Türkçe bir tarih kitâbesi vardır. Son cemaat yeri altı taş sütun üzerine oturtulmuş beş kubbe, harim ise geçişin tromplarla sağlandığı yüksek bir kubbe ile örtülüdür. Taş mihrabın mukarnaslı bir kavsarası vardır. Sekiz destek üzerine oturan mahfil ahşaptır. Taçkapı üzerindeki kitâbesine göre cami 1151 (1738-39) yılında Narmanlı Hacı Yûsuf tarafından inşa ettirilmiştir. İbrâhim Paşa Camii, Hükümet Meydanı’nda eski vilâyet binası ile Taşambarlar arasındadır. Dış duvarlarının tamamı düzgün kesme taşlarla kaplanmıştır. Son cemaat yerini örten üç kubbe, dört adet silindirik taş sütun üzerine oturmaktadır; sütun başlıktan mukarnaslıdır. Taçkapı nişinin köşelerinde süslü başlıklara sahip birer sütunçe vardır. Giriş aralığının üst kısmına, iki bölüm halinde düzenlenmiş beş satırlık inşa kitâbesi yerleştirilmiştir. Cami harimi sekizgen kasnak üzerine oturan bir kubbe ile örtülüdür. Ahşap mahfil sekiz destek tarafından taşınmaktadır. Taçkapı giriş aralığının üst kısmındaki 1161 (1748) tarihli kitâbeye göre caminin banisi İbrâhim Edhem Paşa’dır. Şeyhler Camii aynı adla anılan mahallede Şeyhler Medresesi’nin karşısındadır. Duvarları içten ve dıştan düzgün kesme taşlarla kaplanmıştır. Son cemaat yeri dört silindirik taş sütuna oturan üç kubbe ile örtülüdür. Minare yapının kuzeybatı köşesine yerleştirilmiştir. Harimi örten kubbe tromplar üzerine oturmaktadır. İçeride duvarlar 3 m. yüksekliğe kadar sıvasız ve badanasızdır. 1150-1180 (1737-1766) tarihleri arasında yapıldığı sanılan caminin inşa kitâbesi yoktur. Minare kürsüsünün üst kısmına yerleştirilmiş güneş saatinin yanındaki kitâbeden, minarenin Fehim adında bir usta tarafından 1185 (1771-72) yılında inşa edildiği öğrenilmektedir. Cennetzâde Camii, Aşağı Yoncalık mahallesinde Taşambarlar’ın güneyinden geçen yol üzerindedir. Yapının kuzey cephesi düzgün kesme taş ve diğer duvarları kırma taş olup kuzeybatı köşesinde yükselen minaresi tuğladandır. Son cemaat yeri dört sütunun taşıdığı üç küçük kubbe ile örtülüdür. Harim kubbesinin üzerinde sekizgen piramit şeklinde bir çatı bulunmaktadır. Taçkapı üzerindeki kitâbe yeri bugün boş olan cami, vakıf kayıtlarına göre 1200 (1785-86) yılında İsmâil Efendi adında bir kişi tarafından yaptırılmıştır.

Şehirde bunlardan başka otuz kadar cami varsa da harimleri ve son cemaat yerleri birer ahşap tavanla örtülü olan bu yapıların hemen hiçbirinin mimari değeri yoktur. Bu camilerin belli başlıları şunlardır: Ayaz Paşa Camii (966/1558-59), Gürcü Mehmed Paşa Camii (1058/1648), Kemhan Camii (1064/1653-54), Yeğen Ağa Camii (1072/1661-62), Kasım Paşa Camii (1078/1667-68), Mehdi Efendi Camii (1210/1795-96).

Medreseler. Erzurum’daki medreselerin en tanınmışı ve görkemlisi, Tebrizkapı semtinde Ulucami’nin güneydoğusunda yer alan Çifte Minareli Medrese’dir. Dört eyvanlı, açık avlulu medreseler grubuna dahil olan iki katlı yapının XIII. yüzyılın sonlarında inşa edildiği sanılmaktadır (bk. ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE). Yâkutiye Medresesi Cumhuriyet caddesi üzerindedir. Kitâbesinden, 710 (1310) yılında Sultan Olcaytu zamanında Hoca Cemâleddin Yakut tarafından yaptırıldığı öğrenilmektedir (bk. YÂKUTİYE MEDRESESİ). Ahmediye Medresesi Erzincankapı semtinde Murad Paşa Camii’nin hemen doğusundadır. Kuzey cephe duvarında görülen mihrap eskiden bitişiğinde bir cami olduğunu açıkça göstermektedir; halen mevcut minare 1940’lara aittir. Kapalı avlulu medreseler grubuna giren yapının avlusu bir manastır tonozu ile örtülüdür. Dikdörtgen planlı avlunun her kenarında ikişer hücre yer almaktadır. Avluya açılan iki eyvanın köşelerine yerleştirilmiş sütunçelerin bitkisel süslemeleri Yâkutiye Medresesi’ndekilere benzemektedir. Giriş kapısı üzerindeki kitâbeye göre medrese 714 (1314) yılında Ahmed b. Ali b. Yûsuf tarafından inşa ettirilmiştir.

Erzurum şehir merkezinde, Osmanlı öncesi döneme ait olanlar dışında mimari kıymeti bulunan medrese yok gibidir. Tarihî birer hâtıra niteliğiyle korunması


gereken bu yapıların belli başlıları şunlardır: Kurşunlu Medrese. Aynı adı taşıyan caminin bitişiğindedir, Feyziye Medresesi adıyla da anılır. Halen mevcut on üç hücresi vardır. Güneydoğu köşesine rastlayan düzensiz üç hücre muhtemelen onarım görmüştür. Doğu duvarına paralel uzanan sekiz hücre kuzey - güney yönlü beşik tonozlarla örtülüdür. Her hücrenin batıya açılan birer kapısı ve ikişer penceresi vardır. Medrese, bitişiğindeki cami ile birlikte 1112 (1700-1701) yılında yapılmıştır. Pervizoğlu Medresesi. Pervizoğlu Camii’ne bitişiktir. Bugün sadece güneyindeki iki hücre ile güneydoğu köşesindeki tek hücre ayaktadır. Güneydeki iki hücre doğu - batı yönünde uzanan beşik tonozlarla, köşedeki hücre ise kuzey - güney yönlü bir beşik tonozla örtülüdür; kuzey - güney doğrultusunda bulunan diğer hücreler haraptır. Medrese Pervizoğlu Camii gibi 1128 (1716) yılında inşa edilmiştir. Şeyhler Medresesi. Şeyhler mahallesinde aynı adlı caminin yakınında yolun karşı kıyısındadır. Doğu duvarının görülebilen kısmı ile köşeler kesme, kuzey duvarı kırma taşla örülmüştür; kapısı doğu cephesindedir. Medrese dikdörtgen bir avlu etrafına sıralanmış on iki hücreye sahiptir. Hücrelerden üçünün girişi kuzey duvarında, ikisininki doğu duvarındadır. Kuzeydoğu köşesindeki hücreye doğusundaki hücrenin içinden geçilerek girilmektedir. Hücreler beşik tonozlarla örtülüdür. Giriş aralığının üstündeki mermer bir levha üzerine kazınmış dört satırlık kitâbesine göre medrese Şeyh Mustafa Efendi tarafından 1174 (1760-61) yılında inşa ettirilmiştir.

Türbeler. Çifte Minareli Medrese’nin güneyinde, bugün ortadan kalkmış eski bir mezarlık içinde yer alan ve Üç kümbetler adıyla anılan türbelerden en büyüğünün Emîr Saltuk’a ait olduğu ve XII. yüzyılın sonlarına doğru yapıldığı tahmin edilmektedir. Diğer iki kümbetin XIV. yüzyılda inşa edildiği sanılmaktadır (bk. ÜÇ KÜMBETLER). Karanlık Kümbet Derviş Ağa Camii’nin karşısındadır. Güney penceresinin üst kısmına yerleştirilen 708 (1308) tarihli kitâbesine göre Sadreddin Türkbeg’e aittir. Gümüşlü Kümbet Karskapısı semtinde Asrî Mezarlığın karşısındadır. Kitâbe levhası boş olan kümbetin diğer kümbetlerle olan benzerliğine dayanarak XIV. yüzyıl başlarında yapıldığı tahmin edilmektedir (bk. GÜMÜŞLÜ KÜMBET; KARANLIK KÜMBET). Cimcime Sultan Kümbeti Cumhuriyet caddesi üzerinde olup girişi bir evin avlusu içinde kalmıştır. Son onarımda aslî özellikleri bozulmuş, konik külâhın saçağındaki süsleme şeridi ortadan kaldırılmıştır. Dıştan ve içten daire planlıdır. XIV. yüzyıl başlarında inşa edildiği sanılmaktadır. Râbia Hatun Kümbeti Hasanbasri mahallesindedir. Konik külâhı, iç kubbesi ve güney duvarı yıkılmış ve gelişigüzel onarılmıştır. Kare planlı oturtmalık ile kümbet gövdesinin birleştiği noktada gövdeyi dolanan bitkisel süsleme şeridi Kayseri Döner Kümbet’tekini hatırlatır. XIII. yüzyıl sonuna veya XIV. yüzyıl başlarına aittir. Anî Baba Kümbeti Narmanlı mahallesinde Narmanlı Camii yakınlarındaki bir evin bahçesindedir. Doğu kesiminin yıkıklığına rağmen sekizgen planlı ve tromplarla istiridye şekilli geçiş unsurlarının varlığından dolayı içten bir kubbe ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır. Kitâbesiz ve sade bir yapıdır; muhtemelen XIV. yüzyıla aittir. Mehdî Abbas Kümbeti içten kubbe, dıştan konik külâhla örtülüdür. Saçağı dolanan silme dışında herhangi bir süslemesi yoktur. Oturtmalığı ve cenazeliği bulunmamakta, bu özellikleri sebebiyle XIV - XV. yüzyıllar arasına tarihlendirilmesi gerekmektedir. Şehirdeki mimari yönden ilgi çekici iki Osmanlı türbesinden biri olan Ane Hatun Türbesi Murad Paşa Camii hazîresinin kuzeybatı kösesindedir. Kitâbesinden 1059 (1649) yılında Marav Han’ın kızı Ane Hatun için yapıldığı anlaşılan türbe, kesme taştan inşa edilmiş ve birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmış dört kütlevî paye üzerine oturan bir kubbe ile örtülüdür. Mahmud Paşa Türbesi Mahmud Paşa Mezarlığı’nın güneyindedir. Ane Hatun Türbesi gibi birbirine kemerlerle bağlanmış dört kesme taş pâyenin taşıdığı bir kubbe ile örtülüdür; güney cephesindeki kitâbesine göre 1209 (1794-95) yılında inşa edilmiştir.

Hanlar. Ortaçağ kervan yollarının en işleklerinden biri üzerinde yer almasına ve canlı bir ticaret merkezi olmasına rağmen Erzurum şehir merkezinde Selçuklu kervansarayı yoktur; Osmanlı dönemine tarihlenen hanlardan ise sadece Taşhan mimari özellikleriyle ilgi çekmektedir. Rüstem Paşa Kervansarayı adıyla da anılan yapı, Pervizoğlu Camii ile Boyahane Hamamı arasında ve yol üzerindedir. 1960’lı yıllarda esaslı bir onarım geçirmiş ve kuzey duvarına bitişik olan kısmı temelden başlayarak yeniden yapılmıştır. İki katlı hanın bütün duvarları düzgün kesme taşlarla kaplıdır. Merkezî avlu, kalın dikdörtgen pâyeler üzerine oturan bir revakla çevrilidir ve arkada sivri kemerli tonozlarla örtülü hücreler yer alır; köşe hücrelerinden kuzeybatıdaki hariç diğerlerinin üstü kubbelidir. Alt katta toplam otuz bir hücre vardır. Kuzey revakının ortasında revakın akışını kesen derin bir eyvan görülür. Doğu yönüne açılan kapı ile taçkapıdan avluya geçişi sağlayan koridorlar da revakı bölmektedir. Taçkapının güneyindeki bir kapıdan doğrudan doğruya hanın üst katına girilmektedir. Bu katta yapıyı çepeçevre dolanan bir koridorun iki yanına, bugün önleri kapatılarak birer dükkân haline getirilmiş olan sivri kemerli derin nişler yapılmıştır. Köşelere ve kenarların ortasına birer kubbe yerleştirilmiş, kubbeler arasında kalan alanlar da beşik tonozlarla örtülmüştür. Üst kattaki mekânların işlevleri kesin olarak belirlenememektedir. Bugün taçkapı nişi


içinde görülen kitâbenin başı ve sonu eksiktir. Kitâbede okunabilen Rüstem Paşa adına dayanılarak hanın, Kanûnî Sultan Süleyman’ın veziri Rüstem Paşa tarafından 1544-1561 yılları arasında yaptırılmış olduğu tahmin edilmektedir.

Taşhan dışındaki hanların mimari değeri yoktur. XVIII. yüzyıla tarihlenen Gümrük Hanı ile Cennetzâde Hanı gibi XIX. yüzyıla tarihlenen Kamburoğlu Hanı’nın da hücreleri düz ahşap tavanla örtülüdür.

Hamamlar. Mevcut hamamların en görkemlisi, Taşhan yakınında ve Boyahane Camii’nin bitişiğinde bulunan Boyahane Hamamı olup şematik açıdan birbirine benzer iki kısımdan meydana gelen bir çifte hamamdır. Küçük bir kapıdan doğudaki hamamın soyunmalık kısmına girilmektedir. Soyunmalıkla ılıklık arasında yer alan ara mekân sivri kemerli bir tonozla, ılıklık ise pandantifler üzerine oturan üç kubbe ile örtülüdür. Sıcaklık, haçvari düzende yerleştirilmiş dört adet tonozlu eyvanla merkezî bir kubbeli mekân ve köşelerdeki kubbeli halvet hücrelerinden meydana gelmektedir; halvet hücreleri sekizgen planlıdır. Batıdaki hamamın soyunmalığı sonradan camiye dönüştürülmüştür. Diğer hamamda görülen ara mekân kaldırılmış ve orada sekizgen planlı olan halvet hücreleri burada kare planlı yapılmıştır. İki hamamın su deposu müşterektir. Harap durumdaki kitâbesine göre 974 (1566-67) yılında Hacı Emin Paşa adında bir kişi tarafından inşa ettirilmiştir. Lala Paşa Hamamı Tebrizkapı semtindedir; Çöplük Hamamı adıyla da anılır. Soyunmalık tromplar üzerine oturan bir kubbe ile örtülüdür. Enine bir mekân olan ılıklığın üzerinde bir kubbe ile yanlarında yer alan iki tonoz vardır. Sıcaklık, kubbeli bir merkezî hacme açılan tonozlu üç eyvandan ibarettir. Güneydoğu ve güneybatı köşelerinde de yine kubbeli birer halvet hücresi görülür. Sıcaklığın batı eyvanından dirsekli bir geçitle usturalığa geçilmektedir. Yapının kitâbesi yoktur; adına dayanılarak bânisinin Lala Mustafa Paşa (ö. 1580) olduğu sanılmaktadır. Kırkçeşme Hamamı hayli tamir ve tadilât görmüştür. Hamamın aslî hüviyetini korumuş tek kesimi olan sıcaklık, ortadaki kubbeli bir merkezî mekânla haçvari şekilde düzenlenmiş dört eyvandan oluşmaktadır; köşelerde de kubbe ile örtülü birer halvet hücresi yer alır. Yapının kitâbesi yoktur; XVI veya XVII. yüzyılda inşa edildiği sanılmaktadır. Küçük Hamam Alipaşa mahallesindedir. Soyunmalık tromplar üzerine oturan bir kubbe ile, ılıklık yan yana dizilmiş üç kubbe ve yanlarındaki birer tonozla örtülüdür. Kubbeli küçük bir tek mekândan ibaret olan sıcaklıkla güneybatı köşesinden geçilen usturalık muhtemelen sonradan inşa edilmiştir. Murad Paşa’nın vakıflarından olduğu bilinen hamam XVI. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenmektedir. Murad Paşa Hamamı Murad Paşa Camii’nin güneyinde aynı adla anılan mahallededir. Taçkapıdan kubbeli bir kare mekâna, buradan da tromplar üzerine oturan bir kubbe ile örtülü soyunmalık kısmına girilmektedir. Soyunmalığın güney duvarına açılmış bir kapıdan, enine bir mekân olan ve üzerinde üç küçük kubbe ile iki yanlarda birer tonoz bulunan ılıklığa geçilmektedir. Sıcaklık, merkezî bir kubbe ve haçvari düzende dört adet sivri kemerli tonozla örtülüdür. Köşelerde sekizgen planlı ve kubbeli halvet hücreleri yer almaktadır. Yapının adı, Murad Paşa Camii ile çağdaş olduğunu (XVI. yüzyılın ikinci yarısı) düşündürmektedir. Saray Hamamı Emîrşeyh mahallesindedir; içine sonradan eklenmiş bir dehlizden girilir. Soyunmalık kısmı tromplar üzerine oturan bir kubbe ile örtülüdür. Giriş kapısının karşısına isabet eden bir kapıdan üzerinde iki küçük kubbe bulunan bir mekâna geçilir. İlk yapılışında üç kubbeli olan ılıklığın sağda kalan kubbesi sonradan bir duvarla diğerlerinden ayrılmış ve elde edilen mekân bir kapı ile sıcaklığa eklenmiştir. Sıcaklık, tek kubbeli merkezî bir mekânla yine kubbeli iki küçük halvet hücresinden ibarettir. Giriş kapısı üzerindeki kitâbeye göre 1119 (1707-1708) yılında Derviş Ağa tarafından inşa ettirilmiştir. Gümrük Hamamı’nın bugünkü girişi ana eksen üzerinde değil yandadır. Soyunmalık tromplar üzerine oturan bir kubbe ile örtülüdür. Aslında üç kubbeli olan ılıklığın kenarlarındaki kubbelerinin altında kalan kısımları sonradan birer kapı ile sıcaklığa eklenmiş ve bu arada sağdaki kubbe de muhtemelen yenilenmiştir. Sıcaklık haçvari eyvanlı tipin değişik bir uygulamasıdır. Giriş eyvanı ile bunun iki yanında yer alması gereken kubbeli halvet hücreleri kaldırılmış, böylece üç eyvanlı bir plan elde edilmiştir. Köşelerdeki halvet hücrelerinin kapıları dipteki eyvana açılmaktadır. Hamam Gümrük Camii’nin vakfı olduğuna göre XVII. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlenmelidir. Çifte Göbek Hamamı çok tâdil edilmiş olmasına rağmen Erzurum’un plan yönünden hâlâ en ilginç hamamıdır. Doğu duvarına açılan yeni bir kapıdan soyunmalığa girilir. Geçişi tromplarla sağlanmış bir kubbe ile örtülü olan soyunmalık, batı yönünde iki silindirik sütun üzerine oturan üç kemerle bu kısma açılan bir ek mekânla genişletilmiştir. İki sütun arasında kalan alanın bir kesimi bir kubbe, diğer kesimi sivri kemerli bir tonoz, sütunlarla duvarlar arasında kalan alanlar ise birer yarım manastır tonozu ile örtülmüştür. Ilıklık yapıldığında muhtemelen beş kubbeli idi; bugün bu kubbelerden sadece ikisi bu bölüme dahildir. Sıcaklık, kare profilli iki sütunla birbirinden ayrılan ve tromplar üzerine oturan iki büyük kubbe ile örtülüdür. Kitâbesi bulunmayan, fakat Bakırcı Camii’nin vakfı olduğu bilinen yapı XVIII. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmektedir. Şeyhler Hamamı aynı adı taşıyan medresenin yanında ve caminin karşısındadır. Soyunmalık tromp geçişli bir büyük kubbe ile, buradan doğu duvarına açılmış bir kapıyla geçilen ılıklık ise yan yana üç küçük kubbe ve uçlarda bulunan sivri kemerli tonozlarla örtülüdür. Sıcaklık, kubbeli bir orta mekân ve haçvari düzende yerleştirilmiş dört eyvan ile köşelerdeki sekizgen planlı ve kubbeli halvet hücrelerinden ibarettir. Şeyhler Camii’nin vakfı olan kitâbesiz yapı XVIII. yüzyılın ikinci yarısına aittir. Tahta Hamam’ın soyunmalığı üzerinde bugün yapıya adını veren ahşap bir tavan bulunmaktadır. Bu kısmın batı duvarındaki bir kapıdan iki hücreli olan ılıklığa girilir; bunlardan ilk hücre doğu - batı, aradan geçilen ikinci ise kuzey - güney yönlü birer beşik tonozla örtülüdür. Sıcaklık beşik tonozlu bir mekândır. İbrâhim Paşa Camii’nin vakfı olan hamam XVIII. yüzyılın ortalarına tarihlenmektedir. Pastırmacı Hamamı Fuâdiye Hamamı adıyla da anılır; Gürcükapı semtindedir. Soyunmalık kısmı, ortasında sekiz dilimli ahşap bir kubbe bulunan ahşap bir tavanla örtülüdür. Ilıklığın aslında kuzey - güney yönünde bir beşik tonozla örtülü olduğu tahmin edilmektedir. Sıcaklık, kubbeli bir kare mekân ile etrafına dizilmiş çapraz tonozlu halvet hücrelerinden ibarettir; sıcaklıkla ılıklık arasında yer alan küçük eyvanın örtüsü ise sivri kemerli tonozdur. Hamamın kitâbesi yoktur; plan şemasına dayanarak XVII - XVIII. yüzyıllarda inşa edilmiş olduğu ileri sürülmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Abdürrahim Şerif Beygu, Erzurum Tarihi, İstanbul 1936; Konyalı, Erzurum Tarihi, İstanbul 1960; Rahmi Hüseyin Ünal, Les monuments islamiques anciens de la ville d’Erzurum et


de sa région, Paris 1968; a.mlf., “Erzurum İli Dahilindeki İslâmi Devir Anıtları Üzerine Bir İnceleme”, EFAD, sy. 6 (1973) s. 49-142; Aptullah Kuran, Anadolu Medreseleri, Ankara 1969, I, 116 130; Metin Sözen, Anadolu Medreseleri, İstanbul 1970, I, 64-74; II, 1-7, 54-57; Haşim Karpuz, Türk İslâm Mesken Mimarisinde Erzurum Evleri, Ankara 1984; F. A. Belin, “Extrait du Journal d’un voyage de Paris à Erzéroum”, JA, 4. série, XIX (1852), s. 365-378; H. Hotan, “Erzurum Evleri”, Arkitekt, XVI/181-182, İstanbul 1947, s. 27-30; J. M. Rogers, “The Çifte Minare at Erzurum and the Gök Medrese at Sivas”, Anatolian Studies, XV, London 1965, s. 64-85; M. Oluş Arık, “Erken Devir Anadolu - Türk Mimarisinde Türbe Biçimleri”, Anadolu, XI, Ankara 1969, s. 82-84, 91; Rüçhan Arık, “Erzurum’da İki Cami (Two Mosques in Erzurum)”, VD, sy. 8 (1969), s. 149-159; C. F. Ritter, “A Wooden Dome in Turkey”, OArt, XV/2 (1969), s. 113-115; Halûk Karamağaralı, “Erzurum’daki Hâtuniye Medresesi’nin Tarihi ve Banisi Hakkında Mülâhazalar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, III, Ankara 1971, s. 209-247; a.mlf., “Erzurum Ulu Camii”, AÜ İlâhiyat Fakültesi Yıllık Araştırmalar Dergisi, III, Ankara 1981, s. 137-177; T. Aşıroğlu, “Erzurum Tabyaları”, Tarih Yolunda Erzurum, XVII/1 (1980), s. 3-9.

Rahmi Hüseyin Ünal




Bugünkü Erzurum. XIX ve XX. yüzyılın başlarına rastlayan savaşlar ve işgaller yüzünden geçmiş devirlerdeki önemini büyük ölçüde yitirmiş ve nüfusu azalmış bir şehir olarak Cumhuriyet dönemine giren Erzurum, bu tahriplerin izlerini silmeye hazırlanırken yeni dönemin ilk yıllarında 13 Eylül 1924 tarihinde büyük zararlara sebep olan bir depremle sarsıldı. 1927 yılında yapılan ilk sayımda nüfusu 30.801’di. Bu rakam 100 yıl önceki nüfusunun yaklaşık dörtte biri kadardır. Ancak nüfus artışı bundan sonraki dönemlerde hızlanmaya başladı; 1940’ta 47.613’e yükseldi. Özellikle 1935-1940 yılları arasındaki artışın dikkat çekici ölçüde olmasında, Cumhuriyet döneminin ilk şehir planlarından olan ve Lambert planı adı verilen modern anlayışlı bir planın 1938’de uygulanması ve 1939’da da Anadolu demiryolu ağının buraya ulaşması önemli rol oynamıştır. Fransız şehircilik uzmanı Lambert tarafından hazırlanan ilk plana göre yaklaşık 100.000 nüfus ve 400 hektar tutan bir şehir alanı esas alınmıştı. Fakat 1965 yılında şehrin nüfusu planda öngörülen rakamı aşıp 105.317’ye ulaştı, ayrıca 1960’lı yıllarda şehrin kapladığı alan 950 hektarı geçerek planda öngörülen alanın iki katını geçti. Bunun üzerine yeni imar planları arayışı başladı. 1966 yılındaki Zeki Yapar planı ile 1981’de uygulamaya konulan Alim Çopuroğlu planı, ilkinin aksine nüfusun ve alan genişlemesinin çok büyük rakamlara erişeceğini varsayarak ovanın verimli tarım arazisinin önemli bir kısmını yerleşme alanı içine almaktaydı. Fakat bu planların hiçbiri başarılı olmadı. Cumhuriyet sonrasında şehrin doğu sınırı hemen hemen aynı kaldı ve büyüme batıya doğru yöneldi. Özellikle 1960’lı yıllara yaklaşırken şehrin büyük bir kültür kuruluşu olan Atatürk Üniversitesi’nin batı yönünde kurulması bu tarafa yönelik genişlemede etkili oldu.

Erzurum’un merkezi, tarihî kısmı içine alan çember şeklindeki bir yol sistemiyle çevrilidir. Bu yol Gürcükapı, Taşmağazalar, Tebrizkapı, Yenikapı, Erzincankapı ve Mumcu caddelerinden oluşur. Tebrizkapı doğuya, Gürcükapı kuzeye, Yenikapı güneye, Erzincankapı ise batıya yönelen yolların şehrin iç kalesinden çıkışını sağlayan kapılardır. Günümüzde bunlar cadde ve semt adları olarak varlıklarını sürdürmektedir. Aynı şekilde şehrin dış surlarından giriş çıkışı temin eden doğudaki Karskapı, kuzeydoğudaki Ardahankapı (Kavakkapı), kuzeybatıdaki İstanbulkapı, güneybatıdaki Harputkapı da semt adı olmuştur. Şehrin oturma mahalleleri ışınsal yollarla tarihî merkezi kuşatan çembere bağlanır. Bu yolların en önemlileri kuzeyde bulunan demiryolu istasyonu ile Gürcükapı arasında uzanan İstasyon caddesi, kuzeydoğudan Gürcükapı caddesine kavuşan Kongre caddesi ve şehrin doğusundan Taşmağazalar caddesine bağlanan Karskapı caddesidir.

Şehrin en önemli ekseni doğu - batı doğrultusunda uzanan Cumhuriyet caddesidir. Batıdaki Havuzbaşı Meydanı, doğudaki Tebrizkapı arasında uzanan Cumhuriyet caddesi ve bu caddenin doğu ucuna eklenen Taşmağazalar caddesi Erzurum’un en yoğun ticaret eksenleridir. Cumhuriyet caddesine kuzeyden kavuşan Ayaspaşa, Mumcu ve Çaykara caddeleriyle Cumhuriyet caddesinin güneyinde bulunan Yenişehir, Erzincankapı, Aliravi caddeleri ve bunlara bağlı ikinci dereceden caddeler de canlı ticaret alanlarıdır.

Erzurum’da ekonomik bakımdan asıl gelişmeler 1950 yılından sonraya rastlar. Özellikle 1960’lı yılların ardından Erzurum, Doğu Anadolu bölgesinin canlı ticaret merkezlerinden biri durumuna geldi. Nüfusu 1960’ta 100.000’e yaklaştığı gibi (90.069) iş yerlerinin sayısı da giderek arttı. Meselâ 1940 yılında Erzurum’da ticaret ve sanayi odasına kayıtlı 1047 iş yeri bulunurken bu sayı 1960’ta 1846’ya, 1970’te 2953’e, 1980 yılında ise 6455’e yükseldi (Doğanay, Erzurum’un Şehirsel Fonksiyonları, s. 288). Şehirdeki sanayi faaliyetleri arasında gıda sanayiine ait kuruluşların daha yaygın olduğu dikkati çeker (et kombinası, süt ürünleri, yem sanayii, un fabrikaları, sucuk - pastırma, kavurma yapım yerleri vb.). Giyim ihtiyacına cevap veren sanayi kuruluşları arasında deri ve kundura fabrikaları, lastik ayakkabı atölyeleri sayılabilir.

Şehirde ticaret ve sanayi faaliyetlerinin gelişmesi ve şehrin çevreye doğru büyümesi, diğer büyük şehirlerde olduğu gibi Erzurum’da da gecekondulaşmayı beraberinde getirdi. Erzurum’da gecekondulaşma II. Dünya Savaşı’ndan itibaren başladı ve özellikle 1950 yılından sonra hız kazandı. 1946’da Erzurum’da gecekondu sayısı elli altmış kadarken bu sayı 1961 yılının ilk aylarında 2142’ye, 1970’li yıllara yaklaşırken de 3000’e ulaştı. 1980’de gecekondu sayısı 10.000’i geçti; şehir nüfusunun 100.000 kadarı bu gecekondularda yaşıyordu. Günümüzde yetmiş dört mahallesi bulunan Erzurum şehrinin otuz kadar mahallesinde gecekondulara rastlanmaktadır. Bunlar daha çok Veyisefendi, Gaziler, Kırmacı, Abdurrahmangazi, Cırcır, Hasanbasri, Şehitler ve Rabiahatun mahallelerinde yoğunlaşmıştır. Ayrıca şehrin içinde de yer yer gecekondu alanları vardır. Meselâ Köşk, Çaykara, Gâvurboğan, Kapıkaya ve Yanıkdere boyları gecekonduların şehrin içine yoğun olarak girdiği alanlardır.

Gerek planlı gerekse gecekonduların yaygınlaşmasıyla plansız gelişen Erzurum şehrinin nüfusu 1970’te 133.444’ü buldu, 1980 yılında ise 190.241’e ulaştı. 1985’te 250.000’e çok yaklaşan nüfusu (246.053) 1990’da 242.391 olarak sayıldı. Son dönemde dikkati çeken nüfus azalması, 1985 sayımında şehrin belediye sınırları içinde bulunan Ilıca’nın sonradan ayrı ilçe merkezi haline getirilmiş olmasındandır.

Şehir nüfus artışının ve mekân üzerinde büyümesinin sonucu olarak 2 Eylül 1993 tarihinde kabul edilip, 9 Eylül 1993 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 504 sayılı kanun hükmünde kararname ile “büyük şehir” statüsüne kavuşturulmuştur. Bu karar uyarınca da büyükşehir belediyesi sınırları içerisinde Dadaşkent, Kâzımkarabekir, Yakutiye ve


Yenişehir adıyla dört belediye teşkilâtı kurulmuştur.

Çok sayıdaki tarihî ve mimari eserleriyle turistlerin de dikkatini çeken Erzurum şehri, yanıbaşında bulunan Palandöken kayak merkezinin varlığı sebebiyle önemli bir kış sporları merkezi haline gelmiştir. Şehirdeki en önemli eğitim kuruluşu olan ve 1957 yılında kurulan Atatürk Üniversitesi’ne günümüzde on iki fakülte, altı enstitü ve sekiz yüksek okul bağlı bulunmaktadır.

Erzurum şehrinin merkez olduğu Erzurum ili Rize, Artvin, Ardahan, Kars, Ağrı, Muş, Bingöl, Erzincan ve Bayburt illeriyle çevrilmiştir. Merkez ilçeden başka Aşkale, Çat, Hınıs, Horasan, Ilıca, İspir, Karaçoban, Karayazı, Köprüköy, Narman, Oltu, Olur, Pasinler, Pazaryolu, Şenkaya, Tekman, Tortum, Uzundere adlı on sekiz ilçeye ayrılmıştır. 25.066 km2 genişliğindeki Erzurum ilinin 1990 sayımına göre nüfusu 848.201, nüfus yoğunluğu ise otuz dört idi.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 1993 yılı istatistiklerine göre Erzurum’da il ve ilçe merkezlerinde 283, kasaba ve köylerinde 1079 olmak üzere toplam 1362 cami bulunmaktadır. İl merkezindeki cami sayısı ise 142’dir.

BİBLİYOGRAFYA:

Cemil Bilsel, “Demiryolunun Erzurum’a Varışı”, Üniversite Haftası, İstanbul 1941, s. 11-55; Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, “Erzurum’un İktisadî Vaziyeti ve Türk İktisadiyatındaki Mevkii”, a.e., s. 143-163; a.mlf., Erzurum: Şehirleşmesi, İstanbul 1970; a.mlf., “Erzurum’da İçtimaî ve İktisadî Müşahedeler (Observations économiques et sociales à Erzurum)”, İFM, V/1 (1943), s. 1-11; a.mlf., “Erzurum: Şehirleşmesi ve Gecekondu Problemi”, a.e., XVI/1-4 (1966-67), s. 1-34; Sırrı Erinç, Doğu Anadolu Coğrafyası, İstanbul 1953, s. 98-103; Amiran Kurtkan, Şehirleşen Erzurum ve Sosyal Mobilite, İstanbul 1964; Osman Arıkan, Erzurum Şehrinin Ekonomik Esasları, Ankara 1973; Hayati Doğanay, Erzurum’un Şehirsel Fonksiyonları ve Başlıca Planlama Sorunları (doçentlik tezi, 1983), Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fak.; a.mlf., “Erzurum’un Turizm Potansiyeli”, Turizm Yıllığı, Ankara 1986, s. 188-206; a.mlf., “Erzurum’da Sanayileşme ve Şehirsel Arazi Kullanılışı”, Kentleşme - Sanayileşme Etkileşimi: Eskişehir Örneği Kolokyumu (6-8 Kasım 1985), Eskişehir 1985, s. 106-127; a.mlf., Erzurum’un Genel Coğrafya Özellikleri, Erzurum 1988; H. Louis, Landeskunde der Türkei, Stutgart 1985, s. 30, 33, 77, 82, 96, 132; Marcel Bazin, “Erzurum: un centre régional en Turquie”, Revue Géographique de l’Est, III - IV, Nancy 1969, s. 269-311; Necdet Sözer, “Erzurum’da Şehirleşme Hareketleri ve Gecekondu Problemi”, Türk Coğrafya Dergisi, sy. 24-25, Ankara 1967-68, s. 194-213; Besim Darkot “Erzurum”, İA, IV, 340-345.

Metin Tuncel