el-GIYÂSÎ

الغياثي

İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî’nin (ö. 478/1085) İslâm anayasa ve idare hukukuna dair eseri.

Selçuklu Veziri Nizâmülmülk’ün “Gıyâsüddevle” lakabına nisbetle el-Ġıyâŝî diye bilinen eserin tam adı Ġıyâŝü’l-ümem fi’ltiyâŝi’ž-žulem’dir. Müellif kitabın mukaddimesinde, daha önce yazdığı en-Nižâmiyye fi’l-erkâni’l-İslâmiyye’nin en-Nižâmî adıyla tanınması gibi bu eserinin de el-Ġıyâŝî diye meşhur olması temennisinde bulunur. Dolayısıyla Kâtib Çelebi, Bağdatlı İsmâil Paşa ve Zâhid Kevserî’nin el-Ġıyâŝî ve Ġıyâŝü’l-ümem’i iki ayrı eser olarak kaydetmeleri doğru değildir. Eserin girişinde Nizâmülmülk’ün methedildiği kısmı aynen nakleden Sübkî kitabın adını yanlışlıkla el-ǾUbâb şeklinde zikreder (Ŧabaķāt, IV, 214-215). Yine Kâtib Çelebi ve muhtemelen ondan naklederek İsmâil Paşa’nın “Ǿİtâbül-ümem adıyla Cüveynî’ye nisbet ettikleri eser de Ġıyâŝü’l-ümem isminin yanlış yazılmış şeklinden ibarettir.

Eserin yazılış tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber 463 (1071) yılından sonra kaleme alındığı kesindir. Zira kitapta Malazgirt Zaferi’nden (1071) söz edilmekte (s. 344) ve bu zaferin tarih kaynaklarına geçtiği belirtilmektedir (s. 346). Ayrıca müellifin Alparslan için dua etmesi (s. 347) ve bu duanın ölülerle ilgili bir muhteva taşıması göz önüne alınarak eserin onun ölümünden (465/1072) sonra yazılmış olduğu da söylenebilir. Daha önce en-Nižâmî’yi yazdığını belirten Cüveynî (s. 7, 18) ayrıca Şâfiî mezhebine dair bir eser telif edeceğini söyler (s. 477). Muhtemelen bununla, hayatının sonlarında kaleme aldığı (İbnü’l-Cevzî, XVI, 245) Nihâyetü’l-maŧlab fî dirâyeti’l-meźheb adlı eserini kastetmektedir. Buna göre Cüveynî’nin son eseri olduğu söylenen el-ǾAķīdetü’n-Nižâmiyye (DİA, II, 258) onun kelâmla ilgili son eseri olmalıdır.

Cüveynî, el-Ġıyâŝî’de zaman zaman bazı konuların ayrıntılarını fıkıh usulüne dair eserlerinde ele aldığını belirtir (meselâ bk. s. 399, 491). Nitekim fetva verecek kişide (müctehid) aranan vasıflarla ilgili söylediği hususların el-Burhân’da sıraladığı vasıflarla paralel olduğu görülür (krş. el-Burhân, II, 1330-1333; el-Ġıyâŝî, s. 400-404). Buradan hareketle bazı çağdaş yazarlar el-Ġıyâŝî’nin el-Burhân’dan sonra yazılmış olabileceğini ileri sürerlerse de el-Burhân’da temas ettiği bir konuyu el-Ġıyâŝî’de anlattığını belirtmesi (II, 937; krş. el-Ġıyâŝî, s. 439-522) el-Ġıyâŝî’nin daha önce yazıldığını açıkça göstermektedir.

el-Ġıyâŝî üç ana bölümden (rükün) oluşmakta, bu bölümler de bablara ve yerine göre fasıllara ayrılmaktadır. Birinci bölüm, bazı müelliflerin kitabın


imâmet konusunu işlediğini söylemelerine yol açacak kadar geniş olup eserin yarısından fazlasını kapsamakta ve sekiz baba ayrılmaktadır: Devlet başkanını tayin etmenin hükmü, devlet başkanlığına seçilme usulleri, devlet başkanını seçecek kimselerde bulunması gereken özellikler, devlet başkanında aranan vasıflar, devlet başkanının hal‘i ve hal‘edilmiş sayılması, daha faziletlisi varken daha az faziletli olan kimsenin devlet başkanlığına getirilmesi, iki devlet başkanı tayin edilemeyeceği, devlet başkanları ve valilerin görevleri. Son bab diğer yedi babın toplamına yakın bir hacimdedir.

İmâmet konusunun, inanç esasları, haber türleri, şeriat ve şeriatın hükümleri gibi çeşitli hususlarla bağlantılı olduğunu belirten Cüveynî, birinci bölümde imâmet kavramı etrafında günümüzde siyaset, siyasî düşünce, siyasî düzen ve siyasî hukuk gibi adlarla anılan, yönetenle yönetilenler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi, devletin kuruluşu ve bunun dayandığı esaslar gibi konuları ele alır. Devlet başkanlığıyla ilgili meselelerin çoğunlukla âyet ve mütevâtir hadis gibi kesin delillere dayanmadığını, sadece icmâa dayalı olan yönlerinin kesin olma özelliği taşıdığını belirtir ve bu sebeple icmâın ispatı konusuna geniş yer verir. Cüveynî imâmet konusunu yazmış olduğu kelâm kitaplarında da ele almış ve Şîa’nın imâmet anlayışını eleştirmek maksadıyla yaptığı açıklamalarda kelâm ilminin üslûbunu ve özel metodunu kullanmışken, şeriatın bu alana ilişkin hükümlerinin izahı amacıyla kaleme aldığı bu eserinde delillerin verilmesinde ve onlardan istidlâlde fıkıh üslûbunu kullanmıştır.

Ana tema olarak, gerekli niteliklere sahip devlet başkanının bulunmamasının doğurduğu sonuçların ele alındığı ikinci bölüm üç babdan oluşmaktadır. Birinci babda devlet başkanında aranan vasıflardan bazılarının eksik olması halinde başkan seçiminde başvurulacak yöntem, ikinci babda iktidarın zorla ele geçirilmesi ve üçüncü babda devrin idareciden yoksun olması durumu ele alınmıştır. İkinci bab bu bölümün yaklaşık dörtte üçü hacmindedir.

Nazarî ve farazî gibi görünen bu bölüm, aslında müellifin yaşanan siyasî olayları dikkate alarak devrin güçlü veziri Nizâmülmülk’ü yönlendirdiği hedefin ilmî ve dinî alt yapısını hazırlama amacını taşır. Kitabın yazıldığı dönemde Abbâsî halifeleri iktidarlarını kaybetmiş ve sembolik bir mahiyet kazanmışlardı. Bu bakımdan devir halifesiz sayılırdı. Cüveynî’ye göre devlet başkanında bulunması gereken nesep (Kureyşîlik), müctehidlik ve takvâ vasıfları zaruret sebebiyle vazgeçilebilir şartlar iken yeterlilik ve idareyi elinde bulundurma esas şartlardır. Devlet başkanlığında nesep şartının konmasının aklî bir gerekçesi bulunmadığını, sadece Hz. Peygamber’in soyuna şeref katmak için getirildiğini ileri süren Cüveynî âlim, yeterli ve takvâ sahibi bir kimsenin dirayetsiz ve yetersiz bir Kureyşli’ye tercih edileceğini belirtir. Böylece âdeta Nizâmülmülk gibi Kureyşli olmayan birinin hilâfetinin meşruiyetini onaylar ve Nizâmülmülk’ü halifelik için harekete geçmeye teşvik eder.

Üçüncü bölüm dört babdan oluşur. Müellif ilk iki babda müctehidde aranan nitelikleri sıralar ve müctehidlerin bulunmadığı bir zamanda mezhep âlimlerinin üstleneceği fonksiyonlardan ve fıkhî bir mesele ile karşılaşan kimsenin uyması gereken kurallardan söz eder. Ortaya çıkan yeni bir olay karşısında mezhep nakilcilerinin mezhep imamından bir açıklamaya rastlamamaları ve müctehidlerin de bulunmaması halinde ne yapılacağı konusu Cüveynî’nin önemle üzerinde durduğu bir husustur. Bu durum, o dönemde ictihad yapacak güçte âlimlerin kalmamasının İslâm dünyasının ciddi problemleri arasına girdiğini ve dinî hayatın müctehidsiz nasıl yaşanacağı meselesinin irdelenmeye başlandığını göstermektedir.

Üçüncü babda müftülerin ve mezhep hükümlerini nakleden âlimlerin bulunmaması, dolayısıyla şeriatın usulü bilinmekle beraber mezheplerin bilinmemesi durumunda dinî yükümlülüklerin nasıl yerine getirileceği konusu üzerinde durulur. Müellife göre üçüncü bab bu bölümün asıl amacı iken diğer iki bab bunun mukaddimesi ve sebeplerinin ortaya konmasından ibarettir. Müellif mezheplerin ve onların sahih olan görüşlerini gösteren delillerin bilinemez hale gelmesi durumunda, “Küllî kaidelere bakarak olabildiğince şeriatla irtibatı sürdürmek, ayrıntıların müphemliği dolayısıyla mükellefiyetlerin bağını çözmekten daha doğrudur” diyerek tahâret, namaz, zekât, oruç, mülkiyet, miras, evlilik akdi, cezalar gibi temel meselelerde yapılacak uygulamaları bu bakış açısıyla ele alır ve bu konularda şer‘an muteber sayılacak bir kurala ulaşmaya çalışır. Burada temel referans noktası olarak istishâb ve maslahat ilkelerini esas alır.

Dördüncü babı, şeriatın temel esaslarının dahi bilinemeyeceği bir ortamda akıl sahibi kişilerin mükellefiyetlerinin ne olacağı faraziyesi teşkil eder. Böyle bir zamanda yaşayan insanlar Cüveynî’ye göre ıssız adada yaşayan ve kendilerine sadece tevhid ve nübüvvet ulaşan kimselerin durumunda olurlar ve başka bir şeyle sorumlu tutulmazlar.

Cüveynî’nin olgunluk dönemi eserlerinden olan el-Ġıyâŝî Hulefâ-yi Râşidîn, Emevîler ve Abbâsîler döneminde yaşanan tarihî tecrübenin ışığında yazılan, ortaya çıkmış veya ileride çıkması muhtemel meselelerin ele alındığı ilginç bir kitaptır. Nizâmülmülk’ün hacca gideceğini haber alması üzerine kitabında konuya geniş yer ayıran (s. 354-373) Cüveynî, toplumun menfaati bakımından farz-ı kifâyenin (devlet yönetimi) farz-ı ayından (hac) daha önemli olduğu tezinden hareketle, bulunduğu konum ve dönemin şartları gereği onun hacca gitmesinin haram olacağına dair fetva verir. Devlet başkanının belli durumlarda hac yapmasının sakınca doğuracağını ve dolayısıyla onun hac yapmaması gerektiğini anlatan bu kısım eserin en dikkat çeken konuları arasında yer almaktadır.

Bütün kazanç yollarına haramın bulaşmış olması halinde nasıl bir yol takip edileceğinin anlatıldığı kısım da (s. 475-522) kitabın bir diğer ilginç tarafıdır. Cüveynî bu mesele üzerinde geniş açıklamalarda bulunur ve sık sık tekrarladığı, “Bütün insanları ilgilendiren umumi ihtiyaç belli bir şahıs hakkında tahakkuk eden zaruret gibidir” ilkesinden hareketle, helâl kazanca imkân bulamayan kimselerin varlıklarını sürdürebilmeleri için ihtiyaçlarını haram yolla da olsa karşılayabilecekleri sonucuna varır, bu konuda uyulması gereken ölçü ve esasları açıklar.

Cüveynî’nin, diğer eserlerine nisbetle oldukça ağdalı bir üslûpla kaleme aldığı el-Ġıyâŝî, şikâyetçi olduğu mutaassıp ve mukallit kesimden kendisine bir zarar gelmesinden emin olup siyasî otoriteden saygı gördüğü, tecrübe ve bilgilerinin mahsulünü aldığı, görüşlerinin olgunlaştığı ve itidale erdiği bir dönemde yazılmıştır. Bu bakımdan onun temel görüş ve düşüncelerini dile getirdiği en önemli eseri kabul edilebilir.

Cüveynî eserinde “mevlânâ” diye hitap ettiği, kendisinden on bir yaş büyük


Nizâmülmülk’e bir bilge edasıyla din ve dünya işleri hakkında tavsiyelerde bulunur ve ona övgüler yağdırır. Zira kendisi, Tuğrul Bey’in veziri Mu‘tezilî-Şiî Amîdülmülk el-Kündürî’nin Eş‘arî âlimlerine karşı hasmane tavırları sebebiyle vatanını terketmişti. Alparslan’ın hükümdar olması üzerine tekrar Nîşâbur’a dönen Cüveynî, Nizâmülmülk’ün Sünnî olması sebebiyle ondan yakın ilgi görmüş ve açtığı Nizâmiye Medresesi’ne müderris tayin edilmişti. Kitapta konuları cesaretle ele alışı, onun kendine güveni yanında Nizâmülmülk’ün tam desteğini gördüğüne de bir delildir. Nitekim bunu kendisi de açıkça belirtir (s. 407).

Siyaset ilmi İslâmî literatüre erken bir devirde (II. [VIII.] yüzyılın ilk yarısında) girmiş olmakla birlikte bu dönemden itibaren yazılan kitaplar siyasetnâme, felsefe yahut tarih türü eserlerdir. Ayrıca kelâm ve edebiyat literatüründe de bu konulara temas edilmiştir. V. (XI.) yüzyılda ise Sünnî âlimleri imamet konusunu fıkhî bir yaklaşımla ele almışlar, birbirine yakın zamanlarda Mâverdî ve Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ’nın el-Aĥkâmü’s-sulŧâniyye adlı eserleri yeni bir çığır açmıştır. el-Ġıyâŝî, bakış açısındaki bazı farklılıklarla birlikte bu serinin üçüncü halkasını teşkil eder. Bazı müelliflerin konu etrafında dolaştıklarını, ancak maksada ulaşamadıklarını söyleyen Cüveynî ǾAķīdetü’n-nižâmiyye, s. 95), el-Ġıyâŝî’de Mâverdî’nin el-Aĥkâmü’s-sulŧâniyye’sini çok sert biçimde eleştirir. Ona göre kitabında körü körüne mezheplerin görüşlerini aktaran Mâverdî, nakilde hatalar yaptığı gibi tercih edilen görüşü delilleriyle vermemiş ve benimsenen usulü açıklamamıştır. Buna karşılık el-Aĥkâmü’s-sulŧâniyye’nin planı güzeldir ve başlıkları iyi seçilmiştir (s. 141-142, 205-206). Öte yandan Mâverdî’nin, karar yetkisine sahip olmayıp yalnızca devlet başkanının kararlarını uygulayan vezirin gayri müslim olabileceği şeklindeki görüşünü de sert biçimde eleştirir (s. 155-156).

İslâm siyasî düşünce ve kamu hukuku alanında eser verenlerin temel kaynaklarından biri olan el-Ġıyâŝî’den başta Cüveynî’nin öğrencisi Gazzâlî olmak üzere Seyfeddin el-Âmidî, İzzeddin İbn Abdüsselâm, Sübkî, Nevevî, Mûsâ eş-Şâtıbî, Takıyyüddin İbn Teymiyye, Süyûtî gibi âlimler etkilenmişlerdir (Cüveynî’nin Gazzâlî ve Şâtıbî’deki tesirinin örnekleri için bk. el-Ġıyâŝî, nâşirin mukaddimesi, s. 147-150). Ayrıca Endülüslü fakih Ebû Bekir İbnü’l-Arabî doğu İslâm memleketlerine yaptığı seyahatte el-Ġıyâŝî’yi inceleme fırsatı bulmuş ve bu eseri İslâm dünyasının batısına taşıyarak orada da tanınmasını sağlamıştır.

el-Ġıyâŝî Mustafa Hilmî ve Fuâd Abdülmün‘im ile (İskenderiye 1400/1979) Abdülazîm ed-Dîb (Devha 1400; Kahire 1401) tarafından yayımlanmıştır. Muhammed Hamîdullah ve Muhammed ez-Zühaylî birbirinden habersiz olarak eserin tenkitli neşrine hazırlanmışlar, ancak basıldığını haber alınca bundan vazgeçmişlerdir. Muhammed et-Tavîl de Ezher Üniversitesi Külliyetü’ş-şerîa ve’l-kānûn’da eseri doktora tezi olarak neşre hazırlamıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Cüveynî, el-Ġıyâŝî (nşr. Abdülazîm ed-Dîb), Kahire 1401, ayrıca bk. nâşirin mukaddimesi; a.mlf., el-ǾAķīdetü’n-nižâmiyye (nşr. M. Zâhid Kevserî), Kahire 1412/1992; a.mlf., el-Burhân fî uśûli’l-fıķh (nşr. Abdülazîm ed-Dîb), Devha 1399/1979; İbn Asâkir, Tebyînü kežibi’l-müfterî, s. 281; İbnü’l-Cevzî, el-Muntažam (Atâ), XVI, 245; Sübkî, Ŧabaķāt, V, 177; IV, 214-215; Keşfü’ž-žunûn, II, 1124, 1213; Brockelmann, GAL, I, 388, 389; Suppl., I, 673; Hediyyetü’l-Ǿârifîn, I, 626; Abdülazîm ed-Dîb, İmâmü’l-Ĥaremeyn, Küveyt 1401/1981, s. 61-63; M. ez-Zühaylî, el-İmâmü’l-Cüveynî, Dımaşk 1992, s. 132-159; M. et-Tavîl, “Mülâĥažât Ǿalâ taĥķīķi kitâbi Ġıyâŝi’l-ümem fi’ltiyâŝi’ž-žulem”, MMMA (Kahire), XXVIII/1 (1983), s. 323-328; M. Bernand, “Abū-1-Ma‘ālī al-Guwaynī, al-Gıyāґī: gıyāґ al-umam fī-Iltiyāґ al-zulam”, Bulletin critique des annales islamologiques, sy. 3, Caire 1986, s. 46-47; Ahmed Kâzimî Mûsevî, “Mürûrî İntiķādî ber Kitâb-ı Ġıyâŝi’l-ümem fi’ltiyâŝi’ž-žulem”, Taĥķīķāt-i İslâmî, V/l-2, Tahran” 1369/1990, s. 135-145; Yusuf Şevki Yavuz, “el-Akīdetü’n-nizâmiyye”, DİA, II, 258.

Şükrü Özen