el-BEYÂN

البيان

Kadî Ebû Bekir el-Bâkıllânî’nin (ö. 403/1013) mûcize konusunu ayrıntılı bir şekilde ele aldığı eseri.

Tam adı Kitâbü’l-Beyân Ǿani’l-fark beyne’l-muǾcizât ve’l-kerâmât ve’l-hiyel ve’l-kehâne ve’s-sihr ve’n-nârencât olup genellikle Bâkıllânî’nin eserleri arasında sayılan Fi’l-muǾcizât adlı hacimli eserden günümüze intikal etmiş bir bölüm olarak kabul edilir (bk. BÂKILLÂNÎ). Müellifin yaşlılık döneminde kaleme aldığı sanılan Usûlü’l-fıkh ve Usûlü’d-diyânât gibi bazı eserlerini bu kitabında anmış olmasından (s. 40, 61 ) hareketle bu eserinin de onun ileri yaşlarının bir ürünü olduğunu söylemek mümkündür. Kendisinin el-Beyân’ın giriş bölümünde yıllardan beri benzeri konularda teliflerde bulunduğunu belirtmesi de bu görüşü desteklemektedir. Her ne kadar L. Massignon, muhtemelen el-Beyân’da yer alan bazı ifadelere (bk. s. 56) dayanarak, Bâkıllânî’nin mûcize ve keramet konusuna dair böyle müstakil bir eser kaleme almasında Hallâc-ı Mansûr’da görülen bazı şaşırtıcı hallerin etkili olduğunu söylüyorsa da (bk. L. Massignon’dan naklen el-Beyân, nâşirin mukaddimesi, s. 13) Bâkıllânî el-Beyân’ın mukaddimesinde bu eserinin telif sebeplerini açıklarken böyle bir hususa yer vermemektedir. Müellifin burada verdiği bilgiye göre Mağribli bir Eş‘arî grup kendisini ziyaret ederek yörenin ilmine ve takvâsına saygı duyulan ünlü Eş‘arî bilgini İbn Ebû Zeyd el-Kayrevânî’nin (ö. 386/996) kerameti inkâr ettiğini nakletmişler, kendisi de onlara, Kayrevânî’nin sahip olduğu ilmî otorite ve takvâ gereği böyle bir inkârda bulunamayacağını, bunun ya keramet olarak kabul edilmemesi gereken bir olayla yahut da keramet izhar edecek durumda olmayan kişilerin iddialarının çürütülmesiyle ilgili


bir beyan olabileceğini söylemiştir. Uzun süreden beri mûcize ve keramet konularında cumhur*a muhalif görüşler ileri sürenlere çeşitli eserlerinde cevap vermekte olduğunu ve bu hususta problemi bulunanların şimdiye kadar yazdıklarıyla yetineceklerini zannettiğini kaydeden Bâkıllânî, kendisine intikal eden bu vahim iddia karşısında fikrini değiştirerek mûcizeye ve diğer olağan üstü olayları herkesin anlayabileceği bir şekilde ele alan, sağlam delillere dayalı muhtasar bir eser yazılması gerektiğine kanaat getirerek bunu gerçekleştirmek için de el-Beyân’ı kaleme aldığını belirtmektedir. Peygamberlerin vazife ve davetlerinin doğruluğunu, onların Allah tarafından görevlendirilmiş seçkin şahsiyetler olduklarını ispat eden mûcizenin gerçek mahiyetini ortaya koyacak kapsamlı bir esere duyulan ihtiyaca bu şekilde dikkat çeken Bâkıllânî, bu konunun iyi bir şekilde anlatılabilmesi için öncelikle mûcizenin, benzeri olağan üstü olaylardan farklı olan yönlerinin açıklanmasını gerekli görmektedir. Selef ulemâsının nübüvveti ispat konusunda mûcizeye atfettikleri önem ve değeri, bu konuda öncelikle bilinmesi gereken noktalarla reddedilmesi icap eden görüşleri tam anlamıyla ortaya koymadan meselenin anlaşılamayacağını belirten müellif, İslâm düşünce tarihi boyunca bu konuda farklı görüş sergileyen fırkaların iddialarının ancak bu yolla çürütülebileceğini savunmaktadır. Bu mukaddimeden sonra dört bab ve bunların fasıllarından oluşan el-Beyân’ın incelenmesinden, neşre esas olan yazmanın eksik olduğu anlaşılmaktadır. Zira kitaba konulan ana başlık, bu eserde mûcize yanında keramet, hiyel, kehanet, sihir ve nârecât (nîrencât, nîrenciyyât: tılsım, büyülü tuzak) konularının da işleneceğini göstermektedir. Ancak eserin yayımlanmış olan nüshasında keramete doğrudan temas edilmemekte, bu terim eserin bazı sayfalarında (meselâ bk. s. 3, 4, 5, 7, 48) dolaylı olarak geçmektedir. Neşredilen metnin son sayfasında da (s. 108), “Bundan sonra şeytanların varlığına dair deliller ve kehanetin mahiyeti ile kâhinlere ait haberler kısmı başlayacaktır” ifadesi yer aldığı halde sözü edilen konu işlenmeden metnin sona ermesi, eserin kehanet ve keramet bölümlerinin eksik olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu durumda Kadî İyâz ve bazı çağdaş araştırmacıların Bâkıllânî’nin eserleri arasında saydıkları el-Kerâmât adlı kitabın (bk. Kadî İyâz, II, 601; Yûsuf Ibish, IV/3, s. 228) el-Beyân’ın eksik olan bu bölümlerinden biri olduğu düşünülebilir. el-Beyân’ın birinci babında (s. 8-36) genel olarak mûcizenin tarifi, mahiyeti, özellik ve nitelikleri ele alınmaktadır. İkinci babda (s. 37-49) peygamberlerin mûcize göstermelerini gerekli kılan hususların ve genel olarak mûcizenin özellikleri konu edilmiştir. Müellife göre Allah’ın elçisi olduğunu söyleyen bir kişinin bu beyanının doğruluğunu ispat etmesi, beşeriyetin de sahte peygamberle hak peygamberi ayırt edebilmesi ancak nübüvvet iddiasında bulunan kişiden mûcize zuhur etmesine bağlıdır. Üçüncü bab (s. 50-92) mûcizenin imkânını ispatlamaya ve bu olayın diğer olağan üstü olaylarla mukayesesine ayrılmış bir bölüm izlenimi vermektedir. Bu bölümde müellif, hârikulâde* kavramının anlaşılmasını sağlamak amacıyla tabiatta devamlı surette gözlenen ve sürekli tekrarlanışından ötürü genelleştirilen “âdet” (tabiat kanunu) kavramını ele almakta, bunun zorunluluk ifade etmediğini, Allah tarafından her an değiştirilebileceğini anlatmaktadır (bk. HARK). Yine bu bölümde sihir, kehanet, şa‘beze gibi olayların mahiyeti üzerinde de duran Bâkıllânî bu tür olayları başlıca iki kısma ayırmıştır. Birinci gruba, çeşitli aletler kullanmak suretiyle bir hadiseyi olduğunun dışında gösterme işlemleri dahil olup bunlar bir çeşit göz bağcılık, tahyîl ve aldatmacadan ibarettir. Bâkıllânî, naslarda söz konusu edilen sihri de ikinci grupta mütalaa eder; Kur’ân-ı Kerîm’de Hârût ve Mârût adlı iki meleğin anıldığı âyeti (el-Bakara 2/102) delil getirerek bu tür sihrin bir gerçeğinin bulunduğunu savunur. Sihrin tamamının bir hayal ve aldatmacadan ibaret olduğunu, bir gerçekliğinin bulunmadığını iddia edenlerin bu tür bir ayırıma dikkat etmediklerine ve böylece de naslarda belirtilen hususlara ters düştüklerine dikkat çeken Bâkıllânî, Resûlullah’a karşı yapıldığı rivayet edilen çeşitli sihir hadiselerini de naklederek bu görüşünü güçlendirmeye çalışır. Eserin son bölümünde (s. 93-108) mûcizenin sihir ve benzeri olaylarla farklı tarafları açıklanmakta, bu tür olayları sırf mûcizeyle karıştırılabileceği kaygısıyla inkâr edenlerin görüşleri eleştirilmekte ve mûcizenin peygamber olmayan bir şahıs tarafından gerçekleştirilmesinin imkânsızlığı ortaya konmaktadır. el-Beyân, başlangıç dönemi kelâmcıları tarafından mûcize konusunda telif edilip günümüze kadar ulaşabilen ilk eser olması, mûcizeye farklı bir tanım ve yorum getirmiş bulunması, benzeri diğer olaylarla mukayesesini yapıp farklarını ortaya koymuş olması bakımından önemli bir kelâm kaynağıdır. el-Beyân’ın günümüze kadar ulaşabilen tek yazma nüshası, Tübingen Üniversitesi Kütüphanesi’nde (nr. M a IV 93) bulunan muhtemelen hicrî VI. yüzyıla ait nüshadır (Weisweiller, II, 53-54; Fuat Sezgin bu yazmanın 695 tarihli olduğunu kaydetmektedir. Bk. GAS, I, 609). Eser, söz konusu yazma nüsha esas alınarak Richard McCarthy tarafından neşredilmiştir (Beyrut 1958, 36+181+27 sayfa). Nâşir eserin baş tarafında yazma nüshanın tanıtımını yaptıktan sonra eserin Bâkıllânî’ye nisbeti ve telif tarihi hakkındaki kanaatleriyle neşir sırasında uyguladığı metodu anlatmış, daha sonra da kitabın tahlilî bir özetini yapmıştır (bu özet “Analytical Summary” başlığı altında kitabın İngilizce giriş kısmında da bulunmaktadır). Ayrıca metnin sonuna eklediği notlar kısmında şahıs, kitap ve mezhep adlarıyla bazı terimler ve Kur’an âyetleri hakkında açıklayıcı ve tamamlayıcı bilgiler vermiş, bu konularla ilgili olarak İslâmî kaynaklardan da bol miktarda alıntılarda bulunmuştur (s. 109-136). Neşrin sonuna konulan çeşitli fihrist, kelime ve kavram indeksleri de eserden kolay bir şekilde faydalanmayı sağlamaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Bâkıllânî, Kitâbü’l-Beyân (nşr. Richard J. McCarthy), Beyrut 1958, nâşirin mukaddimesi, s. 11-36; Kâdî İyâz, Tertîbü’l-medârik, II, 601; Brockelmann, GAL Suppl., I, 349; Sezgin, GAS, I, 609; Max Weisweiller, Universitätsbibliothek Tübingen: Verzeichnis der arabischen Handscriften, Leipzig 1930, II, 53-54; Selâhaddin el-Müneccid, “Kitâbü’l-Beyân Ǿani’l-fark beyne’l-kerâmât ve’l-muǾcizât”, MMMA (Kahire), IV/2 (1958), s. 351-353; Manuel Alonso Alonso, “Libros Y Revistas”, Andalus, XXIV/1, Madrid 1959, s. 243-245; R. J. McCarthy, “al-Bāqillāni’s notion of Apologetic Miracle”, Studia Biblica et-Orientalia, III (Analecta Biblica, 12), 1959, s. 247-256; a.mlf., “Bākıllānī”, EI² (İng.), I, 958; R. Paret, “Miracle an Magic”, Isl., XXXV (1960), s. 151-153; Yusuf Ibish, “Life and Works of al-Bāqıllānī”, IS, IV/3 (1965), s. 228, 229, 235; Şerafeddin Gölcük, “Bâkıllânî”, DİA, IV, 531-535.

İlyas Çelebi