EHL-i SALÂT

أهل الصلاة

Kâbe’ye doğru yönelerek namaz kılmanın farz olduğuna inanan değişik mezheplere bağlı bütün müslümanları ifade etmek için kullanılan bir tabir.

Ehl-i salât (ehlü’s-salâ) tamlaması sözlükte “namaz kılanlar” anlamına gelir. İslâm literatüründe, inanç esaslarını değişik şekillerde yorumlayan farklı mezheplere bağlı bütün müslümanları ifade etmek üzere kullanılan tabirlerden biridir. Kur’an ve hadis metinlerinin farklı şekillerde yorumlanmasının bir sonucu olarak ortaya çıkan değişik mezheplerin her biri diğerini az çok hatalı görmüştür. Bundan dolayı inanç sahipleri, imanla küfür arasında bir sınır çizmek ve müslüman adını taşıyabilmek için aralarındaki asgari müştereklerin nelerden ibaret olduğunu belirleme faaliyetlerine erken devirlerden itibaren başlamışlardır. Değişik mezheplere bağlı mutedil âlimler, konuyla ilgili hadislerden hareketle, muhtelif mezhep mensuplarının müslüman sayılabilmesi için Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna inanmanın yanında “zarûrât-ı dîniyye” adı verilen temel İslâmî hükümleri kabul etmeyi de gerekli görmüşlerdir. Kâbe’ye doğru yönelerek kılınan namaz, çeşitli hadislerde de vurgulandığı gibi (bk. Wensinck, el-MuǾcem, “slt” md.) en faziletli ibadet kabul edilmiş ve bu temel hükmü benimsediğini sözleriyle, bazılarına göre ise fiilleriyle ortaya koyan kimseler İslâm çerçevesi içinde kabul edilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber muhtelif hadislerinde, kelime-i şehâdeti tekrar edip İslâm dinine ait namaz ibadetini yerine getiren ve İslâmî usullere göre kesilmiş hayvanların etini yiyen kimseleri müslüman telakki etmiş, canlarının ve mallarının emniyet altında bulunduğunu bildirmiştir (Buhârî, “Salât”, 28). Bir taraftan namaz kılmanın gerekli olduğuna inananları cennetle müjdelerken diğer taraftan namazın kişiyi şirkten ve inkârdan koruduğunu, hatta namazı terkedenlerin inkâra sürüklenebileceğini haber vermiş (Müsned, I, 60; III, 370; Müslim, “Îmân”, 134), böylece namazı müslümanı kâfirden ayıran bir alâmet saymıştır. Kelâm âlimleri de muhtemelen Hz. Peygamber’in hadislerini dikkate alarak namaz kılmayı müslüman olmanın ayırıcı vasfı ve müslümanların asgari müştereği olarak görmüşler, bunu da ehl-i salât tabiriyle ifade etmişlerdir. Zira bir insanın İslâmiyet’le olan ilişkisini namaz kılma dışındaki davranışlarıyla belirlemek ve müslümanlığına hükmetmek oldukça güçtür.

Tesbit edilebildiğine göre ehl-i salât terimine eserlerinde ilk defa Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî yer vermiş ve İslâm çerçevesi içinde kabul ettiği bütün itikadî mezheplerin görüşlerini ihtiva eden eserine Makalâtü’l-İslâmiyyîn ve’htilâfü’l-musallîn adını vererek “musallîn” (namaz kılanlar) kelimesini “İslâmiyyîn” (müslümanlar) kelimesinin eş anlamlısı gibi kullanmıştır. Eserin içinde de, “Ehl-i salâtın çoğunluğuna göre Allah şeydir” (s. 518); “Ehl-i salâtın ekserisine göre Allah’ın arazlardan yoksun bulunan bir cevher yaratması imkânsızdır” (a.g.e., s. 578) cümlelerinde olduğu gibi müslüman çoğunluğun değişik konulardaki görüşlerini aktarırken onlardan ehl-i salât diye bahsetmiştir. Daha sonra Eş‘arî kelâmcılarından Ebû Abdullah el-Halîmî de ibadetler içinde namazdan başka “iman” diye adlandırılan ve küfrü ortadan kaldıran bir ibadet bulunmadığına işaret etmiş ve onu imanın en belirgin alâmeti olarak görmüştür (el-Minhâc, II, 288).

Ehl-i salât terimi, küfre girmediği kabul edilen müslüman zümreler için yer yer bazı âlimler tarafından kullanılmakla birlikte (İbn Teymiyye, VIII, 521) bunun yerine daha çok ehl-i kıble* tabiri tercih edilmiştir (meselâ bk. Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, II, 460; Teftâzânî, II, 199; Beyâzîzâde, s. 51). Her ne kadar Seyyid Şerîf el-Cürcânî et-TaǾrîfât’ta (“ehlü’l-ehvâǿ” md.) “ehl-i ehvâ”yı açıklarken bu tabirin Cebriyye, Kaderiyye, Râfıza ve Havâric gibi “inançları Ehl-i sünnet inancına uymayan ehl-i kıble” anlamına geldiğini belirtmişse de bunun, müslüman kabul edilmesi gereken bütün fırkaları ifade eden bir terim olduğunu düşünmek daha uygun görünmektedir. Nitekim Ehl-i sünnet’çe ehl-i ehvâ veya ehl-i bid‘at sayılan Mu‘tezile âlimleri de kendi mezhepleri dışında kalan müslümanlardan ehl-i kıble diye söz etmişlerdir (Kadî Abdülcebbâr, s. 182). Şiî âlimleri de İslâm’ın temeli ve kalpteki imanın fertteki tezahürü olarak kabul ettikleri namazı mümini kâfirden ayıran bir alâmet saymışlardır (Muhammedî er-Riyşehrî, V, 366, 402). Bu sebeple ehl-i salâtın, zarûrât-ı dîniyyeyi tasdik etme yanında namaz kılmanın farz olduğuna inanan ve bunu yerine getiren


bütün müslümanları kapsamına aldığını, ayrıca namaz kılanların tekfir edilemeyeceğinin mutedil âlimlerin hemen hemen tamamı tarafından benimsendiğini söylemek mümkündür.

BİBLİYOGRAFYA:

Cürcânî, et-TaǾrîfât, “ehlü’l-ehvâǿ” md.; a.mlf., Şerhu’l-Mevâkıf, II, 460; Wensinck, el-MuǾcem, “slt” md.; Mustafavî, et-Tahkīk, “Salât” md.; Miftâhu künûzi’s-sünne, “salât” md.; Müsned, I, 60; III, 370; Buhârî, “Salât”, 28; Müslim, “Îmân”, 134; Eş‘arî, Makālât (Ritter), s. 138, 278, 518, 571, 578; Halîmî, el-Minhâc, II, 288; Kādî Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-hamse, Kahire 1408/1988, s. 182; Bağdâdî, el-Fark (Kevserî), s. 13, 208; a.mlf., Usûlü’d-dîn, s. 190, 266; Şerhu’l-ǾAkīdeti’t-Tahâviyye, s. 361; İbn Teymiyye, Minhâcü’s-sünne (nşr. M. Reşâd Sâlim), Riyad 1406/1986, VIII, 521; Teftâzânî, Şerhu’l-Makāsıd, II, 199; İbn Hacer, Fethu’l-bârî (Sa‘d), I, 140; III, 53; Aynî, ǾUmdetü’l-kārî, Kahire 1392/1972, III, 374-379; Şa‘rânî, el-Yevâkıt ve’l-cevâhir, Kahire 1378/1959, II, 126; Beyâzîzâde, İşârâtü’l-merâm, s. 51; Meclisî, Bihârü’l-envâr, Beyrut 1403/1983, LXXIX, 227; Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-menâr, I, 128; Muhammedî er-Riyşehrî, Mîzânü’l-hikme, Kum 1404/1362 hş., V, 366, 402.

Muhittin Bağçeci