EHL-i HAK

أهل الحق

Gerçeğe uygun inanç, hüküm ve düşünceleri benimseyenler anlamında kullanılan bir tabir.

Kur’ân-ı Kerîm’de müminlerin hakka tâbi oldukları ifade edilmekle beraber (Muhammed 47/2, 3) ehl-i hak (ehlü’l-hak) tabiri geçmez. Allah’ın İslâm ümmetini, bâtıl ehlinin hak ehline galip gelmesi gibi acı bir tecelliden koruduğunu belirten hadis (Ebû Dâvûd, “Fiten”, 1) dışında hadis kaynaklarında da ehl-i hak terkibinin mevcudiyeti tesbit edilememiştir. Burada yer alan ehl-i hak tabirinden genel anlamda müslümanların kastedildiği anlaşılmaktadır.

Kaynaklardan anlaşıldığına göre bu tabirin en eski kullanılışı Fazl b. Şâzân en-Nîsâbûrî’ye aittir (ö. 260/874). Nîsâbûrî bu kavramla Şîa’yı kastetmiştir (el-Îzâh, s. 205). Şîa’nın dört hadis kitabından ilki olan el-Kâfî’nin müellifi Küleynî, terkip olarak ehl-i hakkı zikretmemekle birlikte Şîa’nın hak ehli olduğunu belirten bazı ifadelere yer vermektedir (el-Usûl mine’l-Kâfî, I, 321, 334, 354). Daha sonraki Şiî âlimleri de aynı fikri benimseyerek Şîa’nın mezhepler arasında hakka en yakın, mensuplarının da hak ehli olduğunu ileri sürmüşlerdir (meselâ bk. İbnü’l-Mutahhar el-Hillî, s. 81).

Ehl-i hak tabirinin ilk kullanılışlarından biri, III. (IX.) yüzyıl sonlarında vefat eden Mu‘tezile âlimlerinden Nâşi el-Ekber’e aittir. Nâşi de ehl-i hak terkibiyle Mu‘tezile’yi kastetmiştir (Watt, s. 337). Bu telakki daha sonra gelen Mu‘tezile âlimlerinde de görülmektedir (Kadî Abdülcebbâr, XIII, 213, 214). Sünnî âlimleri arasında ehl-i hak tabirini ilk defa Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî (ö. 324/936) kullanmıştır. el-İbâne adlı eserinin ikinci bölümüne “Ehl-i hak ve sünnet’in Düşüncelerinin Açıklanması” başlığını koyan Eş‘arî’nin Mu‘tezile, Kaderiyye, Cehmiyye, Râfizîler ve Mürcie’nin düşüncelerini reddettikten sonra kendi yolunun Allah’ın kitabına, Peygamber’in sünnetine, sahâbe, tâbiîn ve hadis imamlarından rivayet edilenlere uymaktan ibaret olduğunu belirtmesi ve bağlandığı prensipleri zikretmesi dikkate alındığında bu tabirle “Ehl-i sünnet-i hâssa” denilen selef âlimlerini kastettiği anlaşılır. Bir başka eserinde (Makalât, s. 472), âhiret hallerinden olan amellerin tartılması (mîzan*) akîdesini açıkladıktan sonra bunun ehl-i hakkın görüşü olduğunu zikreder. Eş‘arî’nin bu telakkisi Hanbelî âlimlerinden Berbehârî ve İbn Batta tarafından tekrar edilir (Watt, s. 336-337). Zamanla Ehl-i sünnet’in Eş‘ariyye ve Mâtürîdiyye kollarını da içine alan bu terim, özellikle Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı kelâm kitaplarında hasımlarının iddialarını çürütmek amacıyla delil irat ederken sık sık kullanılmıştır (Cüveynî, s. 72, 79; Gazzâlî, s. 69; Nesefî, I, 77, 82, 261, 357, 379). Eş‘arî’nin takipçileri olan ehl-i hakkın Allah’ın dinini hâkim kılma hususunda onun yoluna yöneldiklerini, gayretleriyle dini müdafaa ettiklerini belirten İbn Asâkir aynı mânayı ifade eden ashâb-ı hak tabirini de kullanmıştır (Tebyînü kezibi’l-müfterî, s. 27, 123). Daha sonra gelen Sünnî âlimleri ise genellikle ehl-i hakkı, “Allah katında gerçek olan şeylere, kesinlik ifade eden delillerle bağlananlar” (yani Ehl-i sünnet ve’l-cemâat) şeklinde tarif etmişlerdir (meselâ bk. et-TaǾrîfât, “ehlü’l-hak” md.). Ehl-i sünnet literatüründe ehl-i hak terimi genel olarak bu mezhebe bağlı bulunan bütün grupları kapsamakla beraber ayrıntılara geçilip görüşlere yer verilirken fırkaların adları ayrıca belirtilir.

Ehl-i hak İslâmî literatürde genellikle “ehl-i bâtıl”ın zıddı kabul edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de kâfirlerin bâtıla, müminlerin hakka tâbi oldukları ifade edilirken (Muhammed 47/3) bâtıl ile hak birbirinin zıddı olarak ortaya konmuştur. Bununla birlikte ehl-i bâtıl terkibi literatürde fazla kullanılmamış, onun yerine bundan kastedilen grubun özel adının kaydedilmesi tercih edilmiştir (ayrıca bk. BÂTIL; EHL-i SÜNNET).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “hak” md.; Lisânü’l-ǾArab, “hkk”, md.; et-TaǾrîfât, “ehlü’l-hak” md.; Tehânevî, Keşşâf, “hak” md.; Ebû Dâvûd, “Fiten”, 1; Fazl b. Şâzân en-Nîsâbûrî, el-Îzâh (nşr. Celâleddin el-Hüseynî el-Urmevî), Tahran 1391, s. 205; Eş‘arî, Makālât (Ritter), s. 472; Küleynî, el-Usûl mine’l-Kâfî, I, 321, 334, 354; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî, XIII, 213, 214; XX/1, s. 52; Cüveynî, el-İrşâd (Muhammed), s. 72, 79; Gazzâlî, el-İktisâd, s. 69; Nesefî, Tebsıratü’l-edille (Salamé), I, 77, 82, 261, 357, 379; İbn Asâkir, Tebyînü kezibi’l-müfterî, s. 27, 123, 430; İbnü’l-Mutahhar el-Hillî, el-Bâbü’l-hâdî Ǿaşer, Tahran 1986, s. 81; Nûreddin es-Sâbûnî, Mâtürîdiyye Akaidi (trc. Bekir Topaloğlu), Ankara 1979, s. 192; Âmidî, el-Mübîn, s. 122; İbnü’l-Hümâm, el-Müsâyere, Kahire 1317 → İstanbul 1979, s. 187; W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. Ethem Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s. 336-337.

Salih Sabri Yavuz