EBÛ YÛSUF el-MANSÛR

أبو يوسف المنصور

Ebû Yûsuf el-Mansûr-Billâh Ya‘kūb b. Yûsuf b. Abdilmü’min el-Muvahhidî (ö. 595/1199)

Muvahhidler Devleti hükümdarı (1184-1199).

4 Rebîülevvel 554’te (26 Mart 1159) Merakeş’te veya Kasrülkebîr’de doğdu. Babası Yûsuf b. Abdülmü’min onun eğitim ve öğretimiyle yakından ilgilendi. Babasının 18 Rebîülâhir 580 (29 Temmuz 1184) tarihinde Endülüs’te İspanyollar’la yaptığı savaşta şehid düşmesi üzerine 1 Cemâziyelevvel (10 Ağustos) günü “emîrü’l-mü’minîn” unvanıyla tahta geçti. Başlangıçta kendi ailesinden bazılarının muhalefetiyle karşılaştıysa da muhaliflerini susturmayı başardı.

Ebû Yûsuf tahta geçtiği sırada, Murâbıtlar’a tâbi olarak önce Belensiye (Valencia) ve Kurtuba’da, daha sonra el-Cüzürü’ş-Şarkıyye’de (bugünkü Balear takımadaları)


hüküm süren Benî Ganiye, Muvahhidler tahtındaki ihtilâfları fırsat bilerek Tunus ve Cezayir’e donanma gönderdi ve Cezayir’i ele geçirdi. Ebû Yûsuf Benî Ganiye üzerine karadan ve denizden asker gönderdi. Ancak Benî Ganiye bölgedeki Oğuzlar’la (Guzlar) ittifak yaptığından yapılan ilk savaşta Muvahhidler başarılı olamadılar. Fakat 1186 yılındaki ikinci hücumda Benî Gāniye’yi mağlûp ederek Kuzey Afrika’daki varlıklarına son verdiler.

Benî Gāniye ile olan mücadelesi sırasında, Libya ve Tunus’ta oturan Benî Hilâl, Benî Cüşem ve Benî Süleym kabilelerine mensup Araplar’ın da Muvahhidler’in siyasî bütünlüğü açısından ciddi bir tehdit oluşturdukları Ebû Yûsuf’un gözünden kaçmamıştı. Ebû Yûsuf bu tehlikeyi bertaraf etmek için adı geçen kabilelerin 584’te (1188) Atlas Okyanusu sahillerine yakın bölgelere yerleştirilmelerini sağladı. Böylece Libya’dan Fas’a kadar bütün Kuzey Afrika’nın siyasî bütünlüğünü yeniden sağlamış oldu.

1175-1187 yıllarında gerçekleştirilen seferler sırasında Şerefeddin Karakuş, İbrâhim Silâhdar ve Zeyneddin Boz-aba gibi Eyyûbî emîrleri Tunus ve Cezayir’in önemli bir bölümünü Muvahhidler’in elinden aldılar. Seferlerin bir kısmı Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin isteği dışında yapılmıştı. Bununla beraber bu seferler Muvahhidler’le Eyyûbîler’in arasını açmış olmalıdır. Nitekim Selâhaddîn-i Eyyûbî 586 (1190) yılında Şemsüddevle Ebü’l-Hâris Abdurrahman b. Muhammed’i Ebû Yûsuf’a göndererek Haçlılar’a karşı donanma yardımı istediğinde Muvahhidler yardımda bulunmadılar.

585 (1189) yılında Haçlı kuvvetleri Endülüs’e saldırdılar ve Şilb (Silves) şehrini istilâ ettiler. Ebû Yûsuf bu saldırılara karşı koymak için hemen Endülüs’e geçerek Santaver’e (Şentemeriye) hücum etti. Önemli bir başarı sağlayamamakla beraber hıristiyanları barış yapmaya zorladı ve beş yıl süreli bir antlaşma imzalandı. Ancak hıristiyanlar çok geçmeden antlaşma şartlarını ihlâle başladılar. Kastilya (Castilla) Kralı VIII. Alfonso, Ebû Yûsuf’un hastalanmasını fırsat bilerek Vâdilkebîr’e (Guadalquivir) kadar ilerledi. Bunun üzerine Ebû Yûsuf Berberîler, Araplar ve Türkler’den oluşan büyük bir ordunun başında tekrar Endülüs’e hareket etti. Kurtuba ile Rabah Kalesi arasında Erek (Alarcos) mevkiinde 595 (1199) yılında cereyan eden savaşta Endülüs müslümanlarının da desteklediği Muvahhid ordusu büyük bir zafer kazandı. Bunun üzerine VIII. Alfonso barış istemek zorunda kaldı ve taraflar arasında beş yıl süreli yeni bir antlaşma imzalandı. Erek zaferi, müslümanların Endülüs’te kazandığı büyük zaferlerin sonuncusu olup önemi bakımından Murâbıtlar’ın Endülüs’te hıristiyanlara karşı kazandıkları Zellâka (Sagrojas) zaferine benzemektedir. Bu zaferden sonra “Mansûr-Billâh” lakabını alan Ebû Yûsuf’un Endülüs ve Mağrib müslümanları nazarında itibarı artmış, hakkında menkıbeler anlatılan efsanevî bir şahsiyet haline gelmiştir.

Savaşın ardından Mağrib’e dönen Ebû Yûsuf kısa bir süre sonra hastalandı. İdarî işleri oğlu Nâsır - Lidînillâh Muhammed’in sorumluluğuna bırakarak kendisi daha çok hayır işleriyle uğraşmaya başladı. Ömrünün sonlarında, daha önce akrabalarından bazılarını haksız yere öldürttüğü için büyük bir vicdan azabı içine düştüğü rivayet edilmektedir. Hatta bundan kurtulmak için Mağrib’i terkederek Mısır’a yerleşmek istediyse de 22 Rebîülevvel 595 (22 Ocak 1199) tarihinde âniden vefat etti.

Ebû Yûsuf cesur, atılgan, adaletten ayrılmayan, müttaki ve güzel konuşan bir hükümdardı. Onun dönemi, kazandığı zaferlerle siyasî alanda olduğu kadar yaptırdığı mimari eserlerle bayındırlık alanında da Muvahhidler Devleti’nin en parlak dönemi olmuştur. Muvahhidler tarafından gönüllü mücahidler için yaptırılan ordugâh (ribâtü’l-feth) Ebû Yûsuf zamanında büyük bir gelişme gösterdiği gibi sarayın bulunduğu Sâliha semti de onun tarafından kurulmuş, ayrıca Merakeş’te bir hastahane inşa ettirmiştir. Dinî mimari alanında ise Rabat (Ribat) Camii ve Medresesi’ni, Merakeş’teki Ulucami ile Kütübiyyûn Camii’ni, Rabat’taki Hasan Camii’ni, İşbîliye’deki Ulucami’yi ve bugün Melviye (Giralda) adıyla anılan meşhur minareyi yaptırmıştır.

Kendisini halife (emîrü’l-mü’minîn) kabul eden Ebû Yûsuf âlim ve şairlere değer veren bir hükümdardı. Bununla beraber fukahanın tesirinde kalarak zaman zaman İbn Rüşd gibi filozofların eserlerini ve çeşitli mezheplerle ilgili kitapları yaktırmıştır. Ancak daha sonra bu davranışlarından pişmanlık duymuş ve İbn Rüşd’ü sarayına getirtmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Sâhibüssalât, Târîhu’l-menn bi’l-imâme Ǿale’l-müstazǾafîn (nşr. Abdülhâdî et-Tâzî), Beyrut 1964, s. 515; İbnü’l-Kerdebûs, Târîhu’l-Endelüs (nşr. Ahmed Muhtâr el-Abbâdî), Madrid 1971, s. 125; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, XI, 507-508; Abdülvâhid el-Merrâküşî, el-MuǾcib fî telhîsi ahbâri düveli’l-magrib (nşr. M. Saîd el-Uryân – Muhammed el-Arabî), Dârülbeyzâ 1978, s. 378 vd.; İbn Hallikân, Vefeyât, VI, 4 vd.; İbn İzârî, el-Beyânü’l-muġrib (Kettânî), s. 155-158; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb (nşr. Mustafa Ebû Dayf Ahmed), Dârülbeyzâ, ts., s. 442 vd.; İbn Haldûn, el-Ǿİber, VI, 241 vd.; Himyerî, Sıfatü Cezîreti’l-Endelüs (nşr. E. Levi-Provençal), Kahire, ts., s. 12-13, 20; İbnü’l-Kadî, Cezvetü’l-iktibâs, Rabat 1973-74, II, 555-556; Makkarî, Nefhu’t-tîb, I, 154; II, 309-313; İbnü’l-İmâd, Şezerât, IV, 268, 295, 321-322; Selâvî, Kitâbü’l-İstiksâ, Kahire 1984, I, 164 vd.; Ziriklî, el-AǾlâm, X, 267-268; Muhammed Abdülkādir İnân, ǾAsrü’l-Murâbıtîn ve’l-Muvahhidîn fi’l-Endelüs, Kahire 1964, II, 140-248; Abdülhâdî Ahmed el-Hüseysin, Mezâhirü’n-nehdati’l-hadîsiyye fî Ǿahdi YaǾkūbe’l-Mansûri’l-Muvahhidî, Tatvan 1402/1982, I, 49 vd.; Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul 1983, s. 57-58; J. Simonet, Historia de Los Mozarabes de Espanêa, Madrid 1983, IV, 762 vd.; İbrâhim Harekât, el-Magrib Ǿabre’t-târîh, Dârülbeyzâ 1984, I, 273-280; İsâm Sâlim, Cüzürü’l-Endelüsi’l-Mensiyye, Beyrut 1984, s. 318 vd.; C. Sanchez-Albornoz, Espana Musulmana, Madrid 1986, II, 323-333; Ahmed Muhtâr el-Abbâdî, Dirâsât fî târîhi’l-Magrib ve’l-Endelüs, İskenderiye, ts., s. 345 vd.; Sa‘d Zağlûl, “el-ǾAlâka beyne Selâhiddîn ve Ebî Yûsuf YaǾkūb el-Mansûr b. Yûsuf b. ǾAbdilmüǿmin el-Muvahhidî”, Mecelletü Külliyyeti’l-âdâb, VI-VII, İskenderiye 1952-53, s. 84-100; A. Huici Miranda, “Abū Yūsuf YaǾkub”, EI² (İng.), I, 165-166.

Mehmet Özdemir