EBÜ’l-KĀSIM el-IRÂKĪ

أبو القاسم العراقي

Ebü’l-Kāsım Muhammed b. Ahmed el-Irâkī es-Simâvî

İslâm dünyasının Câbir b. Hayyân ve Ebû Bekir er-Râzî’den sonra yetiştirdiği en büyük kimyacılardan.

Klasik kaynaklarda hayatı hakkında bilgi yoktur. Bazı eserlerinde adı Ahmed b. Muhammed şeklinde geçer; nisbesinden Iraklı olduğu anlaşılmaktadır. Yeni kaynaklarda XII. veya XIII. yüzyılda yaşadığı söylenmekte, ölüm tarihi Kehhâle tarafından 580 (1184-85) yılı civarı olarak gösterilmektedir. Ebü’l-Kāsım aynı zamanda Hüsrev Şah es-Simâvî ad ve nisbesiyle de tanınmakta, ancak bu adın ǾUyûnü’l-hakāǿik, başlığını taşıyan eserinin çeşitli yazma nüshalarında Hüsrev Şah (Süleymaniye Ktp., Karaçelebizâde, nr. 252, vr. 7b), Harûr Şah (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 1549, vr. 3ª), Hazûr Şah (Süleymaniye Ktp., Hacı Mehmed Efendi, nr. 3082, vr. 3ª), Hazzûr Şah (Süleymaniye Ktp., Hafid Efendi, nr. 201, vr. 2b) ve Hayrûz Şah (İÜ Ktp., AY, nr. 6271) gibi farklı şekillerde yazıldığı görülmektedir. Bunlardan Karaçelebizâde’deki 923 tarihli nüshanın, müellif hattının veya ondan aktarılan nüshanın özelliklerini taşıdığı kabul edilmektedir. Buna göre istinsah hatalarından kaynaklandığı anlaşılan bu farklılıklar bir yana bırakılırsa söz konusu adın Hüsrev Şah olduğu söylenebilir. İkinci nisbesi ise yine eserlerinin yazma nüshalarında Sîmâvî, Simâvî ve Simânevî olmak üzere üç ayrı şekilde geçmektedir. Bu durum, söz konusu nisbenin onun doğum yerinden çok mesleğiyle ilgili olduğunu ve belki de aslında “Simyâî” iken istinsah hatası sonucu “Simâvî” veya diğer şekillere dönüştürüldüğünü düşündürmektedir. ǾUyûnü’l-hakāǿiķ’ın British Museum’daki nüshasının (nr. 1337/2) baş tarafında Sultan I. Baybars’ın (1260-1277) oğlu Berke Han’ın ve veziri Bahâeddin’in adları geçmektedir. E. J. Holmyard buradan hareketle onun XIII. yüzyılda yaşadığını söylemektedir. Öyle anlaşılıyor ki Ebü’l-Kāsım uzun seyahatlerden sonra ömrünün önemli bir kısmını Mısır’da geçirmiş ve eserlerinin çoğunu orada kaleme almıştır.

Hayatının on yedi yılını kimya öğrenimine veren Ebü’l-Kāsım, bu alandaki çalışmalarında yeni bir yöntem geliştirmiş değildir. Aslında eskiden beri anlatılagelen simyaya ilişkin hurafeleri reddetmekle birlikte değersiz madenleri ateşte eriterek altın ve gümüşe dönüştürmenin mümkün olacağına inanıyordu. Yaptığı bir deneyde kurşun eriyiğinden bir miktar gümüş elde edince bu kanaate sahip olmuş, fakat bir filizin içinde başka madenlerin de bulunacağını hesaba katmamıştı. Ona göre altın, gümüş, bakır, demir, kurşun ve kalay aynı türden madenlerdi ve aralarındaki fark sadece sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve yaşlığa dayanan niteliklerden kaynaklanıyordu. O halde kimyasal işlem sonucu bu nitelikleri değiştirerek bir madeni diğerine dönüştürmek mümkündü (el-Ǿİlmü’l-mükteseb, s. 7-8). Bu madenler arasında altının her zaman değerli bir madde olarak kabul edilmesinin sebebi, diğerlerine göre nitelik açısından daha mutedil olmasıydı ve öteki madenleri altına çevirmek için uygulanacak yöntem, onları ateşte eritip gerektiği kadar iksir ilâve etmek suretiyle normal kıvama gelmelerini sağlamaktan ibaretti (a.e., s. 9). İksirin eritilen madene olan etkisini ise ilâcın hastaya yaptığı etki ile mukayese eder ve bunun olumlu sonuçlarının istisnaî durumlar bir yana kesin olduğunu söyler (a.e., s. 18-19).

Ebü’l-Kāsım çalışmalarında Câbir b. Hayyân ve Ebû Bekir er-Râzî gibi ünlülerin eserlerinden faydalanmış, ancak maddenin kimyasal özelliklerini araştırmayı gaye edinen Râzî’den çok Câbir’in öğretilerine sadık kalarak fizikî niteliklerle ilgilenmeyi ve bunları sembollerle açıklamayı tercih etmiştir. Bu bakımdan eserleri büyük ölçüde Câbir kimyasının bir özeti sayılabilir. Bununla birlikte onun çalışmaları hiçbir zaman Câbir’in fikirlerinin yalın bir tekrarı olmamış, daima kendi deney ve gözlemlerini yansıtmıştır. Ayrıca simyaya ait eserlerin kaleme alınış tarzlarını ve bunlarda geçen bazı sembolik terimlerin ne anlama geldiğini de izah eder. Böylece simya alanındaki eserlerin kolay anlaşılmasına yardımcı olmak ister; fakat son tahlilde sembollerin metafizik birer anlamı bulunduğuna dikkat çekerek bu konuda daha ileri gidilmemesini tavsiye eder. Ebü’l-Kāsım, İslâm dünyasında simya alanındaki çalışmaların durakladığı bir dönemde yazdığı eserlerle bu geleneği devam ettirmesi bakımından önemli bir şahsiyettir.

Eserleri. 1. el-Ǿİlmü’l-mükteseb fî zirâǾati’z-zeheb. Elli sayfadan oluşan ve eski kimya geleneğini yansıtan kitap muhteva bakımından iki kısma ayrılabilir. Birinci kısım iksir teorisiyle altın, gümüş, bakır, demir, kalay ve kurşunun transmutasyonunu konu almaktadır. İkinci kısımda ise çeşitli milletlerden filozof, bilgin ve şairlerin simya ile ilgili sözlerine ve şiirlerine yer verilmiştir. Holmyard’a göre eserin teorik yönü çok güçlü olup sağlam bir mantık dokusuyla işlenmiştir; fakat pratik yönü eksik ve çok defa yetersiz kalmaktadır. Holmyard tarafından İngilizce tercümesiyle birlikte yayımlanan (Paris 1923) kitabın en tanınmış şerhi Aydemir el-Cildekî’nin (ö. 762/1360-61) Nihâyetü’t-taleb adlı eseridir ve Bombay’da yayımlanmıştır (1307). 2. ǾUyûnü’l-hakāǿik ve îzâhu’t-tarâǿik. Eserin British Museum’daki (nr. 1337/2) nüshasının mukaddimesinde Memlük Sultanı Baybars’ın oğlu Berke Han’ın ve veziri Bahâeddin’in adları geçmektedir. Otuz bölümden oluşan eser klasik bir simya kitabıdır. Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan nüshasının (Halet Efendi, nr. 201) 1202’de (1787-88) Öküzlimanı’nda Muhammed Said Efendi’nin sahilhânesinde istinsah edilmiş olması, XVIII. yüzyılın sonlarında Osmanlılar’da simyaya olan ilginin devam ettiğini göstermektedir.


3. el-Kenzü’l-efhar ve’s-sırrü’l-aǾzam fî tasrîfi’l-haceri’l-mükerrem. Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye’de (Tabîiyyât, nr. 168, 19 varak) bulunan kitap, iksir teorisiyle daha çok yukarıda sözü edilen yedi maden başta olmak üzere sülfür, arsenik, bakır oksit ve zaçyağının (sülfürik asit, vitriol) sembollerini açıklamaktadır. Ayrıca eserde Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin çalışmalarında geçen bazı allegorik hikâyelerin izahı da yer almıştır. 4. el-Ekālimü’s-sebǾa fi’l-Ǿilmi’l-mevsûm bi’s-sanǾa. Yazma nüshaları Biritish Museum (Ek nr. 25/724) ve Gotha’da (nr. 1261/1) bulunan eser, yine Câbir geleneğinin bir devamı şeklinde simyada gizliliğe uymanın gerekliliği ve sembollerin ne anlam taşıdıkları gibi konuları ihtiva etmektedir. 5. Sıfatü’l-Ǿamel bi’r-remel (el-Mektebetü’l-belediyye bi’l-İskenderiyye, Hurûf, nr. 6).

Ebü’l-Kāsım’ın kaynaklarda zikredilen diğer eserleri de şunlardır: Zübdetü’t-taleb fî zerǾi’z-zeheb, Şerhu Dîvâni Şüzûri’z-zeheb (İbn Erfa‘re’s’in [ö. 593/1197] Dîvânü Şüzûri’z-zeheb’inin tamamlanmamış şerhi), ed-Dürrü’l-mektûm bi’s-sûr (iksir hakkında), en-Necât ve’l-ittisâl bi-Ǿayni’l-hayât ve el-İşârât ve’l-makālât fî Ǿilmi’s-sîmiyâǿ (Keşfü’z-zunûn, II, 1186).

BİBLİYOGRAFYA:

Ebü’l-Kāsım el-Irâkī, el-Ǿİlmü’l-mükteseb fî zirâǾati’z-zeheb: Book of Knowledge Acquired Concerning the Cultivation of Gold (nşr. ve trc. E. J. Holmyard), Paris 1923, s. 7-8, 9, 15, 18-19; Keşfü’z-zunûn, II, 1186, 1811; J. Ruska – E. Wiedemann, Alchemistische Decknamen (Beiträge, 67, Sitzungsber, 17-36, 56), Erlangen 1926; Serkîs, MuǾcem, I, 665; Brockelmann, GAL, I, 654-655; Suppl., I, 909; Kehhâle, MuǾcemü’l-müǿellifîn, VIII, 292; Sarton, Introduction, II/2, s. 1045-1046; a.mlf., ISIS, VII (1925), s. 124-128; Sezgin, GAS, IV, 45, 46, 50, 57, 62, 69, 70, 252, 352; Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm’da Bilim ve Medeniyet (trc. Nabi Avcı v.dğr.), İstanbul 1991, s. 281-285; E. J. Holmyard, “Abu’l-Qāsim al-‘Irāqī”, ISIS, VIII (1926), s. 403-426; J. Ruska, “Zu E. J. Holmyard’s Ausgabe des Kitāb al-‘İlm al-Muktasab”, Islam, XV (1926), s. 103-105; Fâzıl Halîl İbrâhim, “Ebü’l-Kāsım el-Irâkī cühûdühû fi’l-kimyâ ve menhecühû fî kitâbih: el-Ǿİlmü’l-mükteseb”, MMMA (Küveyt), XXXI/2 (1987), s. 393-411.

Cevat İzgi