EBÜ’l-ESVED ed-DÜELÎ

أبو الأسود الدؤلي

Ebü’l-Esved Zâlim b. Amr b. Süfyân b. Cendel ed-Düelî (ö. 69/688)

Kur’ân-ı Kerîm’e hareke sistemini getiren ve Arap nahvinin ilk esaslarını tesbit eden âlim, şair.

Kaynaklarda adı Osman, Amr b. Zâlim, Uveymir b. Zuveylim; Kinâneoğulları’nın Düil kabilesinden gelen nisbesi Dîlî veya Dûlî şeklinde de geçer. Anne tarafından Abdüddâr kabilesine mensuptur; atalarının ismi farklı tertiplerde zikredilir. Doğum tarihi bilinmemekte, seksen beş yaşlarında vefat ettiği yolundaki bir rivayete göre İslâmiyet’in ortaya çıkışından birkaç yıl önce doğduğu kabul edilmektedir. Yaşça birçok sahâbîden büyük olmasına rağmen Hz. Peygamber’i göremediği için tâbiînden sayılır. İbn Şâhin ve Abdürrezzâk es-San‘ânî onu ashap arasında zikretmişlerse de İbnü’l-Esîr bunun rivayet karışıklığından kaynaklanan bir yanılgı olduğunu belirtmiştir. Ebü’l-Esved önceleri kendi kabilesini terkedip Hüzeylîler içinde, daha sonra da hanımının kabilesi olan Kuşeyroğulları arasında yaşadı ve Hz. Ömer zamanında Basra’ya göç etti. Bu dönemde Basra’da herhangi bir görev alıp almadığı bilinmemektedir. Hz. Ali’nin halifeliği sırasında Basra Valisi Abdullah b. Abbas tarafından Basra kadılığına ve ayrıca Hâricîler üzerine gönderilen ordunun kumandanlığına getirildi; İbn Abbas’ın istifasından sonra da kısa bir süre Basra’ya vali oldu. Medâinî’ye göre 69 (688) yılında burada çıkan bir salgın hastalık sırasında öldü.

Koyu bir Ali taraftarı olması sebebiyle Şîa’nın tâbiîn arasındaki önemli simalarından sayılan Ebü’l-Esved, Cemel ve Sıffîn savaşlarında Hz. Ali’nin yanında yer almış, Cemel Vak‘ası’nda Hz. Âişe, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm ile yapılan müzakerelerde önemli görevler üstlenmiştir. Bizzat kendisinden nakledilen rivayetlere göre nahiv bilgisini de Hz. Ali’den almıştır. Bazı kaynaklar, Abdullah b. Abbas’ın Basra valiliğinden istifa etmesine Ebü’l-Esved’in onunla ilgili bir yolsuzluğu halifeye ihbar etmesini sebep gösterirlerse de olay aslında İbn Abbas ile Ebü’l-Esved arasında geçen bir tartışmanın Hz. Ali muhaliflerince istismar edilmesinden ibarettir


(bk. ABDULLAH b. ABBAS). Ebü’l-Esved, Hz. Ali’nin şehid edilmesinin (40/661) ardından ona olan aşırı sevgisi sebebiyle oldukça horlandı. Her ne kadar sonraları Muâviye kendisine yakınlık göstermişse de Ebü’l-Esved buna karşılık vermediği gibi Hz. Ali’ye ve evlâdına haksızlık eden kimseler olarak gördüğü Emevîler’e karşı nefretini hemen her fırsatta belli etmiştir. Ancak onun bu duygularını, daha sonra ortaya çıkan ve ilk üç halifeyi de içine alan Şiî nefretiyle karıştırmamak gerekir. Nitekim Kur’an’ı Hz. Ali’den öğrenmesine rağmen Hz. Ömer, Hz. Osman, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes‘ûd, Muâz b. Cebel, Ebû Zer el-Gıfârî, Zübeyr b. Avvâm, Übey b. Kâ‘b, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî ve İmrân b. Husayn gibi kişilerden de kıraate dair rivayetlerde bulunmuş, ayrıca onlardan hadis nakletmiştir.

Yahyâ b. Maîn, Ebü’l-Hasan el-İclî ve İbn Sa‘d gibi âlimler tarafından sika* kabul edilen Ebü’l-Esved, Arap grameri ve edebiyatı üzerinde geniş bilgi sahibi, kelimelerin taşıdıkları anlamları bilen ve fasih konuşan bir âlim, aynı zamanda zarif bir edip ve şairdi. Onun bu vasıfları taşıması ve özellikle Kur’an’ın yanlış okunması karşısında hassasiyet göstermesi, farklı rivayetlere göre Hz. Ömer ile Hz. Ali veya daha kuvvetli bir ihtimalle Basra Valisi Ziyâd b. Ebîh tarafından mushaf yazısında kelimelerin hatasız telaffuz edilebilmesi için bir sistem geliştirmekle görevlendirilmesine vesile oldu. Çünkü hâfız sahâbîlerin zamanla azalması, hâfızası zayıflayanların bazı kelimeleri yanlış hatırlaması ve işitme yoluyla öğretime her zaman imkân bulunamaması gibi sebeplerin yanında fetihler sonucunda sayısı artan başka ırklara mensup müslümanların, hatta yerli Araplar’ın çeşitli dil hataları (lahn) yapmaları âyetlerin yanlış okunması tehlikesini doğurmuştu. Bunun için tedbir düşünülürken Ebü’l-Esved’in akla gelen ilk isim olmasında, Süryânî kökenli kelimelerin geçtiği âyetlerin tefsirinde eskiden beri ona danışılması (meselâ bk. Ebû Hayyân, II, 300), şiir yarışmalarında en güzel şiirin tayininde çıkan ihtilâfların halli için Hz. Ali ve Abdullah b. Abbas gibi sahâbîlerin onun hükmüne itibar etmeleri (Hulvânî, s. 99) ve nihayet ashabın ileri gelenlerinden Kur’an kıraatine dair bilgileri rivayet etmiş olması da rol oynamıştır.

Ebü’l-Esved çalışmaları sırasında, Süryânî ve İbrânî yazılarında noktalarla gösterilen harekeleri örnek aldı ve Abdülkays kabilesinden seçtiği bir kâtibe, kendisi Kur’an okurken fetha, kesre ve zammelerin telaffuzu esnasında ağzının aldığı şekle göre harflerin üstüne, altına ve önüne birer, bunların tenvinli halleri için de ikişer nokta koydurdu. “Naktü’l-mushaf” denilen bu işlemin, Hz. Peygamber zamanında veya bir rivayete göre Câhiliye devrinde başlatılmış olan, birbirine benzeyen harflerin farklı biçimlerde noktalanması işlemiyle (i‘câm, rakş) karıştırılmaması için de hareke görevi yapan bu yeni noktalar kırmızı mürekkeple konuldu; daha sonra bunlar, bugünkü hafif meyilli yatay çizgiler haline getirildi (geniş bilgi için bk. ARAP [Yazı]; KIRAAT; MUSHAF). Ebü’l-Esved, biyografisine yer veren en eski kaynaklarda nahivle ilgili ilk çalışmaları yapan (fâil, mef‘ûlün bih, muzaf, ref‘, nasb, cer ve cezm harfleri vb.) dilci olarak tanıtılmakta (meselâ bk. Cumahî, I, 12; İclî, s. 238; İbn Kuteybe, II, 729), aynı bilgi daha sonraki kaynaklarda da tekrarlanmaktadır (meselâ bk. Zehebî, IV, 82). Bu kaynakların bazılarında onun bu işe eğilmesine sebep teşkil eden olaylarla ilgili rivayetlerden de söz edilmektedir.

C. Brockelmann, Ahmed Emîn, H. Reckendorf, J. W. Fück ve Ali Ekber Dihhudâ gibi bazı araştırmacılar yukarıdaki bilgileri “efsane” olarak nitelendirmekte, Arap gramerinin birden bire terimleriyle birlikte ve gelişmiş biçimde ortaya çıkmış olamayacağını ileri sürmektedirler. Şüphesiz ki Ebü’l-Esved’in gerek naktü’l-mushafa gerekse nahve dair ortaya koyduğu kurallar ve getirdiği yenilikler hemen yaygınlaşmamıştır (DİA, III, 279). Ancak onun bu önemli hizmetini inkâr ederek nahiv tarihini, bu alanda kitap yazmış olması muhtemel Abdullah b. Ebû İshak el-Hadramî (ö. 117/735) devrinden itibaren başlatmak, bütün ana kaynakları ve güvenilir râvileri inkâr etmek anlamına geleceği gibi Ebü’l-Esved ve öğrencilerinin sürdürdüğü dil derslerinin, bu konuda muhtemelen Abdullah b. Ebû İshak tarafından yazılmış olan kitapla Îsâ b. Ömer es-Sekafî’nin (ö. 149/766) el-CâmiǾ ve el-Kâmil’inin ortaya çıkışına zemin hazırladığı da dikkate alınmamış olacaktır. Ebü’l-Esved tarafından ortaya bir nahiv kitabı konmamış olmakla birlikte sözü edilen derslerde bazı kaidelerin ve terimlerin vazedildiğinde şüphe yoktur. Kaldı ki rivayetlerde zikredilen konu başlıklarıyla ilgili nahiv terimlerini Ebü’l-Esved’in kullanıp kullanmadığı veya bunların onun yaşadığı devirde teşekkül edip etmediği tartışması ayrı bir husus, bu terimlerin delâlet ettiği konuların ele alınıp kurallarının ilk defa tesbit ve vazedilmiş olması ayrı bir husustur. Bu terimlerin başlangıç döneminde konulmuş olamayacağı iddiasıyla, Ebü’l-Esved’in öğrencilerinden ders görmüş büyük nahiv âlimlerince rivayet edilen haberlerin tamamının yakıştırma ve asılsız sayılması açık bir yanılgı olduğu gibi bu tutum, en muteber klasik eserleri bazı yerde itimada şayan görürken bazı yerde uydurma haber kaynağı gibi değerlendirme çelişkisini de ortaya koymaktadır.

Ebü’l-Esved aynı zamanda Arapça’daki garîb ve nâdir kelimeler üzerinde geniş bilgisi olan bir şairdi. Bir divan teşkil eden şiirleri (Dîvânü Ebi’l-Esved [nşr. Muhammed Hasan Âl-i Yâsîn], Beyrut 1974) uzun kasidelerden ziyade onar beyti aşmayan mukattaalar tarzındadır. Muhtevalarına bakıldığında onun şiirlerinin sanat için yazılmadığı ve o devir şairlerinin işlediği konuları ele aldığı görülür. Bunlar fahr, risâ’, kahramanlığı ve şecaati övme, ilmi yüceltme, sabrı tavsiye, doğruluk ve kardeşliği, özellikle de gayret ve çalışmayı teşvik gibi konulardır. Ebü’l-Esved’in Asmaî, Ebû Amr b. Alâ, Sükkerî ve Sa‘leb tarafından toplanan şiirleri, Fück’ün görüşlerinin aksine (bk. EI² [İng.], I, 107) asırlar boyunca şiir münekkitleri, edipler ve lugat âlimlerince incelenmeye değer bulunmuş, İbn Cinnî onun divanını istinsah edip hocası Ebû Ali el-Fârisî’den de nakillerde bulunarak şiirlerini şerhetmiştir. Aynı şekilde başta Hüzelî şairleri olmak üzere bazı meşhur şairlerin divanlarına şerh yazan Sükkerî de Ebü’l-Esved’in şiirlerine şerhler yazmıştır. Öyle anlaşılıyor ki şiirlerine gösterilen bu ilgi, onların sanat değerinden ziyade dil ve lugat bakımından ilk İslâmî devri temsil etmeleri sebebiyledir. Çünkü Ebü’l-Esved şiirlerinde Arapçalaşmış ve dile sonradan girmiş kelimeleri kullanmadığı gibi İslâm medeniyetinin gelişme döneminde Arap şiirine tesir eden yabancı üslûp ve kullanışlardan, lafza dayalı sunî sanatların tesirinden de uzak kalmıştır. Dolayısıyla şiirleri nahiv, lugat ve kıraat kitaplarında şâhid ve delil olarak zikredilebilecek mahiyette görülmüştür.


BİBLİYOGRAFYA:

Ebü’l-Esved ed-Düelî, Dîvân (nşr. M. Hasan Âl-i Yâsîn), Beyrut 1974, nâşirin mukaddimesi, s. 5-22; İbn Sa‘d, et-Tabakāt, V, 46; VII, 99; Cumahî, Fuhûlü’ş-şuǾarâǿ, I, 12; Câhiz, el-Buhalâǿ (nşr. Tâhâ el-Hâcirî), Kahire 1981, s. 15, 153, 187; İclî, es-Sikāt, s. 238; İbn Kuteybe, eş-ŞiǾr ve’ş-şuǾarâǿ, II, 729-730; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), IV, 461-466; İbn Abdürabbih, el-Ǿİkdü’l-ferîd, II, 490; IV, 346, 354; VI, 185, 196; Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, Merâtibü’n-nahviyyîn (nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl), Kahire 1375/1955, s. 6-12; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Egānî, XII, 297-334; XVI, 376; XX, 370; Sîrâfî, Ahbârü’n-nahviyyîne’l-Basriyyîn (nşr. Muhammed İbrâhim el-Bennâ), Kahire 1405/1985, s. 33-43; Ebû Bekir ez-Zübeydî, Tabakātü’n-nahviyyîn ve’l-lugaviyyîn (nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl), Kahire 1954, s. 21-26; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Şüveymî), s. 189-195; Dânî, el-Muhkem fî nakti’l-mesâhif (nşr. İzzet Hasan), Dımaşk 1379/1960, s. 43-47, 58, 210; İbnü’l-Enbârî, Nüzhetü’l-elibbâǿ (nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl), Kahire 1386/1967, s. 4-11; Yâkūt, MuǾcemü’l-üdebâǿ, XII, 34-38; XIV, 42; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gābe (Bennâ), III, 103; İbnü’l-Kıftî, İnbâhü’r-ruvât, I, 4-24; İbn Hallikân, Vefeyât, II, 216-219; Ebû Hayyân el-Endelüsî, el-Bahrü’l-muhît, Kahire 1403/1983, II, 300; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, IV, 81-86; Kalkaşendî, Subhu’l-aǾşâ, III, 151 vd.; İbnü’l-Cezerî, Gāyetü’n-nihâye, I, 345-346; İbn Hacer, el-İsâbe, II, 241-242; Tâcü’l-Ǿarûs, VII, 316-317; Hasan es-Sadr, Teǿsîsü’ş-ŞîǾa (nşr. Seyyid es-Sadr), Tahran, ts., s. 40-65; Ahmed Emîn, Duha’l-İslâm, Beyrut 1353/1935, II, 285-288; Brockelmann, GAL, I, 42, 96; Suppl., I, 72; Şevkī Dayf, el-Medârisü’n-nahviyye, Kahire 1968, s. 13; Abdülvehhâb es-Sâbûnî, ŞuǾarâǿ ve devâvîn, Beyrut 1978, s. 89-91; Muhammed Hayr el-Halvânî, el-Mufassal fî târîhi’n-nahvi’l-ǾArabî, Beyrut 1399/1979, s. 93-132; Ömer Ferruh, Târîhu’l-edeb, I, 348-350; Muhammed Rızâ el-Hakîmî, Târîhu’l-Ǿulemâǿ Ǿabre’l-Ǿusûri’l-muhtelife, Beyrut 1403/1983, s. 310-320; Dihhudâ, Lugatnâme, Tahran 1346 hş., II, 370-372; Reckendorf, “Ebü’l-Esved”, DMİ, I, 307-308; a.mlf., “Ebül’Esved”, İA, IV, 75-76; Ilse Lichtenstädter – [Nihad M. Çetin], “Nahiv”, İA, IX, 35, 3637; J. W. Fück, “Abu’l-Aswad al-Duǿalī”, EI² (İng.), I, 106-107; Nihad M. Çetin, “Arap”, DİA, III, 279.

Tevfik Rüştü Topuzoğlu