EBÛ HAYYÂN et-TEVHÎDÎ

أبو حيّان التوحيدي

Ebû Hayyân Alî b. Muhammed b. Abbâs et-Tevhîdî (ö. 414/1023)

Arap nesir sanatının en büyük temsilcilerinden, felsefeci ve mutasavvıf.

Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Doğum yeri olarak kaynaklarda Şîraz, Nîşâbur, Vâsıt ve Bağdat’tan söz edilmekle birlikte doğum yılına dair herhangi bir tarih belirtilmemektedir. Ancak 360 (970-71) yılında kaleme aldığı bir eserinde, “Ellisine ulaşan ve ömrünün çoğu gidip azı kalan kişi artık ne umar ki!” (el-Mukābesât, s. 31) dediğine ve 400 (1010) yılında Kadı Ebû Sehl Ali b. Muhammed’e gönderdiği bir mektupta doksan yaşına bastığını ifade ettiğine (Resâǿil, s. 407-408) bakılırsa onun 310-320 (922-932) yılları arasında doğduğunu söylemek mümkündür. Fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Tevhîdî’nin babası, Bağdat’ta “tevhid” denen bir tür kuru hurma satarak hayatını kazandığı için bu nisbe ile anılmıştır. Bazıları onu Mu‘tezile kelâmcılarından sayarak söz konusu nisbenin, bu mezhep mensuplarının kendilerini “ehlü’l-adl ve’t-tevhîd” diye nitelendirmelerinden kaynaklandığını söylemekteyse de (İbn Hacer, VI, 369) bu mezhebe bağlı olanlar tevhîdî olarak değil Mu‘tezilî nisbesiyle anılmaktadır. Ayrıca onun kelâm ilmini ve kelâmcıları ağır bir dille eleştirmiş olması da bu iddianın tutarsızlığını göstermektedir.

Küçük yaşta annesini ve babasını kaybeden Tevhîdî, kendisine hiç de iyi davranmayan amcasının yanında yetişti. İlk eğitimi ve ilk gençlik yılları hakkında bilgi yoksa da o dönemin ilk öğretim kurumu sayılan küttâbda okuma yazma, dil, edebiyat ve matematik bilgisinin yanında Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlediği söylenebilir. Daha sonra IV. (X.) yüzyılın en ünlü bilginlerine talebe olma şansını elde eden Tevhîdî Ebû Saîd es-Sîrâfî’den nahiv okudu. Büyük bir edip, fakih ve kıraat âlimi olduğu gibi kırk yıl boyunca bütün seneyi oruçla geçirecek kadar zâhid olan hocası, onun edebî ve ruhî hayatının şekillenmesine önemli katkıda bulundu. Bir diğer hocası da dil ve edebiyatta olduğu kadar mantık ve kelâm alanlarında da büyük otorite olan ve ilk defa Aristo mantığını Arap nahvine uygulayanlardan biri sayılan Ali b. Îsâ er-Rummânî’dir. Tevhîdî’nin diyalektik alanındaki başarısını bu hocaya borçlu olduğu söylenebilir. Bir Şâfiî fakihi olan Ebû Hâmid el-Merverrûzî’den fıkıh, Fârâbî okulunun Bağdat’taki iki büyük temsilcisi sayılan Yahyâ b. Adî ile Ebû Süleyman es-Sicistânî’den felsefe ve mantık okudu. Özellikle felsefî formasyon kazanmasında en büyük pay, dönemin ilim, fikir ve sanat adamlarına evini açarak onların daha iyi yetişmesini sağlayan Sicistânî’ye aittir. Nitekim el-Mukābesât adlı eseri bir bakıma, hocasının evinde düzenlenen felsefî sohbet ve tartışmaların bir tutanağı durumundadır. Kaynakların ifadesine göre Tevhîdî daha başka âlimlerden de ders almıştır. Meselâ Cüneyd-i Bağdâdî’nin talebesi Ca‘fer el-Huldî ile Ebü’l-Hüseyin İbn Sem‘ûn onun tasavvuf alanındaki hocalarıdır.

Fârâbî okulundan yetişen bir felsefeci olan ve Arap nesrinde Câhiz’den sonra en parlak üslûba sahip bulunan Tevhîdî “filozofların edibi, ediplerin filozofu, ikinci Câhiz” gibi unvanlarla anılmış; dilden edebiyata, fıkıhtan kelâma ve felsefeden tasavvufa kadar ilim ve kültür hayatının her yönüyle ilgilenerek IV. (X.) yüzyılın seçkin simaları arasında yer almıştır. Böylesine geniş kültüre sahip olmasını, ömür boyu sürdürdüğü verrâklık (ücret karşılığında kitap istinsah etme) mesleğine borçludur. Buna rağmen Tevhîdî, “uğursuz sanat, ömür törpüsü ve göz düşmanı” diye nitelediği mesleğinden hiç memnun olmamıştır. Bu yüzden onu ilim, fikir ve sanat adamlarına büyük değer veren ve bu maksatla saraylarında toplantılar düzenleyen Büveyhî vezirlerinin meclislerinde görmekteyiz. Önce Vezir Ebû Muhammed el-Mühellebî’nin himayesine mazhar olmuşsa da bilinmeyen bir sebeple Bağdat’tan uzaklaştırılmıştır. Daha sonra bir grup mutasavvıfla birlikte hacca gitmiş, orada da ünlü sûfîlerle tanışarak onlardan faydalanmıştır (el-İmtâǾ ve’l-muǿânese, II, 89). 354 (965) yılında Bağdat’a döndükten sonra çektiği maddî sıkıntılardan kurtulmak ümidiyle dönemin bilgin veziri Ebü’l-Fazl İbnü’l-Amîd’in yanına Rey’e gitti. Üç yıl kaldığı bu şehirde yine verrâk olarak çalışmak zorunda kaldı. Burada tanıştığı filozof İbn Miskeveyh ve ünlü matematikçi Ebü’l-Vefâ el-Bûzcânî ile dostluk kurdu, fakat vezirden umduğu ilgiyi göremedi. Çünkü devrin ilim ve kültürüne hakkıyla vâkıf olan vezir aynı zamanda büyük bir edebiyatçı ve bir üslûp ustasıydı. Bu yüzden “ikinci Câhiz” olma konusunda Tevhîdî’yi kendisine rakip görüyor, ayrıca derviş kıyafetiyle dolaştığı için onu devlet büyüklerinin meclisinde yer alacak kadar zarif bulmuyordu. Bu muameleye daha fazla dayanamayan Tevhîdî Bağdat’a dönmek zorunda kaldı. Fakat 362 (973) yılında ayaklanan bir kısım halk Bağdat’ı yağmalamış, bu arada onun evi de talan edilmiştir (a.g.e., III, 161-162). Bunun üzerine yeni vezir Ebü’l-Feth İbnü’l-Amîd’e, içinde bulunduğu malî sıkıntıları dile getiren bir mektup yazarak yardımını istedi (Resâǿil, s. 352-358) ve arkasından kendisi de Rey’e gitti. Fakat babası Ebü’l-Fazl gibi Ebü’l-Feth de Tevhîdî’ye gereken ilgiyi göstermedi. Üç yıl sonra Ebü’l-Feth’in öldürülmesi üzerine vezirliğe getirilen Sâhib b. Abbâd’ın yanında yine verrâk olarak çalıştı. Ancak hiçbir zaman zekâsına, kültür ve şahsiyetine yaraşan bir mevkiye getirilmemiş olmasının verdiği hırçınlığın sonucu olarak sözünü kimseden esirgemeyen Tevhîdî’nin işine son verildi ve üç yıllık hizmetinin karşılığını alamadan 370 (981) yılının sonlarına doğru Bağdat’a döndü. Daha sonra, kendisine yapılan bu haksızlıkların intikamını almak amacıyla yazdığı Ahlâku’l-vezîreyn’de Ebü’l-Fazl ile İbn Abbâd’ı ağır bir dille hicvetti.

Bağdat’a dönünce dostu Ebü’l-Vefâ el-Bûzcânî kendisine yakın ilgi gösterdi ve ona Bîmâristân-ı Adudî’de bir iş buldu; ayrıca Vezir İbn Sa‘dân ile tanıştırdı. Herhalde Tevhîdî’nin hayatının en verimli ve en müreffeh dönemi bu cömert ve kadir bilir vezirin nezdinde geçirdiği yıllardır. Yapılan toplantılarda vezir dil, edebiyat, felsefe, kelâm ve ahlâka dair sorular soruyor, Tevhîdî de engin bilgisiyle bunları çok ayrıntılı bir şekilde cevaplandırıyordu. Otuz dokuz gece devam eden toplantılarda tartışılan meseleleri, Bûzcânî’nin isteği üzerine el-İmtâǾ ve’l-muǿânese adlı eserinde topladı. Bu sırada vezir için Câhiz’in Kitâbü’l-Hayevân’ını istinsah etti. Ayrıca İbn Sa‘dân henüz vezirliğe getirilmeden önce ondan, 371 (981) yılından beri üzerinde çalıştığı es-Sadâkatü ve’s-sadîk, adlı eserini bir an önce bitirmesini istemişse de Ebû Hayyân bu çalışmasını ancak 400 (1009-10) yılında vezirin ölümünden çok sonra tamamlayabilmiştir (es-Sadâkatü ve’s-sadîk, s. 9-10).

Hayatının son yıllarını nerede ve nasıl geçirdiği konusunda kesin bir bilgi yoksa


da yine bazı seyahatler yaptığı, nihayet Şîraz’a yerleştiği ve vefatına yakın bir tarihte (400/1010) geçirdiği bir bunalım sonucu eserlerini yaktığı bilinmektedir (Resâǿil, s. 404-414). Tevhîdî’nin ölüm tarihiyle ilgili olarak klasik kaynaklar 360-414 (970-1023) yılları arasında değişik tarihler verirlerse de kendisinden eserlerini niçin yaktığını soran Kadı Ebû Sehl Ali b. Muhammed’e gönderdiği bir mektup Ramazan 400 (Mayıs 1010) tarihini taşıdığına ve es-Sadâkatü ve’s-sadîk, adlı eserini Receb 400’de (Mart 1010) temize çektiğini belirttiğine göre ölümüyle ilgili olarak bundan önceki yılları gösteren bütün bilgiler yanlıştır. Ahmed b. Zerkûb eş-Şîrâzî’nin naklettiği bir anekdottan onun 414 (1023) yılında Şîraz’da vefat ettiği anlaşılmaktadır (Şîrâznâme, s. 108).

Uzun, verimli, fakat çileli bir ömür süren Tevhîdî, ilim ve kültür muhitlerinin kendisine gösterdiği yakın ilgiyle yetinmeyerek ikbali aristokrat zümre arasında, özellikle devlet büyüklerinin nezdinde aramış, umduğunu bulamayınca da hayal kırıklığına uğramıştır. Bu sebeple kaynaklar ondan hırçın, kıskanç, açgözlü, hayata ve insanlara karşı karamsar bir kişi olarak söz eder. Nitekim onun, “Aralarında yirmi yıl yaşadığım halde hiçbir kimseden ne samimi bir sevgi ne de himaye gördüm” (Resâǿil, s. 407) diyerek hayatının sonuna doğru eserlerini yakması da yukarıdaki tesbitin doğruluğunu göstermektedir. Yaşadığı dönemde sûfî olarak tanınan ve eserlerinde zühd ve takvâya bağlı bir dünya görüşünü savunan Tevhîdî’nin bu yöndeki düşünceleriyle mala mülke olan aşırı düşkünlüğü arasında tam bir çelişki vardır. Belki de beklediği müreffeh hayata kavuşamamanın doğurduğu ümitsizlik sebebiyle bazan dünya nimetlerini küçümsemiş, bazan da kıskançlığını gizlemek için mütevazi görünmeye çalışmıştır. Her vesile ile fakirlikten şikâyet, ümitsizlik ve karamsarlık onun esas karakteridir.

Ebû Hayyân, hayat hikâyesinden ve eserlerinde savunduğu fikirlerden samimi dindar bir kişi olduğu anlaşılmakla birlikte belki de tutarsız ve uyumsuz tavrı yüzünden dindarlığı konusunda bazı suçlamalara mâruz kalmıştır. Nitekim bazı kaynaklarda, İbnü’r-Râvendî ve Ebü’l-Alâ el-Maarrî gibi İslâm toplumunda ortaya çıkan zındıklar arasında gösterilir; hatta zındıkça fikirlerini açıkça ortaya koymadığı için onlardan daha tehlikeli olduğu iddia edilir (İbnü’l-Cevzî, VIII, 185; Zehebî, III, 355; Süyûtî, s. 348). Onun böylesine ağır suçlamaya mâruz kalmasına, Hallâc-ı Mansûr’un öldürülmesinde önemli rol oynayan, “Kâbe’ye gidemeyecek kadar fakir olanların bulundukları yerde nasıl hac yapacağı” konusundaki din dışı görüşlerini ifade eden ve günümüze kadar ulaşmayan el-Haccü’l-Ǿaklî izâ dâka’l-fezâǿ Ǿani’l-hacci’ş-şerǾî adlı eserinin sebep olduğu ileri sürülmüştür. Ancak Sübkî onun birçok eserini gördüğünü, çağdaşlarıyla alay etmesinin dışında herhangi bir kusuruna rastlamadığını, alaycılığının da zındıklıkla suçlanmaya yetmeyeceğini belirtir (Tabakāt, V, 288). Gerçekten de onu, bazı eserlerinde vahdet-i vücûdu hatırlatan ifadelerinin dışında sorgulamak pek mümkün görünmemektedir.

Büyük bir edip ve Arap nesrinin en başarılı temsilcilerinden olan Tevhîdî, özellikle IV. (X.) yüzyılın ikinci yarısında Bağdat, Hicaz, Horasan, Cebel ve Fars bölgelerinde ortaya çıkan siyasî, sosyal, ilmî ve fikrî gelişmeler için başlıca kaynaktır. Büveyhîler’den beş vezirin yanında görev yapmış olması, kendisine bu dönem zarfında devletin siyasî, sosyal ve kültürel yapısı hakkında en sağlıklı kaynak olma imkânını sağlamıştır. Özellikle Fârâbî ile İbn Sînâ arasında yaşamış olan ve haklarında başka kaynaklarda yeterli bilgi bulunmayan Yahyâ b. Adî, İbn Zür‘a, Ebü’l-Hasan el-Âmirî, İbn Miskeveyh, Îsâ b. Ali, İbnü’l-Hammâr, İbnü’s-Semh, Ebû Bekir el-Kümesî ve hocası Ebû Süleyman es-Sicistânî gibi birçok filozof için onun verdiği ayrıntılı bilgiler düşünce tarihi açısından son derece kıymetlidir (meselâ bk. el-İmtâǾ ve’l-muǿânese, I, 29-41). Ayrıca İhvân-ı Safâ felsefesinin ne amaçla ortaya çıktığı ve risâleleri kaleme alan filozofların kimler olduğu ondan öğrenilmektedir (a.g.e., II, 4-5). Bu bakımdan Tevhîdî’yi, doktrin sahibi bir filozof olarak değil Fârâbî okulundan yetişen başarılı bir felsefeci saymak gerekir. Üslûbu edebî olmakla birlikte konu felsefe olduğu zaman bu disipline ait problemleri çok iyi bildiği ve terminolojiyi başarıyla kullandığı görülmektedir.

Klasik yazarlar Tevhîdî’den söz ederken onun Mu‘tezile kelâmı ile olan ilişkisi üzerinde dururlar. Öyle anlaşılıyor ki bu husus, Yâkūt’un ilk defa onu Mu‘tezile kelâmcısı olarak takdim etmesiyle başlamış (MuǾcemü’l-üdebâǿ, IV, 5), bu bilgi sonraki müelliflerce de tekrarlanmıştır. Ebû Hayyân et-Tevhîdî’nin kelâmla olan ilişkisi üzerinde ilk ciddi araştırmayı yapan Abdürrezzâk Muhyiddin, önceki müelliflerin bu konudaki değerlendirmelerini isabetsiz bulurken (Ebû Hayyân et-Tevhîdî, s. 149) yine bir Tevhîdî uzmanı olan İbrâhim el-Kîlânî onun Mu‘tezile mezhebinden olduğunu savunur (Resâǿil, nâşirin mukaddimesi, s. 111-114). Ancak her şeyden önce Tevhîdî’nin Ebû Süleyman es-Sicistânî gibi kelâma karşı bir filozofun talebesi olması, ayrıca kendi eserlerinde sık sık kelâmı ve kelâmcıları ağır bir dille eleştirmesi, onlarla alay etmesi, bu disipline karşı ilgi duymak bir yana ondan nefret ettiğini göstermektedir. Nitekim hayatı boyunca, Allah korkusuyla kalbi ürpererek ağlayan bir kelâmcı görmediğini anlatır ve kelâmın başvurduğu cedel metodunun asla hayır getirmediğini söyleyerek Allah’ın müminleri ve ülkeyi kelâmcılardan kurtarması için dua eder (el-İmtâǾ ve’l-muǿânese, I, 142). Şu halde onun savunduğu tevhid ilkesi Mu‘tezilî çizgide değil felsefî bağlamda bir tevhid anlayışıdır. Ona göre felsefe birçok kısmı, muhtelif konuları ve değişik metotlarıyla hep tevhidde son bulur. “Tevhidi gerçekleştirmeyen ve bire delâlet etmeyen sanattan Allah’a sığınırım” diyerek bu konudaki görüşünü açıkça ortaya koyar (a.g.e., III, 135).

Anlaşıldığına göre Tevhîdî’nin felsefeden sonra en çok ilgi duyduğu alan tasavvuf olmuştur. Hayatı boyunca mutasavvıf dostlar edinmiş, onlarla birlikte hacca gitmiş, kendisi de sûfî kıyafetiyle dolaşmıştır. Fakat onun sûfîliğinin bir yaşama tarzı olmaktan öte bir anlam taşıdığı söylenemez. Olgunluk döneminin ürünü olan, üslûp ve muhteva bakımından bir benzeri bulunmayan el-İşârâtü’l-ilâhiyye adlı eseri samimi niyaz ve içten yakarışların en güzel örneğini teşkil eder.

Eserleri. Her ne kadar Tevhîdî’nin, hayatının sonlarına doğru geçirdiği ruhî bunalım sonucunda eserlerini yaktığı biliniyorsa da onların çoğu bu olaydan önce yayılmış olduğu için bu imhadan kurtulmuştur. Bununla birlikte onun kaleminden çıkan eserlerin sayısını tam olarak tesbit etmek hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Tevhîdî’nin eserleri hakkında ilk ve en sağlıklı bilgiyi veren


müellif Yâkūt’tur. Yâkūt MuǾcemü’l-üdebâǿda on dokuz eserinin adını zikreder. Fakat Yâkūt’tan sonra gelen klasik yazarların ve modern araştırmacıların çalışmalarında yer alan eserlerin toplam sayısının kırk dokuz olduğu görülür. Bunların önemli bir kısmının istinsah, nakil ve farklı isimlerle anılan mükerrer eserler olduğunda şüphe yoktur. Tevhîdî’nin başlıca eserleri şunlardır: 1. el-Mukābesât*. Tevhîdî’nin hocası Ebû Süleyman es-Sicistânî’nin evinde düzenlenen felsefe toplantılarının bir tutanağı mahiyetinde olup 106 “mukābese”yi ihtiva etmektedir. İlk defa Mirza Hüseyin eş-Şîrâzî (Bombay 1306/1889), daha sonra Hasan es-Sendûbî (Kahire 1347/1929) tarafından yayımlanan eserin tenkitli neşrini Muhammed Tevfik Hüseyin gerçekleştirmiştir (Bağdad 1970). Daniel Wartigant’ın Sorbonne’da Ebû Hayyân üzerine hazırladığı (1974) yayımlanmamış tezinin ikinci kısmını el-Mukābesât oluşturmaktadır. Ali Şelak da daha ziyade eserde adları geçen şahıslar üzerinde durarak kitabın yeni bir neşrini gerçekleştirmiştir (Beyrut 1986). 2. el-İmtâǾ ve’l-muǿânese*. Ebû Hayyân et-Tevhîdî’nin Vezir İbn Sa‘dân’ın yanında bulunduğu sırada onun ortaya attığı meseleler etrafında gelişen ve otuz dokuz gece devam eden ilmî, edebî ve felsefî sohbetleri, dostu Ebü’l-Vefâ el-Bûzcânî’nin isteği üzerine kitap haline getirerek ona ithaf etmesiyle oluşan bu eser Ahmed Emîn ve Ahmed ez-Zeyn tarafından üç cilt olarak yayımlanmıştır (Kahire 1939-1944, 1953). Eserden bazı seçmeleri, David S. Margoliouth İngilizce tercümesiyle birlikte “Some Extracts from the Kitāb al-ImtāǾ wa’l-muǿānasah of Abū Hayyān Tauhīdī” (Islamica, Leipzig 1926, II, 380-390), L. Kopf ise zoolojiyle ilgili olan metinleri yine İngilizce çevirileriyle birlikte “The Zoological Chapter of the Kitāb al-ImtāǾ wa’l-muǿānasa of Abū Hayyān al-Tauhīdī” (Osiris, 1956, XII, 390-403) başlığı altında neşretmiştir. Marc Bergé de eserin bazı bölümlerini Fransızca’ya tercüme ederek yayımlamıştır (“Kitāb al-ImtâǾ wa’l-muǿānasa d’Abū Hayyan al-Tawhīdī”, Etudes philosophiques et litteraires, nouvelle série, nr. 2, Paris 1977; nr. 3, 1978). 3. el-İşârâtü’l-ilâhiyye. Tevhîdî’nin olgunluk dönemine ait olan tasavvufla ilgili bu eserinin sonunda yer alan bir ibareden iki cilt olduğu anlaşılmaktaysa da günümüze ancak I. cildi gelebilmiştir. Önce Abdurrahman Bedevî (Kahire 1950), daha sonra Vedâd el-Kādî tarafından (Beyrut 1973) tahkikli iki neşri yapılmıştır. 4. el-Besâǿir ve’z-zehâǿir*. Tevhîdî’nin on beş yılda (961-976) hazırladığı bu on ciltlik eser Câhiz’in el-Beyân ve’t-tebyîn’i tarzındadır. I. cildin ilmî neşri hem Ahmed Emîn ve Seyyid Ahmed Sakr (Kahire 1373/1953), hem de Abdürrezzâk Muhyiddin (Bağdad 1954) tarafından yapılmıştır. Tamamını ise dört cilt halinde İbrâhim el-Kîlânî Besâǿirü’l-kudemâǿ ve serâǿirü’l-hukemâǿǿ adıyla (Dımaşk 1964-1969), on cilt olarak da Vedâd el-Kādî (Beyrut 1408/1988) neşretmişlerdir. 5. Ahlâku’l-vezîreyn. Büveyhî vezirlerinden Ebü’l-Fazl İbnü’l-Amîd ile Sâhib b. Abbâd’ı hicvetmek amacıyla kaleme alınan bu eser ayrıca Zemmü’l-vezîreyn ve Mesâlibü’l-vezîreyn adlarıyla da anılmaktadır. Kitabı İbrâhim el-Kîlânî ikinci isimle (Dımaşk 1961), Muhammed b. Tâvît et-Tancî ise üçüncü isimle (Dımaşk 1965) yayımlamıştır. 6. es-Sadâkatü ve’s-sadîk. Ebû Hayyân et-Tevhîdî’nin on sekiz yılda (981-1009) tamamladığı bu eser, onun insanlara karşı karamsar tavrını yansıtması bakımından önemlidir. Kendi düşüncelerinin yanı sıra ünlü filozof, edip ve din büyüklerinin insan karakteri üzerine söyledikleri vecize, nükte, özdeyiş ve şiirlerin derlenmesinden oluşan kitap dört defa yayımlanmıştır. İlki Ahmed Fâris eş-Şidyâk tarafından Risâletân li’l-Ǿallâme eş-şehîr Ebî Hayyân et-Tevhîdî (İstanbul 1301/1884, s. 2-199), ikincisi Kitâbü’l-Edeb ve’l-inşâǿ fi’s-sadâka ve’s-sadîk (Kahire 1323/1905) adıyla, ilmî neşirleri ise yukarıdaki başlık altında İbrâhim el-Kîlânî (Dımaşk 1964) ve Ali Mütevellî Salâh (Kahire 1972) tarafından gerçekleştirilmiştir. 7. el-Hevâmil ve’ş-şevâmil. Ebû Hayyân et-Tevhîdî’nin felsefe, ahlâk, psikoloji vb. konularda İbn Miskeveyh’e sorduğu sorulara filozofun verdiği cevaplardan oluşan bu kitap bazı kaynaklarda İbn Miskeveyh’e nisbet edilirse de gerçekte Tevhîdî’nin kaleminden çıktığı anlaşılmaktadır. Eser Ahmed Emîn ve Ahmed Sakr tarafından yayımlanmıştır (Kahire 1370/1951). 8. er-Risâletü’l-Bagdâdiyye (nşr. Abbûr es-Salcî, Beyrut 1980). 9. Resâǿilü Ebî Hayyân et-Tevhîdî. Tevhîdî’nin günümüze intikal eden dokuz risâlesini İbrâhim el-Kîlânî bu başlıkla yayımlamıştır (baskı yeri yok, ts.). Bunlar sırasıyla Risâletü’s-sakīfe, Risâle fî Ǿilmi’l-kitâbe, Risâletü’l-hayât, Risâle fi’l-Ǿulûm, Risâle ilâ Ebi’l-Feth b. el-ǾAmîd, Risâle ilâ Ebi’l-Vefâ el-Mühendis el-Bûzcânî, Risâle ile’l-vezîr Ebî ǾAbdillâh el-ǾÂrız, Risâle ile’l-vezîr Ebî ǾAbdillâh el-ǾÂrız vezîri Samsâmiddevle el-Büveyhî ve Risâle ile’l-Kādî Ebî Sehl Alî b. Muhammed’den ibarettir. Bunlardan bir kısmı Tevhîdî’nin eserleriyle birlikte, bir kısmı da müstakil olarak, bazıları ise İngilizce ve Fransızca tercümeleriyle bir arada ayrıca yayımlanmıştır (Abdülemîr el-A‘sem, s. 71-106).

Tevhîdî’nin günümüze ulaşmayan bazı eserleri de şunlardır: el-Haccü’l-Ǿaklî izâ dâka’l-fedâǿ Ǿani’l-hacci’ş-şerǾî, Risâle fî ahbâri’s-Sûfiyye, Risâle fî takrîzi’l-Câhiz, Risâle fi’l-hanîn ile’l-evtân, Risâle fî dalâlâti’l-fukahâǿ fi’l-münâzara, ez-Zülfe, el-Muhâdarât ve’l-münâzarât, Kitâbü’r-Red Ǿale’bni Cinnî fî şiǾri’l-Mütenebbî, Riyâzü’l-Ǿârifîn.

Yüzyılı aşkın bir zamandan beri Ebû Hayyân et-Tevhîdî üzerinde yapılan araştırmalar eserlerinin yayımı ve müstakil çalışmalar şeklinde devam etmektedir. Bu konuda Batı’da ilk ciddi ve kapsamlı araştırmayı, Essai sur la personnalité morale et intellectuelle d’Abū Hayyan al-Tawhīdī (Paris 1974) adlı doktora teziyle Marc Bergé yapmıştır. İki hacimli ciltten oluşan bu çalışmada Tevhîdî ile ilgili otuz bir klasik kaynak yanında 1883-1965 yılları arasında yazılmış 128 modern kaynak tesbit edilerek zengin bir bibliyografya meydana getirilmiştir. Fakat Bergé, 1959’dan beri konu üzerinde araştırma yaptığı ve eserini de 1974’te yayımladığı halde her nedense 1965-1974 yılları arasındaki çalışmalar bu bibliyografyada yer almamıştır. Daha sonra Abdülemîr el-A‘sem, Ebû Hayyân et-Tevhîdî fî Kitâbi’l-Mukābesât (Beyrut 1979) adlı çalışmasında Bergé’nin 1883-1965 yılları arasında tesbit edemediği kırk dört eserle 1965-1979 arasında yayımlanan yirmi dokuz eseri de ilâve ederek daha mükemmel bir bibliyografya oluşturmuştur.

BİBLİYOGRAFYA:

Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-Mukābesât (nşr. Hüseyin eş-Şîrâzî), Bombay 1306, s. 31, 194; a.mlf., el-İmtâǾ ve’l-muǿânese (nşr. Ahmed Emîn – Ahmed ez-Zeyn), Kahire 1339/1944, I, 29-41, 142; II, 4-5, 89; III, 135, 161-162; a.mlf., es-Sadâkatü ve’s-sadîk, (nşr. Ali Mütevellî Salâh), Kahire 1972, s. 9-10; a.mlf., Resâǿil (nşr. İbrâhim el-Kîlânî), [baskı yeri ve tarihi yok] (Dâru Talâs), s. 111-114, 352-358, 404-414;


İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VIII, 185; Yâkūt, MuǾcemü’l-üdebâǿ, IV, 5; V, 380-407; İbnü’l-Kıftî, İhbârü’l-Ǿulemâǿ (Lippert), s. 82, 83, 88, 283; Zehebî, Mîzânü’l-iǾtidâl, Kahire 1325, III, 355; Sübkî, Tabakāt (Tanâhî), V, 288; İbn Nübâte el-Mısrî, Serhu’l-Ǿuyûn (nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl), Kahire 1964, s. 47; İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, VI, 169-370; Süyûtî, Bugyetü’l-vuǾât, Kahire 1326, s. 348-349; Ahmed b. Zerkûb eş-Şîrâzî, Şîrâznâme, Tahran 1350/1931, s. 108; Taşköprizâde, Miftâhu’s-saǾâde, I, 188; M. Kürd Ali, Ümerâǿü’l-beyân, Kahire 1355/1937, II, 488-545; Mez, el-Hadâretü’l-İslâmiyye, I, 393; Brockelmann, GAL, I, 283; Suppl., I, 380, 435; Abdürrezzâk Muhyiddin, Ebû Hayyân et-Tevhîdî, Kahire 1949; İhsan Abbas, Ebû Hayyân et-Tevhîdî, Beyrut 1956; a.mlf., “Ebû Hayyân et-Tevhîdî ve Ǿilmü’l-kelâm”, Ebhâs, XIX/2, Beyrut 1966, s. 189-207; İbrâhim el-Kîlânî, Ebû Hayyân et-Tevhîdî, Beyrut 1957; Ahmed M. el-Hûfî, Ebû Hayyân et-Tevhîdî, Kahire 1964, I-II; Zekeriyyâ İbrâhim, Ebû Hayyân et-Tevhîdî, Kahire 1965; a.mlf., “Ebû Hayyân et-Tevhîdî el-edîbü’l-feylesûf”, Mecelletü’l-Mecelle, sy. 80, Kahire 1963; a.mlf., “Ebû Hayyân et-Tevhîdî Ǿâlimü’n-nefs”, Mecelletü’r-Risâle, sy. 1045, Kahire 1964; Mahmûd İbrâhim, Ebû Hayyân et-Tevhîdî fî kadâya’l-insân ve’l-luga ve’l-Ǿulûm, Beyrut 1974; Abdülemîr el-A‘sem, Ebû Hayyân et-Tevhîdî fî Kitâbi’l-Mukābesât, Beyrut 1979; Afîf el-Behisnî, Felsefetü’l-fen Ǿinde’t-Tevhîdî, Dımaşk 1987; Mâcid Fahrî, İslâm Felsefesi Tarihi (trc. Kasım Turhan), İstanbul 1987, s. 147-149; Kemâleddin Hasan el-Malatâvî, Allāh ve’l-insân fî felsefeti Ebî Hayyân et-Tevhîdî, Kahire 1988; Hayrî Şelebî, Ebû Hayyân et-Tevhîdî rebîǾu’s-sekāfeti’l-ǾArabiyye, Kahire 1990; M. Ali es-Sabbâh, Ebû Hayyân et-Tevhîdî feylesûfü’l-üdebâǿ ve edîbü’l-felâsife, Beyrut 1990; İsmail Hakkı İzmirli, “Ebû Hayyân Ali b. Muhammed et-Tevhîdî”, DİFM, II/7 (1928), s. 107-136; Marc Bergé, “Une Anthologie sur l’amitié d’Abū Hayyān at-Tawhīdī”, BEO, XVI (1958-60), s. 1-59; a.mlf., “Epitre sur les sciences (Risāla fīl-Ǿulūm) d’Ebu Hayyān at-Tawhīdī”, a.e., XVIII (1963-64), s. 241-254; a.mlf., “al-Tawhīdī et al-Gāhiz”, Arabica, XII/2, Leiden 1965, s. 188-195; a.mlf., “Genèse et fortune du Kitāb al-Imtā‘ wal-muānasa d’Abū Hayyān al-Tawhīdī”, BEO, XXV (1972), s. 97-104; a.mlf., “Les Ecrits d’Abū Hayyān al-Tawhīdī”, a.e., XXIX (1977), s. 53-63; a.mlf., “Histoire des études Tawhidiennes du Ne/Xe s. au milieu XIIIe/XIXe s.”, Annales Islamologiques, XIII, Caire 1977, s. 43-72, 73-100; a.mlf., “Essai de bibliographie Tawhıdenne de 1883 à 1965”, Livre du Centenoire 1880-1980, Caire 1980, s. 369-382; a.mlf., “Temprament et Caractère d’Abū Hayyān al-Tawhīdī”, Les Caniers de Tunusie, XXXII/127-128, Tunis 1984, s. 53-86; Franz Rosenthal, “Abū Haiyān al-Tawhīdī on Penmanship”, AI, XIII-XIV (1968), s. 1-30; Yûsuf M. Ali, “Ebû Hayyân et-Tevhîdî hel intehare”, Mecelletü’l-Âfâki’l-ǾArabiyye, V/4, Bağdad 1979; Hanifî Özcan, “Ebû Hayyân et-Tevhîdî Bir Ateist midir?”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 6, İzmir 1989, s. 48-53; D. S. Margoliouth, “Ebû Hayyân”, İA, IV, 29-30; S. M. Stern, “Abū Hayyān al-Tawhīdī”, EI² (İng.), I, 126-127; W. M. Watt, “Abū Hayyān Tawhīdī”, EIr., I, 317-318.

Mahmut Kaya