DOĞANCI

Osmanlı Devleti’nde av ve avcılıkla ilgili saray görevlilerinden bir sınıfın adı.

Türkçe bir kelime olan doğan ( togan), avcılıkta alıcı kuş olarak kullanılan yırtıcı kuşun adıdır. İklim şartlarına dayanıklılığı, güçlü ve çevik oluşu, kolayca eğitilebilmesi gibi özellikleri sebebiyle doğan türü yırtıcı kuşlar her zaman en gözde avcı kuşu olmuştur. Bâzdâr da denilen doğancı ise bu kuşu yetiştiren ve onunla avlanan kişidir. Doğanla avcılığın geçmişi tarih öncesine kadar uzanır. Avrupalılar bunu Doğu’dan öğrenmişlerdir. Bazı Türk-İslâm devletlerinde kuşçu, emîr-i şikâr, hârisü’t-tayr gibi av ve avcılıkla ilgili saray görevlileri vardı (bk. AV; AVCI).

Osmanlılar’da avcılık çok gelişmiş, teşkilâtlanmış ve ülkenin her tarafında yaygınlaştırılmıştır. Kuruluş devri Osmanlı padişahları sürek avlarına zağarcılarla birlikte çıkmış, daha sonra padişahın yanında ava çıkma imtiyazı saray avcılarına geçmiştir. 1478 yılına kadar bunların âmiri şahincibaşı iken bu tarihten sonra Enderun’daki “hâne-i bâzyân” da denilen doğancı koğuşunun âmiri doğancıbaşı olmuştur.

Doğancıbaşının yevmiyesi XVI. yüzyılda 20 akçe idi. Rikâbdar ağa kadar yıllık ödeneği vardı, ayrıca kandil ve bayramlarda kendisine bahşiş verilirdi; yeme, içme ve giyim masrafları da saraya aitti. Padişahla birlikte çıktığı avlarda her av getirişte yine bahşiş alırdı. Bayram tebriklerinde doğancıbaşı padişahın elini atmacacıbaşından sonra öperdi. Doğancıbaşı terfi ederse saray içinde şahincibaşı, çakırcıbaşı (Selânikî, I, 286; II, 441), mîrâhur olur, dış hizmete ise


yeniçeri ağası, sancak beyi, kaptan-ı deryâ (Atâî, s. 768), beylerbeyi (genellikle Mısır beylerbeyi, Tavernier, s. 126), hatta vezir olarak çıkardı. XVI. yüzyılda 300.000 akçe ile sancak beyi tayin edildiği de olmuştur. 1612 yılında Doğancıbaşı Karabaş Mehmed Ağa saraydan Bosna beylerbeyi olarak çıkmıştı. IV. Murad’ın ünlü vezîriâzamı Hâfız Ahmed Paşa doğancıbaşılıktan gelmedir. Son doğancıbaşı olan Topal Ahmed Paşa da IV. Mehmed zamanında Silistre beylerbeyi olmuştur. Doğancıbaşının günlük kıyafeti sivri külâh, cübbe, mintan, dökme şalvar ve sarı yemeniden ibaretti. Merasim ve alaylarda ise sarı erkân kürkü giyerdi. Doğancıbaşı ve saray doğancılarının ikamet ettiği koğuş, Topkapı Sarayı’nın üçüncü avlusunda hazine ile Has Oda koğuşlarının arasındaydı.

Saray doğancıları devşirme yoluyla alınan acemi oğlanları arasından seçilirdi. Belli bir süre Edirne, Galata ve İbrâhim Paşa saraylarında hizmet edip yetiştikten sonra Enderun’a alınan doğancı adaylarına “doğancı şâkirdi” denir ve eğitimlerine burada devam edilirdi. Enderun’daki doğancılar esas olarak mensubu oldukları Doğancılar Koğuşu’nda hizmet etmekle birlikte başka koğuşlarda da çalışırlardı. Meselâ XVII. yüzyılda Has Oda’da üç, Hazine Odası’nda yedi ve Seferli Koğuşu’nda yirmi doğancı hizmet etmekteydi. Enderun’daki doğancıların başlıca görevlerinin kuşlarla ilgilenmek ve padişahla birlikte ava çıkmak olduğunu belirten Tavernier, bunların hazinelilerle aynı kumaştan elbise giydiklerini ve giyim tarzlarının, her zaman yünlü giyen Büyük ve Küçük Oda iç oğlanlarından farklı olduğunu ilâve etmektedir. Oldukça ayrıntılı ve doğru bilgiler veren seyyah, eserinde on iki kıdemli doğancının hazine odası görevlileriyle aynı imtiyazlara sahip olduğunu, öteki doğancıların ise Seferli Koğuşu görevlileriyle aynı seviyede olduğunu belirtmektedir (Osmanlı Sarayında Yaşam, s. 126-127). Doğancılar Koğuşu mensupları, kaftanlı denilen Enderunlular arasında rütbece beşinci sırada idiler. Bunlar dış hizmete genellikle kapıkulu süvarisi olarak çıkarlardı.

Saray avcılarının sayısı sultanların ava olan merakına göre değişmiştir. Fâtih Sultan Mehmed zamanında sarayda sadece dokuz şahinci varken XVII. yüzyılda bu sayı kırka kadar yükselmiştir. XVII. yüzyıl başlarında Topkapı Sarayı’ndaki doğancı, şahinci ve atmacacılardan oluşan şikâr halkının toplam sayısı 592 kişi olup bunların sadece otuzu doğancıydı (Ayn Ali, s. 95). Enderun’daki doğancı teşkilâtı Avcı Sultan IV. Mehmed zamanında (1648-1687) kaldırılmış, doğancıbaşının görev ve yetkileri bîrun* halkından çakırcıbaşıya verilmiştir.

Eyaletlerdeki Teşkilât. Eyaletlerde de merkezdekine benzer, fakat hepsi timar*lı doğancı teşkilâtları vardı. Av kuşlarının bulunduğu sancaklarda doğancılar, çakırcılar, şahinciler ve atmacacılar bulunurdu. Bunlar doğancıbaşının, doğancı teşkilâtının kaldırılmasından sonra ise çakırcıbaşının emri altında çalışırlardı. XVI. yüzyılda Anadolu ve Rumeli’de 2171 avcı kuşu yetiştiricisi vardı. Bunlar daha ziyade Maraş, Gelibolu, Kars, Menteşe, Manisa, Silistre, Vidin ve Niğbolu sancaklarında yoğunlaşmıştı. Manisa kazasında 1531’de otuz beş olan doğancı köyü mevcudu 1575’te altmış yediye yükselmiştir. Bu yöredeki avcılar Manisa’da şehzade bulunduğunda yetiştirdikleri kuşları ona getirirler, şehzade olmadığı zamanlarda ise İstanbul’a gönderirlerdi. Hassa doğancılarının timar köylerinden sağladıkları gelir genellikle mukātaa* usulüyle toplanırdı. Vidin’deki doğancıların hemen tamamı müslüman iken Niğbolu’dakilerin bir kısmı müslüman, bir kısmı hıristiyandı.

Mahallî doğancılar çakırcıbaşı tarafından tayin edilirdi (Avni Ömer Efendi, XV/59, s. 395). Bunlar devletten nakdî bir ücret almazlar, timar tasarruf ederlerdi (Kānunnâme, Âtıf Efendi Ktp., nr. 1734, vr. 63b). Her mahallî doğancıbaşının emrinde “gürenceci” ve “götürücü” denilen iki hassa kuşbazı vardı. Bunlar da eşit büyüklükte timar tasarruf ederlerdi. Birincisinin görevi saray için avcı kuşu yetiştirmek, ikincisinin görevi ise bunları merkeze ulaştırmaktı. Yine mahallî doğancıbaşıların emri altında köylerde av kuşu yetiştirmekle görevli hıristiyan ve müslüman reâyâdan doğancılar mevcuttu ve ellerinde padişah tarafından verilmiş doğancı beratı bulunurdu. Bu görevlilerden müslüman olanlar “çiftlik” (doğancı çiftliği), hıristiyan olanlar ise “baştina” (doğancı baştinası) denilen mülk topraklarını ekip biçmekle geçinirler ve öşür, çift resmi, avârız gibi vergilerden muaf tutulurlardı. Sadece bazı durumlarda bağlı oldukları doğancıbaşıya veya doğrudan doğruya merkezden gönderilen vergi memuruna “bâd-i hevâ” adı altında ödeme yaparlardı. Eğer çiftlik dışında kendilerine ait bir toprağı ekip biçerlerse bunun için normal reâyâ gibi o yerin “sâhib-i arz”ına düzenli vergi vermekle mükellef tutulurlardı (Barkan, s. 277, 280).

Doğancılık babadan oğula geçtiğinden doğancı oğulları babalarının çiftliğinin vârisi olurlardı (a.g.e., s. 20, 272). Reâyâ asıllı doğancılar, çakırcılar, şahinciler ve atmacacılar avcı kuşlarıyla ilgili görevlerine göre avcı, kayacı, dîdebân (gözcü), tuzakçı, yuvacı, tülekçi gibi adlarla anılırlardı. Avcılar ve yuvacılar kuşları bağlı oldukları doğancıbaşılara teslim edince ellerine mühürlü tezkire verilirdi. Daha sonra yılın belirli bir döneminde doğancıbaşı ve hassa doğancıları bu kuşları İstanbul’a götürürler, oradaki doğancıbaşıya veya çakırcıbaşıya teslim ederlerdi. Kuş getiremedikleri yıl “mürde-bahâ” adıyla müslümanlar için 150, gayri müslimler için ise 300 akçeden ibaret bir çeşit vergi öderlerdi (Cvetkova, s. 800). Avcı kuşlarına ayrılmış bölgelerde reâyâ ve askerî*den hiç kimse kuş yakalayamazdı; bu yasağa uymayanlar 500 akçe para cezasına çarptırılırlardı.

XVII. yüzyıl sonlarından itibaren padişahların ava olan meraklarına paralel olarak eyaletlerdeki toprak sistemiyle ilgili doğancı teşkilâtı ilgi görmüş, ancak IV. Mehmed’den sonra genellikle ihmal edilmiş, hatta bazı yerlerde ortadan kalkmıştır. Doğancılar reâyâ statüsünde kalmışlar, dolayısıyla daha önce kendilerine tanınan muafiyetlerden faydalanamamışlardır. Bununla birlikte 1830 yılı sonlarına kadar ismen varlığını sürdüren doğancı teşkilâtı bu tarihte II. Mahmud tarafından resmen lağvedilmiştir.

İmparatorluğun Anadolu ve özellikle Rumeli yakasında “Doğancı” veya “Doğancılar” adı altında pek çok köy, çiftlik ve mahallenin bulunması ve bunların çoğunun hâlâ varlığını sürdürmesi, doğancı teşkilâtının ne kadar yaygın ve yerleşmiş olduğunun açık delilidir (Gökbilgin,


bk. İndeks). Üsküdar’da avcı kuşlarına bakan zümrenin yerleştiği yer bugün de Doğancılar adıyla anılmaktadır. Doğuya yapılan seferlerin ilk durağı olan bu meydanda askere ziyafet verilirdi.

BİBLİYOGRAFYA:

TSMA, E. 7774/1-2; BA, MD, nr. 3, s. 119, 135, 331, 357; BA, İbnülemin-Saray, nr. 166; BA, Cevdet-Saray, nr. 132, 446, 1492, 1675, 2877; Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, İstanbul 1990, II, 60-61, 170; Hicrî 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-i Arvanid (nşr. Halil İnalcık), Ankara 1954, tür.yer.; Defter-i Bâzdârân-ı Vilâyet-i Rumeli ve Anadolu ve Gayruhû, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, nr. 0.60; Âşıkpaşazâde, Târih, s. 2, 3, 134; Selânikî, Târih (İpşirli), I, 235, 286, 377; II, 441; Kānunnâme, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 587, vr. 165ª-166b; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 768; Kānunnâme, Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb, nr. 1004, vr. 94ª-95ª; Kānunnâme, Âtıf Efendi Ktp., nr. 1734, vr. 63b; Ayn Ali, Risâle-i Vazîfehorân, s. 95; Avni Ömer Efendi, Kānûn-ı Osmânî Mefhûm-ı Defter-i Hâkānî (nşr. İ. Hakkı Uzunçarşılı), TTK Belleten, XV/59 (1951), s. 395; J. B. Tavernier, Osmanlı Sarayında Yaşam (trc. Perran Üstündağ), İstanbul 1984, s. 125-127; Abdi Paşa, Vekāyi‘nâme, TSMK, Koğuşlar, nr. 915, tür.yer.; Mehmed Halîfe, Târîh-i Gılmânî, İstanbul 1340, s. 97; Paul Rycaut, The Present State of the Ottoman Empire, London 1972, s. 196; Antoine Galland, İstanbul’a Ait Günlük Anılar (1672-1673) (nşr. Charles Schefer, trc. Nahid Sırrı Örik), Ankara 1987, I, 124-125; II, 48; d’Ohsson, Tableau général, VII, 20; Abdurrahman Vefik, Tekâlif Kavâidi, İstanbul 1328, I, 222; Uzunçarşılı, Medhal, s. 344, 347; a.mlf., Kapukulu Ocakları, I, 169, 200, 367; II, 142; a.mlf., Saray Teşkilatı, s. 205, 311, 328, 337-338, 421-424; Barkan, Kanunlar, s. 20, 263, 272, 274, 277, 278, 280, 296, 331; Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livası, s. 80-86, 199-200, 263-264, 340-342, 397, 413, 444, 488, 491, 508; İsmail H. Baykal, Enderun Mektebi Tarihi, İstanbul 1953, s. 65-67; Reşat Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, İstanbul 1981, s. 212; Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar I, Ankara 1987, s. 118, 158, 207; a.mlf., “Doghandjıé”, EI² (Fr.), II, 629-630; Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğunda Derbend Teşkilâtı, İstanbul 1990, s. 36-37, 54; Feridun M. Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, Ankara 1989, s. 126-127, 170, 209, 293-294; Ahmed Refik [Altınay], “Fatih Devrine Ait Vesikalar”, TOEM, VIII-XI/49-62 (1335-37), s. 5, 18-20; Kâmil Su, “Balıkesir’de Hassa Doğancılarına Dair Belgeler”, Kaynak Mecmuası, nr. 39, Balıkesir 1936; Ali Rıza Yalgın, “Doğanla Avcılık”, Ülkü, III/27, Ankara 1949, s. 29-31; Aleksandr Stoyonovski, “Türk Hakimiyetinde Makedonya’da Hıristiyan Doğancılar”, BTTD, IV/21 (1969), s. 24-28; Emel Esin, “Kuşcı. Türk Sanatında Atlı Doğancı İkonografisi Hakkında”, STY, VI (1974-75), s. 411-452; Bistra Cvetkova, “La Fauconnerie dans les sancaks de Nicopol et de Vidin aux XVe et XVIe siècles”, TD, sy. 32 (1979), s. 795-818; “Doğancıbaşı”, TA, XIII, 415-416; “Doğancılar”, a.e., XIII, 416; Pakalın, I, 470; “Doğancılık”, ABr., VII, 358-359.

Abdülkadir Özcan