DİR‘İYE

(الدرعية)

Arabistan’ın Necid bölgesinde Vehhâbîler’in eski merkezi olan yer.

Bugün Riyad şehrinin yakın bir banliyösü olup Dir‘iye veya Der‘iye adıyla anılmaktadır. Vâdiihanîfe’de kurulmuş olan şehir, eskiden Kızıldeniz ile Basra körfezi arasındaki kervan yolu üzerinde bulunur ve burada bölgenin sakinleri olan Aneze kabilesi tarafından meşhur Arap atları yetiştirilirdi. Kaynaklara göre Dir‘iye ilk defa 850 (1446-47) yılında, civardaki Gasîbe ve Müleybid’in Hacer el-Yemâme b. Dir‘ tarafından akrabası Mâni‘ b. Rebîa’ya verilmesi üzerine iskân edildi. Mâni‘ b. Rebîa’nın Benî Hanefî kabilesine mensup olduğu söylenirse de tercih edilen görüş onun Aneze kabilesinden geldiği şeklindedir. Böylece hayat bulan bölgeye zamanla aynı kabileden birçok kimse yerleşmiş ve Dir‘iye ile Gasîbe önemli birer merkez olarak ortaya çıkmışlardır.

1721’de Benî Hâlid kabilesinin şeyhi ve Hasâ bölgesinin hâkimi Sa‘dûn b. Muhammed Âl-i Gureyr yöredeki önemli yerleşim merkezlerinin tamamını yağmaladı. 1726’da bugünkü Suûdî hânedanına adını veren Mâni‘ b. Rebîa’nın soyundan Muhammed b. Suûd, Dir‘iye ve çevresinde bağımsız bir emîr olarak hükmetmeye başladı. 1744’te Uyeyne’de Temîmîler’in reisi Osman b. Ahmed Âl-i Muammer’in himayesinde bulunan ve Vehhâbîliğin kurucusu olan Şeyh Muhammed b. Abdülvehhâb şehirden çıkarılması üzerine Dir‘iye’ye Muhammed b. Suûd’un yanına geldi. Bir evlenme dolayısıyla aralarında akrabalık da kurulan Muhammed b. Suûd ile Muhammed b. Abdülvehhâb dinî-siyasî bir güç oluşturdular ve birtakım yeni fikirlerle desteklenmiş katı kurallara oturtulan Vehhâbî-Suûdî hâkimiyetini bütün Arabistan ve Körfez ülkelerine yayma çabasına girdiler. Bu amaçla zaman zaman Bahreyn, Bureymî, Katar, Hicaz ve Güney Arabistan gibi civar bölgelere askerî seferler düzenlediler. Bu arada Kerbelâ’yı basıp matem âyini yapan Şiîler’in 2000’den fazlasını öldürerek Hz. Hüseyin’in türbesindeki 200 deve yükü altın ve gümüş eşyayı Dir‘iye’ye getirdiler. XIX. yüzyılın başlarında önemi gittikçe artan Dir‘iye’nin Suûd b. Abdülazîz döneminde bu yeni gücün merkezi olduğu resmen ilân edildi ve şehrin imarına hız verildi.

Osmanlı Devleti, Dir‘iye’de başlayarak sağladığı askerî üstünlükle civara yayılan ve Mekke, Medine, Cidde, Tâif gibi önemli merkezleri ele geçiren Vehhâbî-Suûdî hareketine karşı Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’yı görevlendirdi (1810). Mehmed Ali Paşa, oğullarından Tosun Ahmed Paşa’yı Cidde ve Tâif taraflarına, onun ölümünden sonra da


İbrâhim Paşa’yı Medine’ye ve Kuzey Arabistan taraflarına gönderdi. Sekiz yıl süren mücadelelerden sonra Dir‘iye’ye yönelen İbrâhim Paşa beş aylık bir kuşatma ile zayıf düşürdüğü şehri 1818 Eylülünde ele geçirdi. 1814’ten beri hüküm süren Abdullah b. Suûd ile dört oğlu ve bazı maiyet erkânı gönderildikleri İstanbul’da idam edildiler; şehir de kısa bir süre burada kalan İbrâhim Paşa’nın ayrılmasından sonra onun emriyle tahrip edildi. O sıralarda bölgeyi ziyaret eden İngiliz subayı Sadlier’in verdiği bilgiye göre kale duvarları İbrâhim Paşa’nın askerleri tarafından tamamıyla yıkılmıştı. Dir‘iye’nin meyve bahçelerinde kayısı, incir, üzüm ve hurma yetiştiriliyordu ve mâmur olduğu günlerde şehrin nüfusu 40.000 civarında idi.

İbrâhim Paşa’nın bölgeden ayrılmasından bir yıl sonra (1820) Uyeyne kabilesinden Suûdîler’in yeğeni olan Muhammed b. Meşârî Dir‘iye’de tekrar hâkimiyet iddiasıyla ortaya çıktı; ancak bir müddet sonra İbn Muammer diye bilinen bu kişi İstanbul’da idam edilen Abdullah’ın oğlu Türkî tarafında öldürüldü. Böylece Dir‘iye’yi ele geçiren Türkî b. Abdullah çok geçmeden Riyad’a da girdi, fakat kısa sürede Osmanlı-Mısır kuvvetleri tarafından bölgeden çıkarıldı. İbrâhim Paşa’nın yerine bıraktığı kumandan Hüseyin Bey 1821’de Dir‘iye halkını göçe zorlayarak şehri boşaltıp tahrip etti. Böylece Dir‘iye ikinci defa yerle bir edilmesi sonucu artık oturulamaz hale getirildi. Türkî b. Abdullah 1824 yılında kuvvet toplayarak Riyad’ı tekrar ele geçirdi ve bir daha Dir‘iye ile ilgilenmedi. Eski Dir‘iye bugün harabe şekliyle muhafaza edilmektedir. Yeni şehir ise Vâdiihanîfe’nin karşı yakasındadır.

Dir‘iye’nin tarihî eserlerinden İmam Muhammed b. Suûd Camii, vadinin batı yakasında, Turayf Kalesi’nin hemen altında yer alır. Geleneksel Necd üslûbuyla yapılan camiden bugüne taş sütunlar ve kerpiç duvarlar kalmıştır. Aynı bölgede saray kalıntılarının ortasında bulunan Sa‘d Camii, Suûdî hükümeti tarafından restore edilmiştir. Vadinin çeşitli yerlerinde, ekili alanlarda çalışanlar için yapılmış küçük kerpiç camilere ait kalıntılar da vardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Hamed el-Câsir, el-MuǾcemü’l-cogrâfî: Mıntıkatü’ş-şarkiyye, Riyad 1980, II, 693; C. Niebuhr, Beschreibung von Arabien, Kopenhagen 1772, s. 343-345; L. A. Corancez, Histoire des Wahabis, Paris 1810, s. 176 vd.; G. Sadlier, Account of a Journey from Katif on the Persian Gulf to Jambo on the Red Sea, London 1823, III, 471; W. G. Palgrave, Reise in arabien, Leipzig 1867, I, 295; II, 31-68; Kāmûsü’l-a‘lâm, III, 2132; Cevdet, Târih, II, 72-74; IX, 302-310; X, 99-106; XI, 13-19, 191; Delîlü’l-Halîc (Târih), III, 1424; G. R. D. King, The Historical Mosques of Saudi Arabia, London 1986, s. 149-153; Lisa Kaaki, “Al Dira’yah”, Ahlan Wasahlan, XVI/5, Cidde 1992, s. 16-19; J. Schleifer, “Der’iye”, İA, III, 542; Neşet Çağatay, “Vehhâbîlik”, a.e., XIII, 263, 266-267; G. Rentz, “al-DirǾiyya”, EI² (İng.), II, 320-322.

Mustafa L. Bilge