DECCÂL

(الدجال)

İlâhî dinlerde kıyamet alâmetlerinden sayılan ve insanları doğru yoldan saptırmaya çalışacağı kabul edilen olağan üstü güçlere sahip kişi.

Sözlükte “bir şeyi örtmek, yaldızlamak veya boyamak” anlamındaki decl kökünden türeyen bir sıfat olup klasik kaynaklarda “âhir zamanda ortaya çıkıp göstereceği hârikulâde olaylar sayesinde bazı insanları dalâlete sürükleyeceğine inanılan kişi” diye tarif edilir. Deccâl kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemektedir. Hz. Peygamber’e nisbet edilen rivayetlerde “muhatabını aldatmak gayesiyle güzel sözler söyleyen kişi; bir kaşı ve gözü bulunmayan kötü kimse” anlamındaki mesîh kelimesiyle birlikte “el-mesîhu’d-deccâl” ve “mesîhu’d-dalâle” şeklinde kullanılmıştır.

Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta Deccâl. Yahudi dinî literatüründe ilk defa milâttan önce II. yüzyıldan itibaren, “son günler”de Allah’a karşı gelecek güçlü bir varlıktan bahsedilmeye başlanmıştır (Daniel, 7/8 vd., 11/40). Bazı âlimler bu inancın kökünü, eski Bâbil mitolojisindeki sular ve dipsiz karanlıkların hâkimi Tiamat’ın yukarıdaki tanrılara isyan edip Tanrı Ea’nın oğlu Marduk tarafından mağlûp edilmesi mitine bağlarken bazıları da bunun başlangıcını eski İran inançlarında görülen iyilik ve kötülük güçlerinin muhalefetindeki düalizmde aramışlardır.

Yahudi kutsal kitabındaki bazı anlatımların deccâl kavramı için zemin hazırladığı kabul edilir. Hezekiel kitabının 38-39. bablarında geçen Gog ve Magog kıssası bunlar arasındadır. Bu kıssada âhir zamanda, yahudilerin düşmanlarına kumandanlık edecek Gog’un Rab Yahve tarafından nasıl mağlûp edileceği anlatılır. Yahudi kutsal kitabının Yoel, Zekarya, Daniel bölümlerinde de buna benzer anlatımlar vardır. Ancak bu metinlerde mesîh adı geçmemektedir. Hezekiel’de adı verilen Gog ise tarihî bir şahsiyet olarak gözükmemektedir. Daniel’de deccâl için müşahhas bir örnek verilmekte, “küçük boynuz, canavar” tabirleriyle sembollendirilen (Daniel, 7, 8) ve insan üstü özelliklerle tasvir edilen bu örnekle yahudilere zulüm ve eziyette bulunan IV. Antiochus Epiphanes (ö. m.ö. 163) kastedilmektedir. Antiochus zalim bir hükümdar, büyük orduların kumandanı, üç kralı yenen, azizlere zulmeden, Allah’ın mâbedini tahrip eden bir deccâl tipidir.

Yahudi kutsal kitabının dışındaki apokrif metinlerden biri olan “On İki Kabile Büyüğünün (esbât) Ahdi”nde Dan kabilesine mensup ve İsrâil’in Allah’a ibadetten vazgeçmesine yol açtığı anlatılan şeytanî bir şahsiyet olan Belial da (Beliar) bir deccâldir. Levi kabilesinden çıkacak mesîh onu yenecek ve ebedî ateşe atacaktır (IDB, I, 141). Diğer bazı apokrif metinlerde de benzer anlatımlara rastlanmaktadır (IV. Ezra, 11-12; IDB, a.y.).

Yahudiler deccâli, kendilerini kurtaracağına inandıkları mesîhin muhalifi olarak görmüşler, onlara zarar veren Antiochus Epiphanes yanında Neron, Kaligula, Pompey gibi zalim idarecileri de deccâl olarak telakki etmişlerdir. Menkıbevî yahudi dinî literatüründe mesîhin muhalifi deccâl için Armilus adı kullanılmıştır. Armilus’un, Roma’nın kurucusu olarak görülen efsanevî şahsiyet Romulus’tan geldiği düşünülmektedir. Romalılar putperest bir kavim olarak yahudilerin yaşadığı kutsal topraklarda hâkimiyet kurmuş, onlara işkence etmiş, mâbedlerini yıkmışlardır; böylece mesîhin semavî ve ebedî krallığına karşı geçici dünyevî şeytanî gücü ve şeytanın krallığını temsil ettiklerine inanılmıştır. Dâvûd neslinden gelen mesîh tarafından öldürüleceğine inanılan Armilus adı, ilkin Saadiah Gaon’un Emunot ve-De’ot’unda zikredilmiştir. Sonraki apokaliptik midraşim edebiyatında geçen bir anlatıma göre Armilus, Roma’da güzel bir kadının mermerden heykelinin çocuğudur. Dünyanın kötü insanları o heykelle kendilerini aldatmışlar, heykel bu insanların tohumlarını içinde muhafaza etmiş, böylece onlardan bir çocuk oluşturmuştur. Armilus adı verilen bu hilekâr varlık 5 m. boyunda, sarı saçlı, ayak tabanı yeşil ve iki başlıdır (EJd., III, 476). Yine bu literatüre göre Armilus kendisinin tanrı olduğunu ileri sürecek, on kralla birlikte olacak, Kudüs’ü ve Antakya’yı zaptedecek, yahudileri topraklarından çıkaracak, Nehemiah b. Hushiel’i (Yûsuf’un oğlu Mesîh) öldürüp dürüst insanları yasa boğacaktır. Ancak Rab Yahve, deccâl Armilus ve ordularını Arbel vadisinde yok


edecek, Armilus Dâvûd oğlu Mesîh’in nefesiyle öldürülecek (İşaya, 11/4) ve Tanrı’nın krallığı yeryüzüne hâkim olacaktır. Bu literatürde Armilus insan üstü şeytanî bir varlık, mesîhin muhalifi bir şahsiyet olarak kötülüğün temsilcisidir.

Hıristiyanlık’ta deccâl, “anti-christ” tabiriyle mesîhin düşmanı olarak Kitâb-ı Mukaddes’teki Yuhanna’nın mektuplarında yer alır (I. Yuhanna, 2/18-22, 4/3; II. Yuhanna, 7). Âhir zamanda zuhur edecek düşman şeklinde telakki edilen deccâl Yeni Ahid’de birçok yerde geçer (Matta, 12/28; Luka, 11/20; Vahiy, 12/8, 13/ 1, 16/13, 20/1-7; Selânikliler’e II. Mektup, 2/3-12). Süryânî çevrelerde “antichrist” tabiri için İslâmî kaynaklardaki deccâl teriminin aslı olduğu ileri sürülen daggala kelimesi kullanılır. Hıristiyan dünyasında kökleri Helenist Yahudiliğe kadar giden, İslâmî çevrelerce de paylaşılan bu terim ve onunla ilgili telakkiler tarihî seyri içinde inanç, teoloji, sanat, edebiyat ve siyasette önemli roller oynamıştır.

Yahudilik’te mesîh muhalifi olarak gelişen bu kavram, Hıristiyanlık’ta mesîhin ikinci gelişinden önceki muhalifi olan şeytanî veya yarı şeytanî yarı insanî bir varlığı ifade etmek üzere kullanılmıştır.

Yeni Ahid’deki deccâl ile ilgili anlatımlar, yahudilerin kurtuluş öncesinde kötülüğün artacağı ve bir şahısta odaklaşacağı gibi inançlarından etkilenmiş, özellikle Daniel kitabından alınan örnekler bolca kullanılmıştır. Pavlus’un Selânikliler’e yazdığı, deccâl hakkında Yeni Ahid’deki en eski ifadeleri ihtiva eden II. mektubunda (2/3-12) deccâl “fesat adamı, helâk oğlu” şeklinde nitelendirilmektedir; onun ibadet edilen her şeye karşı çıkacağı, tanrılık iddiasında bulunacağı ve ortaya çıkmasının âhir zaman alâmeti olduğu belirtilmektedir.

Yeni Ahid’in Vahiy kitabında deccâlin iki canavar şeklinde sembolik portreleri verilir. Bunlardan biri denizden çıkan on boynuzlu, yedi başlı bir canavardır. Onun başları üzerinde küfür isimleri bulunur. Bu canavar Daniel kitabındaki dört canavarın birleştirilmiş şeklidir. Kendisine hulûl etmiş olan şeytandan kudret ve hâkimiyet almıştır. İnsanlar arasında kendisine tapanların da bulunduğu bu canavar deccâldir. Bir bütün olarak Roma İmparatorluğu’nu, dört başından her biri ise kendisine tapınılan bir imparatoru temsil eder; bu başlardan biri de Neron’u gösterir. Mesîh yeryüzüne döndüğünde semavî orduları ile bunları etkisiz hale getirir ve ateş gölüne atar, takipçilerini de ağzından çıkan kılıçla katleder (Vahiy, 11/7, 13/1-10, 17/3-18, 19/ 19-21; Daniel, 7/1-9, 15-27). Vahiy kitabında bu deccâl ve sahte mesîh tasvirinin mecazi, sırrî, bâtınî anlamları bulunmaktadır. Hıristiyan kilisesinde deccâl geleneği Yahudilik’teki gibi şu veya bu şekilde asırlarca sürüp gitmiştir. İslâmî gelenekte Hz. Îsâ veya mehdî tarafından öldürülecek deccâl inancı, diğer iki semavî dinde bulunan ilgili inançlarla benzerlik gösterir.

Yeni Ahid’in Vahiy kitabında yer alan deccâl ile ilgili açıklamaların, yahudi kutsal kitabı Hezekiel’deki (38-39) Gog ve Magog ile Daniel’deki anlatımlara dayandığı bilinmektedir. Sonraki yahudi apokaliptik literatürü de özellikle deccâlin bedenî tasvirinde kaynak oluşturmuştur. Hıristiyan literatüründe en zengin ve çeşitli deccâl motifleri hıristiyan apokrif metinlerinde ortaya çıkmıştır. Yahudi kökenli “Hezekiah’ın Ahdi” başlıklı metin, I. yüzyılın sonlarından itibaren gelişmiş bir deccâl geleneğini yansıtır. Metin, muhtemelen yahudi geleneğine bağlı bir hıristiyan tarafından yazılmıştır. Bu metinde âhir zamanda karışıklıklar, fitne ve fesatların çıkması, mesîhin gelişinden kısa bir süre önce bu âlemin şeytanî kralı Belial’ın annesini öldürmüş bir “fitne kral” olarak insan şeklinde zuhur etmesi, kiliseyi dağıtması, on iki havâriden birini (Petrus) öldürmesi, mesîh gibi davranıp konuşması, kendisini tanrı olarak sunması, hârikalar göstermesi, halkın tapınması için her şehre heykelini koydurması, üç buçuk yıl boyunca birçok insanın onu takip etmesi, daha sonra inananların beklemekte olduğu gerçek mesîhin melekler ve orduları ile gelip Belial ve ordularını cehenneme göndermesi gibi hususlar yer alır.

Deccâl kavramının nereden geldiği hususunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Ön Asya kavimlerindeki, “zamanın sonu”nda yaratıcı Tanrı’ya karşı çıkan fesat canavarı efsanesi, siyasî olaylardan kaynaklanan sonun düşmanı fikri, Belial’ın efsanevî şahsiyeti, Neron efsanesinin gelişmesi gibi fikirler üzerinde durulmuştur (ER, I, 322).

Yahudi ve hıristiyan tarihlerinin incelenmesinden, deccâl inancının yayılmasına eski efsanelerin mevcut siyasî durumlara göre yorumlanmasının yol açtığı, ayrıca yahudi ve hıristiyanlara zulmedenlere zamanla efsanevî bir hüviyet kazandırıldığı ve böylece menkıbeler oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Romalı İmparator Neron’a, ölümü ve geri dönmesi, yeniden dirilmesi ve nihaî karşılaşmada mesîhe hasım olması şeklinde böyle bir hüviyet kazandırılmıştır. Bu husus, aynı zaman dilimi içinde yazılan yahudi ve hıristiyan metinlerinde (İşaya’nın Göğe Yükselmesi, 4/1-4; Sibylline’nin Kehanetleri, 3/63-74, 4/119-150; Vahiy, 13, 17) görülmektedir. Sahte mesîh veya deccâl, yahudi kaynaklarından alınan fikirlerle hıristiyanların geliştirdiği kavramlardır. Ancak hıristiyanlar bu kavramları işleyerek sonraki yahudi literatürünü etkilemişlerdir.

Hıristiyan dünyasında deccâl, konusundaki gelişme tarihî seyri içerisinde büyük bir çeşitlilik göstermiştir. Sahte Yuhanna’nın Vahyi, Tsefanya’nın Vahyi, Esdras’ın Vahyi (Grekçe) gibi eserlerde deccâl hain ve çirkin bir dev olarak yer alır. Sonraki eserlerde anlatım genişler. Deccâl bazan kör, bazan tek gözlü, bazan da gözleri yerlerde çirkin, topal bir yaratıktır. Bazı eserlerde ise akıllı, becerikli bir kimsedir. Kaşlarının arası çok açık, parmaklarının ucu baş şeklinde, elinde bir kılıç bulunan, görenler tarafından hemen tanınan, saçları pis ve uzun bir kimsedir.

II ve III. yüzyılın hıristiyan yazarları deccâl hakkındaki çeşitli rivayetleri değerlendirmeye çalışmışlar, onun bir tek kişi olduğu veya birden çok kişiyi temsil ettiği, yahudi ya da Roma asıllı, sahte bir mürşid veya işkenceci bir imparator olduğu hususunda tartışmalara girişmişlerdir. Îsâ Mesîh üzerindeki kristolojik tartışmalar onun muhalifine de yansımıştır. III. yüzyılın başında Romalı Hippolytus Antichristo adlı bir risâle yazmıştır. Ona göre deccâl de mesîh gibi yahudi fakat onun zıddı olacaktır. Hippolytus’un bazı takipçileri, deccâlin Neron tarafından temsil edilen Romalı zalim tipi ile sahte yahudi mesîhi tipini tartışmışlardır.

İlk inanç eseri olarak Didache’de deccâl dünyanın zalim hâkimi, şeytanî kuvvetlere sahip bir varlıktır. Irenaeus’den (ö. 202) itibaren kilise babalarının konuları arasına deccâl de girmiştir. Irenaeus, “anti-christ”in (deccâl) mistik 666 sayısı üzerinde durup onu Roma İmparatoru Lateinos veya tercihen Teitan ile özdeşleştirirken Vahiy kitabındaki imparatorun şeytanî deccâl olduğunu belirten açıklamaya dayanmıştır. Tertullian (ö. 220) deccâl terimini bütün dinsiz ve âsi kimseler,


Cyprian da (ö. 258) ayrılıkçılar için kullandı. Origen (ö. 254) birçok deccâlin çıkacağını ve en büyüğünün âhir zamanda geleceğini yazdı. Hippolytus’tan sonra Victorinus Vahiy kitabına yazdığı tefsirde, daha sonra Lactantius da meşhur eseri Divine Institutes’in VII. cildinde deccâl geleneğini ele aldılar. Konu Commodian tarafından V. yüzyılın ortalarında geliştirildi. Gotlar’ın Roma’yı alıp hıristiyanları rahatlatmalarından sonra Neron Roma’yı yeniden ele geçirerek onlara üç buçuk yıl zulüm yapmıştı. Bu olay üzerine yahudilerin ülkesini yeniden zaptedip kendisine taptıran bu ikinci deccâli mesîhin yeneceği, ülkeleri dinine döndürüp Kudüs’te krallığını kuracağı inancı doğdu. Zamanla deccâlle ilgili çok sayıda risâle yazıldı ve Ephrem, Bede, Methodius, Adso, Nerses, Kudüslü Cyril, Chrysostom ve diğerlerine atfedildi. Halk arasında bu menkıbeler büyük ilgi gördü. Bunlar üzerinde Grekçe, Latince, Süryânîce, Koptça, Ermenice, Farsça, Arapça başta olmak üzere çeşitli dillerde eserler yazıldı. İslâm’ın doğuşundan sonra ortaya çıkan Grekçe sahte Metodius metni Latince’ye de çevrilmiş, bu eserdeki deccâl tasvirleri Ortaçağ kiliselerinin vazgeçmediği kör, topal ve her türlü melânete cüret eden bir insan şeklinde halkı şartlandırmıştır.

Doğu Hıristiyanlığı’na mensup bazı babaların, daha sonra da Batılılar’ın Hz. Muhammed’i de 666 sayısına uydurmaya çalışarak (Maometis şeklinde) deccâl ilân etmeye kalkışmaları, Batı’da iç kavgalarda ileri gelen dinî siyasî liderlerin birbirlerini deccâl, deccâlin öncüsü diye itham etmeleri, yahudilerin Haçlı seferlerinde deccâle bel bağlayarak Türk denilen bir deccâlin İsrâil’in intikamını alıp hıristiyan kiliselerini ahıra dönüştüreceğini yaymaları, deccâl fantezisinin insanlarca nerelere kadar çekilebileceğinin örneklerini oluşturmuştur.

Ortaçağ’da kilise vâizleri Vahiy kitabındaki 666 rakamına 1000 ekleyerek deccâlin çıkış tarihini (1666) vermeye başlamışlar, bu durum büyük sıkıntılar meydana çıkarmış ve idareciler sonunda bunu yasaklamışlardır. Florisli Joachim (ö. 1202) deccâli bir sahte papa olarak düşündü. Çünkü papalık Waldensiyenler’e, spiritüel Fransiskenler’e eziyet etmekteydi. İmparator II. Frederick ile Papa IX. Gregory arasındaki kavgada da (1239) iki taraf birbirini deccâllikle suçladı. Reform öncesi ve sonrasında bütün Protestan reformcular Roma kilisesini ve papalığı deccâllikle suçlarken kendileri de aynı ithama mâruz kaldılar.

1760’tan bu yana Batı’da deccâl konusu yeniden ilgi toplamış, Fransız İhtilâli de bunu kamçılamıştır. Batılılar Hz. Peygamber’i, müslümanları, Türkler’i, Büyük Peter’den Kraliçe Mary, Oliver Cromwell, Napolyon Bonapart, III. Napolyon, Vladimir Lenin, Kaiser Wilhelm, Adolf Hitler ve Joseph Stalin’e kadar birçok ileri gelen kimseyi deccâl olarak kabul ederken Afrikalı müslümanlar Avrupalı sömürgecileri deccâl olarak görmüşlerdir. 1927’de yayımlanan bir İngiliz hükümet raporunda bu inancın Afrikalı müslümanları ayakta tuttuğu belirtilmiştir (Sarıtoprak, s. 47).

Günümüzde çağdaş Batılı yazarlar deccâl kavramını tarihî şahsiyetlerle özdeşleştirmeyi uygun görmemektedir. Genel anlayışa göre deccâl henüz zuhur etmemiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

W. Bousset, The Antichrist Legend, London 1896, s. 195; a.mlf., “Antichrist”, ERE, I, 578-581; W. W. Heist, The Fifteen Signs Before Doomsday, Michigan 1952, s. 87; R. K. Emmerson, Antichrist in the Middle Ages, USA 1981; M. Ali el-Bâr, el-Mesîhu’l-muntazar ve teâlimü’t-Talmûd, Cidde 1408/1987; Zeki Sarıtoprak, İslâma ve Diğer Dinlere Göre Deccal, İstanbul 1992; W. Jukes, “Imam Mahdy and Dajjal, the Muhammedan Antichrist”, Church Missionary Intelligencer, new serie 8 (1883), s. 596-601; A. S. Tritton, “Ed Dajjal, Antichrist”, Proceedings of the 5th All-India Oriental Conference, sy. 2 (1930), s. 1117-1127; D. J. Halperin, “The Ibn Sayyâd Traditions and the Legend of al-Dajjal”, JAOS, sy. 96 (1976), s. 213-225; M. Rist, “Antichrist”, IDB, I, 140-143; M. Rodriguez, “Antichrist”, New Catholic Encycloapedia, New York 1967, I, 616; M. E. Stone, “Antichrist”, EJd., III, 60-61; J. Klatzkin, “Armilus”, a.e., III, 476-477; J. D. Douglas, “Antichrist”, Dictionary of the Christian Church (ed. H. H. Rowdan), London 1974, s. 47; Bernard McGinn, “Antichrist”, ER, I, 321-323; V. Ermoni, “Antéchrist”, DTC, I/2, 1361-1365.

Kürşat Demirci




İslâmiyet’te Deccâl. Hadis mecmualarındaki bazı rivayetlere göre deccâl rüzgâr gibi bir hıza sahip olmak, yağmur yağdırıp kurumuş bitkileri yeşertmek, bolluk veya kıtlık icat etmek gibi beşer üstü nitelikler taşır. Yanında su ve ateş bulunacaktır; fakat gerçekte onun suyu yakıcı ateş, ateşi de tatlı ve soğuk sudur. Kıvırcık saçlı olup bir gözü kör veya patlamış üzüm tanesi gibidir. Alnında “kâfir” (كافر) veya “kfr” (ك ف ر) şeklinde bir yazı bulunur. Gençtir; kızıl, esmer veya parlak beyaz tenlidir. Cüsseli ve heybetli veya kısa boyludur. Âhir zamanda doğuda, Horasan veya İsfahan’da, Şam’da, yahut Şam ile Irak arasındaki bir yerde ortaya çıkıp yeryüzünde kırk gün kalacak, fakat bu günlerden biri bir yıl, biri bir ay, biri de bir hafta kadar sürecek, diğerleri ise normal günler gibi geçecektir. Rüzgâr gibi hızlı hareket edip yeryüzünü dolaşacak, sadece Kudüs’e, Mekke ve Medine’ye giremeyecektir. Önce peygamberlik, daha sonra ilâhlık iddiasında bulunacak, kendisine itaat edenleri cennetine koyacak, karşı çıkanları cehennemine atacaktır. Fakat gerçekte onun cenneti cehennem, cehennemi de cennettir. Medine’ye gelince Uhud dağının eteklerinde bekleyen melekler onu Şam’a yöneltecek ve Şam’da gökten inecek olan Hz. Îsâ tarafından Filistin’in Lüd denilen yerinde öldürülecektir (Buhârî, “Fiten”, 26-27; Müslim, “Fiten”, 100-110; İbn Mâce, “Fiten”, 33). Bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber zamanında Medine’de yaşayan ve kâhinlere benzeyen İbn Sayyâd adındaki yahudi asıllı bir kişinin deccâl olduğu düşünülmüştür (Müsned, II, 149; V, 213; Buhârî, “Edeb”, 97; Müslim, “Fiten”, 85-88). Diğer bazı rivayetlere göre, hıristiyanların ileri gelenlerinden biri iken Şam’dan bir heyetle Medine’ye gelip müslüman olan Temîm ed-Dârî, yolculuk sırasında arkadaşlarıyla birlikte uğradıkları ıssız bir adada, adının “cessâse” olduğunu söyleyen bir hayvanın delâletiyle deccâl ile görüştüklerini, elleri ve ayakları zincirle bağlı bulunan deccâlin zamanı gelince ortaya çıkacağını kendilerine söylediğini Hz. Peygamber’e anlatmış, o da deccâl hakkında duyduklarının daha önce ashaba söyledikleriyle benzerlik göstermiş olmasından dolayı memnuniyetini ifade etmiştir (Müslim, “Fiten”, 119-121; Ebû Dâvûd, “Melâhim”, 15). İlgili rivayetlerin bazılarında ise deccâlin, Bizanslılar’ın elindeki İstanbul’un fethinden sonra ortaya çıkacağı bildirilmiştir (Müslim, “Fiten”, 34; Tirmizî, “Fiten”, 58).

Hz. Nûh’tan itibaren bütün peygamberlerin kavimlerini deccâl fitnesine karşı uyardıklarını, Hz. Peygamber’in de dualarında daima onun şerrinden Allah’a sığındığını ve şerrinden emin olmak için Kehf sûresini okumayı (bir rivâyete göre ezberlemeyi) ashabına tavsiye ettiğini bildiren rivayetler de mevcuttur (Müsned, II, 446, 449; Buhârî, “Enbiyâ”, 3, 77, “Fiten”, 26; Müslim, “Fiten”, 95). Deccâle dair rivayetlerin çoğunda ondan bir kişi olarak bahsedilirken bazılarında


deccâllerden söz edilmiş, hatta otuz civarında deccâlin çıkacağı ifade edilmiştir (Buhârî, “Fiten”, 25; Müslim, “Fiten”, 84).

İslâm literatüründe deccâl konusu, daha çok hadislerden hareketle temellendirilmeye çalışılan itikadî bir mesele olarak incelenmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de deccâlden bahsedilmemesine rağmen bazı müfessir ve muhaddislerle Saîd Eyyûb, Muhammed Avâd gibi araştırmacılar, açıkça olmasa bile Kur’an’da deccâle işaret eden âyetlerin bulunduğu konusundaki rivayetleri veya kendi görüşlerini serdetmişlerdir. Onlara göre, “Rabbinin bazı âyetleri geldiği gün, önceden iman etmemiş olan veya imanında hayır kazanmayan kimseye artık iman etmesi fayda vermez” (el-En‘âm 6/158) meâlindeki âyette geçen “bazı âyetler” ibaresiyle kastedilen hususlardan biri deccâldir. Zira Ebû Hüreyre ile diğer bazı sahâbîler, “bazı âyetler”le güneşin batıdan doğması, dâbbetü’l-arz* ve deccâlin kastedildiğini açıklayan hadisler rivayet etmişlerdir. Ayrıca Ehl-i kitabın, ölümünden önce mutlaka Hz. Îsâ’ya iman edeceğini (en-Nisâ 4/159), Hz. Îsâ’nın beşikte ve yetişkinlikte insanlarla konuşacağını (Âl-i İmrân 3/46), gökleri ve yeri yaratmanın insanları yaratmaktan daha zor olduğunu (el-Mü’min 40/57) ve kıyamet alâmetlerinin geldiğini (Muhammed 47/ 18) bildiren âyetlerde de dolaylı olarak deccâle işaret edilmiştir (İbn Kesîr, I, 152; İbn Hacer, XIII, 98).

Deccâle dair hadisleri açıklamaya çalışan âlimlerin bir kısmı ilgili rivayetler arasında çatışma bulunmadığını iddia ederken İbn Hacer el-Askalânî ile Ali el-Karî’nin yanı sıra pek çok âlim, rivayetler arasında bir çatışmanın varlığını kabul etmekle birlikte bunların son tahlilde giderilebileceğini savunarak deccâlin âhir zamanda ortaya çıkacağı ve gökten inecek olan Hz. Îsâ tarafından öldürüleceği görüşünü benimsemiştir. Aynı âlimler, birden fazla deccâlin çıkacağını bildiren rivayetleri de sahih görüp âhir zamandakinden önce birçok deccâlin çıkabileceğini söylemişler ve Hz. Ali’nin, kendisine peygamberlik isnat eden aşırı Şiîler’den Abdullah b. Kurre’yi deccâl olarak nitelendirmesini buna delil göstermişlerdir. Ayrıca Firavun ve Nemrud gibi aşırı inkârcıları da deccâller arasında saymışlardır (İbn Hacer, XVI, 200; Ali el-Karî, V, 190, 210). Deccâlin sağ gözünün kör oluşunu ve alnında kâfir damgasının bulunuşunu zâhirî mânada kabul edenler olduğu gibi inkârı temsil ettiği şeklinde yorumlayanlar da mevcuttur. İbn Hacer, deccâlin çıkacağı yerle ilgili rivayetlerdeki uyuşmazlığı gidermek amacıyla bunların tamamının netice itibariyle onun doğudan çıkacağına işaret ettiğini söylerken Said Nursi, bazı râvilerin kendi görüşlerini hadis metinlerine karıştırarak bir anlamda hadis uydurduklarını söylemiştir (Şualar, s. 492). Bu tür iltibasların deccâl hadislerinin diğer bazı metinlerinde de meydana geldiği anlaşılmaktadır. Deccâlin yeryüzünde kalacağı kırk günden bir günün bir yıl gibi geçeceğini bildiren rivayet de şârihleri yorum yapmaya sevketmiş ve bunu, deccâl fitnesinin ortaya çıkmasından ötürü üzülen müminlere bir günün bir yıl kadar uzun geleceği tarzında açıklamaya çalışmışlardır (Ali el-Karî, V, 195, 211). Said Nursi bir günün bir yıl kadar uzun oluşunu, deccâlin altı ay gece ve altı ay gündüzün hüküm sürdüğü Kuzey kutbundan çıkacağına işaret saymıştır (Sözler, s. 319). Âlimlerin çoğunluğu ise bu rivayetlerin zâhirî mânada anlaşılması gerektiğini savunmuşlardır. Deccâl rivayetlerini şerheden bilginlere göre Hz. Peygamber devrinde yaşayan İbn Sayyâd, âhir zamanda çıkması beklenen deccâl değil sayıları otuz civarında olduğu bildirilen deccâllerden biridir (Ali el-Karî, V, 219). Bazı âlimler, İbn Sayyâd rivayetiyle çelişen Temîm ed-Dârî rivayetini sahih kabul ederken hadisleri metin açısından tenkide tâbi tutmayı zaruri gören araştırmacılar bunu, müslümanların inancını bozmak gayesiyle İslâm’a sokulmuş bir rivayet olarak değerlendirirler (Reşîd Rızâ, IX, 454-455, 459; M. Ebû Reyye, s. 40).

Akaid ve kelâm âlimlerinin deccâl konusundaki görüşleri farklıdır. Ebû Hanîfe, Ahmed b. Hanbel, Mâtürîdî ve Eş‘arî başta olmak üzere Selefiyye, Mâtürîdiyye, Eş‘ariyye ile Şîa ve Mu‘tezile âlimlerinin çoğunluğu, Hz. Peygamber’e nisbet edilen rivayetlere dayanarak âhir zamanda beşer üstü niteliklere sahip bir deccâlin çıkacağı ve Hz. Îsâ tarafından öldürüleceği görüşünde birleşmişlerdir. Muhtemelen ilk defa Muhammed b. Hüseyin el-Âcurrî (ö. 360/970) deccâl ile yahudiler arasında bağlantı kurmuş (eş-Şerîa, s. 381), son dönemlerde de M. Reşîd Rızâ gibi bazı âlimler bu görüşe katılmışlardır. Yine muhtemelen ilk defa Ebû Ali el-Cübbâî, daha sonra da Tahâvî ile İbn Hazm, deccâlin göstereceği hârikulâde olayların bir aldatmaca olduğunu ve başvurduğu hileleri bilen herkesin benzer olayları gerçekleştirebileceğini söylemişler, onun cenneti ile cehenneminin görüntüden ibaret olduğunu bildiren bir rivayeti (Buhârî, “Fiten”, 26) bunun delili saymışlardır (İbn Hazm, II, 118; İbn Kesîr, I, 120). Kelâm âlimlerinin çoğunluğu, deccâlin çıkışını mitolojik bir üslûpla ifade eden rivayetleri yorumlamaya yanaşmazken Teftâzânî, ilgili rivayetleri zâhirî mânada anlamayı mümkün görmekle birlikte bazı âlimlerin bunları te’vil ettiklerini belirtmiştir. Buna göre deccâl şer ve bozgunculuğu temsil eden bir kavram olup âhir zamanda şerrin yaygın bir şekilde ortaya çıkacağını ifade eder (Şerhu’l-Makasıd, V, 317). Çağdaş âlimlerden Mahmûd Şeltût, Teftâzânî’nin kullandığı ifade tarzından onun yapılan bu te’vili benimsediği ve deccâle ilişkin rivayetleri mutlaka zâhirî mânada anlamayı gerekli görmediği sonucunu çıkarmıştır (el-Fetâvâ, s. 78). Teftâzânî’nin, üstü kapalı bir şekilde de olsa deccâl kavramını yoruma müsait görmesinin, çağdaş âlimlerin te’vil kapısını açmalarına yardımcı olduğu söylenebilir. Bunlardan Muhammed Abduh deccâli, İslâm dininin ortadan kaldırmaya çalıştığı bütün hurafe, yalancılık ve kötülüklerin sembolü olarak yorumlamıştır (bk. Reşîd Rızâ, III, 317). M. Reşîd Rızâ, klasik anlayışı tamamen reddetmemekle birlikte hocası Abduh’un görüşüne meylederek deccâl hadislerinden, daha ziyade maddî şehvetlerin galip geleceği, şerrin ve inkârcılığın yaygınlaşacağı sonucunun çıkarılması gerektiğini savunmuştur. Ona göre bunu yahudiler gerçekleştirecektir (Tefsîrü’l-menâr, IX, 489-507). Said Nursi ve Muhammed el-Behî’ye göre deccâl komünizm ve materyalizm, Muhammed Esed’e göre Avrupa medeniyeti, Saîd Eyyûb’a göre ise siyonizm şeklinde yorumlanmalıdır (Sarıtoprak, s. 78, 116-121). Kâmil Miras’a göre deccâl tek bir kişi olmayıp küfrün sembolüdür ve küfrü yayan herkes deccâldir (Tecrid Tercemesi, IX, 184). Çağdaş yazarlardan Muhammed Selâme Cebr deccâlin şeytan olduğu kanaatindedir (Eşrâtü’s-sâa, s. 34). Ömer Rıza Doğrul ise bu konuda oldukça ilgi çekici bir yorum yapmıştır. Ona göre, deccâl fitnesinden korunmak için Hz. Peygamber’in Kehf sûresini (veya ilk ve son âyetlerini) okumayı tavsiye etmesi anlamlıdır. Zira bu âyetlerde Hz. Îsâ’nın hıristiyanlarca Allah’ın oğlu olduğuna dair iddialar yer almakta, dolayısıyla deccâl fitnesinin Hıristiyanlık akîdelerinin yayılması şeklinde


anlaşılmasını mümkün kılmaktadır (Tanrı Buyruğu, s. 351).

Hâricîler’in erken devir âlimleri, Cehmiyye ve bazı Mu‘tezile kelâmcıları ile Abdülkerîm el-Hatîb, Abdullah es-Semmân, Mustafa es-Sadâvî gibi çağdaş bazı araştırmacılar, herhangi bir te’vile gerek görmeden deccâl inancını bütünüyle reddetmişlerdir. Zira onlara göre bu konuda kesin delil niteliğini taşıyan hiçbir nas yoktur. Hz. Peygamber’e nisbet edilen rivayetler ise birbiriyle bağdaştırılamayacak derecede çelişkili bilgiler içermektedir. Bunlara dayanılarak “deccâlin çıkışı haktır” tarzında itikadî bir ilke ortaya koymak mümkün değildir. Esasen beşer üstü nitelikler taşıyan mitolojik deccâl inancı yahudilerle hıristiyanlara ait olup İslâm akaidine bu kültürlerden intikal etmiştir (İbn Kesîr, I, 120; Muhammed Abdullah es-Semmân, s. 90-91; Abdülkerîm el-Hatîb, s. 112).

Görüldüğü gibi İslâm âlimlerinin çoğunluğu, bir kısmı zayıf sayılmakla birlikte isnad açısından sahih kabul edilen bazı hadislere dayanarak âhir zamanda hârikulâde olaylar gösterme gücüne sahip deccâlin ortaya çıkacağına ve insanları dalâlete sürüklemeye çalışacağına, daha sonra da gökten inecek olan Hz. Îsâ tarafından öldürüleceğine inanmıştır. Bu âlimlerden bazıları konu için Kur’ân-ı Kerîm’den de deliller bulmaya çalışmışlardır. Görüşleri giderek taraftar bulan bazı âlimler ise olağan üstü maddî unsurlarla tasvir edilen deccâl tipinin uzak bir ihtimal olduğunu kabul etmiş, fakat konuyla ilgili sahih rivayetleri dikkate almak suretiyle deccâl kavramını reddetmeden ilgili metinleri kısaca şerrin yayılması şeklinde te’vil etmeyi tercih etmişlerdir. Âlimlerin bir kısmı da deccâl kavramının İslâmî bir temeli bulunmadığını savunarak bu inancı bütünüyle reddetmiştir.

Bazı âyetlerin deccâle işaret ettiği yolundaki iddia ilmî dayanaktan yoksundur. Bu âyetlerin bir kısmında Ehl-i kitabın ölümünden önce Hz. Îsâ’ya iman edeceği, Îsâ’nın yahudiler tarafından öldürülmediği, aksine Allah’ın onu kendine yükselttiği belirtilmektedir (Âl-i İmrân 3/55; en-Nisâ 4/157-159). Bu âyetlerden, Hz. Îsâ’nın bedeniyle göklere yükseltildiğine ve âhir zamanda gökten inerek deccâli öldüreceğine dolaylı olarak işaret ettiği sonucu çıkarılmaktadır. Halbuki başka bir âyette Îsâ’nın Allah tarafından ruhunun kabzedildiği (teveffî) bildirilmiş (el-Mâide 5/117) ve onun bedenen değil ruhen Allah’a yükseltildiğine işaret edilmiştir. Zira Kur’an’da belirtildiği üzere bir insanın öldürülmesi, ruhunun alıkonması yani bedeninden tefrik edilmesi demektir (ez-Zümer 39/42). Bu da Îsâ’nın bedenen göklere yükseltildiği ve dolayısıyla bu hususun deccâle işaret ettiği tarzındaki iddiayı geçersiz kılmaktadır. Ayrıca Hz. Muhammed’in nebîlerin sonuncusu olması ilkesi (el-Ahzâb 33/40), artık yeryüzüne bir daha peygamber gelmemesini gerektirir. İslâm ahkâmını uygulamak şartıyla da olsa Îsâ peygamberin tekrar gönderilmesi, nübüvvetin sona ermesi ilkesine ters düşmektedir. Zira geçmiş peygamberlerin birçoğu da kendilerinden önceki peygamberin getirdiği hükümleri uygulamıştır. Kıyametin kopacağına dair kesin bilginin mevcut olduğunu ifade eden (ez-Zuhruf 43/61) âyetteki “le-ilmün” (لَعِلْمٌ) kelimesini “le-alemün” (لَعَلَمٌ) şeklinde okuyarak bu âyeti Hz. Îsâ’nın dünyaya tekrar gönderileceğine (nüzûl-i Îsâ) delil sayan ve bunun kıyamet alâmetlerinden biri olduğunu düşünen, buradan da dolaylı olarak deccâle bir işaret çıkaranlar olmuşsa da bu anlayış isabetli değildir. Çünkü âyetin devamında kıyametin kopacağından şüphe edilmemesi ve Hz. Peygamber’e uyulması istenmektedir. Eğer âyette kastedilen Îsâ olsaydı Hz. Peygamber’e uyulması emredilmezdi. Yine Îsâ’nın hem beşikte hem de yetişkinlik döneminde insanlarla konuştuğunu ifade eden âyette (Âl-i İmrân 3/46) yer alan yetişkinlik (kehl) dönemi konuşmasının Îsâ’nın âhir zamanda tekrar gelişi sırasında olacağını ve bu âyetin deccâle işaret ettiğini ileri sürmenin de ilmî bir dayanağı yoktur. Rabbin bazı âyetlerinin ortaya çıkacağını haber veren En‘âm sûresindeki âyetin de (6/158) deccâle işaret ettiğini söylemek isabetli görünmemektedir. Çünkü İbn Mes‘ûd, Mücâhid, Katâde, Taberî gibi âlimlerce tercih edilen yoruma göre söz konusu âyetlerle kastedilen husus güneşin batıdan doğması hadisesi olup (Taberî, XII, 245-246) evrenin kozmolojik düzeninin bozulmaya başlayacağını ifade eder. Nitekim âyetin devamında, rabbin âyetleri zuhur edince iman etmenin sahibine fayda vermeyeceği bildirilmektedir. Halbuki deccâle ilişkin rivayetlerde Hz. Îsâ’nın onu öldüreceği ve daha sonra İslâmiyet’i hâkim kılarak dinî hayatı canlandıracağı ifade edilmektedir ki bu husus âyetin verdiği bilgiye tamamen aykırı düşmektedir. Bunların dışında kalan bazı âyetlerde de (el-Mü’min 40/57; el-Alak 96/6) deccâle işaret edildiğine dair ileri sürülen görüşün geçerli bir delili yoktur. Kıyamet alâmetlerinin gelişinden bahseden âyette ise (Muhammed 47/18) alâmetlerin geleceği değil geldiği bildirilmektedir. Bugün mevcut en eski ve en kapsamlı rivayet tefsiri olan Taberî’nin eserinde, bu âyetin tefsiri sırasında (Câmiu’l-beyân, XXVI, 52-53) âyetin deccâle işaret ettiğine ilişkin hiçbir rivayet bulunmamaktadır. Ayrıca tâgut*tan ve Hz. Mûsâ ile Firavun arasındaki mücadeleden bahseden âyetlerin (el-Bakara 2/256-257; M. F. Abdülbâkı, MuǾcem, “Firavn” md.) deccâle işaret ettiğini iddia etmenin de bir dayanağı yoktur. Sonuç olarak deccâl inancının Kur’ân-ı Kerîm’de yer aldığını söylemek ilmî açıdan mümkün değildir.

Hadislere gelince, ilk hadis derleyicilerinden olan İmam Mâlik bir rivayet dışında deccâl hadislerine yer vermemiştir (Hasan Hâlid, s. 232). Diğer hadis kaynaklarınca nakledilenlerin bazıları zayıf kabul edilmiştir (Sarıtoprak, s. 64-67). İsnad açısından sahih görülerek Hz. Peygamber’e nisbet edilen rivayetlerin bir kısmı ise birbiriyle bağdaştırılamayacak derecede çelişkiler içermektedir. Hz. Peygamber devrinde yaşayan İbn Sayyâd’ın veya bir adada zincirlerle bağlı bulunan birinin deccâl olarak gösterilmesiyle deccâlin İstanbul’un fethinin hemen ardından ortaya çıkacağının nakledilmesi bu çelişkiye verilebilecek örneklerdendir. Aslında İstanbul’un fethinden sonra deccâlin çıkacağı haberi gerçeğe de aykırıdır. Hz. Peygamber’in gerçeğe aykırı haberler vermesi düşünülemeyeceğine göre bu rivayetin isnad açısından sahih kabul edilerek Resûlullah’a nisbet edilmesi aslında sahih olmasını gerektirmemelidir. Kızıl veya beyaz tenli, kısa boylu veya


cüsseli, heybetli olduğunu belirten örneklerde olduğu gibi deccâlin şahsına ait özellikleri tasvir eden rivayetlerde de çelişkiler vardır. Bunlardan başka deccâlin bir taraftan ilâhlık iddiasında bulunacağını, diğer taraftan alnında “kâfir” yazısının mevcut olacağını ve bunun herkes tarafından okunacağını belirten rivayetleri mâkul bir şekilde bağdaştırmak da zordur. İlgili rivayetlerde deccâlin ulûhiyyet niteliklerine sahip gösterilmesi âlimleri bunların sıhhatinden şüphe etmeye sevketmiş, gerçek mâbuda iman etmekle yükümlü bulunan insanları saptırması için deccâle peygamberinkinden üstün hârikalar verilmesi, ilâhî hikmete ve kâinatta sürüp giden sünnetullaha aykırı bulunmuştur (Reşîd Rızâ, IX, 451-453).

Sonuç olarak Kur’ân-ı Kerîm’de deccâl ile ilgili hiçbir sarih ifade bulunmadığı açıktır. Hadis olarak rivayet edilen metinlerden elde edilebilecek en belirgin hüküm ise deccâlin yeryüzünde inkârcılığı yaymaya çalışan, mukaddes değerleri yok sayan ve şer faaliyetlerini destekleyen bir cereyan niteliği taşıdığıdır. Bu cereyanın muhtelif asırlarda temsilcileri olmuş, bundan sonra da olacaktır. Buna göre deccâl hârika bir varlık, belli bir şahsiyet ve tek bir insan olmaktan çok her dönemde şerri temsil eden bir tiptir. Deccâl ile ilgili çeşitli rivayetlerde yer alan olağan üstü maddî tasvir ve ayrıntılar ya isnad açısından sahih değildir, yahut râvilerin sehivlerine mâruz kalmış veya onların indî yorumlarıyla karışmıştır. Bu tür rivayetler tevâtür derecesine ulaşmadığından, ayrıca hicrî V. yüzyıldan itibaren mecazi mânalarına yorumlanmaları İslâm âlimlerince mümkün görüldüğünden maddî bir deccâlin varlığını benimsemeyenlere küfür veya dalâlet isnat etmek de doğru değildir.

Nesâî’nin es-Sünen’i dışında Kütüb-i Sitte’nin tamamı ile kıyamet alâmetlerine ilişkin “fiten” ve “melâhim” kitaplarında temas edilen deccâl meselesi müstakil araştırmalara da konu teşkil etmiştir. Saîd Eyyûb’un el-Mesîhu’d-deccâl (Kahire 1406/1985), Muhammed Ali el-Bârr’ın el-Mesîhu’l-muntazar ve teâlîmü’t-Talmûd (Cidde 1408/1987), Abdüllatîf Âşûr’un el-Mesîhu’d-deccâl hakıkatün lâ hayâl (Kahire 1409/1988), Muhammed Abdurrahman Avâd’ın Mesîhu’d-dalâle (Kahire 1410/1989) ve Zeki Sarıtoprak’ın İslâma ve Diğer Dinlere Göre Deccal (İstanbul 1992) adlı eserleri bunlardan bazılarıdır.

BİBLİYOGRAFYA:

Wensinck, MuǾcem, “dcl” md.; a.mlf. – Carra de Vaux, “Deccal”, İA, III, 505-506; M. F. Abdülbâkı, MuǾcem, “Firavn” md.; Müsned, I, 240, 242; II, 93, 149, 372, 446, 449; IV, 6; V, 213, 396; Buhârî, “Ezân”, 149, “Fiten”, 25-27, “Edeb”, 97, “Enbiyâ”, 3, 77; Müslim, “Mukaddime”, 7, “Îmân”, 1, 5-6, “Fiten”, 34, 84-88, 94-95, 100-110, 119-122; İbn Mâce, “Fiten”, 33; Ebû Dâvûd, “Melâhim”, 14-16; Tirmizî, “Fiten”, 58, 61; Ebû Hanîfe, el-Fıkhü’l-ekber, Kahire, ts., s. 7; Taberî, Câmiu’l-beyân (Bulak), XI, 15-16; XII, 264, 266; XXVI, 52-53; a.e. (Şâkir), XII, 245-246; İbn Hazm, Fasl (Umeyre), II, 118; Âcurrî, eş-Şerîa (nşr. M. Hâmid el-Fıkı), Beyrut 1403/1983, s. 372-374, 381; Bâkıllânî, Kitâbü’l-Beyân, Beyrut 1958, s. 105; İbn Fûrek, Mücerredü’l-makalât, s. 144; Kadî Abdülcebbâr, el-Mugnî, XVI, 432; İbn Ebû Ya‘lâ, Tabakatü’l-Hanâbile, I, 46, 241; Zemahşerî, el-Keşşâf (Kahire), III, 160; İbnü’l-Arabî, el-Fütûhât, II, 190; VI, 331, 334; Nevevî, Şerhu Müslim, XVIII, 46; İbn Kesîr, en-Nihâye (Zeynî), I, 91-158; Teftâzânî, Şerhu’l-Makasıd (nşr. Abdürrahîm Umeyre), Beyrut 1989, V, 317; Abdülkerîm el-Cîlî, el-İnsânü’l-kâmil, Kahire 1402/1981, II, 81-82; İbn Hacer, Fethu’l-bârî (Sa‘d), XIII, 98; XVI, 200; Aynî, Umdetü’l-karî, Kahire 1392/1972, XX, 101-105; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, Beyrut 1403/1983, VI, 378; Ali el-Karî, Mirkatü’l-Mefâtîh, Kahire, ts., V, 190, 195, 210-211, 219; Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-menâr, III, 317; VIII, 310; IX, 451-459, 489-507; Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu (İstanbul 1955, 1. bs.), İstanbul 1980, s. 351; Muhammed Abdullah es-Semmân, el-İslâmü’l-musaffâ, Kahire 1378/1958, s. 90-91; Said Nursi, Şualar, İstanbul 1958, s. 492-500; a.mlf., Sözler, İstanbul 1986, s. 319; Tecrid Tercemesi, IX, 184; Nâsırüddin el-Elbânî, Silsiletü’l-ehâdîsi’s-sahîha, Küveyt 1400/1979, III, 190-191; Abdülkerîm el-Hatîb, el-Mehdiyyü’l-muntazar ve men yentazirûneh, Beyrut 1980, s. 112; Muhammed Selâme Cebr, Eşrâtü’s-sâa, Küveyt 1403/1982, s. 34; Mahmûd Şeltût, el-Fetâvâ, Kahire 1403/1983, s. 78; Hasan Hâlid, el-İslâm ve rüyetühû fîmâ bade’l-hayât, Beyrut 1406/1986, s. 200-232, 235; Hasan Hanefî, Mine’l-akıde ile’s-sevre, Kahire 1409/1988, IV, 471, 487-488; M. Ebû Reyye, Edvâ ale’s-sünneti’l-Muhammediyye, Kahire, ts., s. 34, 40; Zeki Sarıtoprak, İslâma ve Diğer Dinlere Göre Deccal, İstanbul 1992, s. 25-48, 54-67, 68-99, 103-131; S. H. Longrigg, “al-Dadjdjal”, EI² (İng.), II, 76-77.

Zeki Sarıtoprak