DEBİSTÂN-ı MEZÂHİB

دبستان مذاهب

Çeşitli din ve mezhepleri ve özellikle XI. (XVII.) yüzyılda Hindistan’ın dinî durumunu konu edinen müellifi meçhul Farsça eser.

Dinler ve mezheplerle ilgili olarak Fars dilinde Ebü’l-Meâlî Muhammed b. Ubeydullah tarafından yazılan Beyânü’l-edyân, VII. (XIII.) yüzyıl başlarında telif edildiği sanılan ve Seyyid Murtazâ Alemü’l-Hüdâ’ya nisbet edilen Tebsıratü’l-avâm fî marifeti makalâti’l-enâm’dan sonra yazılan Debistân-ı Mezâhib, adı geçen her iki eserden daha kapsamlı ve önemlidir.

Debistân-ı Mezâhib’in müellifi eserinin birçok yerinde kendisi için “râkım, râkım-ı hurûf, sahîfeniger, müsevvid-i evrâk, nâmeniger” ve benzeri ifadeler kullanarak asıl hüviyetini gizlediğinden kitap ilim âleminde tanınmasından itibaren günümüze kadar değişik müelliflere nisbet edilmiştir. Sir William Jones, 1789 yılında eserin başında bulunan bir rubâîden hareket ederek müellifin Muhsin-i Fânî-i Keşmîrî olduğunu ileri sürünce adı geçen şahıs uzun süre eserin yazarı olarak kabul edildi. 1818 yılında Captain Vans Kennedy, 1843’te David Shea ve Antony Troyer, 1866’da Frederick Spiegel eserin Muhsin-i Fânî’ye ait olmadığını ortaya koydular. William Erskine de 1818 yılında Muhsin-i Fânî’nin biyografisinin de ele alındığı Gül-i Ranâ adlı tezkireye dayanarak onun Debistân-ı Mezâhib müellifi olmadığını, eserin, el yazması nüshalarının başında işaret edilen Molla Mûbed veya Mûbed Şah’a nisbet edilmesi gerektiğini ileri sürdü. Aynı yıl Bombay’da V. Sâsân’a ait olduğu ve eski İranlılar’ca kutsal kitap sayıldığı öne sürülen Desâtir’in İngilizce tercümesini, bir sonraki yıl da metnini neşreden Molla Fîrûz b. Kâvûs eserin Mûbed’e nisbeti konusunda Erskine’i desteklerken Mûbed kelimesinin bunu mahlas olarak kullanan şair Mîr Zülfikar Ali’ye ait bulunduğunu ve kendi kanaatine göre müellifin adı geçen şahıs olduğunu iddia etti. 1879’da British Museum’da bulunan Farsça el yazması kitaplar katalogunu hazırlayan Charles Rieu ise müellifin eserde kesinlikle belirtilmediğini, bu bakımdan hüviyetinin tesbitinin güç olduğunu belirterek eserde Parsî itikadına ayrılan bölümün özelliği ve kullanılan saygı ifadeleri dikkate alındığında müellifin müslüman değil Parsîler’den Sipâsî veya Âbâdî itikadına bağlı bir kimse olması gerektiği sonucuna vardı. Molla Muhammed Kazvînî 1931 yılında kendi özel kütüphanesinde bulunan kitaplar için yazdığı geniş fihristte, eserin hiçbir yerinde müellifin adı geçmediği için bu konuda kesin bir hükme varmanın mümkün olmadığını, dolayısıyla araştırmacıların birtakım işaretlerden yola çıkarak hayalî müellifler ortaya koymalarının kabul edilemeyeceğini söyleyerek eserin müellifinin kesinlikle müslüman olmayıp Zerdüşt dinine mensup bir kişi olduğunu ileri sürdü. Eserde Parsî inanç ve fırkalarının geniş bir şekilde ve saygılı bir ifade ile ele alınmasını, müslümanlarca kutsal sayılan Mekke, Medine, Kerbelâ ve Necef gibi yerlerin alaylı bir dille anlatılmasını, İslâmî esasların küçümsenmesini ve İslâm’a yanlış isnatlarda bulunulmasını bu iddiasına delil olarak gösterdi. Buna göre eserin müellifinin Muhsin-i Fânî yahut Mîr Zülfikar Ali olması ihtimali de ortadan kalkmakta ve Charles Rieu’nun ifadesi kuvvet kazanmaktadır. 1362 (1943) yılında Debistân-ı Mezâhib’i Tahran’da neşreden ve hakkında yayımlanan yazıları Talîkat adını verdiği II. ciltte toplayan Rahîm Rızâzâde ise eserin müellifini Keyhusrev-i İsfendiyâr olarak göstermekte ve onun müslüman olmadığı konusunda önceki görüşlere katılmaktadır. Kitabından anlaşıldığına göre müellif 1028’den (1619) bir süre önce Hindistan’da doğmuş, gençliğinde Agra’ya gitmiş, Keşmir ve Lahor’da uzun süre kaldıktan sonra yaşadığı Batı ve Güney Hindistan konusunda bilgiler edinmiştir. Eserde belirttiği en son tarihin 1063 (1653) olduğu ve Muhammed Dârâ Şükûh’tan “hudâvend-i zamân ü zemîn” ve “sâhib-i zamân ü zemîn” gibi unvanlarla bahsettiği dikkate alınırsa eserin yazımı sırasında Dârâ Şükûh’un (ö. 1069/1659) hayatta olduğu anlaşılır. Bütün bunlara rağmen müellifin hüviyeti kesin olarak ortaya konmuş değildir.

Debistân-ı Mezâhib kısa bir mukaddime ve “tâlim” adı verilen, hacim itibariyle birbirinden çok farklı on iki bölümden meydana gelir. Müellif, kitabın yaklaşık üçte birini teşkil eden birinci bölümde sayıları onu aşan Parsî fırkaları ve inanç esaslarını geniş bir biçimde ele alır. Başta Budizm olmak üzere Hindistan’da mevcut inançların on iki başlık altında incelendiği ikinci bölümden sonra üçüncü bölümde Tibetliler’in akîdeleri çok kısa bir şekilde ele alınır ve Yahudilik’le ilgili dördüncü bölüme geçilir. Müellif bu bölümde 1057 (1647) yılında, yahudi bilginlerinden iken Sadreddîn-i Şîrâzî ve Mîr Ebü’l-Kasım Findiriskî’nin eserlerini okuduktan sonra müslüman olan Muhammed Saîd Sermed ile tanıştığını belirtir ve ondan öğrendiği Yahudilik hakkında bazı bilgiler nakleder. Bu arada Tevrat’ın “Tekvîn” bölümünün bir kısmının Farsça tercümesini kendisiyle birlikte tashih ettiklerini belirterek ilk altı babın Farsça’sını verir. Hz. Îsâ, Hıristiyanlık inanç ve âyinleri hakkında bilgi verilen beşinci bölümden sonra İslâm dini ve mezhepleri ele alınır. Bu bölümde müellif Şehristânî’nin el-Milel ve’n-nihal adlı eserinden faydalandığını belirterek Ehl-i sünnet mezheplerini, Şîa’nın İsnâaşeriyye, İsmâiliyye, Galiyye ve Aliilâhiyye gibi fırkalarını tanıtır. Özellikle bazı Şiîler’in Kur’an’da mevcut iken çıkarıldığını idda ettikleri âyet ve sûrelerin Arapça metinlerine yer verir. Yedinci bölümde, Necef’te tanıştığı Muhammed Kalî adlı bir şahıstan öğrendiği, Müseylimetülkezzâb’a inanmanın iman için gerekli olduğunu ve onun nübüvvette Hz. Muhammed’e ortak bulunduğunu iddia eden Sâdıkıyye adlı bir fırkanın itikadından bahseden müellif, daha sonraki bölümde 800 (1397-98) yılında Geylân’ın Pesihvân köyünde ortaya çıkan Mahmud adlı bir şahsı ve onun Vâhidiyye adı verilen mensuplarının inançlarını ele alır. Revşeniyye tarikatı ile kurucusu Bâyezîd-i Ensârî ve neslinin tanıtıldığı dokuzuncu bölümden sonra Bâbürlü hükümdarı Ekber Şah’ın kurduğu ve “Dîn-i İlâhî” veya “Dîn-i Hak” adını verdiği dinin prensipleri ve geçirdiği merhaleler ele alınır. On birinci bölümde İşrâkı ve Meşşâî filozoflarının akîde ve gayelerini ve onlara göre nübüvvetin hakikatini ortaya koyan müellif on ikinci ve son bölümde Sûfiyye akaidini inceler; onların sözlerinin te’vil edilmesi gerektiğini belirttikten sonra kendi devrinde karşılaştığı erkek ve kadın sûfîleri zikrederek eserini bitirir.

Debistân-ı Mezâhib’in kaynaklarını, genel olarak ele alınan din ve mezheplerin kutsal kitapları, müellifin muhtelif seyahatleri sırasında tanıştığı kimselerden öğrendiği bilgiler ve müşahedeleri oluşturmaktadır. Bu arada fırkalarla ilgili Arapça eserlerden de faydalanmıştır. Eserin 1064-1067 (1654-1657) yılları arasında yazıldığı sanılmaktadır.

Debistân’ın ilk neşri, William Bailey’in teşvikiyle Nezr Eşref tarafından taş


baskısı olarak gerçekleştirilmiştir (Kalküta 1224). Bunun dışında eserin çeşitli baskıları bulunmaktadır (Tahran 1260, 1362; Bombay 1264, 1277). İlk bölümü 1789 yılında Francis Gladwin tarafından İngilizce’ye tercüme edilerek Kalküta’da New Asiatic Miscellany’nin 1 ve 2. sayılarında neşredilmiştir. The Dabistan or School of Manners adıyla tam olarak yapılan ilk İngilizce tercümesini David Shea ve Anthony Troyer gerçekleştirmiş ve bu tercüme Paris’te 1843 yılında üç cilt halinde yayımlanmıştır. Bir başka İngilizce tercümesi ise A. V. Williams Jackson tarafından yapılarak 1902 yılında Washington ve Londra’da tek cilt olarak neşredilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Keyhusrev-i İsfendiyâr, Debistân-ı Mezâhib (nşr. Rahîm Rızâzâde Melik), Tahran 1362, I-II, özellikle bk. II, 9-67; Rieu, Catalogue of the Persian Manuscripts, I, 141-143; Ethé, Catalogue of the Persian Manuscripts, s. 1369; Browne, LHP, I, 54-56; J. Horovitz, “Debistan”, İA, III, 504; a.mlf. – H. Massé, “Dabistan al-Madhahib”, EI² (İng.), II, 74.

Mehmet Aydın