DÂRÜLBEYZÂ

الدار البيضاء

Fas’ın en önemli liman şehri.

Fas’ın kuzeybatısında Atlas Okyanusu kıyılarındaki geniş düzlükte yer alır; aynı adı taşıyan eyaletin merkezi ve ülkenin en önemli ticaret ve sanayi şehridir. Kuruluşu her ne kadar Marmol tarafından Kartacalılar’a, Hasan el-Vezzân (Afrikalı Leon) tarafından da Romalılar’a mal edilmekteyse de bu görüşleri destekleyecek somut belgeler bulunamamıştır. Şehrin Ortaçağ’daki adı Enfâ’dır (Berberîce afa, “tepe, tümsek”), bu isim Portekiz kaynaklarında Anafe şeklinde geçer; bugün de şehrin batı kesimine Enfâ denilmektedir. Enfâ XV. yüzyılda Portekizliler tarafından tamamen tahrip edilmiş ve bu yöre Portekiz denizcileri arasında, bir işaret olarak harabelerin üzerine inşa ettikleri beyaz boyalı bir binadan dolayı “Casa Branca” (beyaz ev) adıyla anılmaya başlanmıştır. Bu isim, XVI. yüzyılda Enfâ’nın bir müstahkem mevki halinde Portekizliler’ce tekrar iskân edilmesinden sonra yeni şehrin adı olmuş, daha sonra da İspanyollar tarafından “Casa Blanca” ve Fransızlar tarafından “Maison Blanche” şeklinde kendi dillerine tercüme edilerek kullanılmıştır. Masanî (Alevî) Şerifi Mevlây (Sîdî) Muhammed b. Abdullah zamanından (1757-1792) itibaren de Dârülbeyzâ şeklinde Arapça’ya tercüme edilmiş olan isim bugün Araplar arasında bu haliyle, Batı dünyasında ise Casablanca şekliyle tanınmaktadır.


Tâmisnâ bölgesi şehirlerinden olan Enfâ’nın VIII. yüzyılda Bergavâta kabilesi ile birlikte ortaya çıktığı sanılmaktadır. Şehrin, yeni bir din getirdiklerini iddia eden sapık Bergavâtalar’ın Ebû Bekir b. Ömer el-Lemtûnî tarafından 1060 yılında itaat altına alındıkları sırada Murâbıtlar’ın (1056-1147) eline geçtiği ve tahrip edildiği, bu sebeple de Ebû Ubeyd el-Bekrî’nin el-Mesâlik ve’l-memâlik’inde adına rastlanmadığı kabul edilmektedir. Bergavâtalar ve Murâbıtlar zamanında olduğu gibi Muvahhidler döneminde de (1130-1269) şehrin medeniyet alanında önemli bir varlık gösteremediği ve buraya nisbet edilen herhangi bir fikir adamının da yetişmediği görülmektedir. Sadece coğrafyacı İdrîsî (ö. 560/1165), buranın ticaret gemilerinin uğradığı bir liman olarak adından bahsetmektedir.

Enfâ’yı hareketli bir askerî liman haline getirenler Merînîler’dir (1196-1465). XIII. yüzyılın ortalarında Zenâte kabileleriyle iskân edilen ve bir vali ile kadı tarafından yönetilen şehir kısa sürede Tâmisnâ eyaletinin merkezi haline geldi. Ya‘kūb el-Mansûr el-Merînî’nin Endülüs’e geçişi sırasında (1278) artık müstahkem bir deniz üssü haline gelmiş olan Enfâ’dan yardım aldığı bilinmektedir. Devamlı imar faaliyetlerine sahne olan ve Ebü’l-Hasan el-Merînî’nin (1331-1348) yaptırdığı büyük bir medrese ile de bölgenin önemli bir ilim merkezi haline gelen Enfâ özellikle Afrika-Avrupa deniz ticaretinde rol oynamaya başlamıştır. İspanyol kaynaklarından, Lisânüddin İbnü’l-Hatîb’in de (ö. 776/1375) ayrıntılı biçimde bahsettiği bu dönemde Aragon, Kastilya ve Cenova krallıklarının şehirde dâimî temsilci bulundurdukları ve ticaret gemilerinin devamlı şekilde limana gelip gittikleri öğrenilmektedir.

XV. yüzyılın ilk yarısında, Merînîler’in İspanyollar’la Portekizliler karşısında zayıf düştükleri son dönemlerinde Enfâ, hıristiyanların korsan gözüyle baktıkları müslüman denizcilerin kendi aralarından seçtikleri reisleri tarafından idare edilen küçük bir şehir devleti haline geldi ve tarihinin en müreffeh günlerini yaşadı. Bu durum Portekiz Kralı V. Alfonso’nun Enfâlı denizcileri ortadan kaldırmak istemesine kadar devam etti. 1468 veya 1469 yılında elli gemiden oluşan büyük bir Portekiz donanmasının şehre yaklaştığını haber alan Enfâ halkı taşıyabildikleri eşya ve hayvanlarıyla birlikte Selâ (Salé) ve Rabat’a doğru çekildiler. Şehre giren Portekizliler yağmaladıktan sonra evleri yaktılar ve surları da tamamen yıktılar. Portekizliler tarafından tekrar iskân edildiği 1515 yılına kadar harabe halinde kalan Enfâ bu tarihten itibaren Casa Branca (Casablanca) adıyla anılmaya başlandı ve kısa sürede eski canlılığına kavuştu. 1550’ye doğru şehri ziyaret eden Hasan el-Vezzân burada gördüğü imar faaliyetlerini, bağ ve bahçeleri, yerli halkın ve Portekizli istilâcılarla diğer Avrupalı tüccarların zenginliklerini ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Portekizliler Casablanca’da XVIII. yüzyılın ortalarına kadar kalmışlar ve bu yıllarda özellikle büyük 1755 depreminden sonra askerî bir hareket olmaksızın yavaş yavaş şehri terketmişlerdir; kesin ayrılış tarihleri belli değildir. Onların ayrılmalarının hemen ardından Sîdî Muhammed b. Abdullah, adını da Arapçalaştırdığı şehirde derhal imar faaliyetlerine başlamış ve bu arada surları tamir ettirdiği gibi limana da ağır taşımacılığa uygun yeni bir iskele yaptırmıştır. Sîdî Muhammed’in Dârülbeyzâ’ya tam bir müslüman şehri görünümü kazandırma çabalarına rağmen gelişen tarihî olaylar ve şehrin Avrupa deniz ticaret yolları üzerindeki önemli konumu buna fırsat vermemiş ve şehir kısa sürede Avrupalılar’ın oturdukları ayrı semtlerle, kiliselerle ve yabancı okullarla kozmopolit gelişimini sürdürmüştür.

Limandan ihraç edilen kuru bakliyatın ticaret ruhsatı Fas yönetimi tarafından yedi yıl arayla Kādis’teki (Cadiz) iki İspanyol şirketine verildi (1782, 1789). Ancak Sultan Mevlây Süleyman, Şâviye bölgesi valisinin ayaklanmasından sonra 1794’te limanı kapatmak zorunda kaldı ve orada iş yapan hıristiyan tüccarlar Rabat’a nakledildi; liman ancak 1830’da Mevlây Abdurrahman b. Hâşim döneminde yeniden açılabilmiştir. Bu tarihten sonra temelli yerleşen Avrupalılar’ın sayısı artmaya başladı. Kısa zamanda gelişen ticaretin hacmi 1906 yılında 14 milyon franka ulaştı ve Dârülbeyzâ Limanı bu hareketliliğiyle Tanca Limanı’nı geçti.

Dârülbeyzâ’ya yabancıların yerleşmeleri hususunda işaret edilmeye değer olan bir nokta, şehre gelen tüccarların başka unsurları da beraberlerinde getirmeleridir. 1857’den itibaren bazı konsolos ve yardımcıları yanında Fransisken misyonerleri başta olmak üzere çeşitli mezheplerden birçok Protestan ve Katolik misyoneri şehre geldi. Mağribliler arasında misyonerlik faaliyetlerinin yürütülmesi çok zor olduğundan yabancı heyetler bölgeye nüfuz etmek için çalışmaları sırasında eğitim, sağlık yardımı ve hayır işlerine ağırlık verdiler. Böylece halkın kendi işlerinde Avrupalılar’la iş birliği yapmalarını temin eden misyonerlerin çabaları sonucunda sömürgeciliğin bölgeye girişi yolundaki engeller ortadan kalktı. Misyonerlerden sonra şehre sömürgeci devletlerin İçişleri ve Savunma bakanlıklarına bağlı askerî ve siyasî temsilcileri geldiler. Ayrıca ilmî araştırmaları sömürgeciliğin aracı olarak kabul eden başka kuruluşlar da vardı. Çoğunluğunu coğrafî keşif heyetlerinin oluşturduğu bu araştırmacıların maddî kaynakları sömürgeci devletlerin sağladığı fonlardan geliyordu. Yabancı yerleşmelerin Dârülbeyzâ halkı üzerinde kötü sonuçları oldu. Şehir halkı günlük hayatlarında maddî ve mânevî birçok zorluklarla karşılaştı. Doğrudan müdahalenin işaretleri 1904’te Fas’a verilen kalkınma kredilerinin ve İspanya’da toplanan Yeşil Ada Konferansı’nın ardından görülmeye başlandı. Fransız tüccarların Dârülbeyzâ gümrüğünü kendi kontrolleri altına almaları ve liman işletmesiyle tesislerin bakımının bir Fransız şirketi


tarafından yürütülmeye başlanmasıyla Fransız müdahalesi iyice hissedilir hale geldi. 1907’de Avrupalı işçilerle çatışan Şâviye kabilesine mensup işçiler büyük sıkıntılara düştüler. Bu çatışmayı bahane eden Fransa şehri bombalayıp Şâviye topraklarını fiilen işgal etti ve olaylar 1912’de Fransız himaye idaresinin kabulüne kadar devam etti; bu tarihte resmen başlamış olan işgal ancak 1956’da bağımsızlığın kazanılmasıyla son buldu.

Şehrin Fransız kuvvetlerince işgal edilmesinin hemen arkasından limanın genişletilmesine başlandı. Fas’taki Fransız kolonisi kumandanı Mareşal Lyautey’in Dârülbeyzâ Limanı’nı Fas’ın en büyük limanı yapmaya karar vermesinin başlıca iki sebebi, şehirde önemli sayıda Avrupalı göçmenin bulunması ve bölgede ticareti hızlandırarak Fas’taki Fransız kuvvetlerine malî destek sağlanmak istenmesiydi. Bu çalışmalarla limana açık deniz dalgalarına karşı 3180 m. uzunluğunda bir dalgakıran ile 4870 m. genişliğinde bir rıhtım yapıldı. 1907’de 20.000 olan şehrin nüfusu 1952’de 680.000’e ulaştı; bunun 472.920’si Faslı müslüman, 74.783’ü Faslı yahudi ve 132.779’u yabancı (99.000’i Fransız) idi. 1960 sayımında ise 965.277 olan nüfus içinde müslümanların 778.780’e çıkmasına karşılık yahudilerin 72.026’ya, yabancıların da 114.471’e düştüğü görülmektedir. Son nüfus sayımına göre ise (1990) şehrin nüfusu 3.355.000’dir.

Ülke sanayiinin yarısından çoğunu ve dış ticaretin % 80’ini elinde tutan Dârülbeyzâ Fas’ın en önemli iktisadî merkezidir. Bunun sebebi, şehrin ülkenin en büyük limanına sahip olması ve diğer şehirleri birbirine bağlayan yol ağının kavşak noktasında bulunmasıdır. Bu da tabii olarak sermayenin büyük oranda bu şehirde toplanmasını ve çok sayıda sanayi kuruluşunun doğmasını sağlamıştır.

Günümüzdeki modern şehir tarihî merkezin çevresini bir yarımay şeklinde kuşatmaktadır. İkamet, ticaret ve sanayi kesimleri birbirinden ayrılmış olup şehir geniş bir alana yayılmış durumdadır. Dârülbeyzâ çeşitli hava yollarının uğrak yeri olup başşehir Rabat’ın yaklaşık 100 km. güneyinde bulunur. Şehrin güneybatısında Kazablanka-Enfâ, doğusunda da Kazablanka Nouaceur adlı milletlerarası havaalanları yer alır. Kuzeydoğu yönünde Rabat, Meknes ve Fas şehirlerine giden demiryolu hattı sınırı geçerek Cezayir ve Tunus’a ulaşır.

II. Dünya Savaşı sırasında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Roosevelt ile İngiltere Başbakanı Churchill arasında 1223 Ocak 1943 tarihinde meşhur Kazablanka Konferansı yapılmış ve savaş sonu dünya politikası görüşülmüştür. Yine burada Fas Kralı V. Muhammed’in başkanlığında 1961’de düzenlenen bir konferansta da Brazavil devletler grubuna karşı Afrika’nın siyasî birliğini savunan Fas, Gana, Gine, Mali, Birleşik Arap Cumhuriyeti (Mısır-Suriye 1958-1961), Libya ve Cezayir geçici hükümeti arasında Dârülbeyzâ (Kazablanka) grubu oluşturulmuştur.

BİBLİYOGRAFYA:

İdrîsî, Géographie d’Édrisi (trc. P. A. Jaubert), Paris 1975, I, 219-220; Lisânüddin İbnü’l-Hatîb, MiǾyârü’l-ihtiyâr (nşr. M. Kemal Şebâne), Rabat 1977, s. 156-158; Vezzân ez-Zeyyâtî, Vasfü İfrîkıyye, I, 195-198; Ahmed b. Hâlid en-Nâsırî, el-İstiksâ (nşr. Ca‘fer en-Nâsırî – Muhammed en-Nâsırî), Dârülbeyzâ 1954-56, VIII, 121, 150, 151-152; G. Bourdon, Les Journées de Casablanca, Paris 1908; A. Tariot, Monographie de Casablanca 1907-1914, Casablanca, ts.; F. Weisgerber, Casablanca et Les Chaouia en 1900, Casablanca 1935; G. De Laqueray, Notes sur l’historia de Casablanca et son port, Paris 1937; J. L. Miège – E. Hugues, Les Européens à Casablanca au XIXe siècle, Paris 1954; M. I. Cohan – L. Hahn, Morocco Old Land, London 1966, s. 51-52, 62-63; R. Dozy – M. J. de Goeje, Descriptions de l’Afrique et de l’Espagne par Édrîsî, Leiden 1968, s. 84; AǾmâlü nedveti’d-Dâri’l-Beyzâǿ, Dârülbeyzâ 1983; Sâdık b. el-Arabî, Kitabü’l-Magrib, Beyrut 1404/1984, s. 129-132; Dossier bibliographique sur le grand Casablanca, Casablanca 1987; AǾmâlü’n-nedveti’s-sâniyeti’d-Dâri’l-Beyzâǿ, Dârülbeyzâ 1988; İhsan Hindî, “ed-Dârü’l-Beyzâ: cevheretü’l-atlâsî”, Faysal, XXIV, Riyad 1979, s. 35-45; Abdülaziz b. Abdullah, “Beyne Enfâ ve’d-Dâri’l-Beyzâǿ”, el-Menâhil, XXX, Rabat 1984, s. 88-105; René Basset, “Bergavâta”, İA, II, 539-541; Georges Marçais, “Merînîler”, a.e., VII, 763-766; Şinâsi Altundağ, “Murâbıtlar”, a.e., VIII, 580-586; E. Lévi-Provençal, “Vattâsîler”, a.e., XIII, 234-235; A. Adam, “Anfā”, EI² (İng.), I, 506; a.mlf., “al-Dār al-Baydāǿ”, a.e., II, 116-117; a.mlf., “Casablanca”, EBr., V, 7-8; R. Le Tourneau, “Barghawāta”, EI² (İng.), I, 1043-1045; Mv.M, Mülhak II (1972), s. 191-193; ABr., XIII, 116.

Muhammed Razûk