DÂR

الدار))

Âşığın canını verdiği idam sehpası anlamında kullanılan divan edebiyatı remzi.

Arapça’da “ev, şehir, yer”; Farsça’da bu anlamların yanı sıra “ağaç, direk, idam sehpası” mânasına gelen ve Türkçe’de her iki dildeki anlamları ile kullanılan dâr kelimesine ayrıca Sâsânîler döneminde İran’da ileri gelen kişiler için bir unvan olarak da rastlanmaktadır. Dâr kelimesi Fars edebiyatı ile Türk divan edebiyatında bir remiz olarak “idam sehpası” anlamında tek başına veya terkiplerin içinde yaygın şekilde kullanılmıştır. Kelime Farsça’da esasen “ağaç” anlamına


geldiğinden Türkçe’de “darağacı” şeklindeki kullanımı eskiler tarafından galat kabul edilmiştir.

Dâr kelimesi edebî metinlerde, asılarak öldürülen Hallâc-ı Mansûr’a (ö. 309/922) telmihen Mansûr kelimesiyle tamlama halinde (dâr-ı Mansûr) veya onunla ilgili diğer özelliklerle bir arada kullanılmıştır. Genellikle darağacı ipiyle birlikte sevgilinin saçı için benzetilen olur; âşığın canı, gönlü veya kendisi Mansûr’a, asılmış olduğu zülüfler de dâra benzetilir. “Dâr-ı siyâset” tamlaması dâr ile aynı anlama gelir. Aşk gönül Mansûr’unun dâra çekildiği savaş meydanıdır. “Yûsuf u Züleyhâ” kıssasına telmihle Yûsuf güzelliğindeki sevgilinin kâkülünün ucundaki her ben, “güzellik Mısır’ı içine asılmış bir Habeş”e benzetilirken kâkül dâr şeklinde tasavvur edilir. Sevgilinin yanağı ateş, iki zülfü üstündeki kaşları Hz. İbrâhim kıssasına telmihen “siyâsetgâh-ı İbrâhîm”dir. Dâr bazan pergelle şeklî benzerliği bakımından da ele alınır. Sûfîlerin dârü’s-selâmı (cennet) istemelerine karşılık âşık sevgilinin zülfünün gamı ile dâr-ı melâmeti yani kınanmayı ister. Dâr genellikle Arapça ve Farsça’daki anlamlarıyla tevriyeli olarak kullanılmıştır.

Divan edebiyatında evle ilgili şiirlere ve özellikle devlet büyüklerinin yaptırdığı köşkleri öven kasidelerin nesib bölümlerine “dâriyye” adı verilmiştir.

Alevî ve Bektaşîler’de âyîn-i Cem’in icra edildiği meydanın ortasındaki özel yere dâr denir. Muhib dârda okuduğu terceman*dan sonra orada bulunanların rızâsı ile tarikata girmiş olur. Biatını tekrarlayan can da dârda yine aynı işlemi yaptıktan sonra babaya gidip arakıyyesini tekbirletir. Alevî-Bektaşî erkânını anlatan nefeslerde dâr sözüne çokça rastlanır.

BİBLİYOGRAFYA:

Burhân-ı Kātı‘ Tercümesi, I, 232; Türk Lugatı, II, 685-688; Mustafa Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkit Sözlüğü, İstanbul 1954, s. 58; Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1991, s. 130; Mehmed Çavuşoğlu, Necati Bey Dîvânı’nın Tahlili, İstanbul 1971, s. 103; Harun Tolasa, Ahmed Paşa’nın Şiir Dünyası, Ankara 1973, s. 64, 126, 163; Abdülbâki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İstanbul 1977, s. 83-84; Cemâl Kurnaz, Hayâlî Bey Dîvânı (Tahlil), Ankara 1987, s. 113, 210, 258, 345, 407; İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989, I, 222; Dihhudâ, Lugatnâme, XIII, 42-43; Pakalın, I, 393-394; TDEA, II, 194; G. Marçais, “Dār”, EI² (İng.), II, 113-114.

Cemâl Kurnaz