DAMGA

Eski Türkler’de tamga, tamka ve damga şekillerinde yazılan kelime, “el ile yapılan motif” anlamına geliyordu. Ayrıca şahıs imzası ve mührü olmasının yanı sıra bugün olduğu gibi (damga resmi, damga pulu) “vergi” mânasında da kullanılmıştır; Kırgızlar’ın Yenisey yazıtlarından birinde “tamgalık yılkı” (vergi yılı) tabiri geçmektedir. Damga çoğunlukla zâtî mal olduğunu göstermek üzere at ve sığırların sağrılarına, davar cinsi hayvanların kulaklarına vurulduğu gibi devlet veya özel şahısların alâmeti de olmuştur. Nitekim Kâşgarlı Mahmud, Reşîdüddin ve Yazıcıoğlu yirmi dört Oğuz boyundan bahsederken her boyun damgasını da vermişlerdir ki bunlar Türk hânedanlarında aile alâmeti olarak kullanılmıştır. Meselâ Salgurlular’ın sikkelerinde Salur, Akkoyunlular’ınkinde Bayındır ve Osmanlılar’ın bazı sikkelerinde de Kayı damgası bulunmaktadır. Damga paralardan başka özellikle Akkoyunlular’la Osmanlılar’ın mimari eserlerinde, vesikalarında, bayraklarında ve silâhlarında da görülmektedir. Cumhuriyet döneminde Anadolu’nun birçok yöresinde halı ve kilimlerde, kapkacakta, ev duvarlarında ve mezar taşlarında çeşitli damgalara rastlanmakta, ayrıca eskiden olduğu gibi hayvanlara damga vurulmak suretiyle sahipleri belirlenmektedir. Buralarda kullanılan işaretler bütünüyle eski Türk damgalarıdır.

Kâşgarlı Mahmud’a ve Reşîdüddin’e göre Oğuz boylarının damgaları şunlardır:

Türk ve Moğollar’da yarlık denilen emirnâmelere alâmet ve nişan olarak damga vurulurdu. Anadolu beylikleriyle Akkoyunlu ve Karakoyunlu fermanlarında da tuğra yerine damga kullanılmıştır. Meselâ Uzun Hasan’ın Karamanoğlu Ahmed Bey’e gönderdiği hükmün sonunda mührü, üst sağ kenarında ise Akkoyunlular’ın mensup oldukları Bayındır boyunun damgası bulunmaktadır. Yine Uzun Hasan’ın Fâtih Sultan Mehmed’e yolladığı mektupta aynı damga vardır ve bu damga Akkoyunlu bayrağında da mevcuttur. Osmanlılar’da ise damga yukarıdaki anlamda yerini tuğraya bırakmıştır. Nitekim Osman Gazi’den itibaren ferman ve beratlara tuğra çekilmişken resmî olarak damganın sadece II. Murad döneminde sikkelerde ve daha sonra da silâhlarda yer aldığı görülmektedir. Kırım Tatarları’nda tavro olarak adlandırılan damga, kabilelerin hayvanlarını birbirinden ayırt etmek için kullanılmıştır. Akmescid’in kuzeybatısındaki Abuzlar köyü yakınlarında kayalar üzerinde bulunan örneklerden, Kırım damgalarının da çeşitli Türk boylarınınkilerle benzerlik gösterdiği anlaşılmaktadır (Akçokraklı, s. 161-169).

Damganın “gök damga”, “altın damga” veya “altın bilga” (nişan), “al damga” ve “kara damga” olmak üzere kullanıldığı yerlere göre birkaç türü vardı. Bunlardan mavi renkli olan gök damga, İlhanlı damgalarının geçerliliğini teyit için büyük kağan tarafından basılırdı. XV ve XVI. yüzyıllarda Kırım yarlıklarının baş tarafına vurulan altın damga, dinî bir ibare ile hanın ismini taşıyan altın yazıdan oluşur ve genellikle malî yarlıklara basılırdı. İlhanlılar’da ise ulakların menzillerden at alabilmeleri için kendilerine verilen ulak nişanına da altın damga vurulurdu. Posta işlerinde bir de yeşil renkli damga kullanılıyordu. Yine vezirlik ve sâhib-i dîvân fermanlarında altın damga bulunurdu. Ayrıca Türk devletlerinde bir ülkenin ele geçirilmesi için kumandana bir nevi sefer emri ve izni mahiyetinde altın damgalı menşur verilirdi. Altın yaldız veya yaldızlı mürekkeple basıldığından dolayı bu adı alan damga hükümdarda ve başvezirde bulunurdu. Resmî hüküm ve yazılara ise kırmızı mürekkepli mühür vurulurdu ve buna al damga denirdi. Vassâf Târihi Lugatı Tercümesi’nde altın damganın hükümdar tuğrasına, al damganın da divan tarafından alınması kararlaştırılan verginin


tahsil edildiğine dair hükümdar imzası karşılığı vurulan mühüre dendiği kayıtlıdır. Bununla beraber Altınorda Hanlığı’nda yarlığa bazan al damga adının verildiği de görülmektedir. Ayrıca Argun Han ile Olcaytu’nun Fransa kralına gönderdikleri mektuplar al damga ile mühürlenmişti. Al damga dört köşeli olup yarlığın alt kısmına basılırdı. Bu damga siyah mürekkeple basılırsa buna kara damga adı verilirdi ve resmî olmayan yazışmalarla yarlıkların arka kısımlarına vurulurdu.

Damga işleriyle meşgul olan kişiye damgacı (tamgacı) adı verilirdi. Bu isme Orhun yazıtlarında ve Kutadgu Bilig’de de rastlanmaktadır. İlhanlı Hükümdarı Gazan Mahmud Han damga ile ilgili birtakım yeni usuller ortaya koymuş ve hükümdarlarla ümerâya yazılacak yazılara basılmak üzere yeşim taşından büyük bir damga yaptırmıştı; kadılar, şeyhler ve ulemâ için de daha küçük bir damga hakkettirmişti. Askerî işler için çevresine yay, çomak ve kılıç resimleri işlenmiş altın bir damga kullanılıyordu; askerler bu damganın bulunduğu emri görmedikçe kimsenin sözüne inanmazlar, sadece damgalı emirle sefere çıkar veya seferden dönerlerdi. Büyük damga kilitli bir çekmecede durur, damgalanacak yarlık ve evrak bir araya getirilip damgalandıktan sonra çekmece yeniden kilitlenirdi.

Damga kelimesi Kutadgu Bilig’de Hz. Peygamber için “hâtemü’l-enbiyâ” karşılığı olarak da kullanılmıştır: “Başı erdi öngdün kamuğ başçıka/Kidinboldı tamga kamuğ savçıka” (O bütün rehberlerin önünde baş idi; sonra bütün peygamberlerin damgası [sonuncusu] oldu; 45. beyit).

Damga Çağatay, Cuci ve İlhanlı uluslarında sınırlarda ve gümrüklerde vergi alınan mallar üzerine vurulduğu için “gümrük vergisi” mânasında da kullanılmıştır. Nitekim Cuci ulusunun en çok gelir temin ettiği kaynak, tüccar tarafından satılan veya pazar yerine getirilen mallardan alınan damga resmi idi. Damga resminin bir örfî vergi olarak Osmanlılar’da da büyük önem taşıdığı görülür. Kanunnâmelerde bu vergiyle ilgili “damgacı, damgalı kile, damgalı urgan, damga zâbit eri, damga-yı ağnâm, damga-yı gön ve sahtiyan, damga-yı haml, damga-yı siyâh” gibi tabirlere rastlanmaktadır. Meselâ Kanûnî Sultan Süleyman devrine ait Mardin livâsı kanunnâmesinde, “Der Beyân-ı Damga-yı Siyâh” başlığı altında, Mardin’de ipek tezgâhlarından ve pazarda satılan bezlerden damga alındığı belirtilmektedir (Barkan, s. 163). Toprağın dönüm olarak ölçümü de “damgalı urgan” denilen, devlet tarafından tasdik edilmiş bir uzunluk ölçüsüyle yapılmaktaydı (a.e., s. 328).

BİBLİYOGRAFYA:

Nazmîzâde, Vassâf Târihi Lugatı Tercümesi, Ayasofya Ktp., nr. 3151; Ahmed Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul 1968, s. 222; Doerfer, TMEN, II, 554-566; Räsänen, Versuch, s. 460; Clauson, Dictionary, s. 504; Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig I: Metin (nşr. Reşid Rahmeti Arat), Ankara 1979, s. 21 (beyit 45); a.e. II: Çeviri, Ankara 1985, s. 15; Selânikî, Târih (İpşirli), I, 362; Uzunçarşılı, Medhal, s. 197-199, 202, 209, 211-213, 216, 220, 257, 265-266, 268, 272, 278-279, 283; Barkan, Kanunlar, s. 163, 328; A. Rıza Yalgın, Anadolu’da Türk Damgaları, Uludağdan Toroslara, Bursa 1943; a.mlf., “Uludağ Çevresinde Türk Damgaları”, III. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1948, s. 426-433; Spuler, İran Moğolları, s. 320-321; Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul 1969, s. 60; İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, Ankara 1977, s. 237; a.mlf., “Ahlat ve Çevresinde 1945’te Yapılan Tarihî ve Arkeolojik Tetkik Seyahati Raporu”, TD, sy. 1 (1949), s. 184-185, levhalar; Faruk Sümer, Oğuzlar: Türkmenler, Ankara 1972, s. 203-207; Mustafa Kafalı, Altın Orda Hanlığının Kuruluş ve Yükseliş Devirleri, İstanbul 1976, s. 135; Fuad Köprülü, “Ortazaman Türk Devletlerinde Hukukî Sembollerdeki Motifler”, THİTM, II (1939), s. 36-38; A. N. Samoiloviç, “Cucu Ulusu’nda Payza ve Baysa’ya Dair”, a.e., s. 56-62; Osman Akçokraklı, “Kırım’da Tatar Damgaları”, Emel, sy. 135, İstanbul 1983, s. 161-180; İsmail Otar, “O. Akçokraklı’nın (Kırım Tatar Damgaları) İsimli Kitabı Vesilesiyle Notlar”, a.e., s. 183-203; J. Deny [T. H.], “Tuğra”, İA, XII/2, s. 6-7.

Yusuf Halaçoğlu