CÜZ’Î

الجزئي

Bir varlık türünün yalnız bir veya birkaç ferdine ait olan durum, nitelik, kavram anlamında kullanılan felsefe ve mantık terimi.

Sözlükte “parça, pay, unsur” anlamlarına gelen Arapça cüz (ARAPÇA) kelimesine nisbet eki getirilmek suretiyle türetilmiş bir kelime olup felsefe ve mantıkta küllî*nin karşıtı olarak “bir varlık türünün tamamına değil sadece bir kısmına delâlet eden kavram”, “taşıdığı hüküm, konudaki fertlerden sadece bir veya birkaçına şâmil olan önerme, bir ilme göre konuları daha özel olan diğer bir ilim (tabiat ilmine göre tıp ilmi gibi), daha üstteki


feleğin cüz’ü olan felek veya felekler” gibi çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Kaynaklarda biri hakiki diğeri izâfî olmak üzere iki türlü cüz’î kavram veya varlıktan söz edilir. Hakiki cüz’î, “başka herhangi bir varlıkla ortaklığı tamamen giderecek şekilde tasavvur edilen bir tek varlık” anlamına gelir. Buna göre bütün özel isimler hakiki cüz’î varlıkları gösteren kavramlardır. İzâfî cüz’î ise “daha genel bir varlık cinsinin şümulüne giren daha özel bir varlık türü”dür. Buna göre beş küllî* denilen tümellerden kapsamı dar olanlar, kapsamı geniş olanlara göre cüz’î sayılırlar. Meselâ “cisim”e göre “hayvan” cüz’î, “hayvan”a göre de insan cüz’îdir; buna karşılık hakiki cûz’îler olan Ahmet ve Mehmet’e göre cisim, hayvan ve insan küllîdirler.

Bir varlığın veya varlık grubunun cüz’î yahut küllî sayılması, tasnifte esas alınan durumlara veya şartlara göre değişir; yani bir duruma göre cüz’î olan varlık başka bir duruma göre küllî olabilir. Meselâ “hayvan” kavramı “canlılık” şartı bakımından “insan”ı ve daha başka canlıları kapsadığı için “hayvan” küllî, “insan” cüz’îdir. Fakat insan canlılık yanında düşünme, konuşma gibi başka şartlar ve nitelikler de taşımaktadır. Buna göre canlılık “insan”ın cüzüdür; dolayısıyla “insan” küllî, “hayvan” da cüz’îdir (et-TaǾrîfât, “cüzî” md.).

İslâm düşünce tarihinde cüz’î-küllî meselesi, özellikle Allah’ın ilim sıfatıyla ilgisi dolayısıyla tartışma konusu olmuştur. Aristo’ya ait olan ve, “Tanrı için kusurlu varlıkları bilmektense bilmemek daha iyidir” şeklinde ifade edilen görüşün etkisi altında kaldığı anlaşılan Fârâbî ile diğer filozoflar söz konusu görüşü biraz daha yumuşatarak Allah’ın ilmini, varlık ve olayları bilmesiyle zâtında değişmeler meydana geliyormuş gibi bir sonuca götürmeyecek şekilde açıklamaya özel bir önem vermişlerdir. Şöyle ki, yine Aristo’dan gelen anlayışa göre bilginin objesindeki değişmeler bilgide ve dolayısıyla süjede de değişiklik meydana getirir. Cüz’îler hem mevcudiyetleri hem de arazları ve nitelikleri itibariyle zaman ve mekânda değişikliğe uğrayan varlıklar olduğu için Allah’ın bunları değişme durumlarıyla bilmesi kendisinde de değişiklik meydana getirir ki böyle bir bilgi O’nun hakkında söz konusu olamaz. Şu halde Allah, nitelikleri bakımından değişmeyen küllî varlıkları bilir. Buna göre meydana gelen, değişen ve başkalaşan cüz’î varlık ve olaylar onun bilgisine konu teşkil etmez. O, her şeyi ezelden ebede, küllî yapıları ve kanunlarıyla, hiçbir değişmeye uğramaksızın küllî olarak bilir (İbn Sînâ, en-Necât, s. 593-596). Bir başka deyişle bir varlığın küllî veya cüz’î olması bize göredir; Allah zaman ve mekân üstü bir varlık olarak parçayı ve bütünü aynı düzeyde bilir. O’nun bilgisi bizimki gibi zaman içinde parça parça oluşan bir bilgi değildir. Gerçi Fârâbî ve İbn Sînâ açıkça “Allah cüz’îleri bilmez” dememişlerse de kelâmcılar onların yukarıdaki anlayışından Allah’ın cüz’îleri bilemeyeceği sonucunu çıkararak bunu kesinlikle reddetmişlerdir. Özellikle Gazzâlî’nin başka gerekçeler yanında bu iddiayı da ileri sürerek filozofları tekfir etmesi İslâm düşünce tarihinde geniş yankılar uyandırmıştır. Her ne kadar İbn Rüşd, haklı olarak İslâm filozoflarının cüz’îlerle ilgili açıklamalarında Allah’a bilgisizlik isnat etmek gibi bir niyetleri olmadığını, görüşlerinin Gazzâlî tarafından haksız olarak bu yönde yorumlandığını belirtmişse de bu itiraz felsefe ve filozoflara karşı olan tavrı yumuşatmaya yetmemiştir (ayrıca bk. KÜLLÎ).

BİBLİYOGRAFYA:

et-TaǾrîfât, “cüzî” md.; Tehânevî, Keşşâf, “cüziyye” md.; Aristoteles [Aristo], La Métaphysica (trc. J. Tricot), Paris 1981, 1072b, 15, 30; İbn Sînâ, en-Necât (nşr. M. Takī Dânişpejûh), Tahran 1364 hş., s. 593-597; a.mlf., el-İşârât, Kahire 1985, III, 295-296; Gazzâlî, Tehâfütü’l-felâsife (nşr. Süleyman Dünyâ), Kahire, ts. (Dârü’l-Maârif), s. 192-199; İbn Rüşd, Tefsîru Mâ bade’t-tabîa, III, 1613-1620, 1691-1704; a.mlf., Damîmetü’l-mesele (Felsefetü İbn Rüşd içinde), Beyrut 1982, s. 39-42; İbn Teymiyye, Deru teâruzi’l-akl ve’n-nakl, Riyad 1981, IX, 105-106; X, 191-192.

Mustafa Çağrıcı