CÜNEYD-i SAFEVÎ

جنيد صفوى

(ö. 864/1460)

Safeviyye tarikatının bir devlete dönüşmesinde büyük payı olan kişi.

Babası, Safeviyye tarikatının kurucusu olan Şeyh Safiyüddîn-i Erdebîlî’nin oğlu Sadreddin Mûsâ’nın torunlarından Şeyh Şah lakabıyla anılan İbrâhim’dir. Zamanında büyük şöhret kazanan dedesi Hoca Ali’nin ölümü (1429) üzerine babası İbrâhim tarikatın başına geçti. Babasının 1447’de ölümünden sonra onun yerine geçen amcası Câfer ile kendi aşırı fikirleri yüzünden araları açıldı. Cüneyd, kendisine körükörüne inanan ve ibadet eden müridlerine güvenerek bir dünya egemenliği ve hükümet kurma sevdasına kapılmıştı. Ancak amcası Câfer, müridlerin büyük bir bölümü tarafından şeyhliğe getirildiği halde böyle bir devlet kurma düşüncesinde değildi. Cüneyd, özellikle tarikatın Şiîleşmesi sonucunda her gün artan taraftarlarından faydalandı. Onun bu şekilde kuvvetlenmesi Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah’ı (1437-1468) korkuttu. Ancak çok tutulan bir din adamına karşı kuvvet kullanmayı doğru bulmadı, kızını oğluna verdiği Şeyh Câfer’e bir mektup yazarak onun uzaklaştırılmasını istedi. Cüneyd, amcası ve Karakoyunlu hükümdarının tehdidi karşısında Erdebil’i terketmek zorunda kaldı. Osmanlı hükümdarlarının Safevî şeyhlerine öteden beri hediye göndermelerini de göz önünde bulundurarak önce Anadolu’ya gitmeyi tercih etti. Onun bu tercihinde, daha önceleri tarikat hesabına çalışan kimselerin Anadolu’ya gönderilmiş olması önemli rol oynamıştı. O sırada Tebriz


Karakoyunlular’ın elinde bulunduğundan bu kısa yoldan değil Karabağ ve Ermenistan üzerinden Anadolu’ya geçti.

Osmanlı topraklarına ayak basar basmaz II. Murad’a (1421-1444) hediye olarak bir müridiyle seccade, Kur’an ve bir tesbih gönderdi ve ondan Kurtbeli’nde kendilerine mülk verilmesini istedi. Bunun, devletin geleceğini büyük bir tehlikeye sokabilecek Şiîlik hareket ve fikirlerinin daha da yayılmasını sağlayacağını düşünen II. Murad, “Bir tahtta iki padişah olmaz” diyerek Cüneyd’in isteğini reddeti. Ona 200 altın, müridlerine de 1000 akçe göndererek bir an önce Osmanlı topraklarını terketmelerini istedi.

Bu emir üzerine Cüneyd henüz Osmanlı hâkimiyetine girmemiş bulunan Karaman ülkesine yöneldi ve Konya’ya gidip Sadreddin Konevî’nin zâviyesine misafir oldu. Âşıkpaşazâde’nin ifadesine (Târih, s. 264) göre burada, Hızır Bey’in öğrencisi ve sonradan Fâtih’in de hocası olan Hayreddin Efendi’yi buldu. Bu sırada zâviyenin şeyhi, Zeyniyye tarikatının Anadolu temsilcisi olan Şeyh Abdüllatîf-i Kudsî, onun fikirlerini ve kanaatlerini iyi bildiği için kendisiyle görüşmedi ve zâviyeyi misafire bırakıp bir süre evinde kaldı. Aradaki irtibatı Hayreddin Efendi sağlıyordu. Nihayet bir araya geldiklerinde sohbet ettiler ve Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile Sadreddin Konevî’nin eserlerini istinsah etmek üzere kâtiplere verdiler. Bir ay sonra tekrar buluştuklarında Cüneyd kendi mezhep ve inancı doğrultusunda Kur’an’ı tezyif eder bir tarzda müfrit Şiîler’in ashap hakkındaki kanaatlerini savunarak bir tartışma açtı. Tartışma sonunda kâfirlikle suçlanması üzerine burada daha fazla kalamayacağını anlayarak taraftarlarının bulunduğu Varsak ülkesine (Taşeli=İçel) gitmek üzere Konya’dan ayrıldı.

Ancak Şeyh Abdüllatif, Karaman Hükümdarı İbrâhim Bey’e mektup yazarak Cüneyd’in bir sûfî değil şeriatı bozmak ve “evlâd-ı resûllük” davası ile devlet kurmak amacında bir kişi olduğunu, bu sebeple yakalanması gerektiğini bildirdi. Durumdan haberdar olan Cüneyd, burada edindiği diğer müridlerle birlikte kaçıp Antakya taraflarına gitti. Bu bölge hâkimi İbn Bilâl’den, Cebeliarûs dağında Haçlılar’dan kalma yıkık bir kaleyi, tekke olarak kullanmak amacıyla aldı. Kaleyi tamir ettikten sonra Antakya, Kilis, Antep ve Maraş bölgelerinde yoğun bir propaganda faaliyetine başladı ve çevresine büyük bir mürid kitlesi topladı. Ona katılanlar arasında Şeyh Bedreddîn-i Simâvî’nin müridleri de vardı. Onun bu durumu bölgedeki Sünnî şeyhleri korkuya düşürdü. Birkaç tanınmış din âlimi, Cüneyd’i kalabalık Türkmen gruplarının bulunduğu bu bölgeden uzaklaştırmak için Memlük Sultanı el-Melikü’z-Zâhir Çakmak’a mektup yazdı. Sultan Çakmak Halep valisine Cüneyd’e karşı harekete geçmesini bildirdi. Ancak vali hasta olduğu için, Cüneyd’in üzerine büyük hâcibini gönderdi. Yapılan savaşta Cüneyd yenildi ve kaçıp Türkmenler arasında gizlendi. Ancak takip edildiği için buralarda da tutunamayacağını anlayınca müridlerinin ve taraftarlarının kolayca kendisini bulabilecekleri Canik’e (Samsun bölgesi) gitti.

Bu bölge Osmanlılar’ın elinde idi. Burada uzun süre kaldı, ateşli ve sadık taraftarlar edindi. Trabzon Pontus İmparatorluğu’nu yıkıp yerine kendi devletini kurma planları hazırladı. Nihayet etrafına topladığı kuvvetler ve Niksar emîrinin de yardımıyla Trabzon İmparatorluğu’na saldırdı. Onu önlemek üzere harekete geçen Pontus Kralı IV. İoannes’in kuvvetleri AlÇakal adı verilen Aya Fokas Manastırı’nda Cüneyd’in kuvvetleriyle karşılaştılar ve yapılan savaşta ağır bir yenilgiye uğradılar. Cüneyd Trabzon’u kuşattı. Bu sırada Trabzon surları içinde çıkan bir yangın kuşatılanları daha güç bir duruma düşürdü. Ancak bu arada Fâtih kendisine haraç veren bir ülkeye saldırdığı için Cüneyd’in üzerine yürümesi konusunda, Şehzade Bayezid adına Amasya’yı yöneten Hızır Bey’e emir verdi. Bunu haber alan Cüneyd kuşatmayı kaldırdı ve kendisini takip eden Hızır Bey’in önünden kaçıp başka planlar peşinde koşmaya başladı. Bu sırada Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah ile savaş halinde idi. Bu durumdan faydalanmak için Diyarbekir’de bulunan Uzun Hasan’ın yanına gitti. Uzun Hasan önce onu tutukladı, ancak Cüneyd Cihan Şah’a karşı yanındaki kuvvetlerden istifade edebileceğini söyleyince Uzun Hasan kendisini serbest bıraktı ve kız kardeşi Hatice Begüm ile evlendirdi.

Çeşitli din ve mezheplerden insanların bulunduğu Diyarbekir propaganda için son derece elverişli idi. Buna Uzun Hasan’la olan akrabalığı da katılınca bu bölgede kolayca propaganda yapma imkânı buldu. Uzun Hasan’a yardımcı olan müridler ona birçok zafer kazandırdılar. Cüneyd 1459’da Diyarbekir’den ayrıldı. Müridlerini Erdebil civarında Sevelan dağlarına bırakarak kendisi şehirde baba ocağına yerleşti. Ancak onu tehlikeli bulan amcası Câfer durumu Cihan Şah’a bildirdi, o da Cüneyd’i Erdebil’i terketmeye mecbur bıraktı. Cüneyd 12.000 silâhlı birliğiyle hıristiyan Çerkezler’le savaşmak için kuzeye yöneldi. Şirvanşah’ın ülkesinden geçerek Taberseran’a akın yaptı (1459), daha sonra kışı geçirmek üzere Karabağ’a geldi. Ancak amcası Câfer’in mektubu üzerine onu tehlikeli bulan Şirvanşah Sultan Halil Karabağ’ı terketmesi için haber gönderdi. Cüneyd elçiyi öldürdü ve burasını terketmeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine Sultan Halil harekete geçti. Bunu haber alan Cüneyd kaçtıysa da takip edilerek Karasu vadisinde sıkıştırıldı. Buradaki savaş sırasında öldürüldü (4 Mart 1460). Onun öldürülmesi üzerine etrafındakiler kaçtılar, ancak birkaç sadık müridi Cüneyd’in cesedini kaçırıp Kurbal veya Kumal denilen bir yerde gömdü. Burası daha sonra ziyaretgâh oldu. Geride kalan müridleri Cüneyd’in yerine Hatice Begüm’den olan oğlu Haydar’ı kendilerine lider seçtiler. Anadolu’da ise onun ölümüne inanmayan müridleri, Tokat civarında ortaya çıkan ve kendisinin Cüneyd olduğunu ileri süren birinin etrafında toplandılar, bu zat yakalanıp İstanbul’a getirildiğinde Cüneyd olmadığı anlaşılarak serbest bırakıldı.

Cüneyd’in yarıda kalan devlet kurma isteği ancak torunu Şah İsmâil tarafından gerçekleştirilebilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Hasan-ı Rûmlû, Aĥsenü’t-tevârîħ (nşr. C. N. Seddon), Baroda 1931, XII, 466; a.e., Nuruosmaniye Ktp., nr. 3317; Beyazıt Devlet Ktp., nr. 2370; Budak Münşî-i Kazvînî, Cevâhirü’l-aħbâr, Leningrad Devlet Ktp., vr. 281b-282ª; Hüseyin b. Abdüzzâhid, Silsiletü’n-nesebi’s-Safeviyye, Berlin 1343/1924, s. 44-50, 67; Fazlullah b. Ruzbihân, Târîħ-i ǾÂlemǿârâ-yı Emînî, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 4431, vr. 136b-137ª (özet İngilizce trc. Minorsky, Persia in A. D. 1478-1490, An Abridged Translation of Fadlullah b. Ruzbihan Khunji’s Târîh-i ǾAlem Ǿarā-yi Amīnī, London 1957, bk. fihrist); Yahyâ-yı Kazvînî, Lübbü’t-tevârîh, İÜ Ktp., TY, nr. 396, vr. 157ª-b; Gaffârî, Cihânǿârâ, Tahran 1342 hş., s. 261 vd.; İskender Bey Münşî, Târîh, s. 13 vd.; Âşıkpaşazâde, Târih, s. 264-267; Leunclavius, Neuwe Chronica Turckischen Nation, Frankfurt 1590, s. 648; Müneccimbaşı, Sahâifü’l-ahbâr, İstanbul 1285, III, 180 vd.; Chalcocondyles, Histoire (trc. V. Bourbonnois), Paris 1612, s. 262 vd.; Fallmerayer, Geschichte des Kaiserthums von Trapezunt, München 1827, s. 251-252, 255; W. Miller, Trebizond: The Last Greek Empire, London 1926, s. 83 vd.; W. Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd (trc. Tevfik Bıyıklıoğlu), Ankara 1948, s. 15-22, 25-27, 3235; F. Babinger, “Scheich Bedr ed-Din der Sohn des Richter von Simav”, Isl., IX (1921), s. 14-82; a.mlf., “Zur Geschichte des Safevijje”, a.e., XII (1922), s. 232; Mükrimin H. Yınanç, “Cüneyd”, İA, III, 242-245; R. M. Savory, “Djunayd”, EI² (İng.), II, 598.

Tahsin Yazıcı